• Sonuç bulunamadı

Yetkili Din Mercii: Diyanet

Belgede Türkiye de Neler Oluyor? (sayfa 186-192)

Y

eni Cumhuriyet laik olmak kadar homojen bir Türk milletini oluşturmak da istiyordu. Bu ise ancak İslam’ın birleştiriciliğine başvurmak suretiyle sağlanabilirdi.

Cumhuriyet’in kurucuları bu yüzden hemen bir dinî merci oluşturdular. Öncelikle Şeyhülislamlık kurumu (ki bu kurum fermanların İslam’a uygunluğunu kontrol ediyor, camileri ve imamlarını yönetiyor, okulların ve yargının kontrolünü elinde tutuyordu) tasfiye edildi.

Şeyhülislam’ın sorumluluklarından bazıları yeni bakanlık-lara dağıtıldı. Ama kendisini takip eden otoriteler yine bakanlık derecesi elde ettiler. “Şeriye ve Evkaf Vekâleti”, 23 Nisan 1923’te

“Türkiye Büyük Millet Meclisi” ilk oturumunu yaptıktan hemen sonra kuruldu. Bu kurumun bakanı protokolde Başbakan’dan sonra gelmekteydi. Elbette bunun bir nedeni Kurtuluş Savaşı’nda ve Türk Milletinin oluşturulmasında İslam’ın önemli bir araç olarak kullanılmasıydı. 3 Mart 1924’te sözü geçen bakanlık iki teşekküle ayrıldı, dini vakıarın idaresi için “Evkaf Umum Mü-dürlüğü” ve resmi dini makam olarak “Diyanet İşleri Reisliği”.

İkincisi doğrudan başbakanın kontrolüne verildi.

Türk-Milliyetçi reeksi bugün bile Diyanet’in Almanya’daki kolu DİTİB’de (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) hissedilmek-tedir. Bununla birlikte Ankara’daki ana merkezdeki hava büyük oranda değişti. Başbakan Erdoğan’ın 28 Mayıs 2003’te göreve getirdiği başkan Ali Bardakoğlu yönetiminde, kurum daha dinî ve daha entelektüel bir duruş sergilemeye başladı. Erdoğan’ın

ilk hükümeti zamanında kurum, uluslararası saygınlığı olan bir din filozofuna ve büyük bir Müslüman düşünüre, yani Devlet Bakanı Mehmet Aydın’a bağlıydı. Diyanet kendisini laik devle-tin bir kolu olarak algılamaktan vazgeçip güçlü bir dinî söylemi yeniden canlandırdı. Artık devlet doktrininin yeniden üretimine daha az, maneviyata daha çok zaman ayıracaktı.

Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraki ilk yıllarda Diyanet çok aktifti. İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy’u Kur’ân’ın Türkçe bir tercümesini yapmakla ve İlahiyatçı Elmalılı Hamdi Yazır’ı Türkçe bir Kur’ân tefsiri yazmakla görevlendirdi. Ama da-ha sonraları siyaset, Diyanet’in otoritesini kademe kademe azalttı.

Çok partili hayata geçiş ibreyi yeniden tersine çevirdi. Artık İs-met İnönü’nün etrafında toplanmış ve dinî konularda tavizsiz olan Atatürk’ün takipçileri de İslam’la barış yolları aramaya başlamıştı.

Yönetimi “Demokrat Parti”ye vermeden önceki son icraatlarından biri olarak, İnönü’nün CHP hükümeti, 29 Mart 1950’de Diyanet’in eski otoritesini iade etti, adını “ Diyanet İşleri Başkanlığı” olarak modernleştirdi ve kuruma yeni personel yerleştirdi. Yeni DP hükü-meti daha da ileri gitti. Ezan yaklaşık bir on yıl Türkçe okunduk-tan sonra, hükümet onu tekrar Arapçalaştırdı, devlet radyolarında Kur’ân tilaveti başlattı ve İmam Hatip okulları açtı.

1960 darbesinden bir yıl sonra Diyanet ilk defa anayasal bir kuruluş oldu. 1965’te çıkarılan bir yasa görevlerini detaylı bir şe-kilde belirtiyordu: Kurum dinî sorulara cevap vermek, dinî yazılar yazmak veya bunları tercüme etmek, vaaz vermek ve Türk top-lumunu ve gurbetteki Türkleri aydınlatmak için programlar ge-liştirmek zorundaydı. 1982 Anayasası da “Diyanet”i, bu sefer yü-rütme organlarının altında olmak üzere tanımlıyordu. Bu anayasa Diyanet’i milleti “Milli dayanışmaya ve milli birliğe yönlendirme”

yolunda yetkilendiriyordu. Devlete bir dinî yetki mercii oluşturma görevi veren bu anayasa, aynı zamanda laikliği de Cumhuriyet’in en yüksek prensiplerinden biri olarak tanımlıyordu.

Yeni Elit ve İslam

187

Diyanet, Türkiye’nin en büyük kurumlarından birisidir.

Dördüncü büyük bütçeye sahip kurumdur. 78.000 camiden ve 5.000 Kur’ân kursundan sorumludur ve genellikle imam ve ha-tip olmak üzere –ki bunlar Türk devletinin en kötü maaşa sahip memurlarıdır– 90.000 memuru istihdam etmektedir. Diyanet, bünyesinde kadınların başörtüsü takmasına izin verilen yegâne devlet kurumudur. Kurum, Türk hacıları koordine eder, dinî fetvalar verir, dinin içeriğinin düzenlenmesini ayarlar ve yurtdı-şındaki Türk Müslümanların sorunlarıyla ilgilenir.

Devlet, Diyanet vasıtasıyla İslam’ı yaygın bir şekilde milli-leştirdi. Diyanet vergi paralarıyla finanse edilir ve kurulduğun-dan beri esas olarak Sünni İslam’ın dört mezhebinden biri olan Hanefi mezhebini kabul etmektedir. Mesela her beş Türk’ten en az biri Alevi’dir. Buna rağmen Diyanet sadece Sünni dinî anla-yışı uygulamakta ve camilerinde Sünni İslam’ı anlatmaktadır.

Böylece Sünni İslam, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin bilfiil devlet dini haline gelmekte, Aleviler ise boşuna Diyanet’te temsil edil-meyi istemeye devam etmektedirler.

AK Parti, Diyanet’i siyasetten ayırmak ve özerk bir kurum haline getirmek için inisiyatif kullandı. Artık Diyanet başkan-larının devlet tarafından atanmaması, İlahiyat fakültelerinin de-kanlarına en azından bir öneri hakkı sunulması tartışılmaktaydı.

Daha yumuşak bir hiyerarşi kurulması ve imamlara yükselme ile teşvik imkânlarının sağlanması da gündeme geldi. Bütün bu tar-tışmaların önü, Cumhurbaşkanı Sezer (2000 – 2007) ve muhalif

“Cumhuriyet Halk Partisi” (CHP) tarafından kesilecekti. Üstelik Sezer, Diyanet’in yaklaşık 20.000 camide hizmet görecek yeni personelinin yerleştirilmesini de veto ederek engelledi.

Yine de Profesör Bardakoğlu’nun göreve başlamasından itibaren Diyanet’te önemli yenilikler yapılmıştır. Bardakoğlu, Türkiye’nin ılımlı ve yenilikçi ilahiyatçılarından biridir. Önce İmam Hatip Lisesi’ni, sonra da İstanbul Hukuk Fakültesi’ni

bitirdi. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde profesör oldu. Araştırma dönemini İngiltere ve ABD’de geçirdi. “Ilım-lılık” ve “çoğulculuk” favori kavramları arasındadır. Kendisi Türkiye’nin gayrimüslim azınlıklarının sorunlarıyla ilgilenen ilk Diyanet İşleri Başkanıdır.

Bardakoğlu birçok mütevazı yenilik getirdi. Bardakoğlu uzun süre sadece yönetimle uğraşan kurumun dinî yayınlarını artırdı.

İlk defa Diyanet Almanya’dan, Almanya’daki kilise akademileri üzerine çalışma yapan Hristiyan bir kursiyeri işe aldı. Başka bir örnek: 9 Haziran 2006’dan beri Diyanet cuma hutbelerini ülkede-ki bütün camilere dağıtmaktan vazgeçti. Merkezi hutbe sistemini 28 Şubatçı generaller uygulamaya koymuştu, ama bu, camilerdeki hatiplerin prestij kaybetmesine neden oldu. Bardakoğlu artık şe-hirlerdeki müftülerin bölgesel ve yerel konular seçmelerini ve bu konulara hutbelerinde yer vermelerini istemektedir.

Müftüler doğrudan Diyanet’e bağlıdır. Kısa süre öncesine kadar müftüler ve yardımcıları erkeklerden oluşuyordu. Bar-dakoğlu yönetiminde bu da değişti. BarBar-dakoğlu, Diyanet’in bu zamana kadar kadınlara hiç ulaşamadığını fark etti. Dindar ka-dınlar evde ibadet ediyorlardı ve genellikle İslamcı çevrelerde ak-tierdi. Bardakoğlu kadınları tekrar camilere çekmek ve onlara dinle alakalı yeni bir alan açmak istedi. İlk adım olarak, Eylül 2006’da Kayseri ve Antalya gibi şehirlerde yedi kadını müftü yardımcılığına atadı. Şu an hâlâ vaaz verme izinleri yok, ama resmi olarak şehirlerinin veya bölgelerinin imam ve hatiplerinden önde geliyorlar. Ayrıca artık fetva verebiliyorlar.

Ayrıca Diyanet artık Müslüman Türklerle ilgilendiği yabancı ülkelere din görevlisi olarak kadınları da göndermektedir. 2006’da bu kadınların sayısı altıydı. Bayan Kur’ân kursu öğretmenlerinin ve vaizelerin sayısı ise birkaç yüzü bulmaktadır; bu zamana kadar sadece kadın ve kızlara ders vermeye veya onları eğitmeye izin-liydiler. Yine de bu bile önemli bir adımdır, çünkü muhafazakâr

Yeni Elit ve İslam

189

sınıftan olan kadınlar için Kur’ân kursları, genelde evin dışında da var olabilmek için tek imkândır. Böylece Kur’ân kurslarında hemcinsleriyle sosyalleşme imkânı da bulmaktadırlar.

Bardakoğlu, 27 Ocak 2006’da karlı bir kışta Cuma günü Ankara Hacıbayram Camii’ni dolduran Müslüman erkekleri, onların yüzünden kadınların dışarıda buz gibi soğukta namaz kılmak zorunda kalmaları yüzünden açıkça eleştirince bir san-sasyona sebep oldu. Ancak Bardakoğlu ve Diyanet, Erdoğan’ın danışmanı Cüneyt Zapsu’nun eşi Beyza Zapsu’nun etrafında toplanan kadın grubunun cuma namazında kız arkadaşlarıyla örtünmemiş bir biçimde erkek saarında yer almalarını ise kabul etmediğini göstermekten çekinmedi.

Diyanet’in yanı sıra kadın ilahiyatçılar da sınırları zorla-maktadırlar. Artık kadınların da erkeklerle aynı şekilde cena-zelerde saf tutmalarını istemektedirler. Tanınmış bir kadın ila-hiyatçı olan Beyza Bilgin, kadının karışık bir cemaate de imam olabileceğini iddia edecek kadar ileri gider mesela. Bu noktada Kur’ân’da özel bir yasak bulamadığını belirtmektedir. Elbette henüz hiçbir kadın imam veya müftü olarak atanmış değil, bu-nunla beraber müftü yardımcısı, vaize ve Kur’ân kursu öğret-meni olarak atanan çok sayıda kadın göze çarpıyor. En azından artık dindar kadınlar kendi özel alanlarından çıkmakta ve kamu-sal alanda görünmektedirler.

2005 yılında Diyanet yeni bir Kur’ân tefsiri ve hadislerin gözden geçirilmiş bir basımı için çalışmalara başladı. Amaç, İslam’ın bu en önemli iki kaynağını yirmi birinci yüzyılın ışı-ğında okumaktı. Bu kaynaklar, Diyanet’e göre, çağdaş bir şekil-de yorumlanmalıdır. Bu çalışmada görevli olanlar yaptıklarının

“reform” ve “reformasyon” gibi kavramlarla tanımlanmasını reddederler. Yapmak istedikleri şey daha çok, İslam inancının prensiplerini süzmek ve onları günün şartlarına uyumlu bir bi-çimde yorumlamaktır.

Bardakoğlu aynı zamanda kurumun yedi biriminden biri olan “Dış İlişkiler Dairesi”ne de yeni bir hava getirdi. Dairenin başına, açık fikirliliği ile tanınan ve Göttingen mezunu bir hadis âlimi olan Ali Dere’yi atadı. Bu dairenin görevi, yurtdışındaki Müslüman Türklere din hizmeti sunmaktır. Bu nedenle bu dai-re, mesela Almanya’daki camilere gönderdiği imamların her biri-ni dikkatle seçmekte, bu görevlileri Alman kurumlarıyla işbirliği içerisinde görevlerine hazırlamaktadır. Ayrıca Türk konsolos-luklarına İslam raportörleri göndermektedir. Şu anda bunların 13 tanesi Almanya’da aktiftirler. Diyanet 1985’ten beri yoğun bir biçimde yurtdışındaki Türklerle ilgileniyor. Bunun bir se-bebi kurumun, vatandaşlarının yurtdışında artan oranda siyasal İslam’ın –mesela Erbakan’ın “Milli Görüş Hareketi” gibi– etkisi altında kaldığının farkına varmasıdır.

Bardakoğlu ve Dere, Almanya’ya gönderdikleri imamların kalitesini kayda değer biçimde yükselttiler. İmamlar artık yurt-dışındaki Türkleri Ankara’nın Almanya içindeki kolu olarak görmemek ve onları uyum hususunda cesaretlendirmekle görev-liler. İlk kez sadece İmam Hatip Lisesi ya da ilkokul mezunları değil de ilahiyat fakültesi mezunları çoğunlukta. Diyanet, Goet-he Enstitüsü’yle işbirliği içerisinde imamlarına dil kursu vererek onları dil açısından da Almanya’daki görevlerine hazırlıyor. Al-man konsolosluğunun diplomatları ve Ankara’da çalışan AlAl-man din adamı Felix Körner bu görevlilere Almanya ve Hristiyan ki-lisesi hakkında bilgi veriyor.

Erdoğan hükümetinin reform denemelerine rağmen Diyanet yürütmeye bağlı bir kurum olmaya devam etmektedir. Kuru-mun uyguladığı fikirler çoğunlukla, zamanında Ankara Üniver-sitesi İlahiyat Fakültesi’nin ilahiyatçıları tarafından ortaya atıl-mıştır. Bu fakülte yenilikçi ilahiyatçıların bir nevi laboratuarı gibi çalışmaktadır.

Yeni Elit ve İslam

191

Belgede Türkiye de Neler Oluyor? (sayfa 186-192)