• Sonuç bulunamadı

Siyaseten Fakir Devlet Partisi CHP

Belgede Türkiye de Neler Oluyor? (sayfa 79-83)

“Juristokrasi”nin hâkim ve savcıları, kendilerini siyase-tin tarafı ve hatta aktörü olarak kabul ediyorlar. Onlar geçen yüzyılın yirmili yıllarından kalan otoriter modernleşmeci göre-vi üstlenen tarafa aitler. Atatürk tarafından kurulan ve hâkim ve savcıların da partisi olan CHP zayıadıkça, kendi üzerlerine düşen vazifenin arttığına inanıyorlar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra geçilen çok partili demokraside CHP yalnızca iki seçim kazanabildi: 1973 ve 1977 seçimleri. Bu iki seçimde de kariz-matik parti lideri Bülent Ecevit, kariyerinin en parlak dönemini yaşıyordu. 1923’ten 1950’ye kadar tek başına iktidar olan devlet partisi CHP’nin seçim kazanmak için propaganda yapmaya ih-tiyacı yoktu. Asıl görevi devlet ve bürokrasiyi siyaset sahnesin-de temsil etmek ve onların çıkarlarını güvence altına almaktı.

CHP bu nedenle merkezin çevre üzerinde sınırsızca tahakküm ettiği dönemden kalma bir statüko partisidir. Fakat Türk seç-meni oyunu kendi iradesiyle kullanabildiği vakitlerde, çevre, her zaman ortanın sağında bulunan ve reform yapan partileri seç-ti: Ellili yıllarda Adnan Menderes’in “Demokrat Partisi” (DP), seksenli yıllarda Turgut Özal’ın “Anavatan Partisi” (ANAP) ve

Devlet ve Devlet Eliti

79

günümüzde Recep Tayyip Erdoğan’ın “Adalet ve Kalkınma Par-tisi” (AK Parti).

22 Temmuz 2007 tarihli son seçimde CHP ve AK Parti iki büyük rakip olarak karşı karşıya geldiler. Elbette gene, CHP eski merkez ve statükonun partisiyken, AK Parti çevrenin ve reformla-rın partisiydi. AK Parti Türkiye’nin tüm illerinde, tüm meslek ve yaş gruplarında ve tüm gelir katmanlarında kazandı. Sadece Türk-lerin en zengin beşte birlik diliminde kazanamadı. CHP Ankara’nın doğusunda neredeyse hiç varlık gösteremedi ve bir zamanlar sos-yal demokrat olan parti ironik bir biçimde sos-yalnızca Türkiye’nin en zengin % 20’sinde ilk parti olabildi. Fakat kendi ölçüleriyle değer-lendirdiklerinde, seçmenin değil de devletin çıkarlarını temsil etme-lerinden ötürü aslında seçimde kaybetmemişlerdi. 22 Temmuz’da oyların % 20,8’ini aldıkları zaman da mağlup değillerdi. Deniz Baykal, seçimlerden iki gün sonra CHP’nin nihayette başka hiçbir parti gibi olmadığını söylerken de son derece haklıydı.

Bununla birlikte yardımcısı Onur Öymen seçim sonucunun mantıkla kavranamayacağından şikâyetçiydi. Muhtemelen o Bertolt Brecht’i okumuş ve “Hükümetin bu durumda başka bir halkı seçmesi gerekmez miydi?” kanaatine kapılmıştı. CHP’nin eski anlayışı ışıl ışıl parıldıyordu. Halk eğitimsizdi ve bu ne-denle devletin öncüleri tarafından yönetilmeliydi. Sonuçta ancak Ankara’daki askerî-sivil aparat nelerin halkın faydasına olaca-ğını bilebilirdi. Bu yüzden CHP kendisini “Cumhuriyet Halk Partisi” olarak isimlendirmişti de “Cumhuriyetçi Devlet Partisi”

benzeri bir isim almamıştı. Fakat seçim sandığında devlet eliti giderek daha da azınlığa düştüklerini idrak ediyorlardı. Ermeni-Türk entelektüeli Etyen Mahçupyan’a göre bu elit, hâlâ devlete sahip olma ve tabandan gelen değişim taleplerine karşı çıkma hususlarında ısrarcıydı.

Atatürk bir devrimciydi ve yeni bir devlet ortaya çıkardı.

Partisi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist enternasyonale

alındı. Fakat CHP yalnızca etiket icabı sol bir partiydi; çünkü statükoya asla dokunmuyordu. Deniz Baykal’ın 2001’den be-ri süren başkanlığı süresince CHP, “sol” siyasetten tamamen uzaklaşıp milliyetçilerin sözcüsü haline geldi. Muhalefet olarak ise CHP sürekli zayıadı ve CHP’nin zayıığından doğan boşlu-ğu süreç içerisinde asker ve yargı doldurdu.

CHP askerin siyasete karışmasını desteklemektedir. Gene-rallerle omuz omuza Kıbrıs sorununda bir uzlaşmaya varılma-sına karşı durmuş, Türkiye’nin AB’ye yaklaşmavarılma-sına ise gayet temkinli yaklaşmıştır. Askerle birlikte Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyon yapılmasını ister, ama ülkede Kürt sorununun siyasi bir çözüme ulaşmasını ve aynı şekilde gayrimüslim azınlıkların kanun karşısında eşit tutulmasını arzu etmez. CHP, reform sü-recini yavaşlatırken alternatif bir sosyo-politik program da öner-mez. Sağlık ve eğitim alanlarındaki sorunları çözmeye dair bir programı da mevcut değildir. Ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılması ve tarımsal gelişim hususunda da CHP’nin dile ge-tirdiği pek bir şey yoktur meydanda.

Zaten bu yüzden, Sosyalist Enternasyonal’de “CHP’yi üye-likten atalım.” sesleri giderek daha gür çıkıyor. En güçlü eleş-tiri Avrupa Parlamentosu’ndaki Sosyalist Grup’un Sözcüsü Jan Marinus Wiersma tarafından, aynı zamanda Avrupa Sosyal De-mokratik Partiler Eşbaşkanı da olan Deniz Baykal’a yönelik dile getirildi. Wiersma 2007 Nisan’ında Baykal’ı “Tunus tipi bir de-mokrasi” için çaba harcamakla itham etti. Tunus tabii ki demok-rasi değildi, bir diktatörlüktü ve meşruiyetini tıpkı Baykal’ın

“laikliği” koruma hususunda dile getirdiği mantığa benzer bir mantıktan devşiriyordu. Buna ilaveten Wiersma, Baykal’ın “Orta Doğu’nun milliyetçi-sosyalist liderlerinden” etkilendiğini söyle-di. Öte yandan Baykal’ın sosyal demokrat bir ajandası da yoktu, ona göre. Wiersma CHP’ye anlayış göstermeye yanaşmıyordu.

Üstelik Wiersma, Erdoğan hükümetinin reformlarını ve liberal

Devlet ve Devlet Eliti

81

siyasetini övmekten de geri durmuyordu. Baykal, aralarında bir dönemler partisinin genel sekreterliğini de yapmış Ertuğrul Günay’ın da bulunduğu birçok sosyal demokratı sindirmişti. Ay-nı Günay, 22 Temmuz 2007 tarihinde İstanbul seçim bölgesinde Erdoğan’ın ardından ikinci sırada AK Parti’den TBMM’ye girdi.

Günay, CHP’deki çürümeden şikâyetçiydi ve AK Parti’de sosyal adalet partisi özellikleri görüyordu. Erdoğan seçimin ardından onu Kültür ve Turizm Bakanı yapacaktı.

CHP’nin parti logosunu 1935’ten beri altı beyaz ok süslüyor.

Fakat Baykal, bunlardan sadece bir tanesini, “laikliği” önemsiyor.

“Milliyetçiliği” de her ihtimale karşı yedekte tutuyor. 22 Temmuz 2007 seçiminden önce Radikal gazetesi, Baykal’ın seçimleri yal-nızca “laikliği kurtarın” çığlığıyla kazanacağını düşünüyorsa rulet oynadığını yazarak kendisini uyardı. Türkiye’nin sıcak sorunları üzerine çözümler geliştirmek yerine, CHP sadece Türkiye’nin iç ve dış düşmanlarına dik dik bakan bir parti konumundaydı meş-hur siyaset bilimci Fuat Keyman’ın gözlemlerine göre. CHP sol ve sosyal demokrat bir parti değil, devletin ideolojisini seslendiren bir parti. Artık partinin gazetesi olmasa bile zamanında Atatürk tarafından kurulmuş Cumhuriyet gazetesi hâlâ görevinin başında.

Gazetenin baş yazarı İlhan Selçuk, Kemalist söylemin yön verenle-rinden birisi ve “Kızılelma” koalisyonunun kurucusu. Bu kavram sol ve sağ milliyetçilerin gevşek ittifakını ima eder. Baykal’ın 2007 yazında seçim kampanyasında, sağcı milliyetçi MHP ile bir koalis-yon kuracaklarını ifade etmesi tesadüf değildir.

Türk milliyetçiliğini entelektüel olarak prezantabl hâle getir-miş ve şiirinin okunması Erdoğan’a hapis cezası olarak dönmüş olan Ziya Gökalp (1876-1924) Anadolu’dan Orta Asya’ya kadar uzanan Türklerin ideal ülkesini “Kızılelma” olarak adlandırmıştı.

Bugün bu kavramsal çatı altında bir araya gelmiş olan herkesin sabit fikri, kendilerine Türkiye’yi “dışarıdan gelecek tehditten”

kurtarmak noktasında tarihî bir görevin yüklendiğidir. Onlar

Türk İstiklal Savaşı’nı hâlâ sona ermemiş tasavvur etmektedirler.

“Kızılelma” koalisyonunun kapsamı MHP’nin “bozkurtlarından”

CHP’nin Baykal’ı üzerinden Türk istihbaratı MİT ile iyi ilişkileri bulunan ve Ermeni soykırımı iddialarını reddedenlerin başını çe-ken Doğu Perinçek’in Maocularına kadar uzanmaktaydı.

CHP, Sosyalist Enternasyonal’e üyeydi, fakat üyeliğin ge-reklerinden birini yerine getirmiyordu: Sosyal demokrat bir parti olma gereği. Türkiye’yi anlamak istiyorsanız, “sol” ve “sağ” gibi kavramların klasik karşılıklarını boşuna tahayyül etmeye çalış-mayın. “Solu” bugün değişim istemeyen veya çok sınırlı deği-şimden yana olan seküler devlet eliti ve zenginler seçiyor; “sağı”

ise devletten bağımsız olarak çevrede yaşayan dindar Anadolu-lular. Bu ülkede “sol” otoriter bir devlet ve otoriter bir laiklik,

“sağ” ise demokratik bir toplum taraftarlığı anlamına geliyor.

“Sol” artık, milliyetçilikle devleti savunmak, “sağ” ise ülkeyi re-formlarla açmak ve demokratikleştirmek demek. CHP için 2007 Temmuz seçimleri, liberallerin ve sol entelektüellerin kendisin-den uzaklaştığını göstermesi açısından çarpıcıydı. Bu kesimler CHP’ye değil de, AK Parti’ye veya bağımsız adaylara oy verdiler.

Zaten CHP’nin diri bir söyleme de ihtiyacı yoktu. Çünkü parti amblemlerindeki “altı ok”a ve devlet politikasının ön kabullerine inanmak yeterliydi. Bunların kaybolmaması içinse devletin en güçlü kurumları çaba gösteriyordu.

Belgede Türkiye de Neler Oluyor? (sayfa 79-83)