• Sonuç bulunamadı

Kahramanmaraş’taki Anadolu Kaplanları

Belgede Türkiye de Neler Oluyor? (sayfa 131-138)

Saat akşamın dokuzuydu. Mehmet Kanbur için gün daha bitmemişti.

Türkiye’nin en büyük dondurma imalatçısı imalathanesine ayak basmıştı.

Daha içeri girerken beyaz önlüğü beline bağlayıp tezgâhın arkasına geç-ti. Türkiye’nin güneydoğusunda memleketi Kahramanmaraş’ta her akşamı

Dışlanmışların Muhalif Elite Yükselişi

131

böyle geçiyordu. Yabancıların sadece fakirlik bulmayı umdukları bu şe-hirde, Türkiye’nin en şaşırtıcı başarı hikâyelerinden biri yazılıdır. 20 yıl ön-ce Torosların yamaçlarında endüstri namına hiçbir şey mevcut değilken, geçen yirmi yılda Kahramanmaraş, Türkiye’nin 81 ili arasında 15. büyük endüstri şehri konumuna yükseldi.

Mehmet Kanbur, her gün olduğu gibi sabah saat altıda işinin ba-şındaydı ve öğleden sonra arkadaşı Başbakan Erdoğan’ı havaalanında karşılayıp şehir gezisinde kendisine eşlik etti. Hükümet başkanını şehirde 70.000 kişi bekliyordu. Yolun üzerinde kendi imalatını satan “MADO”

dondurmacısı vardı. Bundan birkaç saat sonra ise dondurma üreticisi, tezgâhın arkasından yoldan geçen bir genci çağırıp ona nazikçe don-durma ikram ediyordu. Mehmet Kanbur neşeli bir insan ve bu hâlini her an hissediyorsunuz.

“Çalışmak ibadettir.” diyor bu Anadolu kökenli adam ortalık sakin-leşince ve ağırdan alarak ekliyor: “Hatta ibadetin en kutsalı.” Ona göre Allah, çalışana vereceğini; sadece namaz kılıp, oruç tutana ise vermeye-ceğini söylemiştir. Allah, insanın üretmesini, bir şeyle uğraşmasını ve kom-şusuna yardım etmesini emretmiştir. “Anadolu insanı yorulmaz, çalışkan ve hoşgörülüdür.” Kanbur’un memleketinin insanının özellikleri hakkında söy-ledikleri kendi özelliklerine de ışık tutuyor. Bu çalışma ahlakından İslami-Kalvinist kavramı türetildi.

Anadolu insanının çalışkanlığı, Mehmet Kanbur örneğinde olduğu gibi başarıyı da beraberinde getiriyor. Dört nesildir dondurma ticaretiyle uğraşan bir aileye mensup. Torosların yaylalarında otlayan keçilerin sütün-den ve dağlardaki karlardan imal ediliyor dondurmaları. 1850 yılından beri imalathaneleri ayakta. 1985 yılında Mehmet Kanbur memleketinin sınırlarını aştı. Pastanesinin dondurmasına “Maraş Dondurması”nın ilk he-celerini birleştirerek “MADO” ismini koydu.

Şimdi dondurma endüstriyel olarak imal ediliyor ve “MADO” mar-kası önce Türkiye’yi sonra da sınırların ötesini dolaşan bir başarı katarı-na dönüşmüş bulunuyor. 1972’ye kadar ismi Maraş olan bu şehirdeki Anadolulular Türk gıda sanayinde şubeleşme sistemini başlattılar. Sayıları

200’ü aşkın aynı isimli kafede ve Avustralya’ya kadar dünyanın 22 farklı ülkesinde “MADO”yu satıyorlar. Cirosunun dörtte biri ihracattan sağlanı-yor. Gülerek: “Siz Avrupalılar yirmi otuz sene öncesine kadar Japonya ve Uzakdoğu’dan gelen yeni marka isimlerine şüpheyle yaklaşmıyor muydu-nuz?” diye sordu.

Disiplin sahibi Kanbur, Erdoğan’ın ziyareti sebebiyle bu disiplinin-den taviz vermek zorunda kaldı. Politikacı hiçbir zaman dakik değildir ve Erdoğan Kahramanmaraş’a iki saat kadar geç geldi. Buna rağmen 70.000 kişiden hiç kimse Erdoğan’ın konuşmasını yapacağı sahnenin yer aldığı geniş caddeyi terk etmedi. Tekstil sektöründe çalışan Yakub, 22 Temmuz 2007 tarihinde Erdoğan’ın AK Parti’sine oyunu verdiği için gelmişti. AK Parti’nin yanan ampul amblemli mavi bayrağını sallıyor ve 2002 yılında ANAP’a oy verdiğini anlatıyordu. Eczacı Emrullah da ilk kez AK Parti ve Erdoğan’a oy verecekti. Yakub gibi o da başka hiçbir siyasetçiye güvenmediğini söylüyordu. Bir tarım kooperatifinde kredilerden sorumlu Mustafa ise AK Parti’den uzak duruyordu. Çünkü Türk tarımı için işler, desteklerin azalmasından ötürü hiç iyi gitmiyordu.

“Ama genel olarak ülkenin hâli iyiye gidiyor.” demekten de geri dur-muyordu.

Birçok başka kişi gibi Cuma ve Ömer de, uzaklardan, Elbistan ilçe-sindeki bir köyden gelmişlerdi. Emekli Ömer heyecan içinde “Üç husus benim için 2002’den daha iyi durumda: Sağlık sistemi, fiyat istikrarı ve duble yollar.” diye söz aldı. Otobüs şoförü Cuma onu başıyla onaylıyor-du. İkisi de Erdoğan’ın konuşmasının ikinci bölümünü dinlemeden oradan ayrıldılar. Çünkü karanlık basmadan evde olmak istiyorlardı. Erdoğan, ra-kibi Baykal’ın aksine Kahramanmaraş’ın tüm ilçelerini sayıyordu. Devlet eli-tinin, hükümetin önüne çıkardığı tüm engelleri anlattıktan sonra başbakan kalabalığa: “Siz halkın iradesi olacaksınız!” diye seslenecekti.

İsmail Alkis bu seçimin Türkiye’de demokrasinin yönetip yönetmediği-nin, halkın iradesinin kabul edilip edilmediğinin bir sınavı olacağı beklenti-si içindeydi. O, “ MÜSİAD”ın Kahramanmaraş tembeklenti-silcibeklenti-siydi. Kendi vazifebeklenti-si- vazifesi-ni, her şeyden önce Anadolu’nun iktisadi gelişmesini desteklemek olarak

Dışlanmışların Muhalif Elite Yükselişi

133

görüyordu. Alkis, AK Parti’ye mensup olmadığını özellikle belirtiyordu.

Erdoğan’a sempati duymaktaydı tabii... Türkiye’de insanlar için bir şeyler yapan üç başbakan gördük diyordu: “Ellili yıllarda Adnan Menderes, sek-senlerde Turgut Özal ve şimdi Tayyip Erdoğan.” Genç müteşebbis, maddi kalkınmanın tek başına yeterli olmayacağı kanaatindeydi. Anadolu’da çalışmanın da bir nevi ibadet olduğu ve küçüklerin bir araya geldiklerinde büyüyebilecekleri ispatlanmıştı.

Kahramanmaraş kendi gücüyle devlet desteği olmaksızın endüstrileş-meyi başarmış şehirlerden biridir. Anadolu’da benzer başarıyı gösteren şehirlerin sayısı bir düzineden biraz fazladır. Yerel endüstri ve ticaret odası başkanı Mehmet Balduk gururla kişi başına gelirin Maraş’ta Türkiye orta-lamasının üstünde olduğunu ifade ediyor ve ekliyordu “Çünkü burada lük-se para harcamak mümkün değil. Tüm kazançlar yeniden yatırıma döner.”

Kazanç, mesela tekstil endüstrisinde parça başı maliyeti yarıya indiren ve bu sayede Çin’in ucuz mallarıyla rekabet edebilen makinelere, besin endüstrisine ve yeni çimento makinelerine yatırılıyor. “Tüm yatırımların % 99’u hemşeriler tarafından yapılıyor.” ifadesini kullanıyor Balduk. Onun anlattığına bakılırsa, genç fabrikatörlerin çok azı eski dönemlerin büyük toprak ağalarıdır. Çoğu ise başlangıç sermayelerini bölgenin tarım mah-sullerinin ticaretinden –ya da Mehmet Kanbur gibi aile pastanesi “Yaşar”

ve onun dondurmalarının ticaretinden– elde etmişlerdir. Balduk ile sohbet ederken gece yarısını geçmişti saat. Buna rağmen “ Trabzon Bulvarı”ndaki pastaneye müşteri akını sona ermemişti. Kanbur gülerek “Türkiye’de yeni bir kahvehane kültürü geliştirdik.” diyordu. Masalarda birçok kişi siyaset konuşmaktaydı. “Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)”nin araba konvoyu gü-rültüyle geçti caddeden. Çalan müzik uzaklaştığı vakit Kanbur, “CHP ve MHP başkalarının kendi hükümetleri döneminde neleri başarıp başarma-dığını halk bir bilse…” diyordu.

Ali Çiçekçi ve kardeşleri işlerini babalarından devralmışlardı.

1970 yılında Kahramanmaraş’ta bakır tencere ve tava imalatı yapan bir işletmeleri vardı. Bakırın modası geçip çelik onun yerini alınca Ali Çiçekçi 1989 yılında çelik imalatına döndü. Ekim 2003 yılında

Alman “Teknolojik İşbirliği Topluluğu” (TİT), “Anadolu Ekonomisine Destek” projesini Kahramanmaraş’a kadar uzatana değin mamul-lerini Ankara ve İstanbul’a pazarlıyordu Çiçekçi. Sonraları işletme sahipleri fuarları ziyaret ettiler ve mamullerini talebe uyarlayıp yeni pazarlara ulaştılar.

Çiçekçi, el imalatını modern makinelerle değiştirdi. Şimdi fabrikası her gün 1500 çelik ve 1500 alüminyum tencere, tava imal ediyor. Saflon markası altında bunları işliyor ve mamullerin % 85’i ihraç ediliyor. Çiçekçi çoğunlukla Almanya, İtalya, İran ve Dubai’ye satış yapıyor. Bu yıl ilk kez Çin’deki bir fuara katıldı. Çiçekçi, İstanbul ile birlikte işletmesinin merkezi olan Kahramanmaraş’taydı ve 55 çelik tencere üreticisi arasında onuncu sıradaydı. TİT projenin diğer kollarındaki başarıları da raporluyordu. Ha-ziran 2007’de yerel konfeksiyon imalatçılarının ilk büyük fuarı gerçekleşti.

Almanya ve Türkiye’den büyük toptancılar Kahramanmaraş’a gittiler. Fuar çok başarılı geçti ve her yıl tekrarlanmasına karar verildi.

Hanefi Öksüz’ün TİT projesine ihtiyacı yoktu. 1985 yılında İstanbul’dan yeni mezun makine mühendisi olarak memleketi Kahramanmaraş’a geri dönmüştü. Babasının pamuk ekim işini devralmaktansa oğul bu pamuğu işleyecek bir fabrika kurdu. Neredeyse her yıl yeni bir işletme eklendi buna. Bugün Öksüz, Kipaş-Holding’deki 16 firmasında 5.000’den fazla işçiye iş kapısı sağlamış durumda. Bu haliyle bölgenin en büyük işvereni.

Türkiye’nin en büyük endüstri firmaları listesinde holdingi 30. sırada yer alıyor. Ana faaliyet alanı ise içerisinde iplikten konfeksiyona her şeyin imal edilebildiği entegre tekstil fabrikası.

Öksüz, cirosunu aşağı yukarı 400 milyon dolar olarak hesaplıyor. Bu-nun yüzde on beşini doğrudan ihracattan elde ediyor. Diğer ihracatçılar için imal ettiği ham mamulleri de hesaba kattığınızda, doğrudan ve dolay-lı dış satımın cirodaki payı yüzde 95’e çıkıyor. Holdingin konsolide cirosu her yıl yüzde 20 oranında artıyor. Sadece 2007 yılında Öksüz, holdingi-nin klasik birimlerine 125 milyon dolar ve bir çimento fabrikasına 60 mil-yon dolar yatırım yaptı. Uluslararası bankalardan kredi alma gibi sorunlar ile hiç karşılaşmıyor. Zaten gerekli sermayenin hiç de azımsanmayacak

Dışlanmışların Muhalif Elite Yükselişi

135

bir kısmını doğrudan kendi öz kaynaklarından finanse ediyor. İlk yurt dışı yatırımlarını Mısır’da yaptı ve memleketi Kahramanmaraş’a iki hastane ve beş okul hediye etti.

Hanefi Öksüz’ün Kipaş Holding’i tarım ekonomisinde devlet sübvan-siyonu olmaksızın küçük endüstri merkezlerine dönüşen ve süregelen Türk kalkınmasının taşıyıcıları olan “Anadolu Kaplanlarının” bir diğer başarı hikâyesi. “Kaplan” terimi Öksüz’ün hoşuna gidiyor. Keskin gözlü kaplan-lar misali Anadolulu müteşebbisler de önlerine çıkan şanskaplan-ları değerlendi-riyorlar. Öksüz iyimser, ona göre “Türkiye çok hızlı bir gelişim içerisinde.”

İstanbul ticaretin dünyaya açılan kapısı olma yolunda ilerler iken, Anadolu da imalat için en uygun yer olarak öne çıkıyor.

Yerel endüstri ve ticaret odası başkanı Mehmet Balduk, “ Kahraman-maraş’ta endüstrileşme doksanlı yılların ortalarından itibaren başlamıştır.”

diyor ayrılmamıza yakın. Başlangıçta bu şehrin Adana gibi bir transit nok-tası ya da Antalya gibi bir turizm merkezi olamayacağı anlaşılmış, tarım ekonomisinin katma değeri düşük mamuller ürettiği ve ticaretin tek başına yetmediği de ortadaymış. Büyük toprak sahiplerinden değil de küçük işlet-melerden endüstriciler çıkmış. İlk üç endüstri işletmesi 1984 yılında reform-cu Turgut Özal’ın döneminde ortaya çıkmış, sonrasında ise bir yıl içinde sayıları bir düzineye ulaşmış. 1995 yılından itibaren AB ile Gümrük Birliği ve leasing gibi yeni fikirler kalkınmaya hız vermiş. Son yılların ekonomik istikrarı da buna katkıda bulunmaktaymış Balduk’a göre.

Bu yıl sanayi imalatı 1,5 milyar doları buldu. Bunun yaklaşık çeyreği ihraç edildi. Cari olan büyük yatırımların sona ermesiyle 2008’de imalat değeri 2,5 milyar doları bulacak gibi gözüküyor. Balduk’un da beklen-tisi aynı yönde. Balduk bu gelişim trendine, gençleri belirli bir mesleğe hazırlamayan kötü eğitim sisteminin set çekeceğine dair endişeleri var.

Bu nedenle müteşebbisler artan oranda yeni ve modern okullara yatırım yapıyorlar.

Gece yarısından sonra bile Mehmet Kanbur tezgahın arkasında ve işinin başındaydı. O, 5.000 çalışanı olan bir patron değil de, kendisi de orada çalışan birisiymiş intibaı bırakıyor. “Koltuk seni şefi yapmaz, sen

şef olduğunda oraya oturursun.” diyor. Bir örnek vermek istiyor: “Zengin olan hiç kimse, zenginliğinden ötürü çalışmasına gerek olmadığına inan-maz.” Bu, Kalvinist çalışma ahlakının Müslümanca bir ifadesi gibi duruyor.

Erdoğan’ın AK Partisi işte bu tip Anadolu insanlarına dayanıyor. Bunu se-çim sonuçları üzerinden de takip edebilirsiniz. 2002 yılındaki sese-çimlerde şehir Ankara’ya sekiz milletvekili gönderdi, bunların yedisi AK Parti’dendi.

Beş yıl sonraki seçimde de benzer bir sonuç ortaya çıkacaktı.

İ K İ N C İ B Ö L Ü M

Belgede Türkiye de Neler Oluyor? (sayfa 131-138)