• Sonuç bulunamadı

İmam Hatip Liseleri

Belgede Türkiye de Neler Oluyor? (sayfa 181-186)

Cumhuriyet’in kurucuları dini ortadan kaldırmak istemedi-ler. Sadece dini kendi kontrolleri altında ve dar bir alanda tutmak istediler. Bu yüzden daha 1924’te ilk meslek liselerini kendileri kurdular. Dört yıllık liseler olarak camilerin imam ve hatipleri-ni yetiştirmek üzere hayata geçirilmişlerdi. Ardı ardına 29 tane

“İmam Hatip Mektebi” açtılar. Öğrenci sayısının azlığı yüzün-den 1930’da bu liseler tekrar kapatıldı. Bunun sebepleri ortadadır.

İş olanakları belirsizdi ve 1928’de Latin alfabesi uygulamasına geçildikten sonra eski dinî kaynaklar da artık okunamıyordu.

İmam ve Hatip yetiştirmek için açılan bu okullar yaklaşık yirmi yıl kapalı kaldı. Bu zaman diliminde –devlet kontrolünde açılan Kur’ân kursları hariç– ülkede hiçbir dinî eğitim yoktu.

1950’deki çok partili demokrasiye geçişten sonra bu okulların sayısı gittikçe çoğaldı. Yeni “İmam Hatip Liseleri”nin çoğu Sü-leyman Demirel iktidarları zamanında açılacaktı. Demirel görev süresince, hepsi dindar genç nesil için olmamakla birlikte 327 yeni meslek lisesi açtı. 1993’ten 1995’e kadar başbakanlık yapan Tansu Çiller, 167 tane yeni İmam Hatip Lisesi açtı. 1996’da onu takip eden Erbakan iktidarının ilk yılında mütevazı bir biçimde sadece 22 okul açıldı.

Bu okulların siyasi İslam’ın “arka bahçesi” olacağı sözü Erbakan’a atfedildi. Bu söz, okullara bir misyon yüklemekteydi.

Bu, aynı zamanda büyük tartışmalara da yol açtı. O zamandan beri bu okullara karşı olanlar, bu okullardan mezun olanların sadece ilahiyatlara gidebilmelerini talep etmede kendilerini haklı gördüler. Bu okulların destekçileri ise, mezunların üniversitelerin

Eski ve Yeni Elit Arasındaki Çatışma

181

bütün fakültelerine gidebilmelerini savundular. Anlaşmazlık, aynı başörtüsünde olduğu gibi, uzlaşma mümkün olmayacak şekilde ele alınmaktadır. Bu anlaşmazlık ayrıca, devlet, toplum ve din arasındaki ilişkinin Cumhuriyet’in çözülmemiş sorunları arasında yer aldığını da göstermektedir. “Beyaz” Türkler, İmam Hatip okullarının çekim merkezi olmasını ve imam olamayacak-ları hâlde kızolamayacak-ların da bu okullara alınmasını eleştirirken; “zenci”

Türkler de ayrımcılığın sona ermesini ve bu okulların diğer lise-lerle eşit duruma gelmesini kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.

Erdoğan 2 Mart 2004’te, bir seçim mitinginde halka şöy-le sesşöy-lendi: “Ben bir İmam Hatip mezunuyum ve babam beni oraya imam olmam için göndermedi.” Erdoğan defalarca, İmam Hatip okullarının katsayı problemini çözeceği sözünü verdi. Bu problem, 1997’de YÖK tarafından ordunun önerisi üzerine uy-gulamaya konmuştu. Teknik olarak bu İmam Hatip okullarının mezunlarının ÖSS puanlarının düşük bir katsayı ile çarpılma-sı ve fiiliyatta, ilahiyattan başka bir eğitim dalına devam etme şanslarını ellerinden alınması mevzuudur.

Bu okulları daha iyi bir hale getirmek için Erdoğan iki te-şebbüste bulundu. Birincisi, 4 Mayıs 2004’te kaybın azaltılması için sunduğu bir yasa önerisiydi. Genelkurmayın, YÖK’ün ve rektörler zirvesinin protestoları ve son olarak da Cumhurbaşkanı Sezer’in vetosu yüzünden başarılı olamadı. İkinci teşebbüs, 15 Aralık 2005’te İmam Hatip okulları mezunlarına normal veya açık bir liseden ekstra bir diploma alabilmenin yolunu açmak istemesiydi. Bu teşebbüs 8 Şubat 2006’da Danıştay’ın karşı çık-masıyla başarısızlığa uğradı. Bundan sonra İmam Hatip okulla-rına değer kazandırma planları yeniden rafa kalktı. Bir mutaba-kat isteği hâlâ ufukta görünmüyordu.

Bu konuda bir zamanlar devlet elitinin bir kısmı İmam Ha-tip okullarını desteklemişti. 1946’da CHP’li milletvekilleri mec-liste, “dinî eğitim”i, tehditkar komünizm tehlikesine karşı bir

araç olarak kullanmayı önermişti. Sadece komünizmi tehlike olarak görmüyorlardı. Aynı zamanda, yeni kurulan “Demokrat Parti”ye (DP) karşı zamanında harekete geçmeleri gerektiğini fark etmişlerdi. Zamanın Başbakanı Recep Peker, milletvekil-lerinin bu önerisini bir zehire karşı başka bir zehir kullanmak istemediği argümanıyla reddetmişti.

Dolayısıyla 19 İmam Hatip okulunu açmak, 1950’den iti-baren iktidar olan DP hükümetine nasip olacaktı. Bu okullar, yedi yıllık bir eğitimden sonra “dosdoğru din adamları” ortaya çıkarmak için tasarlanmışlardı. Bu yüzden İmam Hatip okulları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. 1960’ın darbeci generalleri, bu okulları kapatmak için iki kere teşebbüste bulundular. Ama bu arzularına nail olamadılar. Onun yerine 1965’te iktidar olan muhafazakâr Başbakan Süleyman Demirel, bu okulların mezun-larına yüksekokulların yolunu açacağı sözünü verdi. Bu da ger-çekleşmedi. Çünkü 1971’in darbe generalleri bu okulların orta kısmını kapattılar (1974’te tekrar açılacaktı) ve mezunlarının sadece kendi bilim dallarının, yani din ilimlerinin sınırları içeri-sinde okumalarına izin verilmesini kararlaştırdılar.

Böylece ilk kez generaller üniversite eğitimine kapalı olan kapıları biraz olsun aralamışlardı. 1971’de 5.200 öğrencisiyle 72 İmam Hatip okulu eğitime devam ediyordu. 1980 darbesine ka-dar okulların sayısı 374’e ve öğrencilerinin sayısı ise 200.000’in üstüne çıktı. Sayı ve kalite değişkendi. 1973’te çıkan bir yasa, İmam Hatip okullarını lise olarak tanıdı ve mezunlarının, eği-time kendi bilim alanlarında devam edebilmekle birlikte, diğer bilim dallarında da okuyabilmelerini garanti altına aldı. Bu karar teknik, ticaret ve pedagojik meslek liseleri için de geçerliydi. O andan itibaren daha çok İmam Hatip okulu mezunu, hukuk, siyaset bilimi ve pedagoji okumayı ilahiyat okumaya tercih etti.

Recep Tayyip Erdoğan da ilahiyat yerine işletme okudu. 1976’da aileler, aslında imam ve hatip yetiştirmesi gereken okulların

Eski ve Yeni Elit Arasındaki Çatışma

183

kızlara da açılması gerektiği hakkında Danıştay’da başarılı bir mücadele verdiler.

1980’in darbe generalleri kesinlikle yeni İmam Hatip oku-lu açmadılar. Ancak mezunlarının, istedikleri bölümleri tercih edebilmelerine imkân sağladılar. 1946’da Recep Peker’in gör-düğünden farklı olarak dini, komünizme karşı savaşta yarar-lı bir vasıta olarak kabul ediyorlar ve bu yüzden “ Türk-İslam Sentezi”ni destekliyorlardı. Tarihçi İbrahim Kafesoğlu etrafın-daki muhafazakâr İstanbullu entelektüeller bu sentezi yetmişli yıllarda geliştirmişti. Sentez, Türklerin, İslam’ı kabul etmesiyle kültürel zirvelerine ulaştıkları fikrini yayıyordu. “ Türk-İslam Sentezi” resmi ideolojinin bir parçası olmuş, İslami din dersi ilk defa tüm okullarda zorunlu ders hâline gelmiş ve İslam, tıpkı Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında olduğu gibi, Türklüğü oluştu-ran unsurlardan biri olarak geri dönmüştü.

Erbakan hükümetinin düşmesine yol açan 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu’nun açıklamasına kadar, İmam Hatip okul-ları mevzuatında bir değişiklik olmadı. Sadece bir kez daha sayıokul-ları yükseldi. Artık 511.500 öğrenciyle bu sayı 601’e ulaşmıştı. Bu, or-taokul ve lise seviyesindeki tüm öğrencilerin yüzde 9’una karşılık geliyordu. Daha sonra 28 Şubat generalleri, kanun koyuculardan zorunlu sekiz yıllık eğitimi uygulamaya koymalarını ve böylece İmam Hatip okullarının orta kısmını kapatmalarını istedi. Bu yasa 16 Ağustos 1997’de hemen yürürlüğe girdi. İkinci bir adım olarak YÖK, İmam Hatip okulları mezunları için bir katsayı şartı getirdi.

Üniversitelere gidiş yolları da böylece bloke edildi.

İmam Hatip okullarına karşı bu hareketin destekçileri, öğ-renci sayısının artmasının Türkiye’nin laik düzeni için bir tehli-ke oluşturduğunu iddia etti. Ayrıca “laik tevhid-i tedrisat” tek-rar kurulmalıydı. İmam Hatip taraftarları ise bu görüşe çeşitli nedenlerle karşı çıkıyorlardı Bazı veliler çocuklarını bu okullara yeterli dinî eğitimi almaları, bazı başkaları bir bağış yapanların

fakir çocuklar için daha liberal bir burs sistemi uygulamaları, diğer bir kısım veli ise kızlarının İmam Hatip okullarında öteki-lere nazaran daha seviyeli bir eğitim almaları sebebiyle gönder-diklerini ifade ediyorlardı. Ayrıca öğrenciler gibi ebeveynler de İmam Hatip okullarını, diğerleriyle karşılaştırıldığında “ahlaki olarak temiz” kurumlar olarak görmekteydi.

Hayır sahipleri bunların dışında okul binaları, yatakhane ve yemekhaneler inşa ettiler. Bunların birçoğu bugün boş durmak-tadır. “28 Şubat 1997” standartları, İmam Hatip okullarının ca-zibesini bitirdi. Öğrenci sayısı çok azaldı. Bugün eldeki derslik ve mekânların üçte ikisi boştur. İrfan Bozan, TESEV’in İmam Hatip okulları hakkında yaptığı bir araştırmada, katsayı engelinin öğrenci sayısı kadar –azalan motivasyon yüzünden– öğrencilerin kalitesini de düşürdüğü sonucuna vardı. Ebeveynler alternatif ola-rak özel okullara yöneldiler.

Devlet elitinin temsilcileri, gelinmiş olan noktadan mem-nundurlar. Bazıları daha da ileri giderek bu okulları dinî personel ihtiyacıyla sınırlandırmayı ve kız öğrencilere bu yolu tamamen kapatmayı istemektedirler. Bu düşünceye entelektüel sekülerlerin hepsi katılmazlar. Mesela Radikal gazetesinin Genel Yayın Yönet-meni İsmet Berkan, İmam Hatip okulları hakkındaki gelişmeler hakkında şu yorumda bulundu: “Eğer dindarlar ve İmam Hatip mezunları kendilerini zenci ve ikinci sınıf vatandaş gibi hissedi-yorlarsa, o zaman bu hepimizi ilgilendiren büyük bir sorundur.”

Ancak mezunlar ilahiyat alanını seçtiklerinde ek puan el-de ettiler. İlahiyat fakültelerinel-deki 1.200 kontenjan için 1999’da 79.500 İmam Hatip mezunu sırada bekliyordu, 2003’te bu sayı 9.380’e geriledi. İlahiyat eğitimi gibi, Diyanet’in çalışmaları da bugün birkaç yıl öncesine göre entelektüel seviye itibarıyla geliş-miş durumdadır. Türk İslamı’nın boy atması Diyanet ve İlahiyat olmadan tasavvur edilemezdi.

Belgede Türkiye de Neler Oluyor? (sayfa 181-186)