• Sonuç bulunamadı

Demokratik Bir Halk Partisi Olma Yolunda Karşı Elitin Partisi

Belgede Türkiye de Neler Oluyor? (sayfa 154-161)

22 Temmuz 2007 seçimleriyle AK Parti, Türklerin büyük çoğunluğunun sesi oldu. 81 ilin 69’undan en güçlü parti olarak

çıktı. İstanbul çevresindeki Marmara bölgesi ve Ege’nin kıyı boyları gibi CHP’nin kalesi olan yerlerde bile AK Parti öndeydi.

Her yaş grubunda diğer partilerin elde ettiklerinden daha fazla oy elde etti; kadınların yüzde 51’i ona oy verdi, ama en zengin Türklerin arasında bu oran sadece yüzde 21’de kaldı. Bu en zen-gin beşte bir de dahil, bütün gelir sınıarında AK Parti başı çekti. Sonuç, seçim günü oluşmuş bir tesadüfün eseri değildi.

Türkiye’nin önde gelen kamuoyu araştırma enstitüsü Konda, Eylül 2006’dan beri seçim sonuçlarından farklı sayılamayacak sonuçlar elde etmekteydi.

AK Parti’nin başarısının arkasında halkın geniş kesimleri-nin işine yarayan pragmatik bir siyaset yapması yatmaktadır.

Neo-liberal ekonomi politikası küçük ve orta büyüklükteki ya-tırımcıları kendisine bağlarken, sosyal adalet vurgusu da fakir-leri cezbetmektedir. Devlet siyasetinin elverdiği ölçüde Kürtfakir-lerin haklarına saygı gösterme politikası, partiyi Kürtlerin gözünde Demokratik Toplum Partisi’nin açıkça önüne geçirmekte; AB reform süreciyle parti, seküler devlet elitine yabancılaşmış sekü-ler liberalsekü-leri kendisine eklemlemektedir. Bu şekliyle AK Parti, İslamcıların nasıl Müslüman Demokratlar noktasına evrilebildi-ğinin kayda değer bir örneğini verir.

Bu dönüşüm henüz tamamlanmış değildir. AK Parti halkın büyük bir kesimini hâlâ daha kazanamamıştır. Tabii en başta da Alevilerin ismini anmak gerekir. Aleviler, Hz. Muhammed’in damadı Ali’nin takipçileri olmalarına rağmen, Ortodoks Şii teo-lojisine de yabancıdırlar. En azından her beş Türk’ten biri ken-disini, Osmanlı İmparatorluğu’nda kanlı takibe maruz kalmış bu inanç topluluğundan kabul etmektedir. Aleviler, Deniz Baykal’ın CHP’deki yükselişine kadar, Atatürk’ün partisinin sadık seç-menleriydiler. Bugün artık bir ölçüde CHP’den vazgeçtiler, ama hâlâ AK Parti’ye güvenmemektedirler. Ak Parti’nin diğer siyasi

İktidarın Ele Geçirilmesi

155

alanlardaki özgürlükçü tavrı henüz Alevilere eşit muamele ede-bilecek olgunluğa erişmiş değil. Ama gene de bir değişim yaklaş-makta olabilir. Tanınmış Alevi entelektüel Reha Çamuroğlu, AK Parti’den Meclise seçildi ve Çamuroğlu’nun tavsiyesiyle Erdoğan 15 Temmuz 2007’de, seçimlerden bir hafta önce, İstanbul’daki en önemli cemevini ziyaret etti; orada Alevilerin manevi lider-leri olan “dede”lerle bir araya geldi ve onlara ilk adımda iki bin

“dede”nin Diyanet’in ödeme listelerine konularak tanınacağının sözünü verdi.

AK Parti ideolojilere saplanıp kalmamaktadır. AK Parti birçok kanatları bulunan pragmatik bir partidir. İslami değer-lerin kendileri için önemli olduğu muhafazakâr seçmendeğer-lerin ve küreselleşmenin kazanımlarının kendileri için önemli olduğu bağımsızların bulunduğu ortanın sağındaki siyaseti aynı anda kapsayabilmektedir. Ayrıca ortanın solundaki sosyal demokratik siyasete de göz kırpmaktan geri kalmaz. Bu alandan devşirdiği konular, sosyal adalet, ekonominin düzenleyicisi olarak devlet anlayışı ve değişik hayat tarzlarının bir arada bulunabilmesi ge-rekliliğidir. Bu sebepten, siyaset bilimci Öniş, AK Parti’yi “yeni-likçi melez bir oluşum” olarak tanımlarken, gayet haklıdır.

Ayrıca AK Parti üyelik için, öncelikle muhafazakâr “Av-rupa Halk Partisi”ne başvuruda bulundu. Onlar AHP’nin ka-pısında beklerken, CHP’yi sırtından atmak isteyen “Sosyalist Enternasyonal”, AK Parti ile ilişkiye geçti. Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) ve Hristiyan Sosyal Birliği (CSU), AHP içerisinde AK Parti’ye karşı belirli bir mesafeyi koruyorlardı. Yine de CDU ve AK Parti aralarındaki ilişkileri kurumsallaştırdılar. Genel sek-reterler ve parlamenter gruplar düzenli bir şekilde bir araya gel-mekte ve bu vesileyle programlarındaki birçok ortak özellikleri müzakere edebilmektedirler: CDU ve AK Parti ‘piyasa ekonomi-si’ ve ‘değerler’ temeli üstünde yükselen halk partileridirler; aile,

bağımsızlık ve yetki ikamesi4 prensibi her iki partide de yüksek öneme sahiptir.

Tabii ki AK Parti, siyasetin kurdu Erbakan’ın İslami “Mil-li Görüş” hareketinden koparak ge“Mil-lişmiş bir yapıdır. Bununla birlikte o bugün, birçok fraksiyonu bünyesinde barındıran bir çatıya dönüşmüş bulunuyor. Temel çekirdeği hâlâ Başbakan Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı Gül’ün, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in ve 2007’de üniversiteye geri dönen eski Başbakan Yardımcısı Şener’in etrafındaki “post-İslamcılar” oluşturmakta-dırlar. Bu gruba, siyasete ilk defa 2001’de girmiş olan Dışişleri Bakanı Ali Babacan da dahildir.5 Bu siyasetçiler İslami söylemi terk edip, onun yerine bireyin haklarını ve kimlik için İslami değerlerin önemini vurgulayan bir söylemi kullanmayı tercih et-tiler. 2007 seçimleri ile birlikte ikincil çekirdek diyebileceğimiz İslami kanat zayıadı. Bunların en başında da 2002’den 2007’ye kadar Meclis Başkanlığı yapan Bülent Arınç vardır. Yeni hü-kümette “Milli Görüş” zamanından kalma isimler artık temsil edilmemektedir. Artık Ali Coşkun, Abdülkadir Aksu, Osman Pepe yoktur. Yeni Mecliste de tasfiye açıkça görülebilir, mesela Mehmet Elkatmış listeye girememiştir.

Üçüncü grup, geleneksel ANAP ve Doğru Yol Partisi’nden (DYP) AKP’ye itilmiş olan muhafazakârları ve liberalleri kapsar.

Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu bu gruptandır.

Dördüncü grubu milliyetçiler oluşturur. Bu grubun lideri olarak, eskiden Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) üyesi olan Dış Ticaret-ten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen sayılabilir. Bu grup-lara ek ogrup-larak bir de, bağımsız diyebileceğimiz kişiler mevcuttur.

4 Subsidiarität: Subsidiary principle: Topluluklar nezdinde alınan kararların yerel ya da bölgesel düzeyde işe yararlığı ve alınamayan kararların topluma en yakın milli düzeylerde alınması ölçütleri söz konusudur. [Ç.N.]

5 Kitabın yazıldığı dönemin dışişleri bakanı. [Ç.N.]

İktidarın Ele Geçirilmesi

157

Bu şahısları Erdoğan ya İstanbul Belediyesi’nden teknokrat ola-rak getirtmiş, mesela Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu gibi; ya da onları Gül’ün kısa hükümeti sırasında dışişleri bakanı olan dış ilişkiler uzmanı ve eski büyükelçi Yaşar Yakış gibi bürokrasinin dışından getirmiş-tir. Bu fertlerin oluşturduğu en genç grup Güney, Özdalga ve Üskül gibi liberal ve solcuların grubudur. Bunlara, başarılı yatı-rımcı Cüneyt Zapsu gibi Erdoğan’ın etkili şahsi danışmanları ve New York’ta yetişmiş bir iş yönetimi uzmanı olan Egemen Bağış gibi Amerika uzmanları da eklenebilir.

Erdoğan bağımsızları kazandı, çünkü onlar AK Parti’nin ül-keyi demokratikleştirecek en önemli siyasi oluşum olacağını fark ettiler. AK Parti’nin siyaseti pragmatiktir, ama AB reformlarıyla başka herhangi bir partinin olduğundan daha radikal ve kararlı bir biçimde meşgul olmaktadır. Parti programlarında İslam’a referans yoktur. Çünkü kendisini, moderniteyi İslami değerlerle, reformla-rı da kendi kültürünün muhafazasıyla bir araya getiren, muhafa-zakar, Müslüman-demokrat halk partisi olarak algılamaktadır.

Ayrıca AK Parti, önceki İslami partiler gibi AB’yi bir “Hris-tiyan Kulübü” olarak görmeyi reddeder. Türkiye’nin AB reform-larıyla birlikte, içinde Müslüman kimliğini koruyabileceği seküler ve çoğulcu bir demokrasiye dönüşebileceğini fark etmiştir. Buna ilaveten, halkın çoğunluğunun AB rotasını desteklemesinden, ama başka hiçbir partinin akla yatkın bir AB siyaseti takip etmeme-sinden de faydalanmaktadır. Böylece AB, partinin ilk döneminde önemli bir kaldıraç olacaktır. Parti siyasi hedeerini AB reformla-rı çerçevesinde şekillendirmekte, AB’ye yakınlaşma noktasındaki ilerlemelerle seçmenlerin desteğini garantilemekte ve eskiden par-tiyi eleştirenleri de kendi tarafına çekmektedir. AB, AK Parti’nin lider siyasetçileri için demokratik bir model ve demokratikleşme ve ekonomik istikrar için bir çıpa vazifesi görür. Ayrıca AK Parti’nin siyasetçileri ve seçmenleri, Müslümanların demokrasilerde, otoriter

devletlerden daha iyi yaşadıklarını fark etmişlerdir.

Bununla birlikte AB ayrıca, tarihsel ablukadan dolayı içe-ride eksik olan değişim dinamiğine dış destek sağlamaktadır.

Çünkü AB aynı zamanda, ordunun ve bürokrasinin gücünü azaltan bir araçtır. AK Parti’nin içinde de, ABD modelini tercih eden Euroskeptikler6 az değildir. ABD’de kamusal yaşamda din, Avrupa’da olduğundan daha büyük bir rol oynadığı için, Ame-rika bir model olarak Avrupa’dan daha çekici gözükebilmekte-dir. Euroskeptiklerin sayısını AK Parti içinde artıran bir olay, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Leyla Şahin davasında 29 Temmuz 2004’te verdiği karardır. Davada mahkeme, üni-versite öğrencisi Leyla Şahin’in, üniüni-versiteden –başörtüsü taktığı için devletin meşru gördüğü– bir uyarı almasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal etmediği hükmüne varmıştı.

AK Parti’de on yılın ortasından beri Euroskeptisizm başka sebeplerden dolayı da artmaya başladı. Brüksel’in verilmiş söz-lerin hilafına Kuzey Kıbrıs’a uygulanan ambargoyu kaldırma-ması, AB illüzyonunda önemli bir gedik açacaktı. AB tarafından önerilen Ada’yı tekrar birleştirme planını reddetmiş olmalarına rağmen, AB’nin Kıbrıslı Rumları ödüllendirmesi ve planı kabul etmiş olmalarına rağmen, AB’nin Kıbrıslı Türklere karşı ayrım-cılık yapması AK Parti’de de artan eleştirilere hedef olacaktı.

Artık AK Parti siyasetçileri de seküler devlet elitinin çoğunun yaptığı gibi, AB’nin Türkiye’ye diğer ülkelerden farklı stan-dartlar uyguladığını savunmaktadırlar. Bu camialarda konuşu-lan bir konu, AB’nin Kürt azınlık için birçok haklar istemesi ama Yunanistan’daki Müslüman Türk azınlığı için ağzını açma-masıdır. 22 Temmuz 2007 seçimlerindeki zaferinden sonra da AK Parti, siyasetini meşrulaştırmak için AB rotasını eskisi gibi gündeme getirmemiştir. Parti 2002’den sonra bu AB rotasını üç

6 AB’ye ve diğer Avrupa ülkeleriyle yakın ilişkiye karşı çıkan kimse, özellikle politikacı. [Ç.N.]

İktidarın Ele Geçirilmesi

159

nedenden dolayı diğer tüm hükümetlerden daha ikna edici olarak savunmuştu: Kendisini iç politikada ve yabancı ülkeler nezdinde meşrulaştırmak ve hakkındaki şüphe bulutlarını dağıtmak; hü-kümet ve ordu ilişkisine yeni bir denge getirmek ve Türkiye’de daha çok din özgürlüğünü mümkün kılmak. 14 Mart 2008’de AK Parti’ye karşı açılan kapatma davasının başlamasından itiba-ren AK Parti, AB ve reform politikasını yeniden hatırlamıştır.

AB hakkındaki artan eleştirilere rağmen AK Parti aktif ve pragmatist bir AB siyaseti uygulamaya devam etmektedir. Dış politikası da ideolojik değildir. Kendinden önceki hükümetlerin sert milliyetçi çizgilerini terk etmiştir ve bugün Ermenistan ha-riç, bütün komşu devletlerle iyi ilişkiler kurmaya özen göster-miştir. Dolayısıyla onlar da Türkiye’yi iyi niyet sahibi bölgesel güç olarak kabul etmekte ve ülke, kargaşa bölgesinde bir istikrar unsuru olarak öne çıkmaktadır.

Böylece AK Parti, Turgut Özal’ın seksenlerde uyguladığı politikaya geri dönmüştür denebilir. Erdoğan’ın AK Partisi ve Özal’ın “Anavatan Partisi” birçok noktada karşılaştırılır. İkisi de kurulmalarından hemen sonra mutlak bir çoğunlukla iktidara gelmişlerdir. İkisi de serbest ekonomiye dayanmış, ikisi de bir-çok benzer fraksiyonun bir araya gelmesinden oluşmuş ve ikisi de kendilerinden öncekilerin kutuplaştırıcı yöntemlerine sırtla-rını dönmüşlerdir. Generallerin politikacılara verdiği siyasetten men cezaları 1987’de zamansız bir biçimde kalkınca, “Anava-tan Partisi” bir krizin içine düşmüştü. Demirel’in, Türkeş’in ve Erbakan’ın dönüşüyle, asıl kadrolar “Anavatan Partisi”nden ay-rılmış ve eski liderlerine katılmışlardı. Ama bugün eski siyasi kademe tamamen gözden düştüğü için, AK Parti açısından böyle bir tehlike bulunmamaktadır.

AK Parti’yi tehdit eden en büyük tehlike, hâlâ karizma-tik lideriyle özdeşleşmiş, adeta bir “Erdoğan Partisi”ne dönüş-müş olmasıdır. Oysaki siyasi rakiplerin haklarında hiçbir şey

duymadığı yüz binlerce gönüllü, şehirlerde ve ilçelerde taban çalışması yapmaktadır. İki seçim arasındaki yıllarda da devam eden tabandaki bu aralıksız çalışma, partinin en büyük güçle-rinden birisidir. Parti merkezinde artan sayıda uzman, bir se-çim gününün hemen ertesinde bir sonraki sese-çim kampanyasına hazırlanmaya başlar. Parti bu uzmanları seçmenlerin yaşadığı yerlere yönlendirir. Diğer partiler ise konuşmacılarını konvoy eşliğinde göndermekte; o konuşmacılar da şehirlerde otobüsle-rin üstüne çıkmakta, yukarıdan seçim konuşmaları ile aşağı-daki dinleyicilerine nutuk çekmekte ve tek bir seçmenle bile konuşmadan şehri terk etmektedirler.

Eğer AK Parti Türk siyasetinde kalıcı bir güç olmak istiyor-sa, gelecek yıllarda kendisini daha güçlü bir şekilde kurumsallaş-tırması gerekir. Türkiye’nin tarihi, bu ülkede kendisini tek parti-ye bağlayan seçmenlerin sayısının çok az olduğunu öğretmiştir.

AK Parti’nin yönetimde ne kadar tutunabileceği, ekonomik ge-lişmeye bağlı olacaktır. Ekonomi büyümeye devam ederse, yeni Müslüman-Anadolulu orta sınıf ile sosyal adalet talep edenler mutlu olurlar. Sosyal politika büyüme gerektirir, büyüme ya-bancı sermayenin dışarıdan akışını gerektirir ve bu akış da, sa-dece ve sasa-dece ülke istikrarlı olur ve cepheleşmelerden uzak du-rursa sağlanır. İşte bu yüzden Erdoğan hükümetinin cepheleşme meraklısı olmadığı söylenebilir.

Belgede Türkiye de Neler Oluyor? (sayfa 154-161)