• Sonuç bulunamadı

Kamusal Alanda Bir Kara Koyun: Başörtüsü

Belgede Türkiye de Neler Oluyor? (sayfa 174-181)

Avrupa’da hiçbir ülke başörtüsü yasağını Türkiye kadar sert uygulamamakta, hiçbiri kadınların saçlarını nerede örtme-ye izinli oldukları ve nerede olmadıkları tartışmasını bu kadar şiddetli yürütmemekte. Türk kadınlarının çoğunluğu başları-nı örter, bunun da en yaygın üç stili vardır: Geleneksel-kırsal

“başörtüsü”, şehirli-moda “türban” ve katı, siyah “çarşaf”. Ba-ğımsız araştırma kurumları, Türk halkının çoğunluğunun katı başörtüsü yasağının hafietilmesini desteklediğini söyler. Ama bugüne dek mevcut durum hiç de bu arzuya uyumlu bir tarz-da gelişmemiştir. Çünkü seküler devlet eliti ve “beyaz Türkler”

için başörtüsü, laiklikle bağdaştırılamayacak bir hayat tarzının sembolüdür. Onlar başörtüsünü siyasal İslam’ın bir işareti olarak kabul edip, farklı bir yorumu gözü kapalı reddederler. “Zenci Türkler” ise onların aksine, başörtüsü takmayı dinî bir görev ve bir hak olarak görürler. Ayrıca onlar için başörtüsü, “beyaz

Türkler” tarafından toplumun dışına itilmelerinin de bir sembo-lüdür.

Sertleşen cepheler arasında herhangi bir orta yol bulmak mümkün gözükmez. Aksine, bu kumaş parçası etrafındaki kül-türel gerilim şiddete kapı aralamaktadır. Nisan 2007’de ordu ve devlet eliti, Hayrünnisa Gül’ün başörtüsünden rahatsız olduğu için cumhurbaşkanlığı seçimlerini bloke edebildi. Elbette cum-hurbaşkanlığına onun değil, kocası Abdullah Gül’ün seçilmesi mevzu bahisti; ama bunun pek bir önemi yok bu ülkede.

Başörtüsü, yalnızca Türk siyasi yaşamında bir mücadele alanı değildir. Mahkemeler tekrar tekrar bu meseleyi ele almış-lardır. 1999’da 47 yaşındaki dul Hüda Kaya ve iki kızı 7 ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme onları “şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya” çalışmaktan suçlu buldu. Çünkü bu üçü, Türk üniversitelerindeki başörtüsü yasağını protesto eden bir gösteriye katılmışlardı. Hüda Kaya, serbest bırakılmasından sonra bir sivil toplum örgütü kurdu ve kendisine yedi ay hapis getiren yasağa karşı kampanyasına devam etti.

Her iki taraf da pozisyonlarını, yakınlaşmayı ortadan kaldı-ran saldırgan bir tarzda temsil etmekte. Başörtüsü meselesinde iki hayat tarzı ve birbirine zıt iki prensip çarpışıyor. Başörtü-sü takan bir kadın, kamusal alanda daha az ‘görünür’dür. Ka-dın, kendisini en azından kısmen dışlar, kendisini örtmeyen bir adamdan daha az görünür olur. Bilindiği gibi demokrasi kamusal alanda kurulur ve kamusal alanı gerektirir. Bugün “namusun”

korunması için tıpkı modern öncesi zamanlardaki gibi başörtü-süne gereksinim duyulup duyulmayacağı tartışılabilir. Öte yan-dan, başörtüsü yasağını şiddetle uygulayanlar, onlarla bu tartış-mayı yapmak yerine, örtünen kadınları kamusal alanın dışına atmaya devam etmektedirler. Devlet, başörtüsü takan kadınları dışlamakta, ama ilginç bir biçimde başörtüsü yasağının kaldırıl-masını savunan erkeklere aynı şekilde davranmamaktadır.

Eski ve Yeni Elit Arasındaki Çatışma

175

Türk adaleti hiçbir zaman nerede başörtüsü takmanın yasak olduğunu açıkça belirlemedi. Uygulamada, okullarda ve üniversi-telerde ne öğrencilerin ne de öğretmenlerin başörtüsü takmasına izin verilir. Bu yasak, ilk defa 1980 askeri cuntasının koyduğu ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın 1982’de ayrıntılarıyla belirlediği bir kılık kıyafet yönetmeliğine dayanmaktadır. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) bu düzenlemeyi üniversitelerde uyguladı. Üstelik zaman içinde, bu yasağı başka alanlara doğru genişletmek için birçok deneme yapıldı.

2003 yılında, Danıştay Başkanı, tanık Hatice Hasdemir Şahin’i başörtüsü taktığı için mahkeme salonundan dışarı attı.

Onu tanıyordu, çünkü normalde mahkemede avukattı ve mah-kemedeki resmî görevinde başörtüsü takmıyordu. Resmî işlerde çalışan kadınlar devletin kamusal mekânlarına sadece başı açık olarak girebilirler. Buna Meclis de dahildir. Bu yüzden, 1999 seçimlerinden sonra “Refah Partisi”nden seçilmiş yeni milletve-kili Merve Kavakçı’nın oturuma başörtüsüyle girmesi büyük bir skandal şeklinde değerlendirilmişti. Bu skandal da delil gösterile-rek “Refah Partisi” yasaklandı, Kavakçı ve onu savunan başör-tüsüz milletvekili Ilıcak koltuklarını kaybetti.

Cumhurbaşkanı Sezer, başörtüsü yasağının uygulandığı kamusal alanların kapsamını 2005 yılında Çankaya Köşkü’nü de içine alacak şekilde genişletti. Daha önceleri kamusal resepsi-yonlara eşleri başörtüsü takan milletvekillerini de davet ediyor-du. 2005’ten itibaren başörtülü eşleri davet etmemeye başladı.

Bunun yanında her makam sahibi, “kendi” kamusal alanında başörtüsü yasağını yürürlüğe koymak durumunda kaldı.

Başörtüsü takmayı özellikle yasaklayan bir yasa, bugüne kadar Türkiye’de hiç var olmadı. Ancak başörtüsü yasağını sa-vunanlar, anayasanın 174. maddesine başvuruyorlar. Bu madde,

“Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesine yükseltmek ve Cumhuriyet’in laik niteliğini korumak” amacına sahip olan sekiz

inkılap kanununun ortadan kaldırılamayacağı kuralını koymakta-dır. Bu kanunlardan biri, 2596 sayılı 3 Aralık 1934 tarihli kanun-dur. Bu kanun “belirli”10 giysilerin kullanılmasını yasaklamak-tadır. 1934’te Türk kadınları hâlâ gevşekçe bağlanmış, Türklerin

“başörtüsü” dediği kırsal halkın geleneksel örtüsünü yaygın bir şekilde takıyordu. Görünüşe göre Cumhuriyet’in kurucularının bu başörtüsünü yasaklamak gibi bir düşünceleri de yoktu.

1979’daki İran İslam Devrimi’nden sonra, Türkiye sokak-larında, bugüne kadar radikal İslamcıların eşlerinin giydiği si-yah “çarşaf” da görülmeye başlandı. Her zaman sisi-yah olmasa da bütün bedeni örten çarşaf, Osmanlı zamanından beri zaten Erzurum ve Bayburt gibi bilhassa dindar Doğu Anadolu şehirle-rinde kullanılıyordu. Ama yeni Müslüman-Anadolulu orta sınıf-la birlikte, bağsınıf-laması komplike osınıf-lan, saçı ve kusınıf-laksınıf-ları kapatan ve parlak renkleriyle her zaman modanın objesi olmuş “türban”

meydana çıktı. İşte “beyaz Türkler”in sekülerizm anlayışlarına meydan okuyan ve bu yüzden de onların nefret ettikleri sembol, bu “türban”dır. Bu “türban” kamusal alanda yasaklanmaktadır.

Geleneksel, eğitimsiz anneler hiç düşünmeden başörtüsü takı-yorlardı. Eğitimli ve özgürleşmiş kız çocukları ise bilinçli bir biçimde “türban”ı seçmektedirler. Tüm mesele budur.

“Türban”ın yayılmasını engelleme hamleleri, yargı üze-rinden gelişti. Yargı, ayrıca bu konuda güvenilen merciydi. İlk olarak 13 Aralık 1984’te Devlet Danışma Meclisi bir kız öğren-cinin, Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) 1982’deki yeni kı-yafet düzenlemesine karşı yaptığı başvuruyu reddetti. 2 Mart 1989’da Anayasa Mahkemesi, Turgut Özal tarafından çıkartılan ve kız öğrencilerin örtünebilmelerine izin veren yasayı reddetti.

Anayasa Mahkemesi, 1994’te önceki kararını bir kez daha teyit etti. Gene de, kız öğrenciler hâlâ başörtüsüyle üniversitelere ve

10 Yazar burada “bestimmt” kelimesini kullanmış. Bu kelime “belirli, kesin” anla-mına gelir. Ancak anayasada bu maddede, “bazı” tabiri kullanılmaktadır. ÇN

Eski ve Yeni Elit Arasındaki Çatışma

177

sınavlara girebiliyorlardı. Ayrıca, başı kapalı fotoğraarla baş-vuran kız öğrenciler, senede bir yapılan üniversiteye giriş sınavı ÖSS’ye de katılabiliyorlardı.

Bu durum, generallerin 28 Şubat 1997’de verdikleri ve Başba-kan ErbaBaşba-kan’ın iktidardan düşmesine yol açacak olan ültimatomla birlikte değişti. Artık ÖSS’ye başörtüsüyle başvuran kızlar reddedi-lecekti. Kış döneminden itibaren çoğu yüksekokul sadece başörtü-süz çekilmiş resimle yapılan başvurulara izin verdi. 1998 Ocak’ında İstanbul Üniversitesi’nin yeni atanmış, katı Kemalist rektörü Ke-mal Alemdaroğlu, görevinin ilk faaliyetlerinden biri olarak Anayasa Mahkemesi’nin ve Danıştay’ın başörtüsü yasağı hakkındaki bütün kararlarını bir broşürde topladı ve 1998/99 kış döneminden itibaren hiçbir kız öğrenciyi başörtüyle kampüse sokmadı. Bu yasak üniver-site etrafında – Hüda Kaya ve kızlarının da katılmış olduğu– büyük gösterilerin yapılmasına sebep oldu. Kız öğrenciler, başörtülerinin üzerine peruk geçirme taktiğiyle bu yasağa direnmeye çalıştılar. Ta ki üniversite kapılarında şöyle yazana kadar: “Başörtüsüyle girmek yasaktır, buna peruklular da dahildir.”

25 Kasım 2002’de Yargıtay, kamusal alanlarda başörtüsünü

“laiklik prensibine karşı çıkma sembolü” olarak yorumladı. De-vamında gerekçe, başörtüsü takanların diğerlerine karşı gizli bir düşmanlık oluşturduğu ve böylece kamusal düzeni tehdit ettikleri şeklinde açıklanıyordu. “Beyaz Türkler” arasında, başörtüsü ta-kanların, örtünmeyen öğrenciler üzerinde bir baskı uygulayabile-cekleri korkusu yayılmıştı. İddiaya göre, başörtüsü yasağı üzerin-de herhangi bir rahatlatma, Pandora’nın kutusunu açacaktı.

Ecevit hükümetinin 2002 yılındaki hüsranından önce ko-alisyon hükümetinin üç partisine de mensup milletvekilleri, Cumhurbaşkanı Sezer’den böyle bir rahatlatmaya olanak sağla-masını istemişler, bunun üzerine Sezer de onları fırçalamıştı.

Sezer konuklarına, bunun anayasayı ihlal olacağını üstüne basa basa hatırlattı. Buna ilaveten kendisi, İlahiyat fakültesindeki kız

öğrencilerin Kur’ân dersinde niçin başörtüsü taktıklarını da an-lamıyordu. Tarım okuyan öğrenciler için nasıl yasak geçerliyse, aynı yasak ve kuralların ilahiyat fakültesi öğrencileri için de ge-çerli olması gerekirdi.

Sert çizginin temsilcileri, desteklerini Avrupa İnsan Hak-ları Mahkemesi’nden alıyorlar. Mahkeme 5 Mart 1993’te, öğ-renci kimlik kartları için sadece başı açık fotoğraarın geçerli olmasını kabul etmek istemeyen iki Türk kız öğrenci tarafın-dan yapılan başvuruyu reddetmişti. Hakimler, bu uygulamanın din ve vicdan özgürlüğünü yaralamadığına karar verdiler. 10 Kasım 2005’te aynı mahkeme “ Leyla Şahin Türkiye’ye karşı”

davasında, Türk devletinin başörtüsü yasağı yüzünden Şahin’in öğrenim hayatına son vermesinin, onun dini uygulama hakkını zedelemediği hükmüne vardı. Demokratik ülkelerde devlet ve din ilişkilerinin düzenlenmesinde önemli değişiklikler olabilirdi;

dolayısıyla devlet, din özgürlüğünün uygulanmasına sınırlama getirme hakkına sahipti.

Türkiye’nin bu konuda çok sınırlayıcı davrandığını, Danıştay’ın, Aytaç Kılınç’ın bir ilkokul müdürlüğüne atanma-sını, kendisinin okul dışında başörtüsü taktığı için iptal ettiği 8 Şubat 2006 tarihli kararı göstermektedir. Hâkimler bu durumun

“modern ve laik eğitim sistemi” ile bağdaştırılamaz olduğunu iddia etti ve başörtüsü yasağının geçerli olduğu kamusal alanı bir kez daha genişlettiler.

“Beyaz Türkler” ve “zenci Türkler” arasındaki uçurum, hiçbir meselede başörtüsünde olduğu kadar derin değildir ve bu uçuru-mun iki yakası, geçmiş yıllar boyunca hiç de kapanabileceği inti-baı bırakmamıştır. Dolayısıyla başbakan Erdoğan, iki kızı Esma ve Sümeyye’yi eğitim için Birleşik Devletler’e göndermek zorunda kalmıştır. Kendisi her seçim kampanyasında başörtüsü yasağını hafietme sözünü verir. Fakat bunu gerçekleştirmek için şartlar şimdiye kadar hiç müsait olmamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin ve

Eski ve Yeni Elit Arasındaki Çatışma

179

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları yasağın kalkma-sının önünde engel olarak durmaktadır. Ayrıca 174. Madde ba-şörtüsü yasağının dayandığı prensiplerin değiştirilmesini olanak-sız kılmaktadır. Son olarak, temel hakları referandumla oylamaya sunmak da akla yatkın bir çözüm gibi durmamaktadır.

Cumhurbaşkanı Gül, Aralık 2007’de önemli hamlelerin-den biri olarak, Ankara’da İngilizce eğitim veren ünlü Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin Rektörü sosyoloji profesörü Yusuf Zi-ya Özcan’ı Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanlığı’na atadı.

Seleeri Kemal Gürüz (1995 – 2003) ve Erdoğan Teziç (2003 – 2007) üniversitelerdeki başörtüsü yasağını tavizsiz bir biçimde uygulamışlardı. Özcan görevi devralırken, yasağın hafieştirile-ceği ve üniversitelere daha fazla özerklik sağlanacağı sözünü ver-di. 2008 Şubatı’nda başörtüsüne yüksekokul alanları dahilinde izin vermekte üniversiteleri serbest bıraktı, bunun üzerine eski YÖK tarafından atanmış olan katılımcılardan oluşan rektörler zirvesi, hemen hakkında şikâyette bulundu.

Bu konudaki zirve nokta, Meclis’in 9 Şubat 2008’de anaya-sanın iki maddesinin değiştirilmesine, milletvekillerinin dörtte üç çoğunluğuyla karar vermesidir. Eşitlik ilkesi hakkında Anayasanın 10. Maddesinin, kamusal hizmetlerin kullanımı için de geçerli ol-duğuna hükmettiler. Eğitim hakkına dair 42. Maddeye de, hiçbir insanın yüksek eğitim hakkından mahrum edilemeyeceğini ekledi-ler. Rektörler zirvesi bu anayasa değişikliklerini bir “karşı devrim”

olarak değerlendirdi, CHP Anayasaya aykırılık davası açtı. Anaya-sa Mahkemesi 5 Haziran 2008’de 9’a karşı 2 oyla anayaAnaya-sa değişik-liğini iptal etti ve böylece Meclis’in iradesine set çekmiş oldu.

Devletin kıyafet düzenlemesi sadece üniversiteler, belediyeler ve hastaneler için geçerli değildir. Devlet okullarında ve özel okul-larda da uygulanır. İmam Hatip okullarında kız öğrencilerin pardö-sü giymelerine izin verilir, ama başörtüpardö-süne verilmez. Burada oku-yan kız öğrenciler 2003 yılında kendilerini okullarına zincirleyerek

yasağı protesto ettiler. İmam Hatip okulları, “beyaz” ve “zenci”

Türkler arasındaki ikinci temel ideolojik savaş alanıdır.

Belgede Türkiye de Neler Oluyor? (sayfa 174-181)