• Sonuç bulunamadı

Armağan ZÖHRE

Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

3. Verdî Kâsım Dîvânında Tasavvufî Unsurlar

3.1. Bazı Tasavvufî Kavramlar 1 Tecellî

Tasavvufî olarak tecellî, gaybten gelen ve kalpte zahir olan nurlar anlamına gelmektedir. Görünmeyenin kalpte görünür hâle gelmesidir tecellî.8

Beyitlerde tecellî kavramı genellikle Hz. Mûsâ’nın Tur Dağı’nda Allah ile konuşmasına telmih şeklindedir. Tecelli nûr şeklinde olduğu gibi nâr şeklinde de olabilir. Tecellînin sonsuz olması sebebiyle, bu ateş bütün varlığı tutuşturabilir. Âşığı kendinden geçirip küle döndürebilir.

Gönül bir tûra vardı kim Kelîmin nârı yâr oldı

Tutuşdırdı kamû varın tecellî bî-şümâr oldı (G. 156/ 1)

Şair bir başka beyitte tecellînin iki dünyada nihayetsiz olduğunu, cennet ve cehennemin ebediyen var olacağını söylemektedir.

Tecellinin nihâyâtı bilin yokdur dü-‘âlemde

Anınçün cennet ü nârı mü‘ebbed eyledi peydâ (G.1/ 8)

Tasavvufta her ilâhi ismin, tecellî ettiği yere ve yöne göre türlü türlü şekilleri vardır. Şair bir beyitte Allah’ın her şeye farklı şekillerde tecellî ettiğini şu şekilde ifade eder.

Ol muhitdir cümle eşyâ sâyesinde zevk ider

Her şey‘e eyler tecellî rütbesince zât-ı hû (G. 129/ 4)

3.1.2. ‘Uzlet, Halvet

Uzlet ve halvet aynı anlamda kullanılan kelimelerdir. Kişinin günah olan her şeyden sakınarak, daha çok ve daha gönülden ibadet etmek için toplumdan ayrılıp ıssız bir yere çekilmesi ve tek başına yaşamasıdır.

Şaire göre, kendini büyük görmenin ve düşkün olmanın sıkıntısından kurtulmak için uzlet eylemek gerekmektedir.

Kibr ü ‘aczin zulmetinden olmak istersen halâs

Eyle ‘uzlet u riyâzât erenler k’ eller sas (G. 64/ 1)

3.1.3. Fenâ- bekâ

Kulun kendi sıfat ve niteliklerinden sıyrılıp çıkmasına fenâ, Allah’ın sıfat ve nitelikleri ile süslenmesine bekâ denir.

Fenâ, yokluk, hiçlik demektir. Tasavvufî olarak kulun fiilini görmemesi halidir. Âşık, nefsini öldürerek, kendi aklı ile nefsinin canını, Allah’ın emirlerini terk etmekten, ona isyân etmekten ve karışıklıktan kurtarır. Böylece fenâya doğru yol bulur.

Andan fenâya yol bulur katl idüben nefsini

Fısk u fesâddan kurtarır ‘aklıyla nefsin cânını (G. 155/ 3)

Bekâ kavramı, beyitlerde bekâ mülkü, bekâ gibi isimlerle karşılandığı gibi, şair bazı beyitlerde de bu isimleri zikretmeden bekâyı kastetmiştir.

Şaire göre âdem olanlar ecel ile ölmezler, geçici olan saray ve köşkten Allah, onları kalıcı dünyaya davet etmektedir.

Bu ecelden âdem olan ölmediler Verdîyâ

Kasr-ı fânîden bekâya da‘vet itdi ol ‘alîm (G. 92/ 4)

Kulun bütün sıfatlarından arınarak varlığını ezmesi de bir tür bekâ halidir. Şair bu beyitte bekâ mülkü gibi sıfatları kullanmadan, bekâ kavramını işaret etmektedir.

Anı almış gönül şâhı diler kendüye kul ide

Dimez ki ben anın kulı yolına varımı ezdim (G.93/ 3)

7 İz, M., (1969),Tasavvuf, İstanbul, Rahle Yayınları, s. 13.

ARMAĞAN ZÖHRE –TUDOK 2010

1000

3.1.4. Vahdet- kesret

Tasavvufî düşüncede, bir olan Allah’ın isim ve sıfatlarıyla tecelli edip çokluk halinde görünmesine kesret, bu çokluğun hakiki bir varlığı olmadığını kavrayıp var olarak yalnızca Allah’ı görmeye vahdet denir.

Şair, insanın kendisini bilmesi gerektiğini, lütfun ve Allah’ın yardımının yalnızca insanın kendisi bilmesiyle olacağını, bağışlanmanın ve keremin ise kesretten vazgeçip vahdeti anlamakla mümkün olacağını ifade eder.

Ey gönül gel sen seni bil kim ‘inâyet andadır

Kesreti ko vahdeti gör hep kerâmet andadır (G.40/ 1)

Şair bir başka beyitte ise, âşıkın güçsüzlüğünü ve yokluğunu edepli bir şekilde ortaya koyduğunu, tekliğe sarıldığını ve çokluktan vazgeçtiğini şöyle dillendirir:

Te‘eddüben fakrını izhâr ider ol yine

Vahdete bel bağlamış kesreti yâr eylemez (G.58/ 5)

3.1.5. Gayb

Kelime anlamı ile gizli, görünmeyen manasında olan gayb, tasavvufî düşüncede “ Hakk’ın kendisinden değil, kuldan gizlediği şeyler”9 anlamındadır.

Şair bir beyitinde Hz. Mûsâ kıssasına telmihte bulunarak, her defasında dilinin Allah’ın zikri için dönmediğini fakat kendisine Hızrı bulan Mûsâ gibi gizli bir dil geldiğini ifade eder.

Bu dil dönmez idi her-bâr Hüdânın zikri hakkında

İrüp Mûsâ gibi Hıżra ana gaybü’l-lisân geldi (G.145/ 3)

Bir başka beyitte ise gönül, Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği bir sırdır. Öyle ki bu sırrı yedi cehennem bilse ya da görse cehennemin şânı cennetin şânı gibi olur.

Gönül bir gayb-ı mutlakdır hüviyyetde muhakkakdır

Anı nirân-ı heft görse dönerdi cennete şânı (G.160/ 3)

3.1.6. Sırr, râz

Tasavvufî olarak sırr, Hakkın bilip gâib hale getirdiği ve halka bildirmediği şey manasındadır.

Sırr âşıkın ruhunda gizlidir. Âşıkın özü Allah’a bir ayna niteliğindedir ve Tanrı âşıkın sırrında bulunmaktadır.

Anla ‘âlem içre begim Hakka mir‘atdır özin

Kendüne gel remzi anla Hak senin sırrındadır (G.52/ 3)

Kader sırrını ve Allah’ın bütün isimlerini bilip bunları anlayabilenler Allah’tan başka olan hiçbir şey için konuşmazlar, onlar sadece Allah’ı zikrederler.

Kader sırrına vâkıflar kamû esmâya ‘ârifler

Müsemmâsına danıklar Hakın gayr ile kâl itmez (G.56/ 5)

Allah’a karşı derin bir muhabbet besleyip ona âşık olanların gözleri görmese de sırrı bilirler ve o sırları halka bildirirler.

Nûr-ı siyâhda gözleri gayb-ı ‘imâda gözleri

Meydâna koydı râzları Hak yolının ‘âşıkları (G.146/ 5)

3.1.7. Fakr, gedâ, terk

Fakr, sâlikin hiçbir şeye sahip olmadığının bilincinde olması, her şeyin gerçek ve sahibinin Allah olduğunu idrâk etmesidir. Şaire göre fakirliği ile övünenin gölgesi yere düşmez. Varlığını Allah’a verip fakir kalanın sermayesi Allah’tır. Buradaki varlık ya da fakirlik elbette sadece maddî kavramlar değildir. İnsanın, nefsini öldürüp, Allah’a ulaşmak gayesi ile benliğinden vazgeçmesi fakirliktir. Bu durumda da Allah, fakirin sermayesi olur. Şair bu beyitte “fakrım fahrimdir.” hadisine telmihte bulunmuştur.

Fakr ile fahr eyleyenin yere düşmez sâyesi

Varlıgın Hakka virenin Hak olur sermâyesi (G.167/ 1)

Gedâ, kelime manası ile yoksul, dilenci anlamına gelir. Tasavvufî manada ise Allah’a muhtaç olan ondan yardım dilenen âşıktır. Beyitlerde gedâyân şeklinde de kullanılır.

Hz. Peygamber’e yazılan bir beyitte şair, Hz. Muhammed’in ruhunun bütün ruhlara hayat verdiğini ifade eder ve şair kendisinin Hz. Muhammed’e yalvaran bir dilenci, bir kul olduğunu dile getirir. Beyitte şair, Allah’ın Hz. Muhammed’e söylediği “ Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım.” hadis-i kudsîsine telmih yapmaktadır.

Rûh-ı pâkün nûrı oldı viren ervâha hayât

Verdî kulun içlerinde bir gedâdır Mustafa (G.10/ 11)

9 Uludağ, S., (2001), s. 144-145.

VERDÎ KÂSIM VE TASAVVUFÎ DÜNYASI Terk kavramının tasavvufî düşüncede dört şekli vardır. Terk-i dünyâ: Zahid, bütün dünya nimetlerini, malı ve mülkü ahiret için terk eder. Terk-i ‘ukbâ: ‘Ârif, cenneti ve oradaki nimetleri, Allah’ı görmek için terk eder. Terk-i hestî: Sâlik, kendi varlığını da terk ederek, Allah’ta yok olur. Terk-i terk: Kâmil ‘ârif terki de terk eder, aklında ve zihninde terk diye bir kavram kalmaz.10

Dîvânda terk kavramı, terk-i tefâzul şeklinde de karşımıza çıkmaktadır. Âşıkın fazlalığı terk etmesi ve yalnızca Allah’ı düşünüp Allah’ı zikretmesi ile Allah âşıka görünmesi mümkün olmuştur..

Kurb-ı fera’iz buldım nevâfile kân oldım

Terk-i tefâzul kıldım zât oldı seyrân bana (G.4/ 5)

Şaire göre içinde bulunulan en küçük zamanı terk edip, sadece Allah’ı düşünenler, Allah ile aralarına engel olabilecek her şeyi terk eden ve Allah ile bir olan kimseler yani âşıklar, gecenin ışığı olurlar.

‘Âşık ol ânı da terk it Rabbine bend olmasun

Hak ile Hak ola gör kim seni ide şeb çerag (G.73/ 4)

3.1.8. Himmet, inâyet, lutf, rızâ

Himmet ermiş kişilerin amaçlarına ulaşmalarını ve dilediklerini yerine getirmelerini sağlayan mânevi güçtür. Şaire göre velî olan bir kimse himmete rağbet etmez.

Velî olan himmete bilin ragbet eylemez

Tasarrufa lâzımdur diyüben ol gam yemez (G.58/ 1)

Allah’ın kulunu kayırması ve ona yardım etmesi, ancak insanın kendini bilmesi ile mümkündür. Ey gönül gel sen seni bil kim ‘inâyet andadır

Kesreti ko vahdeti gör hep kerâmet andadır (G.40/ 1)

Şaire göre nefs, şeytan ve şerli kimseler, âşıklara her tarafta düşmandır. Âşık bu nedenle nûrun kaynağı olan Allah’tan kendi gibi âşıklara lütuf etmesini dilemektedir. Onlar ancak Allah’ın lütfu ile kurtulacaklardır.

Nefs u şeytân u eşirrâ bize düşmân sû-be-sû

Fazl u lutfunla halâs it bizleri ey kan-ı nûr (G.46/ 4)

Şair, Resulullah’a yazdığı bir beyitte, Hz. Muhammed’in rızâ için bin yıl beklediğini şu şekilde ifade eder.

İkamet eyledin anda nice bin yıl rızâ içün

Hüccâblar ref‘olınca hep aradan yâ resûlallah (G.139/ 3)

3.1.9 ‘ İrfân

İrfân kelimesi tasavvufî mânâda, manevî ve ruhî tecrübe ile elde edilmiş bilgidir. Allah aşkı ile diğer şeyleri birbirinden ayıran şairin gönül gözü açılmış, böylelikle şair irfâna ayak basmıştır.

‘Aşk-ı Hak ile sivâyı tarh idüp dilden bugün

Feth olup gönlim gözi urdum kadem ‘irfâna ben (G.118/ 3)

Şair bir başka beyitinde ise Hz. Âdem’in cennetten kovulmasına neden olan, yasak ağaçtan meyveyi yemesine telmih yapmıştır. Âdem’in o ağaçtan meyve yemesinin nedeni, o ağacın irfân ağacı olmasıdır. Âdem o meyveyi yedikten sonra, Allah’ı bulmuş, Allah’tan başka olan her şeyi bırakmış ve birlik elbisesini giymiştir.

Şecere ‘irfân idi anın içün âdem yedi

Buldı Hakkı gayrı kodı giydi kabâ-yı vahdeti (G.150/ 6)

3.1.10. Mâsivâ, mâcerâ

Mâsivâ ve mâcerâ terimleri, beyitlerde Allah’tan başka olan her şeyi ifade etmektedir. Mâsivâdan el çekmek, mâsivâdan ferağ kılmak, mâsivâdan göz yummak, gibi deyimlerle âşıkın Allah’tan başka hiçbir şeyi arzulamadığı anlatılmaktadır. Âşık, sevgili olan Allah’a kendisini doğru yoldan gidenlerden eylemesi için yalvarmaktadır. Âşık, Allah’tan başka olan her şeyden kurtulup, sadece Allah’a kavuşmak, kesreti koyup vahdete yâr olmak istemektedir.

Yâ İlâhi kıl hidâyet olalım hep âşinâ

Mâsivâdan kurtuluben irelüm senden sana (G.6/ 1)

Allah’a kavuşmak ve onunla tek vücûd olabilmek için, âşıkın, Allah’tan başka hiçbir şeyle konuşmaması, hiçbir şeyi görmemesi ve duymaması, yalnızca kalbi ile hareket etmesi gerekmektedir.

Agzına taş al kulagın gel dıka niçe zamân

Mâsivâdan yum gözini kalbini gözet hemân (G.127/ 1)

Bütün varlıklar, Allah’tan gelmiştir ve Allah’tan başka her şeyden arınıp yine Allah’a döneceklerdir. Etse bâkîdir tecerrüd intihâsız hû olur

10 Uludağ, S., (2001), s. 348.

ARMAĞAN ZÖHRE –TUDOK 2010

1002 Külli mevcûd ana ugrar burda olmaz mâcerâ (G.2/ 7)

3.1.11. Esmâ

Esmâ kelime anlamı ile isimler mânâsındadır. Tasavvufî mânâda, sûfînin Allah’ın isimlerini zikretmesi anlamına gelmektedir.

Şaire göre, âşık olan kimse kader sırrını anlar, Allah’ın bütün isimlerini bilir ve Allah’ın isimlerinden başka hiçbir şeyi konuşmaz. Âşıkın bütün konuşması, bütün zikri Allah’ın isimleridir.

Kader sırrına vâkıflar kamû esmâya ‘ârifler

Müsemmâsına danıklar Hakın gayr ile kâl itmez (G.56/ 5)

Allah’ın her isminin ayrı bir anlamı vardır. Allah, bütün isim ve sıfatları ile, dereceleri kadarıyla tüm eşyâya zuhur eder. Kimisini iyilikle şereflendirilirken kimisine de kahır şeklinde görünür.

Her esmânın hüneri var ider zuhûrmerâtibce

Kimi lutfa olur mazhar kimi kahr eyledi peydâ (G.1/ 9)

3.2. Çeşitli Tipler