• Sonuç bulunamadı

14 Rukiye Bulut, “İstanbul Kadınlarının Kıyafetleri ve II. Abdülhamid’in Çarşafı Yasaklaması”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, (Ocak 2001), No. 48, s. 33-36.

15 Adıvar, H. E., (2009), s. 57. 16 Adıvar, H. E., (2009), s. 61.

HAVVA BOZKURT–TUDOK 2010

972

çarşaf renginden söz edilemez.”17 ifadeleri ile bu renklerden bir kaçını belirtmiştir. Daha sonra Rabia,

Kanarya’nın konağına gittiğinde bir kez daha saraylıların kıyafetleri ile kendi mahallesinin insanı arasındaki giyim kuşam farkını görüyor. “ (…) Lahurî siyah yeldirmesi, beyaz başörtüsüyle ne kadar buraya yabancı görünüyordu.”18 cümlesi bu farkın açıklayıcısı niteliğindedir. Bunun yanı sıra Rabia saraylılar ile kendisi

arasında olan bir farkı daha görmektedir. Saray’da başörtüsü takma âdeti yoktur. O yaşına kadar hep şeriat kurallarına göre yetişmiş olan Rabia, ilk olarak konakta görmeye başladığı yeniliklerden bir başkasını da saraylıların evinde görmüştür. Böylelikle şeriat kurallarına dayalı hayatlarının, saraylıların hayatından ne kadar farklı olduğunu anlamıştır.

Rabia’nın kılık kıyafeti dedesi İmam efendinin yanından ayrılıp babasıyla yaşamaya başladığında da yine şeriat kurallarına göreydi. “Uzun, bol bir siyah yeldirme belden aşağı düşen beyaz patiska başörtüsü ve üstünde her zaman arkaya atılan ve hiçbir zaman inmeyen bir peçe”19, ancak tek farkı ise yüzüne peçesini hiç

indirmemesiydi. Bu Rabia’yı döneminin kadınlarından ayıran önemli bir farktı. Çünkü Osmanlı döneminde kadınlar yaşmaksız, feracesiz sokağa çıkamıyorlardı. O dönemde kadınların sokakta dış kıyafet olarak çarşaf da giyinmeye başladıklarını ancak bazı kadınların da geleneksel yapıdan uzaklaşmadığını daha önce belirtmiştir. “Bu gün ipekli, siyah bir çarşaf giyinmişti. Beli uçkurlu, pelerini dize değen eski biçim çarşaf. Fakat ne de olsa yeldirmesini bir gün için bile feda etmek onca mühim.”20 ifadeleri ile Rabia’nın da

geleneğinden kopamayan kadınlardan olduğunu görmekteyiz. Onun böyle düşünmesi de şeriat kanunlarıyla yetiştirilmiş olmasından ve içinde yaşadığı toplumun giyim tazından ileri gelmektedir.

Toplumun Âdet ve Geleneği Olarak Kullanılan Çarşaf

Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat adlı romanı ve Halid Ziya’nın Aşk-ı Memnu adlı romanında toplumun âdet ve geleneği olarak çarşafın kullanılmış olduğunun örnekleri dikkat çekmektedir. Saliha Hanım’ın babası ile ilgili bir anısını anlatırken kullandığı “Bu âdettir. Kız on on bir yaşını geçtiği gibi yaşmaksız, feracesiz sokağa çıkamaz. Biz âdetin haricinde nasıl hareket edebiliriz?”21 ifadesi ile Bihter’in

Nihal’e artık adet gereği kapanması gerektiğini anlatan, “Nihal! Bilir misin? Artık bunların hepsini atmak zamanı geliyor. Ben isterim ki sen küçük bir çocuk değil genç bir kız olasın. Bu kısa etekler... Bunlar on ikisine kadar pekiyidir. Fakat on ikisinden sonra ...”22 ve “artık sokağa açık bile çıkamayacak. (...) Şık bir

çarşaf.”23 sözleri o dönemde sokak kıyafeti olarak kullanılan çarşaf ve türlerinden olan feracenin âdet üzere

giyilmesinin şart olmasına vazıh bir örnek teşkil etmektedir. Bu örnekle, toplumun âdeti üzerine kızların on iki yaşında iken bir anda nasıl çocukluktan kadınlığa geçtiğini görmekteyiz. Alınan bir çarşaf veya ferace ile henüz çocuk yaşta olmalarına rağmen artık bir kadın oldukları gerekçesiyle örtünüyorlar ve toplum içerisinde bir yer edinmiş oluyorlardı. Nihal’in artık büyüdüğü için alınan çarşaf ile evde gerçekleşen genç kızlık kıyafetine giriş töreni de artık Nihal’in yeni bir hayata başlamasının açılış töreni gibidir. Behlül’ün “ Evin içinde yeni bir hanım peyda olacak; Nihal Hanım!...”24 sözleri ile de artık Nihal’in toplumdaki yeri belirtilmiş

oluyor. Böylelikle küçük Nihal artık büyümüş olmakla beraber adının yanına Hanım ifadesi getirilerek bu artık tamamlanmış ve Nihal çocukluktan genç kızlığa geçmiş bulunuyor. Toplumun âdet ve geleneği olarak örtünmenin, Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat adlı romanda Saliha Hanım’ın “Anam daima bana yaşmak takmayı teklif eder. Ama ben hala ufağım diyerek istemez idim. Nihayet beni mektepten çektiler, mini mini bir ferace, bir yaşmak hazırladılar.”25 ifadeleri ile bir diğer örneği görülmektedir. Bunun yanı sıra Aşk-ı Memnu adlı

romanda da âdet ve gelenek olarak kullanılan dış kıyafetlerde dönem içindeki değişiklikler ile modanın da öne çıktığını görmekteyiz. Bunun en önemli örneklerini ise “Giyinmek... Eğlenmekten sonra Melih Bey takımının başlıca hassası giyinmekte bütün zevk erbabına her vakit mukallet olan fakat hiçbir zaman tamamıyla taklidine-anlaşılamaz bir sebeple- muvaffakıyet hâsıl olmayan zarafetleriydi.”26 cümlesinden de

anlaşıldığı üzere Firdevs Hanım ve kızları Bihter ile Peyker’in kullandıkları dış kıyafetlerde görmekteyiz. Firdevs Hanım ve kızlarının giyindikleri kıyafetler mesirelerde dikkat çeken en önemli unsurlardır. Onların kıyafetleri sosyo – kültürel yaşam içinde kullanılan kıyafetlerden farklılıklar arz etmekteydi. “Peçelerini bir

17 Armağan, M., (2008), “Çarşaf, kadını özgürleştirdiği için tercih edilmişti”, http://www.mustafaarmagan.com.tr/yaziGoster.php?yaziNO=1157 18 Adıvar, H. E., (2009), s. 258.

19 Adıvar, H. E., (2009), s. 122. 20 Adıvar, H. E., (2009), s. 311.

21 Sami, Ş., (2006), Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat, İstanbul, Özgür Yayınları, s. 47. 22 Uşaklıgil, H. Z., (2008), s. 141.

23 Uşaklıgil, H. Z., (2008), s. 141. 24 Uşaklıgil, H. Z., (2008), s. 148. 25 Sami, Ş., (2006), s.47. 26 Uşaklıgil, H. Z., (2008), s. 29.

ROMANLARDA ÇARŞAF UNSURUNUN TEMATİK SINIFLANDIRILMASI iliştirişleri vardı ki onu herkesin peçesinden başka bir şey yapardı.(...) Çarşaflarının kıvrımları, omuzları, kalçalarını sıkarak dökülüşü onları görenlere, tanıyanlara kim olduklarını ifşa ederdi.”27 cümleleri bunun en

açık örnekleridir. Bununla birlikte, Firdevs Hanım bu farklılığı daha da ileri boyutlara taşıyarak kendi modasını yaratmaktadır. “(...) Birinci defa olarak ancak bir sandalda giyilebilecek bir şey icat edilmiş idi. (...) Bu (...) Bir harmaniden ibaretti.”28 ifadesiyle bu anlatılmaktadır. Böylelikle o dönemlerde sosyo – kültürel

hayatta âdet ve gelenek olarak kullanılan dış kıyafetlerde yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere dönem değişiklikleriyle beraber moda etkisi görülmeye başlanmıştır. Hatta Sinekli Bakkal romanında, İmam’ın “Zamanımızın nisvanını moda denilen bid’atlar...”29 sözleri ile o dönemde modanın kadınlar üzerindeki

etkisinin ortaya çıktığı görülmektedir. O dönemde modernleşmeyle birlikte modanın etkisi ayakkabıdan, kıyafete kadar birçok değişikliğe yol açmıştır. Davis “(…) Eskinin üç etek entarisi Avrupai bir giysiye dönüşmüştü ve yüksek topuk benimsenmişti.”30 ifadesi ile o dönemde kadınların giyinişinde modayla öne

çıkan değişikliği anlatmıştır. Bunun örneğini de Rabia ve Osman (Peregrini)’nın Beyoğlu’na gittiklerinde karşılaştıkları Hüsnü Paşa’nın karısı, kızı ve yeğeninin, “(…) Uzun ökçelerinin üstünde yalpa vurur gibi yürüyen, iki genç kadın(…) Çarşaflarının etekleri dar, pelerinleri kısa, inik peçeleri inceydi.”31 tarzındaki

giyimlerinde görmekteyiz.

Tebdil-i Kıyafette Çarşaf

Osmanlı döneminde sosyo – kültürel yaşamda kadınların dış kıyafet unsuru olan çarşaf ve türlerinin farklı amaçlar için de kullanıldığından söz etmiştik. Tebdil-i kıyafet amaçlı kullanılan bu kıyafetlerin örneklerine sözünü etmiş olduğumuz, üç farklı döneme ait bu üç eserde de rastlanmaktadır. Bu üç romanda da kadın kıyafeti olan çarşaf ve türleri, erkekler tarafından tebdil-i kıyafet amacıyla kullanılmıştır. Dönemin özelliklerini yansıtan Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat adlıromanda tebdil-i kıyafet unsuru romanın kahramanı Talât ile öne çıkmaktadır. Talât sevdiği kıza kavuşabilmek amacı ile kadın kıyafeti giyinmeyi düşünmüş ve bunu uygulamıştır. Gizlenmek ve tanınmamak amacıyla yapmış olduğu bu tebdil-i kıyafet düşüncesinin nasıl ortaya çıktığını “Bir de Muratpaşa Camii’nin önünden geçer iken bir kadın gözüne iliştiği gibi visale nail olabilmek için bir kadın kıyafetine girmek lâzım olduğu hayalhanesinde tasavvur eder.”32 ve “Biraz

kullanılmış bir karı rubası, yani bir gömlek, bir entari, bir şalvar, bir yazma yemeni alır.”33 ifadelerinde

görmekteyiz. Tebdil-i kıyafet, yukarıda bahsi geçmiş olan gizlilik unsurunun dışında daha önce de anlatmış olduğumuz yasa dışı olaylardaki kullanımına dair örnekleri ile de Sinekli Bakkal adlı romanda karşımıza çıkmaktadır. Tebdil-i kıyafet ile ilintili bu uygulama romanda ilk olarak Hilmi’nin Tevfik’i Fransız Postanesine göndermesi olayında ortaya çıkmaktadır. Böylelikle döneminin sosyal unsurlarını yansıtan bu romanda ilk olarak “Malum ya, Fransız Postanesi’nin kapısında adamlarımız var. Biri de mahut kestaneci. Oraya devamlı süslü hanımlar girip çıkıyor. Fakat siz emir verdiğiniz için memurlar dokunamıyorlardı. Bu defa yeldirmeli, eski biçim giyinmiş, uzun boylu bir kadın girmiş. Bu kıyafette kadının ecnebi postasına girmesi memurun zihnini gıcıklamış. Fakat belki küçük hanımlardan birinin dadısı diye bir şey yapmamışlar. Kadın çıkınca kestanecini önünde durmuş, kestane almış. Ellerinin kılları nazar-ı dikkatini celbetmiş. Sonra para çıkartmak için eteğini kaldırınca ayaklarında erkek kundurası görmüşler. Derhal peşine düşmüşler. Tenha bir sokakta sarkıntılık bahanesiyle başörtüsünü çekmişler, örtü ile beraber takma saçta ellerinde kalmış.”34cümleleri ile çarşaf türlerinden birinin yasadışı gizli bir işte de kullanılabildiği bilgisinin

örneklendirilerek sunulmuş olduğunu görmekteyiz. “Hilmi, yazı Lübnan’da geçirmek için Vali’den izin almış. (...) Fakat oradan Avrupa’ya kaçmış. Bir Fransız vapurunda ona yer temin eden, kadın kılığında vapura kaçıran Tevfik imiş.”35 ifadeleri doğrultusunda örtünmenin kötüye kullanılması ikinci defa karşımıza

çıkmaktadır.

Buradan da anlaşıldığı üzere kadınların sosyal hayatta kullanmış oldukları kıyafetler zaman içinde farklı doğrultularda hem şekil olarak hem de kullanım amacı olarak farklılıklar arz etmektedir. Bu değişiklikler o dönemde kadınların kıyafetlerini, bulunmuş oldukları çevre, yetişmiş oldukları aile, almış oldukları eğitim ve ailenin kültürü ile doğru orantılı olarak etkilemiştir. Tanzimat dönemi Türk edebiyatı romanlarından