• Sonuç bulunamadı

14 “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hûd, 112)

15 “Biz her şeyi sudan halkettik.” (Enbiyâ, 30) 16 “Onun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şûrâ, 11)

KASÎDE-İ FERÎDE ŞERHİ tabakâtdır ve melekût, seb’ menâzilden ve ceberût, etvâr-ı seb’adan ve lâhût, makâmât-ı seb’adan ibârettir. Cem’an hâsıl olan yirmi sekiz menâzil-i sülûkdur {Ve’l-kamera kaddernahü menazile hatta ‘âde ke’l- urcuni’l-kadîm}17 kelâm-ı ‘izzeti buna işâretdir.

4. Heft deryâya neden tahsîs olundu bu sular Yâ yedi ırmak nedir hem cûyu hem deryâyı sor

Heft deryâ’dan murâd, ebhâr-ı zâhiriyye değildir. Belki ebhâr-ı vâridât-ı sülûkdur ki bi’l-cümle âb-ı

rahmet bu deryâlardan mürşid-i kâmile ve ondan kalb-i sâlike nüzûl eder.

Binâen ’aleyh heft deryâ, Hakk ile mürşid arasında mevcûd ebvâb-ı ilhâmiyye ve yedi ırmak dahi mürşid ile mürîd mâ-beyninde cereyân eden revzene-i muvâsalât-ı gaybiyyedendir. Yediye hasrı, merâtib-i sülûk nokta-i nazarındandır.

Maksad-ı beyt, “vâridât-ı İlâhiyye sâlikîne niçün yedi deryâdan geliyor ve yedi ırmak vâsıtasıyla vâsıl oluyor. Seyr ü sülûk et de bunu öğren” demekdir.

5. İsm-i a’zam sûretinde dâiren-mâ-dâr olan Ya’ni kim bahr-i muhîte cümle-i eşyâyı sor

Bu beyt, diğerinin tetimmesidir. Ya’ni vâridât-ı gaybiyye heft deryâdan mürşid vâsıtasıyla gelmekle beraber ism-i a’zam sûretinde dâiren-mâ-dâr olan bahr-i muhît-i a’zam ki {ve [kân]-Allahü bi-külli şey’in muhît}18

sırrıdır. Yine her yerde kemâl ile cârîdir demekdir ki “cem’ ma’a’l-fark”19 makâmını ta’rîfdir. Hakîkaten bahr-i rahmet her yerde sârîdir. Lâkin bundan sîrâb olmak mürşid ırmağına yaklaşmağa vâ- bestedir. Çünkü deryâdan su içmek müşkildir.

6. Kâf kim Kur’ân içinde zikr olunur ol nedir Hem o kâf üstünde perr ü bâl açan ‘Ankâ’yı sor

Kâf, Kur’ân-ı ‘azîmü’ş-şânda hurûf-ı mukatta’âtdan olarak zikr buyrulan ma’lûm sûre başıdır. Cenâb-ı

Hakk’ın Kâdir ve Kayyûm sıfatlarına işârettir. Bu sıfatların ‘âlem-i şühûdda mezâhiri kutbü’l-aktâbdır. Kâfın üzerindeki noktalar, nûr-ı zâtî ile izâfîye remzdir ki makâm-ı kutbiyyete sâye-dâr olmuşlardır. Bu envâra nâil olan zât ebü’l-‘ilmeyn olur. Bu gibi zevât nâdirü’z-zuhûr olduğiçün Hazret-i Şeyh, makâm-ı kutbiyyeti Kâf dağına ve kutbü’l-aktâbı da ‘Ankâ’ya teşbîh buyurmuşlardır.

Hakîkaten ‘Ankâ öyle mevhûm bir kuşdur ki bulunduğu mahal mechûl ve saydı mümteni’ü’l-husûldür. (Mâ-ba’dı var…)

(Tasavvuf, Tarih 9 Receb 1329, Numro 16, s. 6-7)

Kasîde-i Ferîde

“mâ-ba’d”

7. Var mıdır bir kimse bu sırr-ı ‘azîmi fehm ide Cism-i ‘arş-ı a’zamı devr iden ejderhâyı sor

‘Arşı devr eden ejderhâ, bir sırr-ı hüveydâdır ki fehmi müşkildir. {ve tera’l-melaikete haffıne min- havli’l-arş}20

kelâm-ı ‘izzeti mûcebince melâike-i kirâm ‘arş etrafında dâirlerdir. Ya’ni ‘âlem-i melekût, ‘âlem-i ceberût havlde seyr edici kılınmışdır. Ma’lûm olan İblis ‘âlem-i melekûta râci’ olduğundan ol dahi diğer melâike miyânında dâhil ve ‘âlem-i ceberût tarafında dâirdir. İşte fehmi müşkil olan ejderhâdan murâd budur.

8. Nûr içinde nâr olur mu gül içinde hârzâr Âdem ‘âsi olduğu şol cennet-i Me’vâ’yı sor

Nûr içinde nâr ve gül içinde hâr, yine zikr olunan ejderhâdan ibârettir, teşbîhât ile beyân kılınmıştır.

Yalnız burada kudret-i fâtıraya karşı hayret vardır. Çünkü nûr içinde nâr, gül içinde hâr ile imtizâc etmişdir ki yekdiğerinin ne aynı, ne de gayrıdır; ne birleşmiş, ne de cüdâ düşmüşdür. Ta’rîfi mümkün değildir. Erbâb-ı zevk buna hayrândır. Kıssa-i Âdem (‘a. m.) ve cennet herkesin ma’lûmudur. Burada zikrinden maksad beyân kılınan esrâr-ı ‘acîbenin zuhûrunu ta’rîfdir. Ya’ni sûret-i imtizâc bu merkezde olduğu halde Âdem kim, Şeytân kim, ‘isyân kime karşı olmuşdur, cennet neresidir bunları öğren demektir.

9. Zehr-i zakkûm-ı cehennem ni’met-i cennet nedir Asl u fer’i ile işbu zehr ile helvâyı sor

17 “Ayın dolaşımı için de konak yerleri (evreler) belirledik. Nihayet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur.” (Yâsîn, 39) 18 “Allah her şeyi kuşatmıştır.” ( Nisâ, 126)

19 Farkla birlikte cem’ hali.

HANDE BÜYÜKKAYA YEŞİLTAŞ–TUDOK 2010

994

Herkes cehennemin ateşinden ko[r]kar, cennetin in’âmını talep eder. Sen aslı fer’ ile birleştir de zehr

ile helvâyı ol zaman tenâvül et demektir. Zehrden maksad kahr, helvâdan maksad lutftur. Bu iki sıfatı aslen

fer’en tevhîd etmek lazımdır ki cennet-i me’vâ öğrenilebilsin ki makâm-ı rızâdan ibârettir.

10. İki evdir didiler ammâ ki aslı üç dürür Bu iki üç dâr içinde devr iden Dârâ’yı sor

İki evden maksad yine cennet ve cehennemdir. Üçüncüsü ise cemâldir. Ehl-i ‘isyân cehenneme, ehl-i

gufrân cennete, ehl-i ‘irfân cemâle râci’dir. Sen bu evlerin her üçünde de devr eden Dârâ’yı öğren demektir.

Dârâ, eski İran hükümdarlarından biridir. İskender-i Yunânî ile meşhûr muharebede bulunmuştur.

Burada îrâdı teşbîh içindir. Maksad insân-ı kâmildir. Çünkü bu gibi zevât cehennemden ateş için korkmaz, cenneti ni’meti için talep etmez, cemâli kendisi için istemez. Her üçünde izn-i Hak’la dâirdir.

11. Fevki dünyânın hevâ vü tahtı hem oldu hevâ Bir hevâ üzre ne vech ile durur dünyâyı sor

Dünyâdan maksad ‘âlem-i şühûd, hevâdan maksad ‘adem-i mutlaktır. Ma’a-mâ-fih biz asıl ma’nâsıyla

olan dünyayı ele alalım. Dünya öyle bir seyyâredir ki altı üstü, sağı solu hevâ-yı nesîmîdir. Bu vechle halâ-yı mutlak derûnunda pûyândır. Binâen ’aleyh dünyâ bir hevâ üzerinde nasıl duruyor anı öğrenmek lazımdır. Şüphe yok ki bu teklif cihet-i fenniyesi için değildir. Çünkü Hazret-i Şeyh’in kozmografya dersi vermediği âşikârdır. Bununla beraber garîbdir ki cihet-i fenniye hakîkate tamâmiyle muvâfıkdır. Ma’lûmdur ki arz, câzibe ve dâfi’a kanunları mûcebince halâ derûnunda durur. Bu kanunlar ise sâlifü’z-zikr “hâdî-muzıll” “hilâl-cemâl” gibi sıfatlardan başka bir şey değildir. Bu hâlde maksad-ı Hazret-i Şeyh; ‘âlem-i şühûd denilen mevcûdât-ı kevniyyenin vücûdu ne ile kâ’imdir, vücûd-ı mutlak neden ibaretdir; anı öğren, demekdir.

12. Var mıdır bu nefs-i mevhûma ‘aceb asl-ı sahîh Nefs-i mevhûmu dahi mevhûm olan illâyı sor

Bu sûretde nefs dahi mevhûmdur, ‘acabâ aslı nedir? Nefs ‘âlem-i zulümât ile ‘âlem-i envâr beyninde mevhûm bir zıldan ibaretdir. Ya’ni mevhûm olan illâdır. Hakîkaten illâ garîb bir kelimedir ki nefs gibi üç harflidir, evveli de elif âhiri de elifdir. Ortasında bulunan lâm dahi yine iki elifin birleşmesinden hâsıl olmuştur. Binâen’aleyh o lâm dahi mevhûmdur.

Bu sırrı bilen ‘indinde kelime-i tevhîddeki illâ dahi mevhûmdur. Zira lâ-ilâhe denilmiş olsa illâyla ihtiyaç yoktur. Lafza-i celâle dâ’im ve bâkîdir.

Netîce-i beyt, Lâ’yı illâ’yı bırak, kendini bil demekdir.

13. Halvetî vü Celvetî bir âd olup kaldı hemân Kaç ‘adeddir hem nedir bu ikide esmâyı sor

Halvet ile celvetin ikisi birdir, beheri birer nâm-ı i’tibârdır. Beynlerindeki fark noktanın sûret-i

zuhûrundan neş’et etmişdir. Halvetde evc-i bâlâda ‘arz-ı cemâl eden nokta celvetde esfelü’s-sâfilîne ric’at eylemiştir. Bu da mertebe-i kemâle vüsûl için ikmâl-i derecât-ı halvet eyledikden sonra makâm-ı ‘ulyâyı halvete nüzûle lüzûm olduğunu beyândır. Makâm-ı halvet zâhiren nüzûl ise de ma’nen ‘urûc-ı kâmildir.

Esmâdan maksad tarîkat-i Halvetiyye’ye mahsûs olan oniki esmâ ile tarîk-i Celvetiyye’ye mahsûs onüç

esmâyı ta’dâd etdirmek değildir. Çünkü celvet mertebesindeki insân-ı kâmil {Ve alleme âdeme’l-esmâ’e külleha}21

sırrına vâsıl olmuş bi’l-cümle esmâya sâhib bulunmuştur. Binâen ’aleyh buradaki esmâdan murâd bu iki makâmın birleşmesinden hâsıl olan bir ism-i mübârekdir ki istivâ sırrını ‘ayân eder. İşte esmâ-yı hilâfet budur ki herkesin aradığı ism-i a’zamdır. Kemâl-i vüsûl için bunu öğrenmek lazımdır.

14. Didi e’s-sultân zıllullâhi fi’l-arz ol habîb Zıl nedir zü-zıl nedir bu iki bî-hemtâyı sor

{E’s-sultân zıllullâhi fi’l-arz}22 hadîs-i şerîfindeki sultândan maksad kutbü’z-zamândır. Bu zât {innî

câ’ilün fi’l-arzi halîfeten}23 sırrının mazharıdır.

‘Acabâ Allah’ın zıllı demekden maksad nedir? Vücûd-ı Hak hâşâ cism değildir ki zıllı olsun! Bu şey hâlen anlanması lazım gelen bir sırdır, tahrîri münâsib değildir. Yalnız şöyle ta’rif olunabilir ki zü’l-zıl, bâlâda zikr olunan kâfın üzerinde nûr-efşân olan noktalardır ve zıl dahi işbu noktalardan yekdiğerine ‘aks eden nûrdan hâsıl olan şekl-i latîftir. (mâ-b’adı var)

21 “Allah, Adem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti.” (Bakara, 31)

22 “Sultan, Yeryüzünde Allah’ın gölgesidir.” Sufilerce hadis kabul edilen bu sözün sıhhatine muhaddisler ihtiyatla yaklaşırlar (bkz. Ceylan, Ö. (2007), s.162).

KASÎDE-İ FERÎDE ŞERHİ (Tasavvuf, Tarih 16 Receb 1329, Numro 17, s. 6-7)

Kasîde-i Ferîde

“mâ-ba’d”

15. Her ‘asırda saltanat kimde karâr eyler ‘aceb Tâ hurûc-ı Mehdî’ye dek cümle bu âlâyı sor

Her ‘asırda sâhib-i saltanat kutbü’l-aktâb ise de bunun vükelâ vü nüdemâsı dahi vardır. Her birinin

ism-i Hak mazharı ve bir sıfat-ı Hak sırrıdır ki bir âlây-ı vâlâ teşkîl edip dururlar. Binâen ’aleyh bu hey’etin cemî’-i eşyâda sûret-i tasarruf u te’sirlerini öğrenmek ve zuhûr-ı Mehdî’ye intizâr etmek lâzımdır. Mehdî, i’tibâr-ı enfüsî ile sâlikin zuhûr-ı veled-i kalbîsidir. Bu sûretde ma’nâ-yı beyt: İklîm-i nefsde mehdînin zuhûruna kadar seni idâre eden zevât-ı mukaddeseyi öğren demekdir.

16. Zâhiren Mehdî’den Îsâ efdal olmuşken neden Eyledi Mehdî takaddüm Hazret-i Îsâ’yı sor

Bu beyt, âfâkî olan saltanat ve Mehdî ile enfüsî olan saltanat ve Mehdî’yi tefrîk[i] içindir. Ya’ni zâhirde

Hazret-i İsâ (‘a.m.) evvel gelmiş ve İmâm Mehdî sonra gelmiş iken bâtında ne sebeble Mehdî evvel zuhûr

ediyor da İsâ mu’ahhar geliyor? Bu sırrı ‘ayân etmek içindir.

Ma’lûmdur ki sâlik hîn-i sülûkda makâm-ı kalbe vâsıl oldukda veled-i kalbîsi doğar, makâm-ı rûha vâsıl olur ise bu veled-i mukaddese rûh-ı sultânî nâmı verilir ve tahtgâh-ı âdeme ku’ûd etmiş bulunur. Bu hengâmda Îsâ sırrı dahi ‘ayân olur. Bu da {ve nefhatü fihi min-ruhî}24 sırrından ‘ibarettir. Binâen’aleyh sülûk

nokta-i nazarından makâm-ı ‘Îsâ, makâm-ı Mehdî’den mu’ahhardır. Hazret-i Şeyh’in maksadları bu kazıyyeyi beyândır.

17. Herkes ahvâl-i kıyâmetden haber anlar bilür Cümleden müşkil olan şol sâ’at-i kübrâyı sor

Bu beytin ma’nâsı sarîhdir. Yalnız sâ’at-i kübrâ muhtâc-ı tefsîrdir. Sa’at-i kübrâ beyne’l-vasl ve’l-firâk mevcûd olan âna denir. En mühim zamandır. Çünkü fikatde vuslat ümîdi olduğu gibi vuslatda da iftirâk korkusu vardır. Binâen ’aleyh bu iki makâm arasında sır ânı zuhûr eder ki ana sâ’at-i kübrâ derler. Sâlikleri düçâr-ı endişe edebilir. Bu sûretde herkes kıyâmeti düşünür; sen sâ’at-i kübrâyı düşün demek ol sâ’atin lezzetini tat demekdir. Ol lezzet aşk ile hayretden mütehassıl bir zevk-i rûhânîdir ki ehline ma’lûmdur.

Bu beytde bir teselsül zarâfeti vardır ki zâyi’ edilmemelidir. O da zâhirde ya’ni ‘âlem-i âfâkda Mehdî zuhûru, İsâ nüzûlü kıyâmete yakın zamanda zuhûr edecek ahvâl[dir] olduğu gibi ma’nâda ya’nî ‘âlem-i enfüsde dahi sâ’at-i kübrâ Mehdî zuhûrundan ve İsâ nüzûlünden sonra vâki’ olur.

18. Cümleden bir bir cevâbın söyledikden sonra var Bahr-i ‘ilm içre olan gird-âb-ı vâveylâyı sor

Bahr-i ‘ilm içre olan girdâb, ‘ilmi kendi nefsine isnâd ederek giriftâr-ı hicâb olmak; vâveylâ dahi kîl ü

kâl ile ya’nî teferru’ât ile uğraşmakdan ‘ibâretdir. Hakîkatde {e’l-‘ilmü noktatün kessereha’l-câhilûn}25

kâ’idesi unutulmamalıdır.

19. Hakkıyâ hak didi Lâ-yüs’el yürü hâmûş ol Nicedür Mevlâ-yı esrâr-ı cihân-ârâyı sor

Bu beytten maksad Hazret-i Şeyh, hakkı Hak’dan taleb ettiğini beyândır. Ya’nî su’âllerini yine Hak’dan sormuş oluyor ve edebi muhafaza için {Lâ-yüs'elü ammâ yef'al}26 kelâm-ı celîlini bir mahâret-i ‘ârifâne ile

îrâd ederek sükût ediyor. Bununla beraber cihân-ârâ olan bu kadar esrârın sahibini dahi su’âl etmekden hâli kalmıyor ki elifden bed’ etdiği hâlde yâ’da karâr kılıyor demekdir.

Esâs maksada gelince: Hazret-i Şeyh bu kasîdeyi, Besmele-i Şerîfe’yi tefsîr için söylemişdir ve Besmele- i Şerîfe’de bulunan beher harfi bir beyt ile tefsîr etmiş ve on dokuz beytli bir kasîde vücûda getirmiştir.

Maksad-ı fakîr ise bu kasîdeyi nîm-zâhirî olarak ehl-i tasavvufun mübtedîlerinin anlayacağı sûretde tefsîr etmek olduğu cihetle lübbü’l-lebene girilmek ârzû edilmemiş, yalnız erbâb-ı zevki teşvîk için Besmele tefsîri olduğu söylenilerek nazar-ı dikkat celb edilmişdir.