• Sonuç bulunamadı

A) Paris Barış Konferansı

3) Türkiye Barışı Görüşmeleri

a) Türkiye Barışının Ertelenmesi Meselesi

Paris Barış Konferansı çerçevesinde ele alınan barış faaliyetleri sürecinde, Almanya, Avusturya ve Bulgaristan meseleleri üzerinde çalışılmış ve bir çözüme ulaşılmıştı. Bütün bu meseleler arasında yalnız Türkiye Barışı sürekli ertelenmekteydi199.

Türkiye ile yapılacak olan antlaşma görüşmelerini hızlandıracağı ümit edilen yeni Amerikan delegesi Mösyö Pulk, 31 Temmuz’da Paris’e gelmişti. Mösyö Pulk’un gelişine çok önem verilmekteydi. Çünkü Pulk, tam yetki sahibi olmayan Mösyö White’dan daha çok serbestlikle hareket edecekti200.Öte yandan Amerika’nın Türkiye ve Ermenistan üzerinde bir manda kabul edip etmeyeceği hakkında Mösyö Pulk açık bir fikir ileri sürmemiştir201. Bununla birlikte Lloyd George ve Lord Curzon, Türkiye ile barış meselesini bir an evvel halletmek üzere Fransa’ya gitmeye karar vermişlerdir. Bulgarlarla yapılacak antlaşmanın tamamlanmasından sonra hemen Türkiye Barışı’nın düzenlenmesine karar verilmiştir202.

Diğer taraftan, İtalya Hariciye Nazırı da, Türkiye ile yapılacak barışın hızlandırılmasını istemekteydi. 19 Ağustos’ta toplanan Müttefikler Meclisi’nde İtalya nazırı Mösyö Titoni, barış antlaşmalarının bir an evvel bitirilmesi lüzumu

197 Neuilly Anlaşması, 27 Aralık 1919 tarihinde imzalanmıştır… Sarıca, Avrupa’da Barış, s.88. 198 “Zavallı Trakya Türkleri”, İfhâm, no:56, 27 Eylül 1919, s.1; Tansel, Edirne vilayetinin, Balkan

Harbi’nden sonra Batı Trakya adını alan Gümülcine ve Dedeağaç sancaklarıyla birlikte 1.185.189 kişiyi bulan nüfusundan 650.624’ü Türk olduğunu ifade etmektedir. Burada yaşayan Rumlar 357.102, Bulgarlar ise 127.459 kişi idiler. Geriye kalanlar ise, öteki unsurları teşkil etmekteydiler… Mondros I, s.161.

199 Hüseyin Ragıp, “Bazı Tahavvülat”, İfhâm, no:56, 27 Eylül 1919, s.1. 200 “Sulh Etrafında”, İfhâm, no:10, 1 Ağustos 1919, s.2.

201 “Amerika mı İngiltere mi?”, İfhâm, no:17, 8 Ağustos 1919, s.1. 202 “Sulh Etrafında”, İfhâm, no:22, 21 Ağustos 1919, s.1.

hakkında uzun beyanatta bulunmuştur. Mösyö Titoni, bütün memleketlerde kamuoyunun konferansın vazifesini bir an evvel bitirmesi arzusunda olduğunu söylemişti. Titoni, Anadolu meselesinin Ekim ayına ertelenmesi yüzünden ve Türkiye Barışı’nın da hazırlanmamış olmasından üzüntü duyduğunu belirtmiştir203.

Öte yandan Lloyd George ise Avam Kamarası’nda söylediği ve Fransız gazeteleri tarafından yayınlanan nutkunda, Türkiye Barışı’nda meydana gelen ertelemenin Amerika kararını beklemeden ileri geldiğini ve bu karardan sonra meselenin hal edileceğini beyan etmekteydi. Lloyd George, İngiltere’yi hiçbir meselenin Türkiye meselesi derecesinde alakadar etmediğini ifade etmiştir. Lloyd George’a göre, Britanya’nın geleceği Türkiye meselesinin halledilmesine bağlıydı204.

Eylül ayının ilk günlerinde, Wilson’un isteği üzerine, Barış Konferansı’nın Türkiye meselesiyle meşgul olduğu haberi Türkiye Amerikan Elçiliği’ne gelmiştir. Wilson’un bu isteği Paris’te büyük bir etki bırakmıştı. Wilson, henüz Balkan meselesinin halledilmemesine rağmen, Anadolu meselesinin de artık ertelenmemesi gerektiğini bildirmekteydi205. Böylece Amerika Tahkik Heyeti’nin mesaisinin neticesi ve Wilson’un siyasî teşebbüsüyle Türkiye’ye bağlı meselelerin barış konferansınca süratle dikkate alınacağı anlaşılmıştı206. Bununla birlikte, Amerika delegeleri, manda meselesinde Amerika tarafından bir karar verilmesi için Avrupa devletlerinin uzun zaman beklemeleri imkânı olmadığını bildirmekle beraber, Amerika ayanınca bir karar verilmediği takdirde Avrupa devletlerinin, Türkiye meselesini kendi fikirlerine göre halledeceklerini ifade etmekteydiler207.

Amerikalıların Doğuda bir siyasî vazife üstlenmesi uzak bir ihtimal olarak görülmekteydi. Her şeyden önce Amerikalılar, Doğu denilince Türk ve Kürtlerle meskûn Türkiye’yi düşünmemekteydiler. Onlar için Doğu meselesi bütün arazisiyle

203 “Türkiye Sulhu”, İfhâm, no:23, 22 Ağustos 1919, s.1; Hüseyin Ragıp, “Umur-ı Hariciyemiz”,

İfhâm, no:25, 24 Ağustos 1919, s.1.

204 “Türk Sulhunun Tehiri Meselesi”, İfhâm, no:25, 24 Ağustos 1919, s.1; Hüseyin Ragıp, Lloyd

George’un bu beyanatının menfi olmakla beraber müspet bir yoruma da açık olduğunu ifade etmekteydi… “Konferansa Çağırılacağız”, İfhâm, no:43, 14 Eylül 1919, s.1; Ahmet Ferit, Lloyd George’un bu sözlerinin, vakit kazanmak ve doğunun menfaatine değil de, Amerikalıların şark meselelerine müdahalelerini temenni mahiyetinde ise bunun beyhude olduğunu beyan etmekteydi… “Ne Zaman ve Nasıl?”, İfhâm, no: 91, 1 Kasım 1919, s.1.

205 “Mühim Haberler”, İfhâm, no:39, 10 Eylül 1919, s.2.

206 “Müstehbarat-ı Hususiyemiz”, İfhâm, no:40, 11 Eylül 1919, s.1. 207 “Sulh Etrafında”, İfhâm, no:42, 13 Eylül 1919, s.1.

Osmanlı İmparatorluğu idi. Bu, Suriye, Filistin ve özellikle El-Cezire ile olan bir imparatorluktu. Artık böyle bir mevcudiyet kalmamıştı. Bunun yanı sıra Amerika, Türkiye’den oldukça uzaktaydı. Bu yüzden Amerika’nın kalkıp Türkiye’ye gelmesine ihtimal verilmemekteydi. Zaten senato müzakereleri ve seçim mücadeleleri de Amerika’nın böyle bir niyeti olmadığını açıkça göstermekteydi208.

Bununla birlikte mütarekenin senesi gelmiş olmasına rağmen, henüz Türkiye barışı halledilememişti. Bunun nedeni olarak da Türkiye’ye ait işlerin oldukça karışık olması gösterilmekteydi. Bunları halletmek için her türlü komisyonlar209 gelip gitmiş, incelemeler yapılmıştı. Ancak mesele sadece işlerin halledilmesi değil, aynı zamanda Batılıların siyasi menfaatleriyle uzlaştırma meselesiydi. Bu yüzden Türkiye barışının halledilmesi zorlaşmıştı210. Türkiye barışını engelleyen bir neden de Amerika’da Başkan Wilson’un, Mr. Luç tarafından mağlup edilmiş olmasıydı. Savaşın sonuna kadar en büyük simalardan biri şüphesiz Başkan Wilson’du. Ancak Wilson’un bu mağlubiyeti bütün dünya için bir hezimet olmuştu. Bu durum, dünya siyasetinde büyük bir boşluk meydana getirmişti211.

Öte yandan, Türk Barışı’nın ertelenmesi meselesinin, Türkler için fayda getireceği düşünülmekteydi. Türk barışının ertelenmesinden beklenen başlıca fayda ise, Suriye’den kalkıp, Adana’ya uğradıktan sonra İstanbul’a gelen Amerikan Tahkik Komisyonu ile onu takip edenlerin verecekleri raporlara bağlıydı. Bunun dışında konferansta Venizelos, Şark işlerini aceleye getirmek istemekte, ancak bunda başarılı olamamaktaydı212. Venizelos, bu düşüncesini Yunan Mebuslar

208 Ahmet Ferit, “Ne zaman ve Nasıl?” başlıklı makalesinde barış antlaşması sürecinde Amerika’dan

ziyade Avrupalı devletlerle (İngiltere, Fransa ve İtalya) baş başa kalınacağını ifade etmekteydi…

İfhâm, no:91, 1 Kasım 1919, s.1.

209 Amerika Birleşik Hükümeti namına Türkiye’ye gelen anket komisyonları, Türkler hakkında çok

iyi fikirlerle dönerek, bu fikirlerin yayınlanması için uğraşmışlardır… Hüseyin Ragıp, “Konferansa Çağırılacağız”, İfhâm, no:43, 14 Eylül 1919, s.1.

210 Ahmet Ferit, “Ne Zaman ve Nasıl?”, İfhâm, no:91, 1 Kasım 1919, s.1.

211 Ahmet Ferit, “Sulh Uzaklaşıyor”, İfhâm, no:133, 13 Aralık 1919, s.1; Amerika senatosunun 13

Kasım celsesi, siyaset âleminde büyük bir değişiklik meydana getirmişti. Amerika ayanı Mösyö Luç tarafında teklif edilen ve Wilson ve yardımcılarının bir senedir inşa ettikleri binayı yıkan Amerika- Avrupa birliğini ortadan kaldırmayı hedefleyen karar ortay çıktı. Karşı karşıya Avrupa ve Amerika. Bu vaziyet son günlerin en önemli hadisesi ve siyaset âleminde önemli bir dönüm noktasıydı. Bu değişikliğin Türk hayatı ve geleceğini etkilememesi de mümkün değildi… Ahmet Ferit, “Siyaset-i Âlemde Tahavvül”, İfhâm, no:109, 19 Kasım 1919, s.1.

212 Wilson, henüz ilk temel taşını atmak ve müteşebbisliğini üstlenmek istediği Cemiyet-i Akvam

fikrine Amerikalıları ikna ile meşgul olduğu için Türkiye meselesinin daha da uzayacağı belli olmaktaydı… Hüseyin Ragıp, “Bazı Tahavvülat”, İfhâm, no:56, 27 Eylül 1919, s.1; Ahmet Ferit, Türkiye barışının sürekli ertelenmesinden telaşlanılmamasını ve vakit kazanarak bunu en iyi şekilde değerlendirmek gerektiğini ifade etmekteydi… “Sulh Uzaklaşıyor”, İfhâm, no:133, 13 Aralık 1919, s.1.

Meclisi’nde de ifade etmiş ve Türkiye barışının bir an önce kararlaştırılmasını arzu ettiğini söylemişti213.

b) Türkiye Barışında Hükümetin ve Basının Rolü

Türk hakkının uluslar arası siyasette aranması ve başarılı bir diplomasi için hükümete ve basına büyük bir görev düşmekteydi. Ancak Türk hükümetleri, bu dönemde yeteri kadar başarı gösterememiştir. Bununla birlikte, yurt dışındaki Türkler, Türk davasını savunmak konusunda büyük gayret göstermekte ve birçok yayınlarda bulunmaktaydılar214. Öte yandan, İstanbul’da da birtakım faaliyetler yapılmaktaydı. Bunlardan biri Millî Kongre’nin faaliyetleriydi. Millî Kongre’nin gerek Türkçe, gerek Fransızca ve İngilizce olarak yayınladığı risale ve haritalar, oldukça kuvvetliydi. Ancak tesir ettiği bölge sadece İstanbul’la sınırlı kalmaktaydı. Oysa yurt dışında faaliyet göstermek ve yayınlar yapmak gerekliydi215. Mütarekeden beri Türk basınında, imzalanacak barış antlaşması ve dış ilişkilere dair birçok yazılar yazılmıştı. Bununla birlikte, bu yazılar incelendiğinde pek çok noksanlar göze çarpmaktaydı. Mesela, somut bilgiler vermekten çekinilmekte ve ayrıntılarla söz uzatılarak meselenin ana hattı ortaya konulamamaktaydı. Hâlbuki açık ve net ifadeler söylenmeliydi216.

Basının dışında hükümete de bu konuda ciddî görev düşmekteydi. Türk hükümeti, Türk davasını kazanmak için yapılması gerekli hazırlıkları düşünmeden önce Bulgarları kendisine örnek almalıydı. Çünkü Bulgarların konferansa

213

Ahmet Ferit, “Sulh Uzaklaşıyor”, İfhâm, no:133, 13 Aralık 1919, s.1.

214 İsviçre’den dönen eski İçişleri Bakanı Reşit Beyefendi, bu Türklerin malî bir sıkıntı içinde

olmalarına rağmen, aralarında toplayabildikleri sermaye ile makaleler, risaleler yayınladıklarını, kendisiyle yapılan bir mülakatta ifade etmekteydi… Hüseyin Ragıp, “Umur-ı Hariciyemiz”,

İfhâm, no:25, 24 Ağustos 1919, s.1.

215

Bu amaçla yayın yapmış olan Hilal gazetesi de mütarekeye kadar çıkmıştır. Bu gazetenin vazifesi sözde milli meseleleri yabancılara bir Türk zihniyeti ile anlatmaktı. Fakat bu gazetenin etkisi de İstanbul’la sınırlıydı… Hüseyin Ragıp, “Umur-ı Hariciyemiz”, İfhâm, no:25, 24 Ağustos 1919, s.1; Crıss, Milli Kongre’nin, Türklerin hakları için kulis yapılması amacıyla çeşitli ülkelere delegasyonlar gönderdiğini ve yayınlarıyla, Avrupa’daki Türk düşmanı propagandanın etkilerini gidermenin yollarını aradıklarını kaydetmektedir… İşgal, s.82- 83.

216 Akçuraoğlu Yusuf, Rauf Ahmet Bey tarafından “Vakit” gazetesinde yayınlanan “Sulh Davamız”

unvanlı makalenin bunların içinde en iyi olduğunu iddia etmekteydi. Rauf Ahmet Bey, Türk barışı meselesine Osmanlılar açısından en uygun tarifi bulmuştu: Bu bir “hudut ve hukuk” meselesiydi. Rauf Ahmet Bey’e göre, Wilson Prensipleri ve Lloyd George’un beyanatına dayanarak hudutlarımızın tayin ve tehdidi meselesinin Türk menfaatleri ve emellerine uygun olması ümit olunabilirdi… “Muhtemel Sulhumuz”, İfhâm, no:159, 8 Ocak 1920, s.1.

gönderdikleri delege heyeti, bütün partilerin ve Bulgarlarca millî itimat kazanmış şahsiyetlerden oluşmaktaydı. Bu heyet, kısa zamanda Paris basınının bir kısmını etkisi altına almıştı. Türk delege heyetinin verdiği bilgiye göre, Türk delege heyetine Bulgarlardan daha fazla bir alaka gösterilmişti. O halde Türklerin konferans sahasında daha çok faaliyet göstermesine imkân bulunmaktaydı. Barış konferansının Türkiye’yi imzalamaya mecbur edeceği antlaşmada Türk millî emellerine ters düşecek şeylerin bulunacağı kesindi. O halde yapılması gereken iş, teklif edilecek şeye itirazlar ve tedbirler şeklinde olmalıydı217.

Bu dönemde, Türkiye barışı ile ilgili meselelerden bir tanesi, Türkiye’nin konferansa çağırılıp çağırılmama konusuydu. Avrupa’dan 13 Eylül tarihinde gelen haberler, Türklerin kısa zamanda Paris Barış Konferansı’na davet edileceklerini bildirmekteydi. Ancak buna pek ihtimal yoktu. Çünkü Şark meselesinin temelini teşkil eden Türkiye meselesinin halline ilişkin hususlar, Türkiye’ye müracaattan önce konferansı uzun müddet meşgul edecek gibi görünmekteydi. Meselenin halledilmesi için ise öncelikle, konferanstaki görüşlerin milli hudutlar dâhilinde bir Türk birliğinin teminine uygun olması gerekmekteydi218. Gerçekten Türkiye için en uygun olan antlaşma, Anadolu’da Türk Birliği üzerine kurulu bir Türkiye bırakmak esasına dayalı bir antlaşmaydı. Şark meselesi demek Türkiye meselesi demekti. Türkiye meselesi de, Türklerin yaşadığı toprakların Türklere aidiyeti demekti219.

Bu yüzden Türk hükümeti, Türk davasını, Türklüğün milli taleplerini, Avrupa’ya, Paris konferansına, parlamentolara ve dünya kamuoyuna en iyi şekilde duyurmalıydı. Gerçekten Avrupa, Türkler hakkında Damat Ferit Paşa’nın gülünç müdafaalarından başka hiçbir şey bilmemekteydi220. Bunun telafisi ise Meclis-i Mebusan’a düşmekteydi. Meclis toplandıktan sonra, birtakım beyanname ve

217

Hüseyin Ragıp, “Konferansa Çağırılacağız”, İfhâm, no:43, 14 Eylül 1919, s.1.

218 İtalyan telgraf ajansının haberi… Hüseyin Ragıp, “Konferansa Çağırılacağız”, İfhâm, no:43, 14

Eylül 1919, s.1.

219 Hüseyin Ragıp, “Bazı Tahavvülat”, İfhâm, 27 Eylül 1919, No:56, s.1.

220 Ahmet Ferit, “Ne İstiyoruz?”, İfhâm, no:156, 5 Ocak 1920, s.1; Ferit Paşa konferansa gittiği vakit

herkeste bir ümit uyanmıştı. Ancak Ferit Paşa, birbirini tamamlamaktan ziyade bozan tebligatı ile Osmanlı Devleti’nin ne istediğini, ne gaye takip ettiğini anlaşılamayacak bir hale sokmuştu… Ahmet Ferit, “Sulh Hazırlıkları”, İfhâm, no:83, 24 Ekim 1919, s.1. Damat Ferit Paşa’nın 17 Haziran Muhtırası. Akşin, İstanbul Hükümetleri I, s.396- 399; Ali Fuat Cebesoy, Damat Ferit Paşa’nın Haziran’ın ikinci haftası, Paris’e gittiğini ve orada okuduğu muhtırada savaş suçlusu olarak İttihatçıları gösterdiğini kaydetmektedir. Paşanın bu gülünç muhtırası düşmanlara büyük bir koz vermiş ve milleti zor duruma düşürmüştü… Ayrıntılı bilgi için bk. Hatıralar, s.127- 128.

mektuplarla İtilaf Devletlerine müracaat ederek milletin taleplerini ilan etmeliydi. Fakat bunun için acele edilmesi gerekliydi. Türk millî ve tarihî hakkı Avrupa’ya büyük bir açıklıkla anlatılmalıydı221.

Konferansın dışında Cemiyet-i Akvam’dan da birtakım isteklerde bulunulmalıydı. Cemiyet-i Akvam, barış konferansının noksan bıraktığı şeyleri tamamlamak üzere kurulmuştu. Cemiyet-i Akvam, milletlerin devlet şeklindeki bir birliği idi. Öte yandan Cemiyet-i Akvam’ın bir kısım devletlerin ortak menfaatleri etrafında bir ittifak olarak kalacağı da düşünülmekteydi222. Türkiye’nin Cemiyet-i Akvam’dan isteyeceği şeylerden ilki ise, Türkiye ve Türkler hakkında Avrupa görüşünün ve bu görüşe dayanan eski siyaset zihniyetlerinin değiştirilmesiydi. Avrupa için doğu bir alışveriş pazarıydı. Türkler bu anlayışın değişmesini istemeliydiler. İkinci talep de eski siyasette din farkları üzerine kurulmuş olan cereyanların ortadan kaldırılmasıydı. Avrupalılar, doğuda yaşayanları da batıdakiler gibi tanırlarsa, Cemiyet-i Akvam bütün dünyanın itimadını kazanabilirdi223.

Öte yandan, Ali Rıza Paşa Hükümeti kurulduğundan beri barış hazırlıklarında bulunmaktaydı. Bu hazırlık için daha önce kurulan komisyon, vazifesini daha iyi yapabilmesi için askerî, malî, hukukî birtakım şubelere ayrılmıştı. Bu konuda Hariciye Nazırı Reşit Paşa şunları söylemiştir: “Muhtemel davet karşısında icap

eden hazırlığı yapıyoruz. Teşkil edilen komisyon muhtemel teklifler karşısında ileri süreceğim müdafaa belgelerini en ufak teferruatına varıncaya kadar

hazırlamaktadır.”224. Hâlbuki Reşit Paşa bu konuda yanlış hareket etmekteydi.

Çünkü O’nun bu sözleri meselenin ciddiyet ve vahametini anlamadığını açıkça ortaya koymaktaydı. Mahkeme gününü beklemek ve o gün hakkı müdafaa etmek, Türkiye için büyük zarar demekti225. Bu yüzden barış için yapılacak hazırlıklar, imzalanacak olan antlaşma günü için yapılmamalıydı. Çünkü İtilaf Devletleri,

221 Ahmet Ferit, “Ne İstiyoruz?”, İfhâm, no:156, 5 Ocak 1920, s.1; Ahmet Ferit, Ferit Paşa’nın

perişan ifadelerinin yerine sınırlı fakat kesin ve açık bir iddianamenin ortaya konulması gerektiğini ifade etmekteydi… “Sulh Hazırlıkları”, İfhâm, no:83, 24 Ekim 1919, s.1.

222 Fransız devlet ricalinden Leon Burjuva bu konuda şunları söylemekteydi: “Gerek fertler, gerekse devletlere karşı bir mahkemenin hüküm yürütebilmesi için, bu mahkemece tatbik edilecek adalet kanunları müşterek ve icrası mümkün olmalıdır”… Hüseyin Ragıp, “Türkler ve Cemiyet-i Akvam”, İfhâm, no:57, 28 Eylül 1919, s.1.

223 Hüseyin Ragıp, “Türkler ve Cemiyet-i Akvam”, İfhâm, no:57, 28 Eylül 1919, s.1. 224 Ahmet Ferit, “Sulh Hazırlıkları”, İfhâm, no:83, 24 Ekim 1919, s.1.

kimseye buyurun konuşalım dememekte ve anlaşma metnini uzatıp sadece süre tanımaktaydılar. Bu yüzden yapılacak hazırlıklar ve çalışmalar son güne bırakılmamalıydı226.

Ancak bu icraatları yapmak zorunda olan hükümet, dış ilişkiler işini bir tarafa bırakarak, seçimlerle meşgul olmaktaydı. Seçim, önemli bir millî vazifeydi. Ancak Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren dış politika çok daha önemliydi. Türkiye’nin millî gayesi olan millî ve mülkî birliğin temin edilebilmesi ancak iyi bir diplomasi ile mümkündü. Türk meselesinin halledilmesi için öncelikle devletlerin karşılıklı menfaatlerini uzlaştırmak gerekliydi. Türkiye, bu sahada başarılı olabilmek için diplomatik teşebbüste bulunmalıydı227. Çünkü Türkiye barışı ile ilgili çalışmalar devam etmekteydi. Hazırlanan antlaşma metninin Türklerin lehinde olmayacağı kesindi. Bununla birlikte Amerika’nın da Doğuda birtakım vazifeler üstlenmeyeceği söylenmekteydi. Bu yüzden Türkiye bu süreçte tamamen İtilaf Devletleri karşısında kalacaktı228.

Diğer taraftan, Aralık ayına gelindiğinde Sadrazam Ali Rıza Paşa, barışın çabuklaştırılması için konferanstan talepte bulundu. Lloyd George da Şark meselesinin hızlandırılması için Londra’da özel bir konferans toplamak istemekteydi. Barışın bir an önce yapılması bütün milletler için olduğu kadar Türkiye için de son derece önemliydi. Barışın ertelenmesi, Türkiye’nin iç ve dış ekonomisini çöküşünü hızlandıracak, aksine çabuklaştırılması ise maliyenin rahatlamasına ve dış ticaretin gelişimine destek olacaktı. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasî şartlar açısından durum farklıydı. Türkiye’nin geleceği ile ilgili bir kesinlik sağlanamamıştı. Bu Lloyd George- Pichon müzakereleri neticesinde kararlaştırılan Londra prensiplerinde de açıkça görülmekteydi. Bu yüzden esas mesele barışın çabuklaştırılması değil, barışla ilgili gerekli değişiklikleri yapmaya çalışmaktı229.

226 Ahmet Ferit, “Vahdet-i Hükümet”, başlıklı makalesinde Avrupa diplomasisinin Türk barışı ile

içten içe uğraştığını; Türkiye’nin de buna iştirak etmesi gerektiğini ifade etmekteydi… İfhâm, no:78, 19 Ekim 1919, s.1.

227 Ahmet Ferit, “Teşebbüs”, İfhâm, no:102, 12 Kasım 1919, s.1; Ahmet Ferit, “Ne Zaman ve Nasıl?”

başlıklı makalesinde hükümeti iradesizlikle suçlamakta ve Batı’dan Türk milli hakkının alınması gerektiğini ifade etmekteydi… İfhâm, no:91, 1 Kasım 1919, s.1.

228 Ahmet Ferit, “Tehlikeli Oyun”, İfhâm, no.112, 22 Kasım 1919, s.1. 229 Ahmet Ferit, “Sulhun Tacili”, İfhâm, no:126, 6 Aralık 1919, s.1.

Öte yandan, Lloyd George, Türk meselesi ile ilgili bir beyanat vermiştir. Lloyd George’un Türk meselesi hakkındaki bu beyanatı, bu sürecin yeni bir döneme girdiğini göstermekteydi. Lloyd George, Türk meselesinin esas noktalarında Mösyö Clemenceau ile uyuştuklarını ifade etmişti. Yakın bir zamanda barış konferansında toplanılacağını söyleyen Lloyd George’un bu sözlerini Clemenceau ve Nitti de tasdik etmişlerdi. Öte yandan konferansta Amerika ve Japonya sefirleri de bulunacaktı. Bu yüzden hükümete düşen görev, barış hazırlıklarını hızlandırmak ve bir an önce meclisi toplayarak işleri yoluna koymaktı230.

Ocak ayının on beşinde Paris’te toplanacak olan bu konferansın yalnız Türkiye işlerinden değil aynı zamanda bütün doğu meselesini görüşeceği tahmin edilmekteydi. Geniş bir mesele olmasından dolayı bu sürecin biraz daha uzayacağı tahmin edilmekteydi. Çünkü ortada sahası Gümülcine’den Ararat’a değil, belki Avrupa’dan Asya ve Afrika’ya kadar uzanan bir Doğu meselesi vardı. Bu mesele, Kürt, Ermeni, Arap meselelerini ihtiva etmekteydi231. Türkler, Gümülcine’den Ararat’a, Trabzon’dan Halep ve Musul’a kadar millî ve mülkî birliğini istemekteydiler. Kürtler ise, çoğunlukla Osmanlı camiasından ayrılmak istememekle birlikte, Ermenilerle ortak notalar veren ve ayrılıkçı bir yol çizen bir Kürt Fırkası da vardı. Ermenilere gelince, Lord Curzon’u bile şaşırtan iddialarına bakılırsa, onlar da Akdeniz’den Karadeniz’e büyük bir hükümet kurma hayallerine kapılmışlardı232.

c) Konferans’ta Kapitülasyonlar, İstanbul ve Boğazlar Meseleleri

Paris Barış Konferansı’nda Türkiye Barışı ile ilgili görüşülen meselelerin başında kapitülasyonlar233 gelmekteydi. Daha önce büyük devletlerin faydalandığı bu imtiyazlardan Balkan devletlerinin de yararlanacağı Paris’ten gelen telgraflarda

230

Ahmet Ferit, Amerika ve Japonya’nın bu noktada pek fazla etkisi olmayacağını düşünmekteydi… “An-ı Mukadderat”, İfhâm, no:149, 29 Aralık 1919, s.1.

231 Ahmet Ferit, “Şark Meselesi”, İfhâm, no:150, 30 Aralık 1919, s.1.

232 Ahmet Ferit, “Şark Meselesi”, İfhâm, no:150, 30 Aralık 1919, s.1; Ahmet Ferit, Trakya’dan

İzmir’e, Kars’tan Ardahan’a, Musul ve Kerkük’e kadar olan Türk milli sınırları açıklamakta ve Diyarbekir, Urfa, Antep, Kilis ve Adana’yı da buna dâhil etmekteydi. Öte yandan, Türk vatanının en iyi parçalarının sömürge haline sokulmak istendiğini ve vatanın parçalanmaya doğru gittiğini de sözlerine ilave etmekteydi… “Vahdet-i Milliye-i Kamile”, İfhâm, no:79, 20 Ekim 1919, s.1.

233 Osmanlı Devleti’nin 1914’te kaldırmış olduğu kapitülasyonlar, İtilaf Devletleri’nin İstanbul’a

girdiği ilk günden itibaren tekrar gündeme gelmiştir. İtilaf Devletleri, kapitülasyonların tekrar yürürlüğe girmesi için ellerinden geleni yapmışlardır… Ayrıntılı bilgi için bk. Elmacı,