• Sonuç bulunamadı

Yirminci asır, bir milliyet asrıydı ve bu asırda milliyetçilik, meydana gelen uluslar arası cereyanlar içinde önemli bir yükselişe geçmişti. Bu hakikati, bir kanaat halinde kabul eden Türk milliyetçileri Rum ve Ermeni gibi başka kavimlerin milliyetçiliğini de pek tabii görmekteydiler. Fakat buna karşılık, onların da Türkün milliyetçilik hakkını inkâr etmemelerini ve 10 milyon Türkün, lisanı, tarihi ve varlığının devamı için uğraşmasını büyük bir günah olarak saymamalarını istemekteydiler686. Hakikaten milliyet hissinde en geri kalmış olan unsur Türklerdi. Osmanlı Devleti sınırları içinde ve dışında yaşayan diğer milletler ise bu hisle donanmıştı. Dünyada Türk denilen ve sayısı yüz milyona yaklaştığı iddia edilen bu büyük milletin elbette bir millî hakkı vardı687. Türk Milletinin bu hissi, gayrimüslim

684 Eren Deniz (Tol) Göktürk, “1919- 1923 Dönemi Türk Milliyetçilikleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce C. IV Milliyetçilik, İletişim Yayınları, s.103.

685 Sarınay, Türk Ocakları, s.223- 224.

686 Hüseyin Ragıp, “Türklerin Kabahati”, İfhâm, no:23, 22 Ağustos 1919, s.1.

unsurlardan ders aldıktan sonra yavaş fakat köklü bir şekilde onlarınkinden daha fazla feyiz ve aşk ile teşekkül etmişti688.

Türk milliyetçiliği, Türk Milleti’nin tarihi, lisanı, dini, varlığı, siyasî ve millî teşkilatı için çalışmak anlamına gelmekteydi. Türk milliyetçiliğinin esası başkalarının milliyetine hürmetti689. Türk milliyetçiliği taarruzu değil, tamamen koruma ve savunmaya yönelikti. Türk milliyetçileri, faaliyet dairesini yalnız, Osmanlı Türkleriyle meskûn sahaya mahsus kılmaktaydılar. Türkçülerin esas amaçları, Türk’e Türklüğünü anlatmak, onun varlığını temin etmek ve bu suretle de Türk vatan ve Türk milliyetini muhafazaya çalışmaktı690.

Türkçülük, dâhilî ve haricî düşmanlar ve bazı çevreler tarafından yanlış yorumlara uğramış olmakla beraber her gün kuvvetini artıran bir cereyandı. Bunun en önemli göstergesi Milli Türk Partisi’nin kurulmasıydı. Wilson prensipleri gereğince her milletin kendi mukadderatına hâkim olması lüzumu dünyaya ilan edilmiş iken ve her şey bu esasa göre ölçülüp biçilirken Türklerin millî bir parti kurmasından tabii bir hak olamazdı. O güne kadar kurulan partilerle Millî Türk Partisi asla kıyaslanmamalıydı. Milletin ruhundan kaynayan ve kanaatinden doğan halis ve hakiki tek parti buydu691.

Türk milliyetçiliğinin özünde ırkçılık yatmamaktaydı. Türkçüler, ırkî Türkçülük fikrini senelerden beri her vasıta ile yalanlamışlardı. Bu sebepten Türk Ocağı’na kabul edilen Türklerin yalnız lisan ve din sahasındaki birliği ve Türklük hissiyatı dikkate alınmaktaydı. Türkçüler, milletleri nereden gelirse gelsin terbiye, lisan ve din bağlarıyla kendileriyle beraber olan ve vatanperverlikte kendileriyle aynı hisleri taşıyan her Müslüman vatandaşı Türk ve kardeş saymaktaydılar692. Bununla birlikte aydınların çoğu “milliyet” ve “ırk” kavramlarını birbirine karıştırmaktaydılar. Oysa “ırk” ve “milliyet” ayrı şeylerdi. Milliyet kanda değil candaydı ve milliyetin hududu kültürdü. Ana dili Türkçe olan Türk ülküsü ve Türk

688 Hüseyin Ragıp, Türklerin lisanlarını ve tarihlerini sevmelerini; milliyetleri uğruna çalışmalarını

diğer unsurlar tarafından bir suç olarak sayılmasından şikâyet etmekteydi… “Türklerin Kabahati”,

İfhâm, no:23, 22 Ağustos 1919, s.1.

689 Hamdullah Suphi, “Türkçülük ve Memleketçilik”, İfhâm, no:80, 21 Ekim 1919, s.3. 690 Ahmet Ferit, “Niçin Tecavüze Uğruyoruz?”, İfhâm, no:104, 14 Kasım 1919, s.1.

691 İzzet Ulvi, “Milli Türk Fırkası ve Anadolu’dan Bir Ses”, İfhâm, no:93, 3 Kasım 1919, s.3. 692 Hamdullah Suphi, “Türkçülük ve Memleketçilik”, İfhâm, no:80, 21 Ekim 1919, s.3.

hissiyatı ile büyüyen her Müslüman Türk sayılmaktaydı. Böyle birinin başka bir milliyete sahip olması önemli değildi693.

Aydınlar, “devlet, hükümet, millet” kavramlarına da hakikate uygun bir şekil verememişlerdi. Devletin ismini, milletin ismi; hükümetin idaresindeki fertleri de

“din ve dil” ayırmaksızın hep bir millet saymaktaydılar. Devletin ismi “Osmanlı”

idi. Bu devletin içindeki fertlerin tam, kati çoğunluğu Türk’tü. Rum ve Ermeni gibi milletler Osmanlı tabiiyetinde, Osmanlı devletinin ve hükümetinin idaresinde yaşamaktaydılar. Fakat asla “Osmanlı” milletinden değildiler. Hepsinin kendi hususî milliyeti vardı. Bir ferdin iki milliyeti olamazdı. Bazı aydınların düştüğü bu yanılgı, Türk milliyetçileri tarafından kabul edilmemekteydi694.

Türkçülük kültür sahasında daima Müslüman kardeşlerinin tarafını tutmuştu. Mehmet Emin Bey’in şiirleri, Türk Ocağı’nın Reisi Ferit Bey’in neşrettiği makaleler, Akçuraoğlu Yusuf Bey’in yurtta yayılan fikirleri, Halide Hanım’ın kitapları ve daha birçokları daima Türk’le beraber yaşayan Müslümanlar hakkında muhabbet ve iyilik telkin etmekteydi. Kültür Türkçülüğünün en tabii ve zarurî bir tekâmülü olan siyasî Türkçülük de aynı düşünceler ve emellerden doğmuştu. Türklük demek dil ve din birliği, emel birliği demekti695.

Öte yandan Millî Türk Partisi de bu prensiple hareket etmekteydi. Partinin programında Türk tabiri şöyle açıklanmaktaydı: “Fırka Türk tabirinden ırk

ayırmaksızın Türk lisanı, terbiyesi ve hissiyatıyla alışmış olanların heyet-i

mecmuasını kasteder.” Türk milliyetçileri Türk vatanı istemekteydiler. Hıristiyan

693 Ömer Seyfettin, bu durumu örneklerle açıklamaktaydı: Arnavutça konuşmayan, Arnavutluğa gidip

Arnavutluk milliyeti, Arnavutluk kültürü için çalışmayan bir Arnavut Türk sayılmaktaydı. Çünkü Türkleşmiştir. Türkçe konuşur, Türk milletinin harsı için çalışır… Türkiye’de doğup, Türkiye’de büyüyüp, Türkçe okuyup Türkçe yazan, Türkçe düşünen bir Çerkez halk Kuzey Kafkasya’ya gidip, orada milliyeti, lisanı, kültürü uğrunda mücadele ederse Türklüğünden çıkmış, hakiki bir Çerkez milliyetperveri olmuş demekti. Burada cetleri Türk olmayıp da lisan, terbiye itibariyle Türklüğü temsil eden gayrı Türklerin hisçe asıl Türklerden hiç farkları yoktu. Bunlar “fiili

Türkler” idi… “Mefhum Buhranı”, İfhâm, no:93, 3 Kasım 1919, s.3.

694 Ömer Seyfettin, bu konuda şu örneği vermekteydi: “Mesela: Yorgi İstanbulludur. Osmanlı

şubesindendir. Milliyeti Rum’dur. Dini Hıristiyan’dır, deriz. Eğer Yorgi Osmanlı milletindendir,

dersek onun Rumluğu ne olacak?” ... “Mefhum Buhranı”, İfhâm, no:93, 3 Kasım 1919, s.3; Sarınay, Türk Ocakları’nın ilk kurulduğu dönemde millet, kavim, ırk, milliyet, devlet, ümmet gibi kavramlara Türkçülerin net anlamlar veremediklerini ifade etmektedir. Millet kavramını en açık ve çağdaş manada ortaya koyan kişi ise Ziya Gökalp olmuştur… Ayrıntılı bilgi için bk. Türk

Ocakları, s.175- 177.

unsurlar bir tarafa bırakıldıktan sonra bütün geri kalanlar Türk sayılmaktaydı696. Bu itibarla Türkçülük, Osmanlılık zihniyetini de kabul etmemekteydi. Türk Milleti, bundan sonra kendi faaliyetinden, memlekete gerçekten bağlı olanların faydalanmasını istemekteydi. Ülke sınırları içinde ziraatta, sanatta, ticarette, Türklüğün faaliyeti, Osmanlılığın faaliyetine tercih edilmeliydi. Türk milliyetçileri, bu fikirde olan herkesi de aralarına davet etmekteydiler697.

Türk milliyetçileri, Türk Milleti’ni ve devletini selamete götürecek yolda padişaha olan bağlılığın mutlak surette gerekli olduğuna inanmaktaydılar. Padişah ve millet! Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildi. Bu birliktir ki Türklüğün, Osmanlılığın azamet ve saltanatını vücuda getirmişti. Osmanlılığın daimi saltanatı milletin padişaha sadakati, padişahın da millete vefa ve muhabbeti ile olmuştu. Dünyada padişahına sadakat ile bağlı bir millet varsa o da Türk milletiydi. Padişaha sadakat, saltanata sadakat, Türklerin en büyük milli akidesiydi. Bununla birlikte şevketli padişahın millete, milli emellere sadakati de Osmanlı hanedanının ezelî bir geleneği olmuştu. Türk Milleti içinde yaşadığı zor günlerde de bu düstura bağlılığını her gün daha parlak misallerle ispat etmekteydi. Öte taraftan doğuda milyonlarca Müslüman’ın gönülden hilafet makamına gönderdikleri hürmet, İslâm Hilafeti’nin istiklâlini teyit etmekteydi698.