• Sonuç bulunamadı

Türkçülerin Muhafazakârlık ve Kadın Eğitimi Meselesine Bakışı

sefaletin önüne geçmeye çalışanlar, galip ve mağlup her memlekette kadınlar olmuştur. Ayrıca barış için çalışanların başında da kadınlar gelmekteydi. Türkiye’de ise kadınlar, büyük şehirlerde, savaş nedeniyle giden erkeklerin yerlerini dolduramamışlardı. Fakat bu durum, kadınlardan çok, onların iktisadî ve sosyal hayata karışmalarını hoş karşılamayan erkeklerden kaynaklanmaktaydı. Türk kadını, ancak kendilerine verilen nispette savaşın vazifelerini yerine getirmişlerdi. Savaş esnasında, özellikle Hilal-i Ahmer’de Türk kadınları, büyük bir ciddiyetle çalışmışlardı727.

Türkiye, Avrupa’ya göre maddî medeniyet açısından oldukça gerideydi. Türkler, bu uçurumu bir an önce doldurmak ve medenî devletlere yetişebilmek için birtakım tedbirler almak mecburiyetindeydi. Avrupa’da kadın, sosyal hayatın içine karışmıştı. Ticaret, sanayi, tıp ve hemen her iş kolunda çalışanların yarısını kadınlar teşkil etmekteydi. Savaş sonunda yaşam sıkıntısının devam etmesi, bu durumu zorunlu kılmaktaydı. Böyle bir dönemde kadın da artık çalışma hayatına atılmalı ve aile geçimine katkıda bulunmalıydı. Bu yüzden eski zihniyet bir tarafa bırakılmalı ve Türk kadınının da çalışması teşvik edilmeliydi728.

Aslında Anadolu köylerinde Türk kadını çoğunlukla çalışmaktaydı. Hatta pek çok yerde erkeklerden ziyade ekini eken ve biçen kadınlardı. Bu da kadınların

727 Hüseyin Ragıp, “Türk Kadını ve Sulh”, İfhâm, no:18, 9 Ağustos 1919, s.1; Crıss, savaşlar ve

yoksulluk yüzünden geleneksel Osmanlı hayat tarzının değiştiğini ve kadının iş yerlerinde sıkça görülmeye başlandığını kaydetmektedir. İttihatçılar, kadınlara karşı tutumlarında ve politikalarında ilericiydiler. Sosyal işlerde, öğretmenlikte ve edebiyat alanında eğitimli bir kadın kadrosu vardı… Savaş sırasında çalışan kadınlar için, Enver Paşa’nın karısı Naciye Sultan’ın himayesi altında, İttihat ve Terakki Partisi tarafından bir dernek kurulmuştur. Bu dönemde feminizm güçlenmiştir… Ayrıntılı bilgi için bk. İşgal, s.42,44; Enver Paşa’nın eşi Naciye Sultan’ın himayesinde kurulan cemiyetin adı Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslamiyesi’dir. 1916 yılında kurulan cemiyette başta Enver Paşa olmak üzere İsmail Hakkı, Mehmet Arif, Salah Cimos, Ali Rıza ve Mehmet Selahattin Beyler kurucu üye olarak görev yapmışlardır. Cemiyet daha çok şehirde yaşayan kimsesiz ve yoksul kadınlara iş sağlayarak yardımcı olmayı amaçlamıştı… Ayrıntılı bilgi için bk. Leyla Kaplan, Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını (1908- 1960), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1998, s.42- 43.

728 Hüseyin Ragıp, Milli İtibar Bankası’nda çalışan çeşitli unsurlara mensup memurlarla greve iştirak

etmelerinden dolayı, dört Türk hanımının işten çıkarılmasını bu konu çerçevesinde eleştirmekteydi… “Türk Kadını ve Sulh”, İfhâm, no:18, 9 Ağustos 1919, s.1; Türkçü aydınların çağdaşlaşma anlayışı içinde kadın hakları konusu önemli yer tutmaktadır. Türkçü aydınlar, bu konuda Avrupa’yı örnek almaktan ziyade, düşüncelerini eski Türk toplum hayatı ile temellendirmekteydiler… Ayrıntılı bilgi için bk. Sarınay, Türk Ocakları, s.213.

çalışma hayatına atılmaları ve üretici olmaları meselesinin daha çok, büyük şehirlere ait olduğunu göstermekteydi. Bunun değişmesi biraz da kadınların kendi haklarını elde etmeleri konusunda gösterecekleri harekete bağlıydı729.

Bu dönemde Türk kadının iş ve eğitim hayatına atılması ile ilgili bir gelişme olmuştur. Bu da kadınların tıp mesleğine kabullerine dair olan teklifin, Tıp Fakültesi Mahiye-yi Müdiriyet-i Umumiyesi’nce kabul edilmesiydi. Öte yandan, Hukuk Fakültesi müderrisleri de yaptıkları toplantıda hukuk kapılarının hanımlara açılmasına karar vermişler ve bu kararı da Maarif Nezareti’ne tebliğ etmişlerdir. Darülfünun’un Edebiyat ve Fünun Fakültesinde iki seneden beri kadınlar da okumaktaydı. Öte yandan, Ticaret Sanayi Nefise Mektepleri ise çoktan beri kadınlara açıktı. Kadınların o güne kadar dâhil oldukları mesleklere bu son iki meslek de eklendiğinde, Türk kadını ve Türkler açısından olumlu bir ilerleme kaydedilmekteydi730.

Türkiye’de kadınların tıp ve hukuk mesleklerine kabul edilmeleri son derece lüzumluydu. Çünkü ev idaresi ve çocuk büyütmek gibi meseleler, gelişmenin sayesinde daha çabuk halledilmekteydi. Bu gelişme ile su ve ışığın bir tel veya bir boru ile evlere geldiği görüldükten sonra, günde birkaç saate inen ev idaresi için milyonlarca kadının topluma temin edeceği sosyal mesaiyi ihmal etmek en büyük yanlışlık olurdu731.

Öte yandan, müderrislerin kadınların tıp fakültelerine kabulü ile ilgili kararı Maarif Nazırı Sait Bey Efendi’nin beyanatı ile yeni bir sürece girmiştir. Sait Bey Efendi, kadınların eğitimine, doktorluğuna taraftar olmakla beraber kamuoyunun henüz bunu hazmedemeyeceğine, memleketteki ahlâk buhranıyla uzlaşmasının mümkün olmadığına ve bunun tekâmül kanununa uymayacağına inanmaktaydı732.

729 Hüseyin Ragıp, “Tababette ve Hukukta Kadınlarımız”, İfhâm, no:22, 21 Ağustos 1919, s.1. 730 Hüseyin Ragıp, “Tababette ve Hukukta Kadınlarımız”, İfhâm, no:22, 21 Ağustos 1919, s.1; Crıss,

1919 Ekim’inde Üniversite yönetiminin Tıp Fakültesi’ne kız öğrenci kabul edilmesini ilke olarak kararlaştırdığını kaydetmektedir. Ancak bu karar, 1923’te Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar gerçekleştirilememiştir… İşgal, s.47.

731 Kadınların kendilerine açılan sanayi ve mesleklerde başarılı olacaklarını düşünen Hüseyin Ragıp,

zaten birkaç senedir hükümetin resmi dairelerinde memurluk ettiklerini ifade etmekteydi… “Tababette ve Hukukta Kadınlarımız”, İfhâm, no:22, 21 Ağustos 1919, s.1.

732 Sabiha Zekeriya, “Muhtelit Tedrisat Meselesi”, İfhâm, no:44, 15 Eylül 1919, s.2; Aliye Esat,

Maarif Nazırı’nın bu düşünceleri doğru değildi. Birincisi, kamuoyunu ikiye ayırmak gerekmekteydi. Efkâr-ı Amme, az çok okuyup yazmayı bilen ve düşünen kısmın meydana getirdiği fikirleri kapsamaktaydı. Bunu avamın fikri suretinde algılamamak gerekirdi. Efkâr-ı Amme, akıl ve mantıkla hareket eden zümreydi. Öte yandan, Efkâr-ı Umumiye ilim ve irfandan mahrum olan avam sınıfıydı. Savaştan önce sosyal hayattan uzak yaşayan kadınlar, savaşın meydana getirdiği zaruret karşısında genel hayata kısmen de olsa iştirak ederken Efkâr-ı Umumiye bunu iyi kabul etmişti. Bu yüzden bu yeniliği de kabullenebilirdi733.

İkinci düşünce, bu hareketin memleketteki mevcut olan ahlâk buhranını olumsuz bir şekilde etkileyip etkilemeyeceği yönündeydi. Savaş ahlâkî buhranı iyice arttırmıştı. Ancak tıp fakültesinde erkeklerle aynı çatı altında tahsil görecek olan hanımlar bu buhrandan zarar göreceklerini düşünmek yerinde değildi. Esasen bu buhranın insan üzerindeki tesirini dershaneden çok dışarıda aramak gerekmekteydi. Zaten tıp tahsili yapacak kadar yükselen bir kadının bu buhrandan fazla etkilenmesi söz konusu değildi734. Doktor olacak bir kadın için ahlâk terbiyesi düşünülemezdi. Kadın hayata girdikten sonra tıp fakültesine girmesinde de hiçbir mahzur olmamalıydı. Darülfünun gençliği için bir ahlâk buhranı söz konusu olamazdı735.

Üçüncü konu ise, bu hareketin Tekâmül Kanunu’na tabi olmadığı şeklindeydi. Kadınların doktor olmasını Tekâmül Kanunu’na uygun gördükten sonra bir arada tahsil yapmasının bu kanuna uymaması yanlış bir düşünceydi736. Öte yandan, Nazır Bey, müderrisler meclisinin derslerin ayrı yapılması konusunda bir çare bulacaklarını düşünmekteydi. Fakat bu konuda gelen haberler pek olumlu yönde değildi. Çünkü müderrislerin bir ders için iki misli vakit ayırması gerekmekteydi. Bununla beraber müderrislerin bunu bir ücret karşılığında kabul etmesi mümkün olabilirdi. Ancak bu da hükümet bütçesi açısından zor bir durumdu737.

733 Sabiha Zekeriya, “Muhtelit Tedrisat Meselesi”, İfhâm, no:44, 15 Eylül 1919, s.2. 734 Sabiha Zekeriya, “Muhtelit Tedrisat Meselesi”, İfhâm, no:44, 15 Eylül 1919, s.2.

735 Aliye Esat, ilmi bir çatı altında eğitim gören kadın ve erkeklerin gayri ahlaki bir duruma

düşmeyeceklerini ifade etmekteydi… “Kadın Doktorlarımız Olacak mı?”, İfhâm, no:48, 19 Eylül 1919, s.2.

736 Sabiha Zekeriya, “Muhtelit Tedrisat Meselesi”, İfhâm, no:44, 15 Eylül 1919, s.2. 737 Sabiha Zekeriya, “Muhtelit Tedrisat Meselesi”, İfhâm, no:44, 15 Eylül 1919, s.2.

Esasen ahlak, bir toplumun en kapsamlı ve en önemli bağlarından birisi olduğu için bu konuda düşünülmesi ve endişe edilmesi doğaldı. Ancak Darülfünun gibi aydın ve düşünür bir zümreden korkmamak gerekmekteydi. Ayrıca bir inkılâp devresine girilmişti738. Türkler de dünyanın geçirdiği bu inkılâba iştirak etmelilerdi. Zaten Türk milletinin medeni milletlerden asırlarca geri kalmasının sebeplerinden birisi asrın icaplarına uymamalarından kaynaklanmaktaydı. Eğer bunlar yıkılmaz, ilim kuvveti yayılmazsa, Türkler asla tam anlamıyla bağımsız olamazlardı739.

Öte yandan, ahlâk gibi millî dayanışma için gerekli olan bir müesseseyi muhafaza etmek için aydın bir zümreye ihtiyaç vardı. Zamanında böyle bir zümre olmadığı için ahlak çöküşünün önü alınamamıştı. Bu dönemde yapılması gerekli olan şey ise, böyle bir zümrenin teşkil edilmesiydi. Ancak bu zümre memleketteki ilerlemeyi engelleyecek bir zümre olmamalıydı. Muhafazakârlık, gericilik olarak anlaşılmamalıydı. Memleket için faydalı bir inanç olduğu düşünülen muhafazakârlığı din buyrukları altına sokmamak gerekmekteydi740.