• Sonuç bulunamadı

Bu dönemde Türk milliyetçilerine yönelik, bazı şahıs ve gazetelerden birtakım suçlamalar yapılmaktaydı. Bu suçlamalardan en önemlisi ise ittihatçılık suçlamasıydı. Onlara göre milliyetçi olan ve Türklerin menfaatini düşünen herkes mutlaka ittihatçı olmalıydı. Bunun sebebi ise, ittihatçılığın memleketi felakete sürüklemiş bir cemaatin unvanı olması itibariyle kirli bir isim olmasından kaynaklanmaktaydı. Bundan dolayı kendi fikir ve görüşleriyle uyuşmayan kimseleri bu itham ile küçültmeye çalışmaktaydılar741. Türk milliyetçilerine bu suçlamaları

738 Aliye Esat, “Kadın Doktorlarımız Olacak mı?”, İfhâm, no:48, 19 Eylül 1919, s.2.

739 M.E, “Muhafazakârlık Ne Demek?”, başlıklı makalesinde Tanzimatçı düşünürlerin sadece batının

adetlerini taklit etmelerinin milli dayanışmayı bozduğunu ifade etmekteydi. Öte yandan ıslahatçılarının faaliyetlerinin de muntazam ve ilmi bir program dâhilinde olmadığını sözlerine eklemekteydi… İfhâm, no:31, 30 Ağustos 1919, s.1.

740

M.E, İslamiyet’te ruhbaniyet olmadığı için, muhafazakârlığı Avrupalıların Rönesans ile kurtuldukları “ruhban hâkimiyeti” ile karıştırmamak gerektiğini söylemekteydi… “Muhafazakârlık Ne Demek?”,

İfhâm, no:31, 30 Ağustos 1919, s.1.

741 Hüseyin Ragıp, “Milliyetperverlik İttihatçılık mıdır?”, İfhâm, no:45, 16 Eylül 1919, s.1; Koloğlu,

savaşın sonunda, basının birbirini ittihatçılıkla suçlama kampanyası başlattığını söylemekteydi. İttihatçı suçlaması yapanların başında ise Hürriyet ve İtilaf gelmekteydi… Aydınlar, s.89; Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, basında giderek artan bir İttihatçı düşmanlığı başlamıştı. Mütareke ortamında milliyetçi gazete ve dergilerde de kısmi bir İttihat ve Terakki aleyhtarlığı görülmekle beraber, haklarında yapılan suçlamaların eksenini genelde İttihatçılık oluşturmuştur… İstanbul basınını başlangıçta iki gruba ayırmak mümkündü: Milliyetçi basın ve Hürriyet ve İtilafçı basın… Ayrıntılı bilgi içi bk. Bilgi, “Milli Mücadele”, s.68.

yapan gazetelerden biri Journal d’Orient gazetesiydi. Gazete, “Türk

Milliyetperverliği” adı altında yayınladığı makalesinde:

“Hiç şüphe yok ki İttihatçılar milliyetperverdiler; fakat hangi Türk milliyetperver değildir. Türkiye’de milliyetperverlik, millet-i hakimeye ait olmayan

her şeye karşı nefret beslemektir.”demekteydi742.

Oysa ittihatçılar asla hakikî bir milliyetçilik siyasetine sahip olmamıştı. Şüphe yok ki ittihatçılar milliyetçi görünmek istemişlerdi. Fakat bu hiçbir şekilde gerçek bir milliyetçilik değildi. İttihatçıların milliyetçi görünmelerinin nedeni bu cereyanın Türkler arasında da kuvvetlendiğini görmeleriydi743.

İttihatçılar bu dönemde “Millî İktisat” adı altında bir politika ortaya atmışlardı. Fakat onların bu politikası, Yahudi, Rum ve Ermenilerin biçare Türkün açlıktan ölmesi pahasına, ceplerini servetle doldurmaktan başka bir şeye yaramamıştı. Bundan dolayı İttihatçıların milliyetçiliği akıl ve şuurla kabul edilebilecek bir milliyetçilik değildi744. Türkçülere göre, İttihatçılar milliyetçilik değil, İslam emperyalistliği takip etmişlerdi. Onların en kuvvetli gayeleri daima İslamcılık olmuştu. Harp esnasında çeşitli memleketleri tahrik için gönderdikleri heyetler, millî fikir değil, din düşüncesinden kaynaklanmaktaydı. Türk ordusunun en mühim kuvvetleri güneyde Arabistan çöllerinde hayaller uğrunda sarf edilmişlerdi. Bu hareket Türklük değil, aksine Türk düşmanlığıydı745.

Türk milliyetçiliği demek, Türk emperyalizmi yapmak ve bu emperyalizmin uğrunda lüzumsuz harplere girerek Türkün kuvvetini Arabistan çöllerinde, Makedonya’da, Galiçya’da, Romanya’da, Anadolu’dan uzak yabancı ülkelerde mahvetmek değildi. Türk milliyetçiliği, Osmanlı Devleti çatısı altında yaşayan

742

Hüseyin Ragıp, “Türklerin Kabahati”, İfhâm, no:23, 22 Ağustos 1919, s.1.

743 Hüseyin Ragıp, ittihatçıları Hürriyet ve İtilafçılara benzeterek, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın

program itibariyle on sene evvelki İttihat ve Terakki’nin bir halefi olduğunu söylemekteydi… “Milliyetperverlik İttihatçılık mıdır?”, İfhâm, no:45, 16 Eylül 1919, s.1.

744 Hüseyin Ragıp, “Milliyetperverlik İttihatçılık mıdır?”, İfhâm, no:45, 16 Eylül 1919, s.1; Hüseyin

Ragıp, “Türklerin Kabahati”, İfhâm, no:23, 22 Ağustos 1919, s.1.

745 Ahmet Ferit, “Gayrı İlmi Bir Makale-i Âlimane”, İfhâm, no:103, 13 Kasım 1919, s.1; Ahmet

Ferit, “Türk Milleti” başlıklı makalesinde bu konuda daha farklı bir yorum getirmekteydi: “… İttihatçıların Arnavutluğu, Araplığı, imparatorluktan ayırmak yolundaki yanlış politikalarını

milliyetçiliğe isnat etmek büyük bir hatadır. İttihatçılar cehaletleri icabı ne hürriyetperver, ne

İttihatçı, ne İslamcı, ne de Türkçü oldular… Biz hakiki milliyetperverler bu unsurlarla anlaşmayı

Anadolu Türkünü, kendi evinde, kendi yurdunda yaşatmak ve geçmiş senelerin emperyalist politikası yüzünden mahrum kaldığı refahına mazhar etmekti746. Türk milliyetçiliği Türk’e ait olmayan her şeyden nefret etmek değil, Türk’e ait olan bütün mukaddesata karşı aşk ve muhabbet beslemekti. Türk milliyetçiliği taarruz niteliğinde değil, tamamıyla savunmaya yönelik bir milliyetçilikti747.

Diğer taraftan suçlamalar aynı zamanda Milli Türk Partisi için de yapılmaktaydı. Bu suçlamaları yapanların başında ise Sabah gazetesi yazarı eski milletvekili Lütfi Fikri Bey748 gelmekteydi. Lütfi Fikri Bey yazdığı makalesinde Milli Türk Partisi hakkında şunları söylemekteydi:

1. “İttihatçılık zihniyetinin mülcâyı Milli Türk Fırkası’dır.” 2. “Bu fırka tamamen mutaassıb, müfrit bir ruhla doğmuştur.”

3. “Milli Türk Fırkası’nın gayesi diğer milliyetlerle mücadeledir.”749. Lütfi Fikri Bey’e göre, İttihatçılık milliyetçilik ve inkılâpçılık demekti. Dönemin siyasi partileri içinde en milliyetçisi ve inkılâpçısı da Milli Türk Partisiydi. Bu yüzden Milli Türk Partisi’ni İttihatçılığın varisi olarak görmekteydi. Oysa bu yanlış bir yaklaşımdı. Çünkü Osmanlı Devleti’nde inkılâpçılık İttihatçılarla başlamamıştı. Üstelik muhafazakârların dışında hemen bütün partiler de inkılâpçıydı750.

Lütfi Fikri Bey’in Millî Türk Partisi’ne yönelttiği bu iddiaların hiçbirisi doğru değildi. Bunu anlamak için öncelikle Millî Türk Partisi’nin programına bakmak gerekmekteydi. Partinin programına göre “Türk devletinin selameti emperyalist

temayülleri ret ederek demokrat olmak iddiasında bulunan hükümetlerle milliyet prensibi dairesinde itilaf etmektir. Madde–1” “… Binaenaleyh fırka milliyet prensibini muasır telakkiye göre anlar. Ve emperyalist efkârdan katiyen uzak

746 Hüseyin Ragıp, “Milliyetperverlik İttihatçılık mıdır?”, İfhâm, no:45, 16 Eylül 1919, s.1. 747 Hüseyin Ragıp, “Türklerin Kabahati”, İfhâm, no:23, 22 Ağustos 1919, s.1.

748 Lütfi Fikri (1872- 1934) tanınmış politika ve fikir adamlarından olup, Kosova valisi Hüseyin Fikri

Paşa’nın oğludur. Gümüşhane’de doğan Lütfi Fikri, Mülkiye’yi bitirmiş ve Paris’te hukuk okumuştur. İlk Mebusan Meclisinde Dersim Milletvekili seçildi. 1910 yılında Mutedil Hürriyetperver Partisi’ni kurdu… Ayrıntılı bilgi için bk. Ülken, Düşünce, s.346- 347.

749 Hüseyin Ragıp, “Müdafaa-i Meşrua”, İfhâm, no:105, 15 Kasım 1919, s.1.

750 Ahmet Ferit, İttihat ve Terakki’nin hürriyetçiliğini hatırlatarak bu mantığa göre Hürriyet ve

İtilaf’ın da İttihatçıların varisi olabileceğini söylemekteydi… “Gayrı İlmi Bir Makale-i Âlimane”,

olarak… Madde–2” “Milliyet prensibini diğer milletlerin hukukunu tanımayı gerektirdiği için fırka Türk memleketinde kalacak olan (gayrı Türk) ekalliyetlerin siyasî ve medenî bilcümle hukuka Türklerle birlikte mazhar olmalarını esas prensip

olarak kabul eyler.”

Bu kayıtlar dikkate alındığında İttihatçılık, şovenlik ve diğer milliyetlerle çarpışma arzusu gibi suçlamaların yersiz olduğu anlaşılmaktaydı. Eğer milliyetçilik İttihatçılık ise bütün dünya milliyetçilerine hatta Türkiye’de yaşayan ve milliyetlerine sadık olan Rum ve Ermenilere de İttihatçı demek gerekirdi751. Öte yandan bu iddialar partinin hareket ve icraatlarından da çıkarılamazdı. Çünkü Millî Türk Partisi’nin hayatı, henüz tetkikata zemin olacak kadar uzun değildi. Partinin kısa zamanda yaptıkları ise Lütfi Fikri Bey’in lehine değil aleyhineydi. Mesela Millî Türk Partisi Millî Kongre’de İstanbul seçimlerine aday gösterilmesi için tutulan usule, herkesten farklı olarak yaklaşmıştı. Oradakiler Gayrimüslimlerin seçimlere katılıp çıkarabilecekleri milletvekilleri yerine, Müslümanlardan aday çıkarılmasına karar vermiş iken, Millî Türk Partisi azınlık prensibine sadık kalarak bunu kabul etmedi ve şunları söyledi: “Seçimlere iştirak edip etmemek haklarıdır. Fakat biz onların milletvekillerinin yerini işgal edemeyiz. Bundan dolayı İstanbul’dan çıkabilecek Gayrimüslim milletvekillerinin koltukları boş bırakılmalıdır. İsterlerse gelip işgal etsinler. Fakat onlara ait olan bu koltuklara bizim geçmeye hakkımız yoktur”752.

Millî Türk Partisi, diğer milletlerin hakkını tasdik eden ve hem de onlar hesabına bu hakkın elde edilmesine çalışan bir partiydi. Bu maksatla da başka milletlerle de mücadeleyi asla arzu etmemekteydi. Bununla birlikte parti, gerektiğinde siyasî mücadeleden çekinmeyecek bir düşünceye sahipti. Ancak, bu mücadele başka milletlerin hakkını tanımamak için değil, başka milletlerin Türkün hakkını tanımaması sebebiyle olabilirdi753. Millî Türk Partisi’ne karşı alınan vaziyet Anadolu’da da tepkilere neden olmaktaydı. Bu hal, ya milliyetsizlik neticesiydi, ya da başka milletten olmak sebebinden kaynaklanmaktaydı. Veyahut maddî bir çıkar

751 Hüseyin Ragıp, “Müdafaa-i Meşrua”, İfhâm, no:105, 15 Kasım 1919, s.1. 752 Hüseyin Ragıp, “Müdafaa-i Meşrua”, İfhâm, no:105, 15 Kasım 1919, s.1. 753 Hüseyin Ragıp, “Müdafaa-i Meşrua”, İfhâm, no:105, 15 Kasım 1919, s.1.

sağlamak amacına yönelikti754. Diğer taraftan bu iddialar, partiyi idare edenlerin yazıp söylediklerinden de çıkarılamazdı. Milliyetçi yazarların makalelerine bakılacak olursa, bu suçlamaların yapılmasını gerektirecek hiç bir şey bulunmamaktaydı755.

Türk milliyetçilerine yapılan bu haksız taarruzlar iki muhitten gelmekteydi. Birincisi, Tanzimat tabiri ile Osmanlı dediğimiz sınıftı. Bunlar, aile itibariyle henüz Türklüğü tamamen kabul etmedikleri halde, düşünce terbiyesi itibariyle Türklerdi. Bu unsurlar, kendi kavimlerinden vazgeçememekle birlikte Türklükten başka bir muhitte yaşayamayacaklarını da bilmekteydiler. Bu yüzden arada kalmış olan bu kesim, samimî milliyetçilere kızmaktaydılar. Yani itirazların kökeni, Türklükten başka bir kökene kısmen ya da tamamen bağlılıktan ileri gelmekteydi756. İkinci muhit ise, kendileri aslen Türk oldukları halde itiraz edenlerdi. Bunlar da iki kısma ayrılmaktaydı. Birincisi Türkçülüğü iyi anlayamamış ve Türk milliyetçilerini yeterince tanımayan kimselerdi. Esasında itirazlarının sebebi buydu. Diğer kısım ise, batıyı, batı fikrî gelişimini tanımakla beraber memleketin hayır ve menfaatini, kendi menfaatlerine gözlerini kırpmadan kurban edebilecek birtakım ahlâksızlardı. Bunlar yalnız millet ve vatan için değil, belki insaniyet ve hakkaniyet için de kaybedilmiş adamlardı757.

Milliyetçiler bu şekilde dört bir taraftan hücuma uğramaktaydılar. Ancak Türkçüler, bu saldırıların kendilerini yollarından ayırmayacağını ifade etmekteydiler. Savunma amaçlı bir Türk milliyetçiliği, Türkün hayatına kastedildiği bir devirde

754 İzzet Ulvi, “Milli Türk Fırkası ve Anadolu’dan Bir Ses”, İfhâm, no:93, 3 Kasım 1919, s.3. 755

Hüseyin Ragıp, “Müdafaa-i Meşrua”, İfhâm, no:105, 15 Kasım 1919, s.1; Hüseyin Ragıp, “Meğer Bizimle Müttefik İmiş” başlıklı makalesinde, Lütfi Fikri Bey’in 16 Kasım’da yazdığı son makalesinde ifadelerini biraz daha yumuşattığını söylemekteydi… İfhâm, no:108, 18 Kasım 1919, s.1.

756 Ahmet Ferit, bu konuda Lütfi Fikri Bey’i örnek göstermekteydi: “…geçen döndükleri zaman, kendilerine sormuştum: Tekrar politikaya başlıyorsun; fakat söyle Lütfi Türk müsün, Kürt müsün? O, sualime doğrudan doğruya cevap vermedi; kaçtı ve dedi ki: Anam Çerkez, babam Kürt, onun annesi Türk, siz söyleyiniz ben neyim? …aynı Lütfi Fikri Bey bundan senelerce evvel Meclis-i Mebusan’da hürriyetperveran bir fırka teşkil etmişti. Bu fırkanın çoğunluğu Arap ve Arnavutlardan oluşmaktaydı. O zaman da kendisine dedim ki: Lütfi ekserisi Arap ve Arnavut’tan olan ve gayr-ı vatani temayül besleyen bu azalarla nasıl teşrik-i mesai edersin? Bana şu yolda cevap verdi: Ayol ben kısmen Türk isem, kısmen de Kürdüm. Bunun için onlarla uyuşabilirim…

İşte bize Tanzimat Osmanlılarından gelen itirazın mana ve mahiyeti bu cevapta gizlidir…” “Niçin Tecavüze Uğruyoruz?”, İfhâm, no:104, 14 Kasım 1919, s.1.

757 Ahmet Ferit, “Niçin Tecavüze Uğruyoruz?”, İfhâm, no:104, 14 Kasım 1919, s.1; Ömer Seyfettin,

bunları “kendini bilmez Türkler” olarak nitelendirmekteydi… “Ölüm Karşısında”, İfhâm, no:30, 29 Ağustos 1919, s.2.

siyasetin en tabii ve en meşru bir silahıydı758. Asil Türk milliyetçiliği, İttihatçılardan ve İttihatçılıktan evvel nasıl mevcut ise, onların bu memleketi felakete sevk etmeleri itibariyle, bir daha gelmemek üzere yıkılıp gitmelerinden sonra da yaşayacak, şerefli ve azimetli tarihinden aldığı feyiz ve kudretle ebediyen payidar olacaktı759.