• Sonuç bulunamadı

Yargı Alanındaki Sorunlar

YARGI REFORMU VE ANAYASA

2. Yargı Alanındaki Sorunlar

Yargının araştırılması, çözümler geliştirilmesi ve düzenlemeler yapılması gereken temel sorunları; mahkemelerin iş yükü fazlalığı ve yargının işleyişindeki yavaşlık, adaletin geç sağlanması veya sağlanamaması, hak aramanın pahalı olması, adalet sistemimde kayırmacılık, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, altyapı eksiklikleri, nitelikli işgücü ve eğitim, fiziki ve maddi koşullar ve yargının denetimi v.b. olarak sıralanabilir. Dikkatle incelendiğinde, birçok sorunun, birbiriyle bağlantılı olduğu da görülmektedir. Türkiye’de yargı düzeninin, çok yönlü olarak, yeniden yapılandırıl- masına ihtiyaç vardır. Çözümler ise, anayasal, yasal düzenlemeler yanında, fiziki altyapıda ve maddi koşullarda değişiklikleri, toplumda algı değişikliğini ve güven yaratacak önlemleri içermektedir.

2.1. Mahkemelerin İş Yükü ve Yargıda Yavaşlık

Yargının yavaş işlemesiyle ilgili eleştiriler yıllardır Türkiye’nin gündemindedir. Bu nedenle de “Geciken adalet, adalet değildir” deyişi, bu eleştiriyi içeren bir ifade olarak sıkça kullanılmaktadır. 1998’de yapılan bir araştırmada, 1997 yılı içinde karara bağlanan davaların % 65,4’ünün 1997 yılına, %25,8’inin 1996 yılına, %4,6sının 1995 yılına, % 1,9’unun 1994 yılına ve % 2,4’ünün 1993 yılına ait olduğu saptanmıştır.(5) Bu veriler, o yıllarda 30 bine yakın ceza davasının yaklaşık 4 yıl sürdüğünü göstermektedir. Üstelik, bu süreye Yargıtay aşaması bile dahil değildir. Sorun, 1997’den bu yana artarak daha da ağırlaşmıştır.

Bu yavaşlıkta mahkemelerin iş yükünün fazlalığı, altyapı yetersizliği, nitelikli adli ve idari personel eksikliği öne çıkan unsurlardır. Adaletin sağlanamamasının veya geç sağlanmasının önüne geçmek ve adil yargıyı hızlandırmak için yapılması gere- kenler, Türkiye genelinde yürütülecek bilimsel araştırmalarla saptanabilir. Biz bu yazıda, “çözüm önerileri” kısmında detaylı olmasa da bazı öneriler üzerinde duraca- ğız.

2.2. Hak Aramanın Pahalılığı, Yargıda Kayırma ve Rüşvet

1982 Anayasasının 36. maddesinde “Hak Arama Hürriyeti” başlığı altında her yurttaşın, davacı veya davalı olarak adil yargılanma ve adaletin sağlanmasını isteme hakkı ifade edilmiştir. 141. madde ise, “Davaların en az giderle ve mümkün olan

süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” hükmünü içermektedir. Buna karşın,

yurttaşlarımızın mevcut yargı sistemi ve işleyişiyle ilgili algısı farklıdır. Toplumda, hak aramanın “masraflı bir iş olduğu” düşüncesi yaygındır. Bu açıdan öncellikle vurgulanan konu, avukat tutmak için ihtiyaç duyulan paradır.

Davaların uzaması da hak aramanın maliyetini artıran bir unsur olarak değerlendi- rilmektedir. O nedenle, yeterli maddi gücü olmayan bir kişinin, adalete kolayca erişmesi mümkün görünmemektedir. TESEV’in 2009 yılında yayınlanan algı araş- tırmasına göre, toplumda, ancak paralı olanın adaletten yararlandığına, mahkemele- rin adil olmadığına, kayırmalar yapıldığına inanç yüksektir. Bunu “Mahkemeler

zengin olandan yana. Adamın varsa, mahkeme de senindir.” veya “Bazı insanlar zengin olduğu zaman bakarsın avukat tutar, fakirler haklı olduğu halde hiçbir şey yapamadıkları için haksız durumuna düşerler” diye;

ya da “Güç meselesi de çok önemli, ekonomik güç, siyasal güç. Gücü olan mahke-

Bunlar arasında, avukatların kendi aralarında anlaştıklarından; hakimlerin, kendile- rine bazı imkanlar sağlayan tarafı kollayıp onlar lehine karar verdiğinden; fiilen görmese de rüşvet yiyen hakimleri duyduğundan söz edenler vardır. Bazıları da yaşadıklarından hareketle “avukatlarımızı da satın alıyorlar” diyerek somut örnekler vermektedir.(7)

Oysa, yurttaşlar, davaların kısa sürede sonuçlandırılmasını; mahkemelerin tarafsız, dürüst ve adil olmasını beklemektedirler. Bütün yargılama alanlarında geçerli olması beklenen temel ilke çabukluktur. Ekonomik açıdan da yargılamanın mümkün oldu- ğunca ucuz olması sağlanmalıdır.(8)

2.3. Yargının Tarafsızlığı ve Bağımsızlığı

Adaleti, devletin temeli olarak da gören bir hukuk devletinde, varlığı tartışmasız olan hususlardan biri, mahkemelerin bağımsızlığıdır.1982 Anayasasının 138. mad- desine göre, “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka

uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf olan Türkiye’nin, bağımsız ve tarafsız

yargılamayı, adaletin adil biçimde dağıtılmasını sağlayacak kurumsal altyapıyı ge- reği gibi kurmak yükümlülüğü bulunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre, bağımsızlık ve tarafsızlık kavramları iki açıdan değerlendirilmelidir: “Sübjektif

açıdan tarafsızlık, hakime ya da hakimlere ilişkin olup, bunların kişisel anlamda önyargılı ve tarafsız olup olmadıkları hususuna bağlıdır.” “Diğer açı olan objektif tarafsızlık ise, aynı zamanda kurumsal tarafsızlık olarak adlandırılmakta olup, yar- gılama organının her tür şüphe ve kuşkudan uzak olmasını sağlayacak biçimde gerekli güvencelere sahip olup olmadığı hususuna bağlıdır. Hakimlerin objektif bağımsızlığının yargı sistemi dışından gelecek etkiler kadar, taraflar bakımından da gözetilmesi gerekir, hakimin davada yansız davranması önemlidir.”(9)

Oysa, derinlemesine mülakat yöntemiyle yürütülen bir araştırmada görüşmecilerden bir kısmı, yargı sürecinde görev alan aktörlerin, özellikle karar verme yetkisine sahip hakimlerin ve süreci etkileme gücüne sahip savcıların bir olayı değerlendirir- ken, genel hukuk kuralları ve yasalardan çok kendi kişisel eğilimlerine göre değer- lendirdiklerinden yakınmışlardır.(10)

Akademisyenler, TESEV adına yaptıkları bir araştırmada “Görüşmelerimizde yargı-

nın bağımsız olmadığı yönünde yaygın bir kanaat olduğunu tespit ettik... meselenin esas itibariyle, yargı ile yürütme, özellikle de hükümet arasındaki ilişkiyle bağlantı içinde düşünüldüğünü söyleyebiliriz… Görüşmelerin toplamından çıkan sonuç, yargının tarafsızlığına dair inancın zayıf olduğudur.” demektedirler.(11) Bu araş-

tırma, yargıya müdahalelerin yoğunlaştığı son yıllarda yapılsaydı, yargının bağım- sızlığı ve tarafsızlığına olan inancın daha da zayıfladığını saptayabilmek mümkün olabilirdi. Bilimsel açıdan sağlıklı verilere dayalı doğru değerlendirmeler yapabil- mek için bu tür araştırmaların belirli aralıklarla tekrarlanmasında büyük yarar vardır. Yargı bağımsızlığı, tarihsel olarak siyasal erkten gelebilecek etkileme girişimlerine karşı yargıya bir kalkan oluşturmak ve bu sayede yargıyı haklar ve özgürlükler için bir güvence haline getirmek amacını güder. Yargı bağımsızlığını, yargının hukuk devleti ilkelerine uygun bir şekilde işleyebilmesi için “kurumsal güvence” olarak tanımlamak da mümkündür.”(12) 2003 tarihli Birleşmiş Milletler Bangalore

Yargı Etiği İlkeleri bunu şöyle vurgulamaktadır: “Yargı bağımsızlığı, hukuk devle-

tinin ön koşulu ve adil yargılamanın temel garantisidir.”(13)

Mahkemelerin ve yargıçların bağımsızlığını etkileyen unsurlar araştırıldığında, mali ve idari bağımlılık öne çıkan etkenlerdir. Mali ve idari konularda, “Mevcut uygula-

malardan hakimi ve savcıyı en çok korkutan, tayin olaylarıdır.” (14) 1950’li yıl-

larda siyasal iktidarın yargıya müdahaleleri üzerine, 1961 Anayasasıyla yargı ba- ğımsızlığını teminat altına alınmak istenmiş ve yargıçların atamalarını yürütmek üzere ilk kez Hakimler Yüksek Kurulu oluşturulmuştur. 1982 Anayasası ile, ya- pısı, niteliği ve işlevi değiştirilen; savcı atamaları görevini de üstlenen Hakimler ve

Savcılar Yüksek Kurulunda (HSYK) Adalet Bakanlığının bakan ve müsteşarla

birlikte temsil edilmesi, yargı bağımsızlığını temelden zedeleyen bir uygulama ol- muştur.

Mahkemelerin kendilerine ait bir bütçelerinin olmayışı da ayrıca, onları yürütmeye muhtaç hale getirmektedir. Yargıda alt yapı kadar sosyal imkanların tahsisi de Ada- let Bakanlığının yetkisindedir. Bütün bu nedenlerle, Türkiye’de idari ve mali açıdan bağımsız bir yargıdan ve gerçek bir kuvvetler ayrılığından söz etmek zordur. Nite- kim, Avrupa Birliği Komisyonunun Türkiye’de yargı sisteminin işleyişini araştır- mak amacıyla gönderdiği heyetlerin raporları da anayasadan, Adalet Bakanlığı uy- gulamalarına kadar bir dizi eleştiri içermektedir: (15)

“…çıkardığımız sonuç, Türk yargısının kabul edilemeyecek oranda

Adalet Bakanlığının siyasal iradesinin potansiyel etkisine maruz kal- maya devam ettiğidir.” (İstişari Rapor 1, s.40)

“Türk Anayasasının 140. maddesinin 6. paragrafı, yargı bağımsızlığı-

nın anayasaca teminat altına alınmasını sağlamamış olmakla kalma- yıp, yargıçların idari işlemlerini devletin yürütme erkine açıkça bağlamak suretiyle yargıç bağımsızlığına önemli derecede halel ge- tirmiştir.” (İstişari Rapor 1, s.41)

“…Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarının yargısal bir organ kabul

edilen Kurulda (HSYK) yer alması, yargının yürütme tarafından kontrol edildiği ve etkin bir şekilde yürütmeye bağlı olduğu sonucunu vermektedir.”

(İstişari Rapor 1, s.47-48)

“Yüksek Kurula ait, kendi idari işlerini yaptırabileceği bir

sekreteryası yoktur. Yüksek Kurul bu ihtiyacını gidermede Adalet Ba- kanlığı Personel Genel Müdürlüğüne bağlıdır.” (İstişari Rapor 1,

s.50)

“Adalet müfettişleri, Teftiş Kurulu Başkanlığı diye bilinen ve Adalet

Bakanlığının merkez teşkilatı içinde çalışan sivil memurlardır.”

(İstişari Rapor 1, s.51)

“Yüksek Kurulun kendine ait bağımsız bir bütçesi yoktur.” (İstişari Rapor 1, s.52)

Görüldüğü gibi, gerek toplumun algısı, gerek evrensel ölçütlere göre Türk yargısını inceleyen uzmanlarının ortak kanaati, Türkiye’de tam anlamıyla yargı bağımsızlığı- nın bulunmadığı yönündedir. Yargı bağımsızlığını sağlamaya yönelik yaklaşımlar,

yılında yapılan anayasa değişiklikleri bu konuda sorunu çözmek yerine ağırlaştırmış; zaten zayıflamış olan “yargıya güveni” daha da azaltmıştır.(16)