• Sonuç bulunamadı

Kamu Sektöründe Yönetim Paradigmasının Dönüşümü

YÖNETİMDEN YÖNETİŞİME KAMU SEKTÖRÜNDE DÖNÜŞÜM

N. Oğuzhan ALTAY a

3. Kamu Sektöründe Yönetim Paradigmasının Dönüşümü

Ellili yıllardan itibaren bilim ve teknolojideki gelişmeler görüldüğü üzere yönetim paradigmalarını hızla değiştirmiştir. Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılabileceği gibi özel firmalar, kamu organizasyonları ve sivil toplum kuruluşlarında farklı yönetim anlayışları söz konusudur. Bu yönetim anlayışlarının özel sektör için geçerli olanla- rını Taylorizmden itibaren yukarıda anlatmıştık. Kamu yönetim anlayışındaki dönü- şümü de yönetim modellerinden hareketle açıklamak istiyorum. Bu modeller irde- lendiğinde genellikle ikili bir ayrım karşımıza çıkar: Merkezi yönetim ve yerinden

yönetim modelleri.

Merkezden yönetim, özel, kamu ve sivil toplum kuruluşlarının merkezlerindeki

çalışanların geniş yetkilere sahip olması ile açıklanır (Tortop, 1988:5). Üst yönetim kararları alır ve astlar bunları üstlerine danışarak yerine getirirler. Hiyerarşik yapı- lanma bu yönetim modelinde çok güçlüdür. Ancak burada işlem süreçleri gecikir- ken, maliyetler artmaktadır. Buna karşın yerinden yönetimde, eğer kamu yönetim modeli dikkate alınırsa yerel örgütler ve bunların memurları merkez örgütlerinden emir almazlar. Özel sektör veya sivil toplum kuruluşlarını dikkate alırsak, büyük ölçüde özerklik ve bağımsızlık vardır. Sermaye ve yönetim yapılanması farklılıklar gösterir. Karar süreçlerinde ve bütçelemede de özerklik ve bağımsızlıktan söz edilir. Özel sektör kuruluşlarından farklı olarak kamu yönetim anlayışındaki önemli sıç- rama, aydınlanma ile karşımıza çıkan ulus devlet anlayışı ve bunun temelindeki bireye güven anlayışı ile gerçekleşmiştir (Tekeli, 1999:241–242). Yazar bu güvenin iki yönü olduğunu vurguluyor. Bunların birincisi, insan aklının doğanın ve toplumun işleyiş yasalarını ortaya çıkarabileceği ve bilimsel bilgiye dayanarak insanların ken- dilerine daha mutlu bir dünya kurabileceğine olan inançtır. Diğer yön, insanın ken- dini yönetebileceği, kendisi için en iyi olanı ancak bireyin kendisinin seçebileceği- nin kabul edilmesidir. Böylece birey özgürleşecek ve kaderini ilahi güçlerin elinden kurtarabilecektir. Fransız devrimi sonrasında ortaya çıkan bu gelişmeler günümüzde çok büyük bir dönüşümle karşı karşıyadır. Özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının yönetimindeki paradigmal değişimler kamu yönetiminde de vardır.

Kamu sektörü için geçerli olan klasik yönetim anlayışı (government) yerini bilim ve teknolojideki gelişmelerle desteklenen küreselleşme olgusunun bir sonucu olarak

doksanlı yıllardan itibaren yönetişim anlayışına (governence) bırakmıştır (Tekeli, 1999, 239).

Yönetişim, bu anlamda devletin kendisinin iş yapması yerine, işlerin devlet tarafın-

dan yaptırılması ile açıklanabilir. Bu anlamda bakıldığında devlete düzenleyici roller verilmektedir. Ülkemizde BDDK, SPK, Enerji Piyasası Kurulu gibi kamusal üst kurullar yönetişimle ilgili olarak örneklendirilebilir. Yönetişim ilk kez Afrika ülkele- rindeki siyasi otoritenin kaynak dağılımındaki bozucu etkilerinin giderilmesine yö- nelik biçimde uygulanmıştır.1993 Washington Uzlaşısı ile açık ekonomi, özelleş- tirme faaliyetlerinin hızlandırılması, daha çok serbest piyasa ekonomisi gündeme getirilmiş ve 1995 Dünya Bankası Yıllık Raporu’nda Devletin Değişim ve Dönü- şümü konulu bir rapor hazırlanmıştır. Örneğin Türkiye’nin tam üye olmayı hedefle- diği Avrupa Birliği (AB), yeni üye olacak ülkelere yönelik getirdiği Kopenhag Kri- terleri üç ana başlığı içerir. Temel Hak ve Özgürlükler, Avrupa Müktesebatına Uyum ve İşleyen Bir Piyasa Ekonomisi. Bütün bunlardan amaç piyasa ekonomisini etkin kılabilmek, ekonomik ve sosyal alanlardaki faaliyetleri bürokratik ve siyasi mekanizmaların üzerinde bir oluşumla gözetleme ve denetleme işlevlerini yerine getirmektir. Diğer taraftan;

— demokratik anlayışın gelişimi ile temsili yönetim anlayışı yerine katılımcı demokrasi hedefi,

— klasik kalkınma anlayışındaki merkezi otorite ve bağlı kurumlarının rolleri ye- rine, sürdürülebilir kalkınmadaki merkezi otoritenin yanı sıra yerel ve bölgesel otoriteler ile sivil toplum kuruluşlarının ve özel sektör kuruluşlarının toplumsal süreçlere daha aktif katılımı aslında yönetişim anlayışının temel unsurlarıdır. Genellikle new-neo klasik düşüncenin ve kültürün getirdiği bir kavram olarak ifade edilen yönetişimde kilit kavram iktisadi, politik ve sosyal süreçlere katılım olarak kendini göstermektedir. Katılım ise, özellikle özgür bireylerin oluşturduğu sivil toplum kuruluşları ve firmalar aracılığıyla gerçekleştirilir. Örneğin sosyal sorumlu- luk projeleri bu anlamda değerlendirilebilir. Çünkü kamunun sunduğu mal ve hiz- metlerde yaşanılan problemler, ki bunlar eş dost kayırmacılığı, rüşvet, irtikâp, oy avcılığı gibi biçimlerde ortaya çıkmaktadır, kaynak dağılımının etkinliğini bozmak- tadır. Sözü edilen problemlerden kaynaklanan kamu hizmetlerindeki yetersizlikler ve boşluklar sivil toplum kuruluşları ya da özel sektör kuruluşlarının sosyal sorum- luluk projeleri ile doldurulmaya çalışılmaktadır. Böylece devletin rolü de değiş- mektedir. Aslında değişen sadece devletin rolü değil, temel yaşam paradigmalarıdır. Bireyin özgürlüğü altında özellikle ekonomi ve siyaset alanında yaşanılan bu değiş- meleri şu başlıklar altında görmek mümkündür (Tekeli, 1999: 244):

1-Sanayi toplumundan bilgi toplumuna dönüşüm, 2-Fordist üretimden esnek üretime geçiş,

3-Ulus devletler dünyasından küreselleşmiş dünyaya geçiş ve 4-Modernist düşünceden post-modernist düşünceye geçiş.

Bütün bu açıklamaların ışığında şu tespiti yapmak mümkündür: Genelde toplumsal yaşamda, özelde de işletmelerde yönetici, sermayedar, girişimci ve patron gibi kav- ramların ayrımlaşması ve netleşmesi şeklindeki gelişmeler ile kamuda devletin rolü- nün tartışmaya açılması gelişmeleri yaşanmakla birlikte, aradan sivil toplum kuru- luşları güçlenerek çıkmıştır. Drucker, 21.yüzyılda en büyük gelişmenin sivil toplum

gereksinim duyulan, sistematik, ilkeli ve teoriye dayalı yönetim sonuçlarının çok kısa sürede alınabileceği bir sektör olacağını belirtir. Dolayısıyla yönetim anlayışın- daki gelişmeleri bu süreçte değerlendirmek gerekir. Küreselleşme sürecinde, toplam kalite, yalınlık, güçlendirme, dış kaynaklardan yararlanma, kıyaslama, liderlik, mentorluk, koçluk, küçülme, şebeke organizasyonları, müşteri tatmini, mükemmel- lik, öğrenen organizasyon, sıfır hiyerarşi, paylaşma ve ekip çalışması, kademe azaltması gibi kavramlarla yönetim paradigması çok hızlı bir şekilde değişmektedir (Koçel,2003). Kamu kurum ve kuruluşları da benzer yönetim unsurlarını içselleştir- meye çalışmakta ve bizzat yönetim uygulamalarına dahil etmektedirler. Örneğin, Türkiye’de ilk kez İzmir Valiliği bağlı kurum ve kuruluşlarında kalite ve mükem- mellik çalışmalarını yoğun biçimde sürdürmektedir. Diğer taraftan İzmir Valiliğinin sahip olduğu “Toplam Kalite Belgesi” ile yukarıda ifade edilen mükemmellik ve kalite çalışmaları diğer valiliklere de örnek olmaktadır.

Aslında bütün bu süreçlerde değişen yönetim bakışından başka bir şey değildir. Yönetici ister özel, isterse kamu ya da sivil toplum kuruluşu şeklinde bir organizas- yonda bulunsun, yönettiği organizasyonda bir ilişki ağı (network) geliştirmek zorun- dadır. Yönetimde çok kritik bir kavram olan network, bir anda yapılıp sonlandırılma biçiminde algılanmamalı, aksine süreklilik kazandırılan bir şey olarak algılanmalı- dır. İlişkiler ağını kurup, bunu harekete geçirecek birey olarak öne çıkan yönetici birtakım temel yetkinlikleri kendisinde barındırmalıdır. Bunlar beş unsur altında görülebilir (Keçecioğlu,2008): Yönetici;

1-Güven ilişkisi oluşturmalıdır. 2-Liderlik özellikleri sergilemelidir. 3-İletişim ve sosyal ilişkileri kurmalıdır. 4-Riski üstlenmelidir.

5-Gelişim ve değişim için ortam hazırlamalıdır. Sayılan bu yetkinliklere sahip yönetici; ---kavramsal beceri,

---teknik beceri ve

---insan ilişkileri becerisi gibi unsurlarla karşımıza çıkmaktadır (Demir,2008). Bu becerilere sahip birey, ufku değil, ufkun ötesini görebilen ve kendini geliştirmiş bir bireydir. Örneğin, üst düzey bir yönetim görevine atanan kişi kavramsal ve ilişki becerileri yardımıyla başarılı olabilir. Teknik beceri bazı durumlarda daha alt bir unsur olabilir. Bilgi, iletişim ve teknoloji alanındaki gelişmeler yeni yönetim bakış- larını beraberinde getirirken, yöneticinin organizasyonda otorite ve yetkiyi paylaşma biçimi ile otoriteyi kazanma biçimi yönetim anlayışının geleceğini belirlemektedir. Bu sürecin kilit rolü, yönetenden veya yönettiğini zannedenden ziyade işi yapanda düğümlenecektir. Dolayısıyla yöneticinin başarısı büyük ölçüde işi yapanın başarı- sına bağlı olacaktır. Bu açıdan bakıldığında da çalışanın güçlendirilmesine dayalı yönetim modeli günümüzün ve geleceğin temel paradigması olacaktır. O halde çalı- şanın başarısının uyarılması ve geliştirilmesinde önemli roller üstlenen yönetici ve lider kavramlarına kısaca değinmekte yarar vardır.