• Sonuç bulunamadı

ÇAĞDAŞ BİLİMLE UYUMLU BÜTÜNSEL BİR DEĞERLER SİSTEMİ: ÇEVRE VE BARIŞ

Çeşitli tezahürler karşısında hemen herkes öyle yahut böyle bir "tepki" verir. Tepki- ler en önce "bireyseldir". "Birbirine benzer tepkiler", eğer örgütlenebilirse, "toplum-

sal bir tepki" oluşturur.

Toplumsal tepki eğer bir "ideolojiyle" yoğrulabilirse, kurumsallaşabilir. İdeoloji (fikriyat), ne kadar "bütünsel" ise, o kadar "kalıcı" olabiliyor.

Farkındasınızdır; bir ideolojinin "bütünsel" olabilmesi için "evrensel" denebilecek bir "akılcılıkta" olması gerekmiyor.

Bunun çok örneği var. Ateşe yahut puta tapanların, ya da bunların nice benzerleri- nin, muhakkak bir fikriyatları vardı. Kendi bilgileri ve yeteneklerine göre (bizim için

tutarlılık ve doyurucu bir anlamdan yoksun olsa da), belki "sakat" ama bir "bakış açıları" vardı; inaçlarının ise, yarım yamalak, eğri büğrü eklemleriyle olsun, ama

muhakkak bir "bütünselliği" de vardı.

"Bütünsellik" sözcüğünü burada, sorulabilecek her bir soruya, bize göre, ister "akılcı" ister "saçma", nasıl olursa olsun, bir "cevap bulma yahut uydurma karakte- rini" betimlemek üzere kullandığıma, dikkat ediyorsunuzdur.

Bütünsellik", galiba bu amaçla seçilebilecek en iyi bir sözcük değil. İsterseniz "bü- tüncülük" de diyebiliriz.

Bir Ideoloji Akılcı ve Bütünsel Olduğu Ölçüde Kalıcı Olabiliyor!..

Düşünceyi belirginleştirmek üzere belirteyim; örneğin hemen bütün dinler; "anlatım

motifleri", "sembolleri", nihayet "inanç sistemleri" itibariyle "bütüncüdürler". Din-

ler, çünkü bir defa herşeye, ama doğru ama yanlış, üstelik bir "süreklilik" ve "son-

suzluk" içinde "belli bir anlam" biçmektedirler.

"Bütüncülük" ayrıca pek tabii, dediğim gibi, "uyduruk" da olabilir, olmaya da bilir.

Bir "ideoloji" hiç "aklıcı" olmadan (kendince) "bütüncü" olabileceği gibi, "bütüncü" olmadan "akılcı" da olabiliyor.

Bu yazıda dinleri çok deşmeyeyim ama; bence işte örneğin "ateşperestlik", (bize göre) hiç "akılcı" olmasa da, kendi bakış açısıyla, zıplamalı, yamrı yumru, yamuk yumuk, her neyse, "ilkel" ama "bütüncü" bir inanç sistemini işaret ediyor. Bu sis- temde çünkü herşey,"ateşe" raptediliyor!

Bakın öte yandan, "Marksizm" bence (hiç kuşkusuz eleştiriye açık tutulacak olarak), gayet "akılcı" ama, mesela önceki dinsel inanç sistemleri itibariyle "bütüncü" olma-

"manevi" (manaya ait), ya da (daha iyi bir deyişle) "uhrevi" (ölüm sonrasına ait) bir

anlam biçmemekte, zaten de biçmeyi öngörmemektedir. Ama böyle olunca, Mark- sist felsefenin kapsam çizgisi, pratikçe yaşamla sınırlı kalmakta, bir bakıma bu çiz- ginin öncesini de, sonrasını da hemen tamamiyle boşlamakatadır.

Başka bir açıdansa Marksizm, "diyalektik maddecilik" boyutunu açmış olmakla birlikte, daha sonraları geliştirilen Kuvantum Mekaniği yahut (Einstein'ın) Görecelik

Kuramı, bu arada özellikle de, gayet hızlı gelişen Kozmoloji (Evren Davranışbilim) Kuramları gibi, çağdaş doğabilimsel kavrayış yöntemlerini de, haliyle, skopuna

alabiliyor ve bunlarla yoğruluyor, değildir.

Marksizm diğer yandan bir analizdir. Gayet derin, soyut, siyasi bir analiz olmakla

birlikte, bir sentez, hele siyasi bir sentez hiç değildir.

Müteakip "Leninizm" ve "Sovyet Modeli"; Marksist analize dayalı, siyasi bir sentez- dir.

Söylemek istediğim şu ki Marksist analiz (kuşkusuz tartışılabilir, ama) fevkalade rasyonel (akılcı) bir analiz olmakla beraber, pek muhtemelen Marks'ın büyük ener- jisi ve günündeki bilgi, yine de yetmediği için "bütüncü" ya da " bütünsel", o nisbette de "kalıcı" bir ideoloji olamamıştır.

"Marksist analiz" sömürünün benzersiz bir matemateğidir; bu açıdan daha hala pek

çok "doğruyu" işaret etmektedir. Ayrıca ve aşikar olarak, günümüzde pek çok ilerici hareketin dayanağı olma özelliğini sürdürmektedir. Nedir ki, burada uzun uzadıya tartışamayacağımız şablonlarıyla, kanımca, pek çok akademik onarım ihtiyacına duçar olarak, çağın gerisine düşmüştür.

Bir ideoloji "akılcı" ve "bütünsel" olabildiği ölçüde daha da "kalıcı" olabiliyor. İşte esas söylemek istediğim bu.

"Çevreci haraketi", örneğin, nasıl bir "bütünsel tabana" oturtacağız?

Eğer bunu yapamazsanız, hareket ister istemez, çeşitli "somut eylemler" için kitleleri peşine taksa da, yine de kitlesel öteki "siyasi hareketlerle" karşılaştırıldığında, "sö-

nük" kalıyor, zamanla tavsıyor.

Nükleer santrallere tam niye karşı olunuyor?.. Ali Ağa Termik Santrali'ne tam niye karşı çıkıldı?..

Yatağan Termik Santrali'ne karşı tam neden eylem konuldu?..

Gökovalar olmasın diye tam niye feryat edildi, açlık grevleri tam niye yapıldı?..

Tabii ki salt çevre duyarlılığı duygusu ve tepkisiyle yahut ölen, pörsüyen veya kat- ledilmeye girişilen bir çevrenin, içimizde uyandırdığı infialle, eylemler geliştirebilir, hatta istediğimiz yönde, sonuçlar da alabiliriz.

Ne var ki işte dikkat ederseniz, o kadarıyla olay; "dokusu" sağlam sayılacak bir

"ideolojiden" mahrum görünüyor.

Gerçi bu konuda düşünürler, bir çaba sarfetmedi değiller; ülkemizden örnek alırsak, bu açıdan hatrıma örneğin, genç yeşil düşünürlerimizin özellikle "Nükleer santral-

yazıları geliyor (1,2).

Ama bu yeterli değil, sanırım.

Yeşillerin, çevrecilerin; dört başı mamur, bütünsel, deyim yerindeyse bir nevi "din" gibi olacak, gerek "kozmik ve tarihi bir perspektiften" kökler alan, gerekse de

"dünya geneli ve yerel sorunlarla ve özelliklerle" ayrıca yoğrulmuş olacak, bir "dü- şünce sistemine" ihtiyaçları var.

Biliyorum, bu çok zor; hiç düşünülmemiş de değil, ama muhakkak ve mükemmel- leştirilerek ortaya konulmalı.

Buna yoğun bir biçimde çalışmış bir düşünür olmanın ayrıcalığını taşıyor olarak, düşüncemi biraz açmak istiyorum.

Bu yazımda, bilhassa Cumhuriyet Bilim Teknik'te yayınlanmış bir dizi yazımda, keza bir çırpıda sayılamayacak kadar çok, yazı-çizi ve konuşmamda, o arada katıldığım ve bana düşüncelerimi sınama şansını bahşeden panelde, demek istediklerimi, bu arada öğrendiklerimle birlikte, özetleyerek, ortaya "kozmik bir inanç sistemi" koymak istiyorum (3-26).

Bundan evvel yalnız, inançların nasıl oluştuğuna bir göz atmamız gerek.

O arada, bu yazının esas olarak, Ağaçkakan Dergisi’nin, Mayıs-Haziran 1996 sayı- sında yayınlandığını belirtmeliyim (27).

İnanmanın Mekanizmaları

"İnanmanın mekanizmalarını" incelemiş bir psikoloji uzmanı değilim gerçi ama, "inançların nasıl oluştuğu" çok ilgimi çekiyor.

Bunun muhakkak pek çok veçhesi var. Konumuz açısından yalnız en önemlisi (gö-

rebildiğim kadarıyla), her inancın, "inanç sahibinin bilgi dünyası", o arada "ihti- yaçlarıyla" ilinitili olduğudur.

Kısaca hem "bilgilenme sürecimiz" hem de "yaşamımız" boyunca karşı karşıya kal- dığımız "maddi - manevi gereksinmelerimiz", inançlarımızı şekillendiriyor.

Sırf bu nedenle bir defa (düzeysiz maddi menfaatler karşılığında ona buna, bu arada para pula tapanları bir tarafa bırakırsak), "inanç sahiplerine" dönük olarak, fevka- lade saygılı, anlayışlı, hatta müşfik olmamız gerekir.

Örneğin yeryüzünde milyarlarca "samimi dindar" vardır.

Samimi dindarlar arasında, "fanatik" (bağnaz) oldukları için "tehlikeli" olanlar yok mudur?

Olmaz mı hiç? Hem de sürü sepet!

Ne olursa olsun, yine de konumuz açısından, inananları; "inanç mekanizmalarının

akademik şablonlarıyla" ele almamız gerektiğini düşünürüm.

Verilecekse, herhangi bir siyasi mücadele de, eğer, bize yaraşsın isteniyorsa, böylesi bir baza oturtulmalıdır, düşüncesindeyim.

Bu açıdan inanç akımları, bilhassa dinler; muhakkak, siyasal bilimler, devrimler

tarihi, sosyoloji (toplum-bilim), antropoloji (insan-evrim-bilim), sosyal antropoloji

İlahi boyutlarını yargılamayı ya da irdelemeyi konumuzun dışında tutarsak, dinler

bana göre, dönemlerinin, hatta daha sonraki evrelerinin, hemen en siyasi hareketler-

dir; doğuşları itibariyle ise, kuşkusuz, çağlarının en devrimci hareketleridir.

Peygamberler de (dinlerin ilahi boyutunu yargılamayı yine bir tarafa bırakarak devam ediyorum), yeryüzünün kaydettiği en büyük siyasiler ve devrimcilerdir. Peygamberlerin, diğer bir yandan temel sezişleri ve doğrularını dile getirirken, ala-

bildiğine dürüst ve samimi olduklarından, kuşku duymuyorum. (Bunu da hiç bir biçimde ilahi bir bağlamda söylüyor değilim. Ayrıca peygamber olarak bilinen önderlerin de, pekala eleştirilebileceğini ve sorgulanabileceğini düşünüyorum. Zaten bu tavır, anımsanacağı üzere, akademisyen olmanın en temel bir gereğidir.)

Esas şu var ki dinleri ya da dinler içinde gelişen mezhep hareketlerini, “siyasi”, hatta bir nevi “siyasi parti” boyutlarıyla kavrayamazsak, fazla uzağa gidemeyiz. Örneğin Ortadoğu'daki Yahudi-Müslüman, keza Hırıstiyan-Müslüman çatışmasında muhakkak, sosyo-politik ve siyasi ayrışım trendlerini arayıp tanılamamız gerekir.

Benzer biçimde Avrupa'daki, gerek yurttaşlarımızın gerekse de özellikle Kuzey Afrikalıların; ayırımcılık, ırkçılık ve itilip kakılmaya karşı, İslam bazında birbirlerine

sokularak, başörtüsü inadıyla olsun, (özünde tamamen siyasal nitelikli) bir tür

başkaldırı sergilediklerini görmemiz gerekir.

Aynı şekilde, Amerikan zencilerinin, kendilerini, ayırımcılık histerilerinden geri duramayarak horlayan, yurttaşları, beyaz dindaşlarından:

- Alın, böylesi kiliseniz de, böylesi kitabınız da, böylesi Tanrınız da, sizin olsun diye-

rek kopup, Müslüman olduklarını, daha doğrusu bir başka dine sığındıklarını, anla- mamız gerekir.

Burada, bu çok boyutlu konuyu enine boyuna açacak değilim. Yalnız söylemek istediğim şu ki; inaçların, bunun kökenindeki inanç mekanizmalarının, buna da bağlı olarak gelişen kitlesel hareketlerin değerlendirilmesi, pekçoğumuzun kendi şablonlarımızı mutlak sayıp; "abes", "saçma", "gerikafalılık" v.s. diyerek yaptığının tersine, dehşetli zor ve derin bir çaba gerektirmektedir.

Beni, konumuz açısından, öncelikle köklü, bütünsel, kozmik bir inanç sistemi oluş-

turmak, çok ilgilendiriyor.

Böylesi bir inanç sisteminin kitlesel bir harekete dönüşmesi de, ayrıca çok ilgilendi-

riyor.

Bu açıdan, "önceki" ve "ilerici" (bu kavramı birazdan açacağım), diyebileceğimiz inanç sistemlerini, kitlesellikleri ile birlikte benimsememizin, fevkalade önem taşı- dığını, belirtmek isterim.

Diğer bir yandan, herhangi bir inanç sisteminin, ona bağlılık geliştirenlerin bilgi

düzeyleri ve gereksinmeleriyle ilintili olduğunu, kaydetmiştim. Bu açıdan doğrusu,

belli bir bir bilgi donanımında olmadan, öyle bir bilgi donanımıyla sahip olunacak bir inanç dünyasına yönelmenin, bayağı bir ruhsal bozukluk doğurabileceğini anla- mamız yerinde olur.

İnanmak fiilinin bir tatmin ve rahatlama arzusunu sağladığını, öncelikle anımsama-

işlevini yerine getirmiş sayılmalıdır.

Küçük yaşta, iç parçalayan acılarıyla, anneciğini kaybetmiş bir çocuk düşünün. Onun, “cenneti”; hemen oracıkta da, günün birinde “anneciğine kavuşacağını” düşlememesi, mümkün mü?

Ona bu durumda; eğer gerçekten de öyle olduğuna inanıyorsanız, cennetin “uydu-

ruk” bir kavram olduğunu anlatmaya kalkmak, müthiş bir duyarsızlık oluşturmaz

mı?

O açıdan, benim şimdi dikkatinize getireceğim inanç sistemiyle yaşamak, hiç kolay olmayabilecektir.

Dindar, bir parçacık fizikçisi arkadaşım, yıllar önce bana, "öyle bir inançla" nasıl

yaşayabildiğimi, hayretler içinde sormuştu.

O zaman idrak ettim ki, kendimi gerçekten de evrensel karanlıkların uçsuz- bucak- sızlıklarında yapayalnız bir astronot gibi hissediyor, milyarlarca yıllık galaktik sü-

reçleri bir nebzecik olsun duyumsayarak, hemen herşeyi, böyle korkunç sayılabile-

cek, astrofiziksel (yıldız-fiziksel) ve kozmolojik (evren-davranış-bilimsel) bir pers-

pektifte olarak değerlendiriyorum.

O gün bu gündür, karşımdakini belli bir bilgi düzeyinde görmeden, ya da belli bir bilgi düzeyine taşımadan, zinhar, ne bildiklerimden ne de bilgilerim uzantısında neye niçin inadığımdan, bahsetmeme kararı aldım; yine de sanırım, bu konuda ne zaman konuşsam, karşımdakini çoğunlukla karamsar ettim; bu da değilse, sarstım,

şaşkına çevirdim.

Dolayısıyla böyle, yalansız dolansız, vaatsiz fantazisiz, tantanasız, çıplak (natürel) bir inanç sisteminin, görünür bir menzilde kitleselleşmesini bekleyemeyiz.

Şu da var ki, düşüncemde, bir yücelme ve esenlik bulduğumu, önemle kaydetmeli- yim.

Şimdi şu "kozmik inanç sistemimize" gelelim.