• Sonuç bulunamadı

Tarımdan Koparılan Çiftçi

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 176-183)

C. Modern Gıda Sistemi (1980 ve Sonrası)

2. Tarımdan Koparılan Çiftçi

161 geçilmesinden ve tarımsal sektörde faaliyet gösteren kamu varlıklarının ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesinden söz edilmektedir.347

Türkiye tarım politikasının değişmesinde IMF ve DB yanında DTÖ ve AB gibi örgütlerin etkisi de tartışma götürmemektedir. 1995 tarihli DTÖ Tarım Anlaşması da Türkiye’deki tarımsal yapının yeniden yapılandırılmasını sağlayacak şekilde çeşitli düzenlemeler içermektedir. Pazara giriş, ihracat sübvansiyonları ve iç desteklerle ilgili olan bu düzenlemeler çerçevesinde tarımsal ürünler ithalatı üzerinde uygulanmakta olan koruma oranlarının azaltılması, sübvansiyonlu ihracatların gerçekleştirilmesi için bütçeden yapılan harcamaların kısılması ve tarım sektörüne sağlanan desteklerin azaltılması gibi konular hükme bağlanmıştır.348 Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci de tarımsal yapısında ciddi değişimlere neden olan/olacak düzenlemelerle çevrilidir.

Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin yol haritasını ve tam üyeliğin gerçekleşmesi için gereken asgari koşulların neler olduğunu belirten Katılım Ortaklığı Belgelerinde (KOB)349 de benzer hedeflere ulaşılmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu belgelerde özelleştirme sürecinin tamamlanması, yabancı yatırımcılara yönelik sınırlamaların kaldırılması öngörülmekte ve KİT’lerin özelleştirilmesinin sürdürülmesi gibi beklentiler ortaya konmaktadır.350

162 başında, devlet ve devlet kurumlarının etkinliğini kaybetmesi gelmektedir. Ancak modern gıda sistemi sürecinde ortaya çıkan eğilimler bununla sınırlı değildir. Buna ek olarak üretim sisteminde yaşanan değişimden ve bu değişimin üretici üzerindeki etkisinden de söz edilebilir. Geleneksel dönemde çoğunlukla bütün hayatı köyde geçen, geçim odaklı üretim yapan, tarımsal girdilerin temin edilmesi konusunda devlete bağımlı olan, ilkel ziraat usulleri kullanan, kendi tohumunu saklayarak bir sonraki sezon tekrar ekebilen, hayvansal gübreyi evde veya toprakta kullanma konusunda tedirginlikler yaşayan üretici özelliklerinden endüstriyel dönemle birlikte uzaklaşıldığı görülmektedir.

Modern gıda sistemi boyunca (1980 ve sonrası) uygulamaya konan tarımsal politikalar aracılığıyla tarımsal üretim modeli yeniden şekillendirilmiş buna bağlı olarak da üretici profili değişime uğramıştır. Modern dönem üretim modeli geleneksel döneme kıyasla oldukça farklı özelliklere sahiptir. Geleneksel tarımda sıkça karşımıza çıkan yoğunluklu olarak kol gücü ile üstesinden gelinen, ilkel teknolojik araçların kullanıldığı, ürün çeşitliliğine dayanan, sınırlı düzeyde yapay gübre ve zirai mücadele ilacından faydalanılabilen ve ürün-tohum-ürün sürecinin işlediği üretim modelinin endüstriyel tarım uygulamalarında bir karşılığı olduğunu söylemek çok zordur. Öncelikli olarak modern sistemdeki tarımsal faaliyetlerin geleneksel sistemde olduğu gibi basit teknolojik araçlarla gerçekleştirilemeyeceği açıktır. Böyle bir sistem kaçınılmaz olarak çeşitli aşamalarda devreye girecek özel tarım makineleri kullanımını gerektirmektedir. Bunlar ise, en başta büyük traktörler olmak üzere her ürüne özel hasat makineleri, ilaçlama ve ürün işleme makineleri ve hatta uçaklardır.351 Türkiye’de geleneksel dönemdeki traktör sayısı ile modern dönemdeki traktör sayısı karşılaştırıldığında bu durum daha net anlaşılacaktır. Geçiş dönemine en yakın yıllar olan 1948 yılında bile Türkiye’de 1756 adet traktör vardı. 2017 yılına gelindiğinde ise bu sayı katlanarak 1.306.736’ya ulaşmıştır.

Bu oldukça ciddi bir artış anlamına gelmektedir. Yani yeni dönemde üretici ilkel tarımsal

351 Ünal, a.g.y., s. 190.

163 araçlardan büyük oranda vazgeçmeye ve onların yerine daha modern araçları tercih etmeye başlamaktadır.

Modern dönem değişen üretim modeli ile ilgili üzerinde durulması gereken ikinci konu, geleneksel dönem içerisinde yaygın olarak kullanılan karma ekim tarzına bu dönemde rastlama olasılığının düşük olmasıdır. Modern gıda sistemi sürecinin temel belirleyicilerinden birisi, ekilen ürünler açısından tekdüzeliğin hâkim olmasıdır. Bu dönemde geniş alanlarda yıllarca tek bir çeşit tarım ürünü ekilmesine (monokültür) dayanan üretim tarzı kullanılmaktadır. Başka bir ifadeyle, 1980 sonrası süreçte karma ekim yöntemi terk edilerek yerine mono ekim yöntemi tercih edilmektedir. Çoğunlukla modern çeşitlere öncelik verilen bu üretim tarzının ise bazı olumsuz sonuçları olmaktadır.

Bu olumsuz sonuçlardan en dikkat çekeni yerel çeşitlerin azalması ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasıdır. Bir örnek vermek gerekirse, Anadolu topraklarında binlerce yıldır ekilen yerel buğday çeşitleri endüstriyel tarım uygulamalarıyla birlikte kaybolmaktadır. Türkiye’nin buğday çeşitliliğinin tehlike altında olduğu gösteren pek çok çalışma vardır.

WWF tarafından hazırlanan Buğday Atlası Projesi bunlardan birisidir. Bu çalışmaya göre, verimliliği yüksek olan modern çeşitlerin kullanımının yaygınlaşmasından sonra yerel buğday çeşidi ekim alanları büyük bir hızla azalmaktadır.

Proje’de yerel çeşitlerden olan Siyez buğdayı üzerinde durulmaktadır. Buna göre, ülkemizde Siyez buğdayı üretiminin Kastamonu ilinin bazı dağlık bölgelerinde ve çok az sayıda üretici tarafından yapıldığı belirtilmektedir. Kastamonu genelinde üretilen toplam buğday 160.760 ton olmakla birlikte bunun yalnızca 3.500 tonu Siyez buğdayıdır.352 Türkiye’deki geleneksel buğday türlerinin analiz edildiği FAO araştırmasında da benzer sonuçlara ulaşılmaktadır. Bu çalışmaya göre, modern buğday çeşitleri üretim sürecine dâhil edildikçe yerel buğday çeşitleri azalmaktadır. Öyle ki raporda yer alan araştırmalar

352 WWF, Türkiye’nin Buğday Atlası, İstanbul, Oluşur Basım Hizmetleri A.Ş, 2016, s. 53.

164 Balıkesir’de son 75 yılda yerel buğday ırkı sayısının 37’den 7’ye düştüğünü göstermektedir.353 Bu iki örnek çözümlemeden de anlaşılacağı gibi pazarda modern çeşitler egemen oldukça genetik çeşitlilik kaybı kolaylaşmaktadır.

Modern gıda sistemi üretim tarzının geleneksel ve geçiş dönemi gıda sistemlerinden farklı olan üçüncü unsuru, üretim için önemli bir faktör olan tohumun bu dönemde metalaştırılmış bir madde olmasından kaynaklanmaktadır. Bu ise iki yolla sağlanmaktadır. Bir taraftan, ürün-tohum-ürün süreci kırılarak üreticinin hasat ettiği üründen tekrar tohum elde etmesi önlenmektedir. Diğer taraftan ise, tohumların sertifikalandırılmasına dayanan bir sistemle üreticinin bu sertifikalı tohumları kullanmaya mecbur hale getirilmesidir. Sırasıyla bu iki yöntemi detaylandıracak olursak endüstriyel tarım uygulamalarıyla hayata geçirilen üretim tarzı ve bu üretim tarzının üretici üzerindeki etkisini daha net ortaya koyabiliriz. Hatırlanacağı gibi, 1980 öncesinde üreticiler hasat ettikleri ürünlerden bir kısmını bir sonraki sene kullanabilmek için tohum olarak ayırabilmekteydi. Ekim zamanı geldiğinde de bu tohumları çıkartmakta ve tarlaya ekmekteydi. Modern sistemle birlikte bu zincir kırılmaktadır. Bu durumun kolaylaştırıcısı olarak 2006 yılında çıkartılan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’nu örnek olarak verebiliriz. Bu yasanın “Tohumluk Üretimi ve Ticareti” başlığını taşıyan 5. ve 7.

maddelerinde yurt içinde sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine ve ticaretine izin verileceği düzenlenmektedir. Ayrıca kanunun Ceza Hükümleri’ni düzenleyen 12. Maddesinde Bakanlıktan yetki almadan tohum yetiştiren, işleyen, satışa hazırlayan, dağıtan, satan kişi veya kuruluşlara idari para cezası verileceği de hükme bağlanmaktadır.354 Yani bu kanunla çiftçinin kendi tohumunu yetiştirme ve bunu pazarlarda satma hakkı elinden alınmaktadır diyebiliriz.

353 FAO, Wheat Landraces in Farmer’s Fields in Turkey: National Survey, Collection and Conservation, 2009-2014, Rome, 2015, s. 56.

354 Resmi Gazete, Tohumculuk Kanunu, (8 Kasım 2006), Sayı 26340, 5-7-12. Madde.

165 Üreticinin tohumluk ayırma hakkını ortadan kaldırmanın ve tohumu bir meta haline getirmenin diğer yolu, tohumun sertifikalandırılmasına yönelik atılan adımlardır.

Bu sisteme göre gerekli şartlara uygun olarak tohumlarını tescil ettirenler o tohumların üretim ve pazarlama süreçlerinde hak sahibi olmaktadır. Tohum üreticinin kendi atası tarafından kuşaklardır uyguladığı ıslah çalışması sonucunda elde edilmiş olsa bile böyle bir sistem içerisinde bunun önemi yoktur. Önemli olan tohumu kimin tescil ettirdiğidir.

Üretici bu tohumu kullanmak istediğinde tescil sahibinden ücretini ödeyerek satın almak zorunda kalmaktadır. Böylece tohum üzerindeki üretici denetimi yerini tohumun tescilini yaptıranların denetimine bırakmaktadır. Yani, tarımsal üretimin en temel ve en eski yöntemlerinden olan kendi ürününden gelecek yıl için tohumluk ayırma geleneği ve hakkı bu şekilde tümüyle ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.355

Modern dönemde tarımsal üretimin daha fazla gübre ve zirai ilaç kullanılarak yapılması, bu dönemi diğer dönemlerden ayırt edici dördüncü unsurdur. Bu üretim tarzında tohum toprağa saçıldıktan sonra kimyasal gübre kullanımı gerekli hale gelmektedir. 1963 yılında 869.000 ton olan toplam kimyasal gübre tüketiminin 2017 yılına gelindiğinde 26.442.000 tona ulaşması endüstriyel üretim modelinin kimyasal gübre kullanımına dayandığını göstermektedir diyebiliriz. Kullanılan bu gübreler ise hem toprağın yapısını bozmakta hem de aynı verimin alınabilmesi için ileriki yıllarda toprağa daha fazla gübre saçılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Her sene bir önceki seneden daha fazla kimyasal gübre kullanımı yabancı otların da artmasına sebep olmaktadır. Üreticiler bu sefer de yabancı otların üstesinden gelebilmek için zirai mücadele ilaçlarından yararlanmaya başlamaktadır. Daha fazla ilaç kullanıldıkça otlar ve böcekler ilaçlara bağışıklık kazanmakta ve bu kez de ilaçların miktarı ve dozu arttırılmaktadır. Başka bir

355 Aysu, Küreselleşme ve Tarım Politikaları: DTÖ, IMF ve DB’nın Türkiye Tarımı’na Etkileri, s.

104.

166 ifadeyle, modern gıda sistemi üretim sürecinin bir kısır döngü içerisinde işlediğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Endüstriyel sistemde uygulanan üretim modeli kadar üretim yapılan arazi de hem üretimin verimliliği hem de üreticilerin geleceği açısından oldukça önemli bir faktördür.

Daha önceki bölümlerde geçiş dönemi sürecine girilmesiyle birlikte teknolojik ilerlemelerin de etkisiyle ekilemeyen toprakların ekime açılmaya başladığını ve hatta 1956 yılında bu sınırın çoktan aşıldığını belirtmiştik. Yeni dönemle birlikte bu sınır aşma durumunun da ötesine geçilerek tarım alanları amaç dışı kullanılmaya başlanmaktadır.

Ziraat Mühendisleri Odası Raporu bu durumu şöyle özetlemektedir: 1977-1997 yılları arasında 450.000 hektar alan tarım dışı amaçlarla kullanılmış ve Türkiye dünyada toprak rezervi kalmayan 19 ülkeden birisi haline gelmiştir.356 Türkiye’de kişi başına düşen tarım arazisi de yıllar itibariyle şöyledir: 1934 yılında 7,4, 1960’da 9,5, 1990’da 4,9 dönümdür.357

Bu eğilim 2000’li yıllarla birlikte de artarak devam etmektedir. 100 bin hektar tarım alanı üzerinde inşa edilen Cargill tesisinin çıkartılan Toprak Koruma Yasası ile affedilmesi, TİGEM’in verimli arazilerinin “Kültür ve Turizm, Koruma ve Gelişim Bölgesi” ilan edilerek yapılaşmaya açılmak istenmesi, Altınova’nın verimli tarım topraklarının tersane yapımı amacıyla kullanılmak istenmesi gibi örnekler358 endüstriyel sistemde tarım arazilerine yönelik tehdidin yıllar itibariyle daha da yoğunlaştığını göstermektedir. Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Özden Güngör’ün 1989 yılından 2015 yılı sonlarına kadar tarım topraklarının amaç dışı kullanımını talep eden yaklaşık 115 bin başvuru olduğu ve bu başvuruların 1.7 milyon hektarlık kısmı için izin

356 “Ova Yine Öncü Olur, Yeter ki Tarım Politikası Yerine Otursun,” Cumhuriyet Tarım/Hayvancılık, 12.07.2005.

357 Oya Köymen, Kapitalizm ve Köylülük: Ağalar, Üretenler, Patronlar, İstanbul, Yordam Kitap Yayınevi, 2008, s. 152.

358 Tarım alanlarının amaç dışı kullanımına yönelik örnekler için bkz: TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, Tarım ve Mühendislik Dergisi, Sayı 73-74, 2005.

167 verilmezken 2.6 milyon hektar tarım arazisinin amaç dışı kullanımına izin verildiği iddiası da bu bağlamda oldukça dikkat çekicidir.359

1980 yılından sonra tarım sektöründe uygulamaya konan politikaların üretim modelini değiştirmesi beraberinde bu modelin işleyişine bağlı olarak hayata tutunmaya çalışan üretici gruplarını da etkilemiştir. Üretici devamlı olarak daha geniş alanlarda daha az çeşidi daha kitlesel olarak üretmeye mecbur kalmaktadır. Ürün miktarı başlangıçta artsa da ürün çeşitliliği zamanla azalmaktadır. Üretici belli çeşitleri dönüp dönüp ekmek zorundadır. Bir de buna hibrit tohumlar kullanma zorunluluğu eklenince üretici için durum daha da zor hale gelmektedir. Hibrit tohumların kısırlaştırılması nedeniyle çiftçi her sene yeniden tohum almak zorunda kalmaktadır.360 Cumhuriyet döneminin üreten üretici modeli değişerek tüketen üretici modeline geçilmiş olmaktadır. Üreticiler tarımsal üretimin önemli girdileri olan tohum, gübre, zirai mücadele ilaçları gibi girdilerin tüketicisi haline gelmektedir. Söz konusu bu girdilerin fiyatları zamanla artınca ve buna ucuz tarım ürünleri ithalatı eklenince zaten küçük ve hatta orta ölçekli toprakları olan üreticiler bu koşullar altında rekabet edebilmek bir yana ayakta bile kalamamaktadır.361 Bunun sonucu olarak da kendilerini ve yakın çevrelerini yüzlerce yıldır besleyen üreticiler üretim sürecinden kopmakta ve tarımsal istihdam oranı düşmektedir.

Korkut Boratav’ın istihdam ve üretim hareketlerini ortaya koyan çalışmasına bakıldığında, 1980-1999 yılları arasında bazı dalgalanmalar olmakla birlikte fazla bir değişim olmadığı görülmektedir. 2000-2008 yılları arasında ise Türkiye tarımında dramatik bir istihdam aşınmasının meydana geldiği görülmektedir. İki tarih arasında 3 milyonu aşkın insan tarımsal üretimden kopmuştur. Bu ise %40’a yaklaşan gerileme

359 Yusuf Başbuğ, “27 Yılda 4 Milyon Hektar Tarım Arazisi Yok Edildi,” Milliyet Gazetesi, 04.01.2017.

360 Ünal, a.g.y., s. 113-114.

361 Oya Köymen, “Kapitalizm ve Köylülük: Ağalar-Üretenler-Patronlar,” Mülkiye Dergisi, Cilt 33, Sayı 262, 2009, s. 31.

168 anlamına gelmektedir.362 Bunun sonucunda da üreticiler kırı terk ederek kent ve kasabalara göç etmektedir.

Buraya kadar ele alınanlarla ilgili genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, modern gıda sistemi sürecinde üretim modelinin değişime uğradığına ilişkin olarak teknolojik araçların sayısındaki artışı, belirli bir bitki türünün tekrar tekrar ekilmesini, ürün-tohum-ürün sürecinin kırılmasını, daha fazla kimyasal gübre ve zirai mücadele ilacı kullanılmasını ve tarım alanlarının amaç dışı kullanımını ele almak mümkündür. Söz konusu bu yeni üretim yapısının üreticileri etkilemeyeceğini düşünmek olanaksızdır.

Üreticiler ürettikleri ürünleri alım garantisi veren bir aktörün koruyucu politikalarından da mahrum kalınca üretim sürecinden çekilmekte ve kentlere doğru göç etmektedir. Bu üreticilerin yerini ise yeni sistemle birlikte tarım şirketleri ve küresel tarım holdingleri almaktadır.

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 176-183)