• Sonuç bulunamadı

Üreten Çiftçi

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 126-131)

A. Geleneksel Gıda Sistemi (1923-1950) 206

3. Üreten Çiftçi

111 mahsulü üç şekilde değerlendirdiği görülmektedir. Birinci ve öncelikli amacı, mahsulün büyük bir kısmını kendi tüketimi için ayırmak ikinci amacı, kendi tüketiminden artan bir kısmı kendisinde bulunmayıp başkalarının elinde bulunan ürünlerle değiştirmek, üçüncü ve son amacı ise, artanını da pazarda paraya dönüştürerek borçlarının bir kısmını kapatmak ve diğer ihtiyaçları için kullanmaktır. Dikkat edilecek olursa köylü ister kendi toprağını eksin ister başkasının toprağında kiracı ya da yarıcı olarak çalışsın köylünün öncelikli amacı kendi geçimini sağlamaktır. Pazar için üretimin bu dönem koşullarında hayata tutunmaya çalışan köylüler için oldukça zor bir durum olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü söz konusu yıllarda (yaşanan ekonomik buhranın da etkisiyle) tarımdan öncelikli olarak milli beslenmeyi sağlaması beklenmekte ve bu, devletçilik söylemi içerisinde kendimize yeten ziraat şeklinde formüle edilmekteydi.235

112 Sayımı verilerine göre o tarihte ülkemizde 1.751.239 çiftçi ailesinin mevcut olduğunu ve çiftçilerin tüm nüfusa oranının %67,7’ye ulaştığını görmekteyiz.236

Sayıları 2 milyona yaklaşan bu köylü aileler söz konusu dönem içerisinde üretimlerini şu şekilde gerçekleştirmektedir; öncelikli olarak üretime başlamak için ihtiyaç duydukları sermayeyi, tohumu ve gübreyi temin etmektedir. Bu girdileri ise, kendilerinin aidat ödeyerek ortak oldukları Tarım Kredi Kooperatifleri, Türkiye Zirai Donanım Kurumu ve T.C. Ziraat Bankası gibi kurumlardan temin etmektedir. Bankadan aldığı nakit para ile toprağını işlemekte, kooperatiften aldığı tohumu toprağa atmakta ve yine kooperatif veya Türkiye Zirai Donanım Kurumu aracılığıyla elde ettiği gübreyi toprağa dökmektedir.237 Ancak burada altı çizilmesi gereken konu, çiftçilerin ekim yapabilmek için bu kurumlardan tohum ve gübre alma mecburiyetinde olmamasıdır.

Böyle bir seçenekleri olmakla birlikte çiftçiler kendi tohumlarını ve gübrelerini kullanabilme özgürlüğüne de sahiptir. Çiftçiler hazırladıkları toprağa geçen yılın mahsulü içinden kendi tercihlerine bağlı olarak seçtikleri tohumları da ekebilmektedir. Başka bir ifadeyle, bu dönem tarımsal yapı ürün-tohum-ürün zincirine dayanmaktadır diyebiliriz.

Tohum örneğinde olduğu gibi gübre kullanımı konusunda da benzer bir durum geçerlidir. Çiftçiler tamamen geleneksel yöntemlere dayanan ve atalarından öğrendikleri şekilde doğal gübre kullanmaktadır. Suni gübre kullanımına da rastlanmakla birlikte (İstanbul yöresindeki bazı bağ ve bahçelerde, İzmir’de bağ, bahçe ve tütün alanlarında, Bursa ve Samsun’da tütün sahalarında ve Trakya’da şeker pancarında)238 köylünün çoğunluğu doğal gübreden yararlanmaktadır. Çiftçi ailelerin büyük bir kısmının hayvanlarını barındırmak amacıyla inşa ettiği ahırları vardır ve bu ahırlardan çıkarılan gübreler arabalarla tarlalara taşınmaktadır. Hatta hayvanlar yaz dönemi tarlaların

236 DİE, a.g.y.,

237 Aysu, Küreselleşme ve Tarım Politikaları: DTÖ, IMF ve DB’nın Türkiye Tarımı’na Etkileri, s.

207-208.

238 Halit Evliyar, “Memleketimizde Gübre Problemi,” T.C. Tarım Bakanlığı Mecmuası, Sayı 11, 1948, s.

4.

113 üzerinde gezindiği ve o alanlarda yattığı için bu bile bir gübreleme usulü olabilmektedir.239 Bununla birlikte, hiç gübre kullanmadan tarımsal faaliyetlerini sürdüren köylerle de karşılaşılmaktadır. Sözü edilen köylerde kimsede suni gübre satın almaya yetecek kadar para yoktur. Hayvan gübresi de yakacak olarak kullanıldığı için oldukça kıymetlidir ve tarlaya dökülmemektedir.240 Görüleceği gibi, her iki girdi kullanım sürecinde de çiftçiler herhangi bir müdahale, baskı, zorlama veya mecbur kalma durumları olmadan tohumlarını diledikleri kadar ekebilmekte, diledikleri gübreyi kullanabilmekte ve hasat sezonu geldiğinde de bir sonraki dönem için diledikleri kadar tohum ayırabilmektedir.

Köylünün tarımsal faaliyetlerini gerçekleştirmek amacıyla faydalandığı girdiler ve bu girdileri temin etme yöntemleri yanında diğer önemli olan şey, bu faaliyetler sırasında kullandığı teknolojidir. 1923-1950 arası dönemde köylü aileler, çağının oldukça gerisinde ilkel denebilecek koşullar içerisinde üretim yapmaya çalışmaktadır. Tarımsal alet ve araçlar henüz gelişmemiş durumdadır. Toprakların bir çift çeki hayvanı ile işlendiği bu dönemde yoğunluklu olarak karasaban teknolojisi ile üretim yapıldığı görülmektedir. Somutlaştıracak olursak, o dönem yapılan köy monografilerinden örnekler verebiliriz. Hasanoğlan Köyü bunlardan birisidir. Köylü modern ziraat usullerine oldukça yabancıdır. Köyde motor ve makine kullanımı bir yana, en zorunlu tarımsal aletler bile bulunmamaktadır. Türkiye’nin pek çok köyünde olduğu gibi Hasanoğlan’da da tarım aletlerinden birisi olan karasaban diğer aletlerle kıyaslandığında en başta gelmektedir. Bunu döven ve kağnılar takip etmektedir. Pulluk ve at arabası gibi araçların köye girişi ise oldukça yenidir.241

Berkes’in 12 Ankara köyü üzerinde yürüttüğü çalışmasında da benzer bir durum vardır. Köylerin çoğunda zirai alet ve araçlar; karasaban, orak, tırpan, düğen, tırmık, yaba

239 Göknil, a.g.y., s. 315; 344.

240 Mahmut Makal, Bizim Köy, 6. Baskı, İstanbul, Literatür Yayıncılık, 2008, s. 17; Berkes, a.g.y., s. 43.

241 İbrahim Yasa, Hasanoğlan Köyü’nün İçtimaî-İktisadî Yapısı, Ankara, Türkiye ve Orta Doğu Âmme İdaresi Enstitüsü, 1955, s. 98-99.

114 ve belden oluşmaktadır. Bunların büyük bir kısmı ise tahta aletlerdir. Pulluk gibi zirai makineler yalnızca bazı köylerde bulunmaktadır.242 Üretim yapılırken kullanılan teknolojinin geri durumda olduğunu göstermesi bakımından verilebilecek bir başka örnek, Mübeccel Kıray’ın analiz ettiği köylerdir. Kıray Oruçlu, Karacaören, Yunuslu ve Sakızlı köylerini kapsayan araştırmasında köylünün toprağı sürmek için hayvanlardan faydalandığını ve sürüm için yalnızca ahşap araç ve gereçler kullandığını ifade etmektedir.243

Köy monografilerinden de anlaşılacağı üzere dönem içerisinde son derece geri teknoloji kullanılarak üretim yapılmaktadır. Bu geri kalmış teknolojinin de bir sonucu olarak köylü aileler ekilebilir toprakların çok küçük bir kısmını işleyebilmekte ve tarımsal üretim yapılan alan sınırlı kalmaktadır.244 1930’lu yıllarda Türkiye topraklarının

%10,9’unun tarla arazisi, %2,6’sının bağ ve bahçe, %15’nin tarım yapılabilecek yedek arazi, %31,1’nin mera ve çayır, %31,1’nin orman ve çalılık, %27,3’nün tarıma elverişsiz arazi olduğu iddia edilmektedir.245 Buna göre dönem koşulları içerisinde Türkiye’de tarımsal faaliyette bulunulan araziden çok daha fazla arazi vardır ancak bu araziler kullanılamamıştır. Başka bir ifadeyle, geleneksel sistemin hâkim olduğu bu dönemde çiftçiler çeşitli sebeplerden kaynaklı olarak çok dar bir alanda üretim yapmaya mecbur kalmış bunun sonucu olarak da ürettikleri yalnızca kendi tüketimlerine yetecek oranda olmuştur.

Geleneksel tarımda ekim yapılan alanların göreceli olarak küçük olması ve bu alanlarda ürünün hasat edilmesinin ardından genellikle bitki değişiminin yapılmasına

242 Berkes, a.g.y., s. 89.

243 Mübeccel Kıray, “Sosyo-Ekonomik Hayatın Değişen Düzeni: Dört Köyün Monografik Karşılaştırılması,” içinde (ed.) Oya Köymen, 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, 1999, s.153.

244 Cumhuriyet döneminde ekim yapılan alanın küçük olmasının sebebini; sınırlı sayıdaki nüfusa, ulaştırma ve taşımacılık alanlarındaki eksikliklere ve sermaye yetersizliğine dayandıranlar da vardır. Ayrıntılı bilgi için bkz: Tekeli ve İlkin, a.g.y., s. 38; Toprak, a.g.y., s. 32.

245 İlhan Tekeli ve Selim İlkin, Uygulamaya Geçerken Türkiye’de Devletçiliğin Oluşumu, Ankara, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yayınları, 1982, s. 26.

115 bağlı olarak yabani ot baskısı da fazla olmamaktadır. Çoğu zaman çapa ile mücadele yeterlidir.246 Bu nedenle ekilen tohumların bakımı ve hasat zamanına kadar korunması diğer sistemlere kıyasla daha kolaydır. Elbette ki bu durum çiftçilerin hastalık ve haşerelerin belirdiği dönemlerde zirai mücadele ilaçları kullanmadığı anlamına gelmemektedir. Çiftçiler gerektiği zaman kooperatiflerden ve diğer kurumlardan temin ettikleri ilaçları toprağa atabilmektedir. Bununla birlikte, köylü ailelerin toprağı nadasa bırakarak dinlendirme, ürün değiştirerek ekim yapma modelini bilmeleri ve uygulamalarından dolayı çoğu kez böyle bir yönteme ihtiyaç duyulmamaktadır. Başka bir ifadeyle, çiftçiler yoğun tarım yapma zorunda olmadıkları için toprağı sürekli olarak kullanmamakta ve bir kısmını nadasa bırakmaktadır. Dolayısıyla, çiftçi toprakta oluşan humus ve azot gibi eksiklikleri kendi olanakları ile kapatabilmekte ve toprağa aşırı zarar vermekten kaçınmaktadır.247

Ürünün hasat zamanı geldiğinde ise çiftçi hasadını yapmakta, devletin belirlediği taban fiyat üzerinden ya özel sektöre ya da destekleme alımı yapan kamu kuruluşlarından birisine ürününü götürüp satmaktadır. Sattığı üründen elde ettiği kazancı ile öncelikli olarak ekim zamanı T.C. Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerinden aldığı borcunu ödemekte kalan kazancı ile de ailesini geçindirmektedir.248

Yukarıda yer verilen bilgilerden yola çıkarak şunları söyleyebiliriz; geleneksel tarım yöntemlerinin uygulandığı bu dönemde çiftçilerin tarımsal üretimin planlanmasına (hangi tohumun tercih edileceği, bu tohumun ne kadarlık bir alanda kullanılacağı, nerede ve ne zaman hangi ürünlerin yetiştirileceği, hangi gübrelerin kullanılacağı, hangi zirai mücadele ilaçlarından faydalanılacağı) ilişkin konularda mevcut sisteme (modern gıda sistemi) kıyasla daha özgür olduklarını söyleyebiliriz. Şüphesiz ki çiftçilerin tarımsal faaliyetlerde tamamen bağımsız karar verme yetkisine sahip olduklarını söylemek hatalı

246 Ünal, a.g.y., s. 185.

247 A.g.y., s. 162.

248 Aysu, a.g.y., s. 207-208.

116 olacaktır. Çünkü bu dönemde toprağı kendisine yetmediği için kiracı-yarıcı olan çiftçi kesimi ve ağalık sisteminin geçerli olduğu geniş bölgeler vardır. Yani çiftçi açısından üretimde karar verme yetkisine sahip olmak bir yana toprak sahibi ve ağaya bağımlılık gibi durumlar mevcuttur. Başka bir ifadeyle, geleneksel dönemde çiftçilerin karar verme sürecini etkileyen farklı ögeler olduğu için yüzde yüz bir bağımsızlıktan söz edilemez.

Bununla birlikte bu dönemde çiftçilerin uluslararası şirketlerin ürünlerine bağımlılıklarından da bahsedilmez. Geleneksel dönemde çiftçinin ürün-tohum-ürün zincirini uygulayabilme olanağından kaynaklı olarak modern sisteme kıyasla oldukça bağımsız bir aktör olduğu bile söylenebilir.

Çiftçiler hasat sonrasında elde ettikleri ürünlerin bir kısmını bir sonraki yıl toprağa ekmek üzere tohumluk olarak ayırabilmektedir. Ellerindeki yerel tohumlar hem kendi tüketimlerini karşılamak hem de olabildiğince pazara satmak amacıyla kullanılmaktadır.

Modern gıda sisteminde ise, çiftçilerin elinde bulunan yerel tohumlar çeşitli yasal düzenlemelere dayalı olarak toplanmakta, çiftçiler bu tohumları yalnızca kendi tüketimlerini karşılamak amacıyla ekebilmekte ve hasat sonrası elde ettikleri ürünleri pazarlayamamaktadır. Aynı zamanda sözleşmeli üreticilik modeliyle de çiftçinin tarımsal üretim süreçlerini planlaması üzerindeki karar verici konumu, tamamen bağımsız olmasa da, elinden alınarak çiftçiler uluslararası şirketlerin ürünlerini tüketen aktörlere dönüştürülmüştür. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde çiftçilerin kullandığı girdiler ve emek sürecinde yaşanan dönüşüme de ayrıntılı olarak yer verileceği için burada bu kadarıyla yetinilecek ve bir sonraki başlıkta gıdanın üretildiği aşamadan tüketicinin tabağına ulaşana kadar ki süreçte ne tür işlemlerden geçtiği, özetle geleneksel gıda sisteminde tedarik zincirinin nasıl olduğu ele alınacaktır.

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 126-131)