• Sonuç bulunamadı

Şirket-Çiftçi-Şirket-Tüketiciden Oluşan Tedarik Zinciri

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 183-188)

C. Modern Gıda Sistemi (1980 ve Sonrası)

3. Şirket-Çiftçi-Şirket-Tüketiciden Oluşan Tedarik Zinciri

168 anlamına gelmektedir.362 Bunun sonucunda da üreticiler kırı terk ederek kent ve kasabalara göç etmektedir.

Buraya kadar ele alınanlarla ilgili genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, modern gıda sistemi sürecinde üretim modelinin değişime uğradığına ilişkin olarak teknolojik araçların sayısındaki artışı, belirli bir bitki türünün tekrar tekrar ekilmesini, ürün-tohum-ürün sürecinin kırılmasını, daha fazla kimyasal gübre ve zirai mücadele ilacı kullanılmasını ve tarım alanlarının amaç dışı kullanımını ele almak mümkündür. Söz konusu bu yeni üretim yapısının üreticileri etkilemeyeceğini düşünmek olanaksızdır.

Üreticiler ürettikleri ürünleri alım garantisi veren bir aktörün koruyucu politikalarından da mahrum kalınca üretim sürecinden çekilmekte ve kentlere doğru göç etmektedir. Bu üreticilerin yerini ise yeni sistemle birlikte tarım şirketleri ve küresel tarım holdingleri almaktadır.

169 genellikle yabancı ortaklı yerli şirketler bu zincire eklemlenmekte zamanla yerli şirketlerin de zinciri terk etmesiyle tarım sektörü büyük oranda yabancı şirketlerin denetimi altına girmektedir. Başka bir ifadeyle, eskiden kamu-üretici-tüketiciden meydana gelen tedarik zinciri endüstriyel sistemle birlikte yerini şirket-üretici-şirket-tüketiciden oluşan tedarik zincirine bırakmaktadır. En kestirme anlatımıyla bir önceki zincirden devlet halkası koparılmakta, yani devletle üretici arasındaki ilişki yok edilmekte buradan boşalan alanlara şirketler yerleşmekte/yerleştirilmektedir.363 Gıda perakendeciliği alanında yaşanan gelişmeler bu tespiti kanıtlar niteliktedir. Türkiye’de geçmiş dönemlerde (özellikle geleneksel dönemde) gıdanın temin edildiği yerler çoğunlukla bakkallar ve yerel pazarlardı. Üreticinin mahsulünü satmak amacıyla götürdüğü, tüketicinin ise gıda satın almak amacıyla gitti yerler bu mekânlar ile sınırlıydı.

Modern sistemle geleneksel kesimi oluşturan bakkallar yerini organize perakendecilere (hiper, zincir, süpermarket) bırakmaya başlamaktadır. Küresel Tarımsal Bilgi Ağı (GAIN) tarafından hazırlanan rapor, hem gıda perakendeciliği alanında yoğunlaşan modern perakendecileri hem de bu sektördeki yerli şirketlerin üstünlüğünü gözler önüne sermektedir. Rapora göre modern perakendecilerin 2016 yılı satışları 43,385 milyon dolar iken geleneksel perakendecilerin aynı yıl satışlarının 47,159 milyon dolar olduğu belirtilmektedir. Yani modern perakendeciler geleneksel olanlara yetişmiş durumdadır. Buna rağmen Türkiye’de geleneksel perakendeciliğin halen varlığını koruduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yine aynı raporda gıda perakendeciliği alanında hâkim konumda olan ilk 10 şirkete ve bu şirketlerin pazar paylarına da yer verilmektedir. 2017 yılı pazar paylarına göre ilk 10’daki şirketler sırasıyla; Bim (%7,5), A.101 (%4,4), Migros (%4,1), Şok (%3,4), CarrefourSa (%1,3), M-Jet (%0,7), Ekomini (%0,5), Hakmar (%0,4), Onur (%0,3) ve Yunus (%0,2)’tur.364 Bu verilerden yola çıkarak

363 Aysu, Küreselleşme ve Tarım Politikaları: DTÖ, IMF ve DB’nın Türkiye Tarımı’na Etkileri, s.

191.

364 Global Agricultural Information Network (GAIN), Turkish Food Retail Industry, GAIN Report Number: TR8005, 2018, s. 5.

170 Türkiye’de gıda perakendeciliği alanında küresel zincirlerden ziyade yerli zincirlerin daha etkin olduklarını söyleyebiliriz.

Ancak bu durum yabancı şirketlerin Türkiye gıda endüstrisi üzerinde söz sahibi oldukları gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Girdilerin temin edilmesinden üretime, işleme aşamasından pazarlamaya kadar neredeyse bütün süreç yabancı gıda şirketleri, onların taşeronları ve yerli ortaklarının denetimi altında yürütülmektedir. 1954-2005 yılları arasında tarım, ormancılık, avcılık ve balıkçılık faaliyetlerine yönelik olarak toplamda 156 yabancı ortaklı firma mevcut iken bu sayı 2010 yılı itibariyle 409’a yükselmiştir. Buna ek olarak 2005 yılında yalnızca 7 milyon ABD Doları düzeyinde bulunan doğrudan yabancı sermaye girişi on katın üzerinde artarak 2010 yılında 79 milyon ABD Dolarına erişmiştir. Söz konusu bu doğrudan yabancı sermaye yatırımları öncelikli olarak gıda sanayii ve perakendecilik sektörleri üzerinde yoğunlaşmaktadır.365 Gıda sanayiinde yaşanan bu yoğunlaşma ve tekelleşme eğilimleri çoğu zaman şirket birleşmeleri ve satın almalar yoluyla ortaya çıkmaktadır. Gıda sektörünün ortak girişimler ve satın almalarla nasıl şirketlerin kontrolü altına girdiğini birkaç örnek üzerinden detaylandırmak faydalı olacaktır.

Türkiye’nin en iyi makarna markalarından birisi olan Filiz Gıda 1994 yılında ünlü İtalyan makarna markası Barilla ile iş birliği yaparak Barilla Gıda ismini almıştır. 2003 yılı itibariyle de Doğuş Holding hisselerinin tamamını Barilla’ya satmıştır.366 Bir başka örnek olarak sıvıyağ sektörünün lider markalarından birisi olan Yudum’u verebiliriz.

Yudum ilk olarak 1995 yılında Unilever Şirketler Topluluğu’na Unikom unvanı ile dâhil olmuştur. 2008 yılında ise Savola Group’un bünyesine katılmıştır.367 Türkiye’nin en büyük paketli ekmek markası olan UNO da bu kapsamda ele alınabilir. Markanın sahibi

365 Özgür Teoman ve N. Barış Tartıcı, “Türkiye Tarımında Sözleşmeli Üreticilik-Kapitalist Dönüşümde Bir Halka Olabilir Mi?,” Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 30, Sayı 2, 2012, s. 168.

366 “Filiz, Barilla’nın Oldu,” Hürriyet, 11.03.2003.

367 “Kuveytliler Yudum’u Suudilere Sattı,” Hürriyet, 26.11.2007.

171 olan Hasip Gençer 2008 yılında hisselerinin yarısını (%50) Ülker’e satmıştır. 2013 yılında ortaklık yapısı tekrar değişmiş Ülker payını %60’a çıkartmıştır. Diğer ortak Hasip Gençer ise elindeki hisselerin tümünü Vedanta Equity’e devretmiştir. Yani UNO’da Ülker-İspanyol ortaklığı dönemi başlamıştır.368 Bu üç örnekten de anlaşılacağı gibi gıda sektöründe yerli ve yabancı şirket ortaklıkları devam etmekte ve sektör bu aktörler tarafından şekillendirilmektedir.

Yerli ve yabancı şirketlerin gıda sektörünü boyunduruğu altına almak amacıyla kullandığı yöntemler ortaklıklar ve satın almalarla sınırlı değildir. Bunların yanında tarımsal üretimi sözleşmeli üreticilik modeli ile örgütlemeye çalışarak sektördeki üstünlüklerini daha da pekiştirmeye çalışmaktadır. Elbette ki buradan Türkiye tarımında sözleşmeli üreticiliğin ilk kez modern sistemle birlikte uygulandığı gibi bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Türkiye’de ilk 1965 yılında TİGEM ile üreticiler arasında tahıl tohumluğu üretmek üzere sözleşmeli çiftçilik/üreticiliğin başladığı belirtilmektedir.

Ancak bu dönemi modern dönemden farklılaştıran konu sözleşmelerin taraflarıdır.

Geçmişte yapılan sözleşmeli üreticiliklerde taraflardan birisi devlet iken diğeri üreticilerdi.369 Günümüzde ise taraflardan birisi olan devletin yerini şirketlerin aldığı görülmektedir. Devlete kıyasla şirketlerin daha fazla söz sahibi olduğu bu üretim tarzında uygulama aşamasında bazı olumsuz sonuçlar ile karşılaşılmaktadır. Elbette ki bu durum modelin bütün etkilerinin kötü sonuçlar doğurduğu ve/veya doğuracağı anlamına gelmemektedir. Bu tespiti sözleşmeli üreticilik alanında yapılan araştırmalarda da görmek mümkündür.

Bunlardan birisi Erzurum iline bağlı 5 ilçe ve 15 köyde sözleşmeli tavuk yetiştiriciliği yapan ve yapmayanların karşılaştırıldığı çalışmadır. Yapılan analizler sözleşmeli tavuk yetiştiriciliği yapmayan üreticilerin bitkisel ve hayvansal üretim değeri

368 “UNO’da Ülker-İspanyol Ortaklığı Devri,” Hürriyet, 15.11.2013.

369 Abdullah Aysu, “Sözleşmeli Üreticilik/Çiftçilik,” Bianet, 2002.

172 ve sahip olunan hayvan varlığı açısından avantajlı konumda olduklarını göstermektedir.

Gayrisafi Hasıla kriterine göre ise sözleşmeli tavukçuluk yapan üreticiler daha avantajlıdır.370 Bir başka araştırmada da İzmir’in Torbalı ilçesinde sözleşmeli domates üretimi yapan üreticiler ile sözleşmesiz üretim yapanlar çeşitli bileşenler üzerinden karşılaştırılmaktadır. Araştırma bulguları sözleşmeli üretim yapanların masraflarının yapmayanlara oranla daha fazla olduğunu göstermektedir. Sözleşmeli üretim yapan üretici eline geçen domates fiyatının %77,89’unu masraflarına ayırırken sözleşmesiz üretim yapan işletmelerde bu oran %66,10’dur. Dolayısıyla sözleşmesiz üretim yapan işletmelerde domatesten dekara elde edilen brüt kâr, sözleşmeli üretim yapanlara göre daha yüksektir.371

Benzer bir örnek olarak Tokat ilinde 14 köyde 84 sözleşmeli tütün üretici ile görüşmelere dayalı olarak yapılan incelemeyi verebiliriz. Bu çalışmada sözleşmeli tütün üretimi ve bu üretim modelinin üreticiler üzerindeki etkileri çözümlenmeye çalışılmıştır.

Elde edilen bulgular üreticilerin yaklaşık %64,29’unun sözleşmeli üretimden memnun olduklarını ortaya koymaktadır. Kalan %35,71’lik kısım ise bu üretim modelinden memnun değildir. Memnun olmadıklarını belirten üreticilerin en önemli gerekçelerinden birisi itiraz haklarının olmamasıdır. Bunlara ilave olarak araştırmada dikkat çeken bir konu da üreticilerin %69,05’inin sözleşmeleri okumamış olmalarıdır.372 Bahsi geçen bu alan araştırmalarından da anlaşılacağı üzere şirketlere bağımlı olarak yapılan sözleşmeli üretim tarzı üreticiler açısından çift yönlü sonuçlar doğurabilmektedir. Yine de üreticiden yana politikalar ortaya koyan devlet gibi bir aktörün yerini kâr odaklı hareket eden bir başka aktörün (şirketlerin) alması uzun vadede üreticiler açısından ciddi sorunlar

370 Semiha Kızıloğlu, Avni Birinci ve Yavuz Topçu, “Sözleşmeli Tavuk Yetiştiriciliğinin Tarım İşletmelerini Tarımsal Yapılarına Olan Etkisinin Ekonomik Analizi: Erzurum Örneği,” 4. Tarım Ekonomisi Kongresi, 2000, s. 8.

371 Sait Engindeniz, “İzmir’de Sözleşmeli ve Sözleşmesiz Domates Üretiminin Karşılaştırılmalı Ekonomik Analizi,” Alatarım Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, 2008, s. 5-6.

372 Süleyman Alıcı, Güngör Yılmaz ve Ahmet Kınay, “Tokat-Erbaa İlçesinde Sözleşmeli Tütün ( Nicotiana tabacum L.) Tarımı ve Üretici Davranışlarının İrdelenmesi,” Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, Cilt 28, Sayı 1, 2011, s. 55

173 yaratacaktır. Şirketlerin kendi kâr etme politikalarını terk ederek üreticiler lehine karar almalarını beklemek ise anlamsızdır.

Tüm bu bulguları birlikte değerlendirmek gerekirse geleneksel sistemde tedarik zincirine hâkim olan devlet-üretici-tüketici zinciri kırılarak yerine şirket-üretici-şirket-tüketiciden oluşan bir zincir geçmiştir. Bunun anlamı ise girdilerin temin edilmesinden üretime, dağıtımdan pazarlamaya kadar zincirin bütün halkalarının şirketler tarafından kontrol edildiği bir döneme girildiği ve bu dönemde etkin bir devletten söz edilemeyeceği gerçeğidir. Çünkü tarımsal faaliyetler alanında önemli roller üstlenen kamu kurum ve kuruluşları ya özelleştirilmiş ya da kapatılmıştır. Bunlardan boşalan alanları ise yerli ve yabancı şirketler doldurmuştur. Şirketlerin ortaklık kurma, satın alma ve sözleşmeli üreticilik gibi çeşitli mekanizmaları kullanabilme olanakları ise bu süreci onlar açısından oldukça kolaylaştırmaktadır diyebiliriz.

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 183-188)