• Sonuç bulunamadı

Sovyetler Birliği Dönemindeki Halk Hikâyelerinin İçerik Özellikleri

II. BÖLÜM

2. Sovyetler Birliği Dönemindeki Halk Hikâyelerinin İçerik Özellikleri

Bir kalıba bağlı olarak ortaya çıkan aynı gelenekten beslenmenin de getirdiği özelliklerle birbirine benzer yapıların ortaya çıktığı halk hikâyelerinde şekil aynı olsa bile içerik değişmiştir. Hikâyelerin olay örgüsünü belirleyen içeriğin, Sovyetler Birliği döneminde de oldukça zengin olduğu görülmektedir. Sovyetler Birliği’nin etkisi ile oluşturulmuş bu dönemdeki hikâyelerde dikkat çeken en önemli şey, bu hikâyelerin komünizmi yaymak için bir propaganda aracı olarak kullanılmasıdır. Bunun dışında hikâyeler, klasik hikâyelerde olduğu gibi eski yaşantıdan izler taşıyarak eski konular olan aşk ve kahramanlığı da işlemeye devam etmişlerdir. Âşıklar, hikâyelerinde geleneksel mevzuların dışında, kolhoz hayatına, insanların emek ve çalışma

azimlerine, rejimle birlikte gelen yeni hayatı ve sosyalizmi anlatmaya çalışmışlardır (Nebiyev, 2006: 624).

Sovyetler Birliği döneminde oluşturulan halk hikâyelerinin büyük bir kısmının konusunu klasik halk hikâyelerinde olduğu gibi “aşk” oluşturmaktadır. Ferhat ile Şirin gibi Türk coğrafyasının yakından tanıdığı âşıklara ilave olarak Sam Şehzade, Şehzade Behram, Tarlacı Gız ve Hasan Pervane, Soltan ve Gendab gibi yeni kahramanlar da ilave edilerek aşk konusunu işleyen halk hikâyeleri çoğaltılmıştır. Burada yaşanan aşk, klasik halk hikâyelerinde yaşanan aşktan şekil bakımından pek ayrı değildir. Fakat bu aşk hikâyeleri, sonrasında değineceğimiz gibi komünist bir ideolojiyle oluşturulmaya çalışılmıştır.

İçerik bakımından incelendiğinde halk hikâyelerinde işlenen diğer bir konunun da kahramanlık olduğu görünmektedir. Kahramanlık konusunun işlendiği yıllar genellikle İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllardır. Bu yıllarda âşıklar; vatan, vatanseverlik, kahramanlık motiflerini işlemeye başlamışlardır Bütün bu konuların yanında pamukçuların yarışı, Stahanov hareketi3, kolhoz ve sovhoz konularını da işlemeye devam etmişlerdir. Âşıklar, gerek bu yıllarda gerekse savaş sonrasında barış, özgürlük, demokrasi ve Lenin’in fikirlerini işlemeye de devam etmişlerdir. (Nebiyev, 2006: 624-625).

Sovyetler Birliği dönemindeki Azerbaycan’da oluşturulmuş yeni halk hikâyeleri, klasik halk hikâyelerinden daha gerçekçidir. Bu hikâyelerin gerçekçi olmasının en büyük sebebi, bu anlatıları oluşturan âşıkların kendi yaşam öykülerinden fazlasıyla yararlanarak bu anlatıları oluşturmuş olmalarıdır. Soltan ve Gendap, Behmen ve Humay, Tarlacı Gız ve Âşık Hasan Pervane’nin gerçek birer kimliğe sahip olmaları,

3 Stahanov Hareketi: 1935 yılında bir maden işçisi olan öncülüğünde gerçekleşmiş olan üretim ve imalat alanlarına

yayılan Sovyet Sistemine özgü bir iş sürecinin adıdır. 1924’te başlatılan sanayileşme atılımında, belli bir mekanizasyon düzeyine erişildikten sonra, emek verimliliğini yükseltebilmenin salt insana bağlı unsurlarını da harekete geçirmeyi amaçlayan bir harekettir. Bu hareket, işçilerden tek amaçlı makinaları kullanmada yetkinleşmelerini, makine ve üretim hususunda hıza ayak uydurmalarını ve bu sayede her birimin zamana ve gün içindeki makine başına düşen üretimi artırmayı hedeflemiştir. İşçileden her ne sebeple olursa olsun üretimde doğacak olan aksamaları ve üretim açığını kapatmaları da yine hareketin önemli amaçları arasındadır. İşçilerden beklenilen büyük fedakârlıklar, işçilerin daha uzun süre daha fazla işte çalışmalarını gerektirmiştir. Stahanov hareti ile “herkese eşit ücret” fikri de son bularak kim ne kadar çok çalışırsa karşılığını alması sağlanmıştır (Aykut Göker, “Teknolojiye Yetişme Sorunu ve Sovyetler Birliği Deneyimi”, Ankara, MMO Teknoloji Tartışmaları 20 Haziran 1992, http://www.inovasyon.org/html/AYK.Ucleme09.htm).

onların yaşam hikâyelerinden, hayallerinden ve fikirlerinden yola çıkılarak oluşturulması bu halk hikâyelerinin daha gerçekçi olmasını sağlamıştır.

Ehliman Ahundov’un yeni destanlara yer verdiği Azerbaycan Dastanları kitabının beşinci cildinde giriş makalesini kaleme alan İsrafil Abbasov, müellifleri bakımından yeni destanların klasik destanlardan ayrıldığını ifade etmektedir. Ona göre yeni ortaya konan hikâyeleri, diğerlerinden ayıran özellik müelliflerinin bilinmesidir. Abbasov, klasik eserlerin pek çok kişi tarafından bilindiğini ifade ettikten sonra bu eserlerin ününün Gürcüler ve Ermeniler gibi diğer milletlere de ulaştığını onlar tarafından da bu hikâyelerin bilindiğini dile getirmektedir (Ahundov, 1972: 5-6). Buradan hareketle müellifleri bilinen Ahundov’un “Yeni Destanlar” olarak isimlendirdiği anlatıların, mahallî nitelik taşıdığı ve geniş coğrafyalara yayılamadıklarını söyleyebiliriz.

Yeni destanların kahramanları, olağanüstülükten uzak olsalar da kahramanlar, olağanüstü doğumla dünyaya gelmişlerdir. Azerbaycan halk hikâyelerinin çoğunda karşımıza çıkan çocuksuzluk, Sovyetler Birliği döneminin etkisi ile oluşan anlatılarda da görülmektedir. Derviş veya elmayla hamile kalan kadın kahramanların çocuklarının olağanüstü bir biçimde dünyaya gelmeleri sonraki süreçte onların birer kahraman olmasını sağladığı gibi dinleyicinin de dikkatlerinin bu kahramanlara yönelmesini sağlamıştır.

Sovyetler Birliği dönemindeki halk hikâyelerinin, klasik halk hikâyelerinden bir diğer farkı da kahramanların âşıklık yoluna girmeleridir. Sovyetler Birliği döneminde oluşturulmuş metinlerde kahramanların bade içerek birbirlerine âşık olmaları pek fazla karşımıza çıkmamaktadır. Halk hikâyelerindeki bade içerek âşık olmanın yerini yeni destanlarda genellikle çocukluk aşkı veya okulda tanışarak âşık olma gibi çağdaş âşık olma şekilleri almıştır. Hatta okullarda, kolhoz ve sovhozlarda birbirlerini gören âşıklar, Soltan ve Gendap’ta olduğu gibi festivallerde muratlarına ermişlerdir. Bu âşıkların geleneksel düğün törenlerini değil de Sovyet düğün gelenekleriyle bir festivalde evlenmeleri de ayrıca dikkat çekicidir.

Sovyetler Birliği dönemindeki Azerbaycan halk hikâyelerinin iki farklı şekilde sansür edildiği görülür. Bunlardan birincisi eski hikâyelerdeki değerlerin tahrip edilmesi,

ikincisi ise âşıkların yeni oluşturduğu halk hikâyelerinde yeni rejime dair izlerin yerleştirilmesidir. Bizler de çalışmamızda halk hikâyelerindeki temaları işlerken bu ayrımı vermeye çalıştık.

1. 2. 1. İçeriğine Müdahale Edilen Halk Hikâyelerinin Özellikleri

Sovyetler Birliği öncesinde oluşturulmuş halk hikâyeleri rejimin siyasal hedefleri doğrultusunda yeniden düzenlenmiştir. Bu grupta yer alan halk hikâyeleri geleneksel yapıya sahip ve eski konuları işleyen halk hikâyeleridir. Rejim öncesine ait olmasının yanında bu hikâyeler, geleneksel ve kültürel birtakım unsurları da içerisinde barındırmaktadır. Bu sebeple rejimin zararlı gördüğü bu hikâyeler, rejimin isteği doğrultusunda yeniden düzenlenmiştir. Yeniden düzenlenen bu halk hikâyelerini incelerken Sovyetler Birliği öncesinde Azerbaycan’da anlatılan halk hikâyelerine ulaşma hususunda sıkıntı çekildiğinden hikâyeler arasındaki karşılaştırmaları, Türkiye’deki varyantlar üzerinden vermeye çalıştık.

Türk halk hikâyeleri içerisinde önemli bir yere sahip olan Kerem ile Aslı hikâyesi, rejimin folklor politikasından payını alan ilk hikâyelerdendir. 1938 yılına ait Kerem ile Aslı hikâyesiyle Türkiye’deki 1850’li yıllara ait nüsha karşılaştırıldığında, Sovyetler Birliği tarafından gerçekleştirilen tahribat gün yüzüne çıkmaktadır.

Türkiye varyantında karşımıza çıkan dinî ifadeler, Azerbaycan anlatmasında çok fazla kullanılmamıştır. Hemen hemen her şiirde ve olay anlatımlarında geçen “Allah Teâla Hazretleri”, “Allah-ü azümüş’şan”, “Bu ayrılık bize Mevla’dan geldi”, “Kadir Mevla”, “Kadir Allah”, “Hızır Aleyhisselam”, “Hakk”, “Hüda” gibi dinî ifadeler, Türkiye varyantında karşımıza çıkarken Azerbaycan anlatmasında bu ifadelere birkaç kez yer verilmiştir. Fakat bu kullanımlardan biri oldukça dikkat çekicidir. Hikâyenin sonunda yalnızca beddua edilirken Allah’ın adı anılmaktadır (Duymaz, 2001: 255- 288; İsmayılov- Elekberli, 2010a: 5- 123).

İki anlatı arasındaki büyük farklardan birisi de Kerem’in yanına gelen hacıların ve hocaların onun yanından ayrılışıdır. Türkiye varyantında Kerem’in yanındaki hacı ve hocaların ayrılışı şu şekilde anlatılmıştır: “Böyle diyüp bunları Allah’a ısmarlayup

yola revân oldular” (Duymaz, 2001: 261). Azerbaycan varyantında ise karşımıza Allah’a ısmarlama gibi bir durum çıkmamaktadır.

“Türkmen” ve “Türkmen kızı” gibi ifadelere Türkiye varyantında rast gelmemize rağmen Azerbaycan anlatmasında bu tip ifadelerin olmaması hikâyedeki millî tahribatın da bir göstergesidir. Ayrıca Azerbaycan anlatmasında göremeyeceğimiz vatan vurgusu Türkiye anlatmasında gözle görülür derecede belirgindir (Duymaz, 2001: 261- 273).

Kerem’in Azerbaycan varyantında geleneklerden uzak bir âşık gibi göründüğü bir olayla karşılaşmaktayız. Kerem, Aslı’dan ayrılmadan önce Aslı’yı öpmeye çalışsa da Kerem, Aslı’nın izin vermemesi üzerine onu kucaklayarak zorla öper. Aslı’nın “bizi rezil rüsva edeceksin.” sözlerine aldırış etmeyen Kerem, bu hadise karşısında bizlere geleneklerinden uzak bir âşık tipi çizmektedir (İsmayılov- Elekberli, 2010a: 9).

Köroğlu destanı, Sovyetler Birliği yönetimi altındaki hemen hemen her Türk topluluğu tarafından bilinmektedir. Bu sebeple hikâye, rejimin ideolojik yönden kullanabileceği en büyük malzeme olmuştur. Yeniden düzenlenerek okuyuculara ve dinleyicilere ulaştırılan Köroğlu, şekil yönüyle aynı kalmakla birlikte içerisindeki dinî kabul edilebilecek her türlü kelime ve motif yok edilmeye çalışılmıştır. Kahramanlık, yiğitlik denilince ilk akla gelen kişinin Köroğlu olması Sovyet Rusya’nın kahramanlık konulu destanları oluşturmasında bu eserden yararlanmasında büyük bir rol oynamıştır. Sovyet Rusya, zaten âşıkların baştan sona bildikleri bu anlatıyı yeniden inşa etmiştir. Fakat bunu yaparken de bu metnin kültürel, geleneksel, millî ve dinî bütün değerlerini ya tahrip etmiş ya da tamamen yok etmiştir. Halkın iyi bildiği metni değiştirmek tepkilere yol açacağı için değişiklik yine de geniş kapsamlı yapılmamıştır.

Eski Köroğlu anlatmalarında ve el yazmalarında Ruşen’in padişahla ilk kez karşılaştığı bölümde, “Allah’ın yardımıyla ecel fırsat verirse senden babamın intikamını alacağım.” şeklinde padişaha gözdağı verdiği görülmektedir. Fakat bu ifadeler Sovyetler Birliği döneminde oluşturulan Köroğlu anlatılarında yer almamıştır. Sade bir biçimde, “Allah” kelimesi alınarak destan kahramanı Ruşen, konuşturulmuştur (Akman, 2008a: 232).

Köroğlu’nun macerasının anlatıldığı metnin ilerleyen kısmında Deli Hasan’ın Köroğlu ile savaşı anlatılırken Deli Hasan, kendisini kim yenerse ona kulluk edeceğine dair Allah’a ant içmektedir. Fakat bu bölüm Sovyet yönetimi altında oluşturulan Köroğlu metninde, “Men ehd elemiştim ki, kim meni bassa, onunla dost, gardaş olam” (Tehmasıb, 2005: 22) şeklinde geçmekle birlikte Allah kelimesine bu metinde yer verilmediği görülmektedir. Ayrıca Deli Hasan, Köroğlu’na yenildikten sonra ölene kadar ona “gardaşlık” ve “kulluk” edeceğine ant içer fakat yine de “Allah” ismine burada da yer verilmez. Bunun dışında İslam ordusunu öven şiirlerin yer aldığı Sovyet öncesi Köroğlu anlatılarında dinî sözcükler ve İslamî terimler kaldırılmıştır (Akman, 2008a: 232).

Eski halk hikâyeleri içerisinde içeriği tahrip edilen bir diğer hikâye ise Selbihan/Selminaz ile Emrah arasındaki aşkı konu edinen Emrah hikâyesidir. 1964 yılında Âşık Hasan’dan derlenen Azerbaycan’daki Emrah hikâyesinin Türkiye’deki varyantlarına bakıldığında Azerbaycan anlatmasının oldukça sade olduğu görülmektedir. Bu hikâyenin Türkiye anlatmasından tek farkı elbette içeriğindeki sadelik değildir.

Emrah’ın şiirle kendini tanıttığı Türkiye’deki anlatmasında Türklük’ten bahsettiğini Türk olduğunu vurgulayarak, kendisini tanıttığını görmekteyiz (Sakaoğlu, 1987: 19). Fakat Azerbaycan anlatmasında Emrah, karşısındaki kızlara şu şekilde kendisini tanıtmaktadır: “Emrah deyer: qul adına satılım / Çıhsın ölkemizde sorağım, gızlar.” Görüldüğü üzre Emrah, bu anlatmada sade bir biçimde kendisini anlatmakla kalmaz, şiirde Türk olduğuna dair de bir bilgi vermez (İsmayılov- Elekberli, 2010b: 306). Emrah’ın âşıklık yoluna girmesi de her iki anlatmada farklı bir biçimde olmuştur. Azerbaycan anlatmasında Emrah’ın bade içmesine yardımcı olan kişi bir arap olarak gösterilmiş, Türkiye anlatmasında ise bade içmesi, bir pir aracılığıyla gerçekleşmiştir. Emrah’ın sevgilisi de yeşil giysili bir pirin elinden içtiği bade sonunda âşık olmaktadır. Fakat Azerbaycan anlatmasında Selminaz, Emrah’ın amcasının kızı olarak tanıtılmıştır (Poyrazoğlu, 2006: 34; İsmayılov- Elekberli: 2010b: 296).

Anlatmalar arasındaki en büyük farklardan birisi de şiirlerdeki dinî ifadelerdir. Türkiye anlatmasında ve değişik varyantlarında “Hazret-i Mevla, Bad-ı Saba sen Mevla’yı seversen, Allah, Hakk, Felek, Her nere gidersen çağır Allah’ı, Cenab-ı Hakk, Ey İlahi” gibi dinî ifadelere rastlamak mümkündür (Bali, 1973: 72- 75; Sakaoğlu, 1987: 100- 112). Azerbaycan’daki Emrah hikâyesinde ise bu tip ifadelere rastlamak imkânsızdır. Emrah hikâyesinin Azerbaycan anlatmasında karşımıza çıkan bir durum ise “Emrah” kelimesinin anlamının hikâye içinde verilmesidir. “Aynı yolda giden”, “yol yoldaşı” olarak tanımlanan bu kelimenin tanımındaki “yoldaş” kelimesi de son derece ilginçtir. Ayrıca Emrah, bu hikâyede babasıyla sürekli yoldaşlık yapmaktadır. Babasının ona yardımcı olduğu da her fırsatta hikâyede dile getirilmektedir. Diğer anlatmalarda ise böyle bir bilginin olmadığı görülmektedir (İsmayılov- Elekberli, 2010b: 304).

Emrah hikâyesinde olduğu gibi Ferhat ile Şirin hikâyesinde de yapılan tahribat açıkça görülmektedir. Ferhat ile Şirin hikâyesinin Sivas varyantında Şirin’in Ferhat’ı gördüğünde “Yarabbi, nolaydı şunu yarabbi, bana nasip etseydin.” Şeklinde dua ettiğini görmekteyiz (Özarslan, 2006: 316). Âşık Ali’nin hikâyesinde ise “Şirin de gül camallı herfi-hallı Ferhad’a aşıg oldu.” İfadeleriyle Şirin’in aşkı dile getirilmiştir (Ahundov, 2005: 108).

Sivas varyantı dışında Behçet Mahir’den dinlenen Ferhat ile Şirin anlatmasında da Ferhat’ın abdest aldığına, Allah’a dua ettiğine, eve gelen üçler, beşler, yediler ve kırklardan yardım aldığına rastlamaktayız (Özarslan, 2006: 324). Dinî simge, sembol ve şahsiyetlerin adına Radloff’un Tarançı derlemesinde rastlanmaktadır (Özarslan, 2006: 305).

Sözlü anlatmaların dışında Ferhat ile Şirin’in yazılı metinlerinde de dinî birtakım değerler hakkında söylemlerde bulunulmuştur. “Hikâye-yi Ferhat ile Şirin” adlı el yazmasında Ferhat’ın elindeki külüngü Allah’ın adıyla eline aldığı ve yine onun adıyla çalışmaya başladığı ifade edilmektedir. Aynı el yazmasında Ferhat, “Elhamdülillah” duasının yanında hak tealaya ettiği dualarla da karşımıza çıkmaktadır (Özarslan, 2006: 177-195). 1340 tarihli taşbaskı metinde de Ferhat’ın ibadet ve Allah’a niyazları, yalvarıp yakarmaları dile getirilmiştir (Özarslan, 2006: 224).

Ferhat ile Şirin hikâyesindeki diğer bir dikkat çeken husus ise âşıkların okuma-yazma bilmesidir. Azerbaycan’daki anlatmalarda âşıkların birbirleriyle mektuplar aracılığıyla haberleştikleri görülürken Anadolu’daki diğer varyantlarda ise âşıkların yediler, kırklar gibi doğaüstü güçlerle haberleştiklerine rastlanılmaktadır (Ahundov, 2005: 108-120; Özarslan, 2006: 308-324). Bu durum, bizlere hikâye kahramanları üzerinden Sovyetler Birliği’nin okuma-yazma bilinci kazandırmaya çalıştığını göstermektedir. Türk dünyasında, geniş bir alanda anlatılan hikâyelerden birisi olan Âşık Garip hikâyesi de şöhreti nedeniyle rejimin dikkatinden kaçamamıştır. Geniş alana yayılan hikâyenin pek çok varyantı olmakla birlikte Sovyetler Birliği bu varyantların işgal ettiği yerlerde anlatılanlarını tahrip ederek hikâyeyi rejimin çıkarlarına uygun hâle getiremeye çalışmıştır.

Âşık Garip hikâyesi, diğer hikâyelere göre pek fazla tahribata uğramamış gibi görünse de Behçet Mahir’den dinlenerek yazıya aktarılan varyant okunduğunda Sovyetler Birliği’nin hikâye üzerinde giriştiği operasyon gözlerden kaçmamaktadır. Behçet Mahir, Âşık Garip’in babası Hacı İbrahim’i, Allah’ın emri üzerine fakire fukaraya yardım eden, üç defa hacca giden bir insan olarak tanıtmaktadır. Azerbaycan varyantında ise Âşık Garip’in babası, yalnızca ölüm döşeğinde yatan bir adamdır (Türkmen, 1995: 205- 206; İsmayılov- Elekberli, 2010c: 161).

Âşık Garip gurbete çıkarken annesini ve kız kardeşini Allah’a emanet eder ve onlardan dua isteyerek yola revan olur. Azerbaycan anlatması ise bu olayı oldukça farklı anlatır: Garip, annesi ve kardeşini cami cemanetine emanet etmek ister fakat cami cemati bunu kabul etmeyince Garip, anne ve kardeşini kahvehaneye götürür ve kahvehanenin sahibine ailesini emanet ettikten sonra gurbete çıkar (Türkmen, 1995: 215; İsmayılov- Elekberli, 2010c: 173). Bu olayın, cami cemaatinin kötülenmesinden başka bir amaca hizmet etmediği açıkça ortadadır.

Asıl adının Resul olduğunu öğrendiğimiz Azerbaycan anlatmasındaki Garip, kumar oynamayı çok sevmiş ve sevdiği Şahsenem ile evlenebilmek için 40 kese altın biriktirebilmek umuduyla Rum diyarına gelmiştir. Hikâyede “Rum diyarı” olarak isimlendirilen yerin Osmanlı topraklarından olan Halep olması da ayrıca dikkatlerden

kaçmamaktadır (İsmayılov- Elekberli, 2010c: 173- 194). Bütün bunların dışında dinî ifadelerin, iki varyant arasında farklı olduğu da gözlerden kaçmamaktadır.

Behçet Mahir’den dinlenerek çalışmalara konu edinen bir diğer anlatı ise Tahir ile Zühre hikâyesidir. Behçet Mahir’in anlattığı Tahir ile Zühre hikâyesiyle Azerbaycan’da yayınlanan Tahir ile Zühre hikâyesi arasında da büyük farklılıklar olduğu görülmektededir. Özellikle hikâye içerisindeki geleneksel birtakım olayların Azerbaycan varyantında bulunmadığını söyleyebiliriz.

Çocuksuzlukla başlayan Behçet Mahir anlatmasında çocuklarını sünnete götüren anne ve babalar karşımıza çıkmaktadır. Çocuklarını sünnete götürenleri gören Ahmet ve Etem Şah çocuk sahibi olamadıkları için çok üzülürler. Üzüntülerini gidermek için de hikâyede “Allah’ın cemalini görmüştür” denilen bir subaşına giderler (Türkmen, 1983: 249- 250). Azerbaycan anlatmasında ise ne bir sünnet geleneği karşımıza çıkar ne de Ahmet ve Hatem Soltan’ın bir subaşına gittiklerine şahit oluruz (İsmayılov- Elekberli, 2010c: 109).

Subaşında dertleriyle hemhal olan Ahmet ve Etem Şah’ın yanına bir derviş gelir. Derdin de dermanın da Allah’tan olduğunu söylerek onlara bir elma verir, Allah rızası için abdest alıp namaz kılmalarını Allah’a dua etmeleri tembihler. Bu sayede de Tahir ile Zühre’ dünyaya gelir (Türkmen, 1983: 251). Fakat Azerbaycan varyantında nur yüzlü bir pirden ve verdiği elmadan başka bir olay yoktur (İsmayılov- Elekberli, 2010c: 115- 117).

İki varyant arasındaki bir diğer farklılık ise Zühre’nin istendiği bölümde karşımıza çıkmaktadır. Behçet Mahir, Zühre’nin Allah’ın emriyle babasından istendiğini söyler fakat diğer anlatmada kız isteme Allah’ın emriyle gerçekleşmez (Türkmen, 1983: 256; İsmayılov- Elekberli, 2010c: 115- 117).

Hikâyelerin sonları her iki varyantta da mutlu sonla bitmektedir. Fakat iki varyant arasında dikkate değer bir ayrıntı gözlerden kaçmamaktadır. Azerbaycan anlatmasında Tahir, babasının intikamını alabilmek için Hosterhan vilayetinin padişahı ile yola çıkar. Onun da yardımı ile Hatem Soltan’ı öldürür ve devletin başına geçer, Zühre ile de evlenir (İsmayılov- Elekberli, 2010c: 156- 160). Behçet Mahir ise olayı faklı bir

şekilde aktarır. Tahir, intikamını alabilmek için Zülfüsiyah’ın babası ile birlikte Etem Şah’ın üzerine sefer düzenler. Allah rızası için yola çıktığını ve sefer düzenlediğini söyleyen Zülfüsiyah’ın babası, Etem Şah’ı öldürür ve Tahir’i devletin başına geçirip Zühre ile düğününü yapar. Kızı Zülfüsiyah’ı da Tahir’e verdikten sonra kızı ve Tahir’i Allah’a emanet ettiğini söylerek şehirden ayrılır (Türkmen, 1983: 261- 262). İki varyant arasında olayların aynı olduğu halde olayların anlatılışındaki ifadelerin, özellikle de kültüre ve dine dayalı ifadelerin farklı olması Azerbaycan’daki anlatmalar üzerinde bir değişikliğe gidildiğini bizlere bir kez daha göstermektedir.

1. 2. 2. Yeni Oluşturulmuş Halk Hikâyelerinin Özellikleri

Sovyetler Birliği döneminde oluşturulan halk hikâyelerinin içeriğinde güncel olayların ve çağdaş konuların da işlendiği görülmektedir. Çağdaş konuların işlenmesi, komünizmin öğretilerini yayma hususunda oldukça etkili olmuştur. Bu çağdaş konular; işçi ve çiftçilerin sorunları, emekçi kesime haklarının verilmemesi, İkinci Dünya Savaşı yılları, düzenlenen festival ve bayramlar, yeni yapılan park ve bahçeler gibi konulardır. Halk hikâyelerinin bu tip konuları işlemesi yeni rejimin etkisiyle olmuştur.

Klasik halk hikâyelerinin aksine bu halk hikâyelerini pek bilen olmadığı gibi yine bu anlatılarda klasik halk hikâyelerinde olduğu gibi epizot zenginliği de göze çarpmaz. Ayrıca anlatılardaki canlılık ve renklilik ile hikâyenin sonuna duyulan merak duygusu pek fazla dinleyiciyi kendisine çekmez. Mazmunların zayıflığı ve yalınlık bu anlatıların bir kişi tarafından anlatılmasından ileri gelmektedir. Çünkü bu anlatıları oluşturan kişiler dışında, destanları pek fazla bilen ve bu hikâyeleri anlatan bulunmamaktadır (Ahundov, 1972: 6).

Sovyetler Birliği döneminde ortaya konan halk hikâyelerindeki yeni rejime dair izler, eskiden beri anlatılan halk hikâyelerindeki rejime dair izlere göre daha yoğundur. Bu sebeple Sovyetler Birliği dönemine ait halk hikâyelerinin en önemli özelliği, rejimi ve rejime ait unsurları ele almasıdır, diyebiliriz. Hem rejimi halka anlatan, hem de rejimi halkın gözünde güzel göstermeye çalışan halk hikâyeleri, rejimin yayılması noktasında oldukça etkin bir biçimde kullanılmış folklor malzemelerindendir. Bu folklor malzemelerini kendi ideolojileri doğrultusunda değiştiren Rusya, hikâyelerdeki rejim

karşıtı bölümleri çıkartmış veya değiştirmiştir. Bütün bunları yaparken de metinlerde “feodallerin övüldüğü”nü bahane göstermiştir. Bu uygulama sadece Azerbaycan’da değil bütün Türk topraklarındaki ideoloji karşıtı eserler üzerinde uygulanmıştır. Geniş Türk coğrafyasında anlatılan bu eserler, ya yasaklanmış ya içeriği değiştirilmiştir