• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

3. Din ve Gelenek Politikaları

Sovyetler Birliği’nin kurulması ile birlikte devleti yöneten Bolşevik iktidarının ilk hedefi, aynı geçmişe sahip toplumlar arasındaki dinsel ve kültürel dayanışmaları kırmak olmuştur (Kalenderoğlu, 2011: 45). “Marksist-Leninist yoruma göre din, sosyal ve siyasal bir temele dayanmaktadır ve sömüren sınıfların çıkarlarını korumak için kurumsallaştırılmış ve sömürü aleti olarak kullanılmıştır” (Tağıyev, 2013: 386). Marksist ve Leninist felsefe doğrultusunda hareket eden Sovyetler Birliği yönetimi, bu iki felsefenin dine bakışını kendisine yol edinmiştir. “Bilindiği gibi Marksizm, her türlü Tabiatüstü Güç’e inanmayı reddetmekte ve ona karşı düşmanca tavır almaktaydı” (Samadov, 2006: 37). Bu sebeple de Türk coğrafyasında hâkim olan İslamiyet, Marksizmin önündeki en büyük engellerden biri olmuştur. Bolşevikler, sadece İslamiyeti değil, Türklerin kadim gelenekleri de baş düşman olarak görmüşlerdir. “Komünizm, Allahsız materyalist felsefeye dayandığından dünya yüzündeki bütün dinlerin kökünü kazımayı hedef tutar” (Akman, 2008a: 270). Bu nedenle Sovyet Rusya, sadece İslam dinine ve Türklerin geleneksel inançlarına değil; Hıristiyanlık ve Musevilik gibi diğer ilahî dinlere ve onların dışındaki inanç sistemlerine karşı da pek müsamahakâr davranmamıştır. Sovyet Rusya, yalnızca bilimsel ateizmi desteklemiş ve savunmuştur.

Lenin’in başlattığı din düşmanlığı İslam dini ile Hıristiyanlık dinini hedef almakla birlikte bütün yerel inanç sistemlerinin de karşısında olmuştur. Lenin ve rejimin iki numaralı ismi Stalin ateist bir gençlik yetiştirmeyi hedeflemiştir. Lenin ve Stalin’in din konusundaki düşüncelerinin yer aldığı aşağıdaki bilgiler bizlere ortaya çıkarılmak

istenen yeni toplumun dininin bilimsellikten yana olan bir ateizm olduğunu açıkça göstermektedir:

“Sovyet modelinin başarısı bakımından önemli olan din sorunu konusunda bütün dini topluluklar hedef alınmakla birlikte sahip oldukları nüfus itibariyle en önemli iki hedef kitle, İslam ve Rus Ortodoks Kilisesi olmuştur. Sovyet ideolojisi, toplumsal planda çok etkili olan dine karşı çıkarken onun yerine adeta kendi dinini de alternatif olarak sunmaktadır. Örneğin dinî kurum ve kuralları, dinî eğitimi, dinî bayramları yasaklarken onun yerine ateizmin kurumlarını, kurallarını, propagandasını ve bayramlarını koymaktadır. Lenin’in, Stalin’in yazdıkları adeta dinî kutsal metinler düzeyinde sunulmakta, Lenin’in ölünce mumyalanmış bedeni adeta din ulularının ziyaretgâhı halini almaktadır. Halk kitlelerinin eğitimi için Ateizm kitaplıkları, Kızıl çayhaneler kurulması, eğitim kurumlarında ateizm dersleri konulması, ziyaretgâhların ve ibadethanelerin kapatılarak başka amaçlarla kullanılması, Militan Ateistler Birliği vb. ateizmi yaymak amacıyla sayısız toplantılar düzenleyen örgütlenmelerin ortaya çıkması hep bu ateizm programının bir sonucudur” (Yaman, 2008: 482).

Orta Asya, Sibirya ve Kafkasya bölgesinde yaşayan bütün Türk topluluklarına ve onların dinlerine beslenen düşmanlık, kaynağını yine Çarlık döneminden almaktadır. Buralarda yaşayan gerek İslam dinine gerekse Budizm gibi ilahî olmayan bazı dinlere bağlı olan Türkler, Çarlık rejimi tarafından misyonerlik faaliyetleri ile Ortodoks Hıristiyanı haline getirilmeye çalışılmıştır. Fakat Sovyetler Birliği, misyonerlik faaliyetlerini bir kenara bırakarak nihayetinde bütün dinlere karşı gelmiştir (Kalenderoğlu, 2011: 226).

Sovyet Rusya komünizmin bütün Rus topraklarında kabul görmesi için ilk etapta milletlere sıkı bir baskı uygulayan Çarlık rejimini ve onun uygulamalarını eleştiren Bolşevikler, halkın desteğini almak için çabalarlar. Hatta Müslüman halkın istedikleri gibi dinlerini yaşayabilmeleri konusunda bir bildiri de yayınlarlar (Andican, 2003: 36). Bölge halkı açısından oldukça rahatlatıcı bir açıklama olmasının dışında insanların da Bolşeviklere sempati beslemesine neden olan bu olay aslında büyük bir planın ilk parçasını oluşturmuştur. Fakat bu sempati kazanma çabaları, bir müddet sonra yerini korku salan bir hükümet politikasına bırakır (Hartıll, 1990: 248).

Sovyetler Birliği, Azerbaycan’a ve diğer Türk topluluklarına uyguladığı din politikasında üç aşamayı takip etmiştir. Bu üç aşamayı “Rusya ve Azerbaycan’da Din- Devlet İlişkileri” başlıklı çalışmalarında Cengiz Mürselov ve Bekir Koç şu şekilde açıklamaktadırlar:

“II. Dünya Savaşı öncesi, dinin yok olmasına yönelik politikası ki başarılı olunamayan dönem; savaş sonrası bu başarısızlığın farkına varıldığı ve dinin devlet denetimi altında tutularak onun kontrolsüz yayılmasını engellemeye çalışıldığı ikinci dönem, son olarak da 1982-1991 yılları arası dinin gerçekliğinin anlaşıldığı devletin ya da partinin din hakkında kararlar almaya çalıştığı üçüncü dönem olarak karşımıza çıkmaktadır” (Mürselov ve Koç, 2016: 190).

Bolşevikler aslında ilk başlarda dinlere karşı oldukça hoşgörülü olduklarını halkla paylaşmışlardır. Hatta bu hususta Azerbaycan’ın işgalinden sonra kurulan Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Anayasasının 4. Maddesinde, dinî açıdan halka güvenceler vermiştir. Söz konusu Anayasanın dördüncü maddesi şu şekildedir: “Vatandaşların vicdan hürriyetini temin etmek amacıyla din, devletten ve eğitim, dinden ayrılır. Ama vatandaşa dinî ve anti-dinî tebliğ hürriyeti verilir” (Mürselov ve Koç, 2016: 192). Fakat Bolşeviklerin lideri Lenin’in, dine karşı bu sempatisi rejimin tesisi ile birlikte tersine dönmüştür (Hesenov, 2007: 84).

Rusya’nın din aleyhine başlattığı politikaların ilk sistematik adımını 1922 yılında açılan Halk Komiserliği teşkilatı atmıştır. “Halk polisi” anlamına gelen bu kuruluş, dinî açıdan insanları takip eden bir kuruluştur (Samadov, 2006: 40). 1923 yılında ise Rusya Komünist Partisinin düzenlediği parti kurultayında “Dinler Aleyhinde Propaganda” kararı alındıktan sonra Allahsızlar Birliğinin kurulmasına karar verilmiştir. Kurulan bu Allahsızlar Birliği; “Din Aleyhtarları”, “Allahsız”, “Savaşçı Ateizm” ve “Köy Allahsızları” gibi değişik isimlerle süreli yayınlar yapmışlardır (Alp, 2004: 109; Akman, 2008a: 269-275). Ayrıca bu kulüpler, kendilerine insanları çekerek onları dinden uzaklaştırmaya da çalışmışlardır. 1931 yılına gelindiğinde “Allahsızlar Kulübü” ile “Mübariz Allahsızlar İttifakı” grubunun 70 bine yakın üyesi olmuştur. Tamamına yakını işçilerden olan bu üyelerin sayısı elbette genel nüfusa oranla oldukça azdır (Samadov, 2006: 40).

Açılan kulüp ve oluşturulan birliklerin, dinden soğutma çalışmalarını bir süre sonra camilerin kapatılması izlemiştir. Vergilerini ödeyemeyen camiler kapatılmıştır (Akman, 2008a: 269-275). 1935 yılında ülkede neredeyse açık cami kalmamıştır. 1936 yılında Bakü’de yalnızca Kerbela Abdulla Camii açık bırakılmış, diğer bütün camiler kapatılmıştır. Bakü’nün de içinde bulunduğu Gence, Ağdam, Lenkeran, Şeki, Salyan, Zakatala, Göyçay ve Nahcivan şehirlerindeki 1928 yılından önce 1118 olan toplam cami sayısı, 1936’dan sonra sadece 17’dir. Açık olan bu camilerde de elbette halk,

Allahsızlar Birliği üyelerinin saldırgan tutumundan korktuğu için ibadette bulunamamıştır (Samadov, 2006: 42-43).

Kapatılan camilerin bir kısmı yıkılmış, buralardaki Kur’an-ı Kerimler ve dinî kitaplar imha edilmiştir (Musayev, 2010: 11). Kapatılan camilerin bir kısmı sinema kulübü bir kısmı da depo olarak kullanılmıştır (Samadov, 2006: 41). Kapatılan camilerin bir kısmında da ateizm toplantıları tertip edilmiş ve bu toplantıların sayıları her geçen gün artırılmıştır. 1954 yılına kadar bu camilerde 120 bin ateist toplantısı düzenlenmekteyken bu sayı 1959 yılında 400 bini bulmuştur (Hesenov, 2008: 217). Dini eğitim veren okullar kapatılmakla kalmamış, ortaokul ve yükseköğretimde her düzeydeki öğrenci için ilmi ateizm dersleri, ders müfredatlardaki yerini almıştır (Tağıyev, 2013: 386).

Camilerin kapatılmasına, okullarda din derslerinin kaldırılmasına hatta evlerde dahi çocukların dinî eğitimden uzak tutulmasına daha fazla seyirci kalamayan bazı aydınlar, duruma tepki göstermeye başlamışlardır. Fakat bu aydınlar acımasızca katledilmiştir. Sovyetler Birliği’nin din politikalarından biri olarak görülen bu terörizm, gerek Azerbaycan’da gerekse diğer Türk coğrafyalarında çok fazla sayıda aydının ölmesine neden olmuştur. Hüseyin Cavid, Mikayil Müşfik, Ali Nazmi, Ahmet Cavat, T. Şahbazi, A.Razi, Rıza Efendi Kadirov, Hafiz Ramazan Efendi ve 83 yaşındaki Memmedkerim Mir Cefer oğlu gibi binlerce maneviyat sahibi aydın, Sovyet Rusya’nın “Kızıl terörü”ne kurban gitmiştir. Bütün bu katliamların da ötesinde camilerin kapatılmasına sesini çıkaran Kerimov Yahya Abdulov gibi aydınlar, “halk düşmanı” sıfatı verilerek öldürülmüşlerdir (Samadov, 2006: 44). Vatanı, milleti ve dini için canını seve seve verebilecek olan bu aydınların “halk düşmanı” şeklinde yaftalanması kuşkusuz en ağır ithamlardan olmuştur.

Rejimin baskısına maruz kalan aydınlar ve halk, büyük çoğunluğu Ermenilerden oluşan mahkeme heyetleri tarafından cezalandırılmıştır. Baskıya maruz kalan halkın işkence ve çeşitli cezalara çarptırılması Azerbaycan halkı için zorlu bir sürecin de başlamasına neden olmuştur. Bu cezalandırmalarla ilgili Elsavar Samadov’un verdiği bilgiler ilginçtir:

“Represiya’ya talip tutulanlara işkenceler vererek, onlara işlemedikleri suçları üzerlerine almaya zorluyorlardı. En ağır cezaya mahkûm olunanların muhakemesi 10-15 dakika sürüyordu. Azerbaycan aydınları olan bu insanların muhakemelerinde represyanın ceza organlarına girmiş Ermeniler önemli görevler alıyorlardı. Bu yıllarda represiyanın uygulandığı Azerbaycan’da 51 ilinden 31 ilinin Halk İç İşleri Komiserliği’nin ilçe şubelerinin müdürleri Ermenilerden oluşuyordu. Bunlar da Türk kanlarına ellerini bulaştırarak, bu mağrur işlerini devam ettiriyorlardı. 1936 yılına kadar Azerbaycan’da 500.000 Türk katledilmiştir. Daha büyük katliamlar ise 1934-1937 yılları arasında gerçekleşmiştir”(Samadov, 2006: 44-45).

Sovyetler Birliği, dinî inançları yıkmak için sadece bunlarla yetinmez. Bu dönemde camilere gidenler not alınır, ramazan ayında oruç tutanlar belirlenir, din adamlarının büyük bir kısmı ortadan kaldırılır. Kurban Bayramı sadece hayvan katletmekten başka bir amaca hizmet etmiyormuş gibi gösterilerek, put perestliğin bir uzantısı olduğu ileri sürülen Nevruz Bayramı da yasaklanır (Akman, 2008a: 272-275). Bu bayramların yerine “1 Mayıs İşçi Bayramı, 9 Mayıs Kurtuluş Günü, 8 Mart Kadınlar Bayramı, Sovyet Ordusunun Kurulması Günü gibi bayram ve törenler ile ateist ideolojiyi destekleyen bayram ve törenler oluşturulur” (Mürselov ve Koç, 2016: 194).

Sovyetler Birliği’nin takip ettiği din politikaları nedeniyle dinî vakıflar, medreseler ve şeriat mahkemeleri kapatılmış, dil politikalarında ifade edildiği gibi Arap alfabesi de tamamen yasaklanmıştır (Büniyatov, 1991: 318). Fakat Türkistan’da baş gösteren Basmacılık hareketi gibi bazı millî ayaklanmalar sebebiyle din politikası bazen yumuşatılmaya çalışılmıştır. Hatta bu dönemde Sovyet okullarında İslam dininin okutulduğuna dahi rast gelinmektedir (Akman, 2008a: 269). Yalnız, bütün bu ılımlı hava birkaç yıl sonra tersine dönerek alınan kapatma ve yasaklama kararları daha sert bir biçimde uygulanmıştır.

“Din adamlarının yaptıkları kötülükleri ortaya çıkarmak, onları halkın gözünden uzaklaştırmak için âşıklar en güzel vasıtadır ve halk onlara daha çok inanır” (Akman, 2008a: 181). Azerbaycan Merkezi İcraiyye Komitesi Başkanı Samet Ağamalıoğlu’nun yukarıdaki ifadesinden anlaşılacağı üzere “din adamları” rejimin yayılması hususunda engel olarak kabul görmüştür. Bu nedenle de ilk atılacak adımın, âşıklardan yararlanılarak din ve dinî değerleri yok etmek hususunda imam, hoca ve muallimlerin itibarsızlaştırılması olduğu savunulabilir. Bu itibarsızlaştırmaları bir süre sonra ne yazık ki katliamlar izleyecektir. Yanında Kur’an-ı Kerim bulunduran yüzlerce Müslüman, din adamı olup olmadığına bakılmaksızın devlet aleyhtarlığı yaptığı

gerekçesiyle katledilecektir. 1920-1930 yılları arasında bu sebeple katledilenlerin sayısı 70 bini bulmuştur (Tağıyev, 2013: 386).

Sovyet Rusya’nın bu acımasız din politikasına İkinci Dünya Savaşı öncesinde ara verdiği görülmektedir (Kalenderoğlu, 2011: 228). Yaklaşmakta olan savaş nedeniyle milliyetlerin dini ile uğraşmayı bir kenara bırakan Sovyetler Birliği, savaş esnasında bu milletlerden yararlanmayı düşünmüş olmalı ki bazı medreselerin açılmasına da karar vermiş olsun (Golden, 2015: 210).

Rusya’nın bu dönemdeki ılımlı din politikasının bölgedeki Müslüman halktan savaşta yararlanma amacı dışında başka bir amaca sahip olduğu düşünülemez. Fakat bu ılımlı atmosferde dahi din adamlarının sıkı takibe alındığı bilinmektedir (Golden, 2015: 210).

Bir yandan yeni nesli İslamiyet’ten uzaklaştırmaya çalışan rejim, bir yandan da tek bir vatandaş tipi yaratma yolundaki adımlarını sıklaştırmıştır. Bunun için sadece dini değil, aynı zamanda gelenekleri de göz önünde bulundurmuş ve birtakım geleneksel uygulamaları yasaklamıştır. Sünnet bunlardan bir tanesidir. Sünnet olmayı yasakladıktan sonra çocukların sünnet edilip edilmediklerini dahi kontrol eden Sovyetler Birliği hükümeti, sünnet olan çocukların ailelerine de büyük cezalar vermekten kaçınmamıştır (Chylınskı, 1995: 69).

Sovyet Rusya, Türklerin asırlar boyunca yaşattıkları gelenek ve göreneklerin bir kısmını da yenileriyle değiştirmiştir. Düğün törenlerinin yerini “kızıl düğünleri”, eski cenaze törenlerinin yerini Sovyet cenaze merasimleri almıştır. Bunların dışında mezuniyet töreni, çeşitli eğlence ve festivaller, kutlamalar, noel etkinlikleri de özellikle gençlere benimsetilmeye çalışılmıştır. Nevruz Bayramı’nın yerine “Çekiç ve Orak Bayramları” gibi uydurma bayramlar icat edilerek yeni neslin geleneklerinden koparılması amaçlanmıştır (Akman, 2008a: 276).

Geleneksel ve dinsel bayramların yerine yenilerinin getirilmesi ve bu bayramların pek çoğunun da komünizm ve sosyalizmle yakından ilgili olması Sovyet Rusya’nın bilimsel ateizm politikası ile yakından ilgilidir. Bu konuda Ali Yaman, şu bilgileri vermektedir:

“Sovyet ideolojisinin sadece İslam değil bütün dinlerle mücadele için uygulamaya koyduğu “bilimsel ateizm” programı çerçevesinde farklı etnik gruplara hitaben çok sayıda ders kitapları ve kamuoyuna yönelik kitaplar yayınlandı, sayısız din karşıtı ateizm toplantıları düzenlendi. Geleneksel Müslüman dinsel gün ve bayramları, Sovyet rejiminin Büyük Ekim Bayramı vb. gibi yeni Sovyet bayramlarıyla değiştirildi” (Yaman, 2008: 480).

Kadın ve erkekler, Bolşevikler zamanında eşit olarak görülmüştür. Fakat bu eşitlik zaman zaman kadınların zorlanmasına neden olmuştur. Erkeklerle aynı fabrikalarda çalışmaları, aynı tarlalara gitmeleri sağlanan kadınlar, ağır işlerde çalışmak zorunda bırakılmıştır. Bütün bunların yanı sıra sadece kadınların katıldığı beşik töreni gibi törenlere erkeklerin de katılmaları sağlanmıştır. Kadın ve erkeklerin birlikte okumalarının önü açıldığı gibi okulda tanışıp âşık olmaları da bu vesileyle gerçekleştirilmiştir. Okulda tanışıp evlenen pek çok çift, edebî anlatılarda kendisine yer bulmuştur. Hatta bu okulda tanışıp evlenme teması, Sovyet dönemindeki pek çok halk hikâyesinde de kullanılmıştır (Akman, 2008a: 276-280).

Resmî yayınlar, tiyatrolar, filmler, dine karşı kurulan birlik ve kulüpler, okullar, sergiler, basın ve yayın organları din ve gelenek aleyhtarlığı yapan ve ateizm propagandasına yer veren belirli mecralar olmuştur (Hasanov, 2007: 102). Fakat bu propagandalar, Orta Asya’daki Türklerin vurdumduymazlığı neticesinde istediği etkiyi pek fazla gösterememiştir (Akman, 2008a: 279). Ebette bütün bu propagandaların etkisini azaltan faktörlerin başında Türklerin kadim gelenekleri ve görenekleri gelmektedir. Yüzyıllar boyunca yaşatılan geleneksel yaşantının baskı ve şiddetle bir anda ortadan kalkması düşünülemez.

Bolşeviklerin iktidarında görülen dine karşı saldırılar ve toplumların geleneklerini yok etme çabaları, hükümeti elinde tutan Lenin ve Stalin’in de ortak hedeflerinden biri olmuştur. Toplumları ayakta tutan ve onların millî bir kimliğe sahip olmalarını sağlayan geleneklerin yok edilmesi, asimilasyondan başka bir şey olamaz. Yapılan bütün asimilasyon çalışmaları aslında iki amaç taşımaktadır. Bunlardan birincisi insanları İslamiyet’ten kopuk yetiştirmek özellikle yeni nesli dinden uzak tutmaktır. İkinci amaç ise tek tip Sovyet insanı yetiştirmektir.