SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI
TÜRK HALK EDEBİYATI BİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
SOVYETLER BİRLİĞİ DÖNEMİ AZERBAYCAN HALK HİKÂYELERİ
ÜZERİNE BİR İNCELEME
Ali OKUMUŞ
Danışman: Prof. Dr. Eyüp AKMAN Jüri Üyesi: Prof. Dr. Şahmurat ARIK
Jüri Üyesi: Prof. Dr. Ali DUYMAZ
ÖZET
Yüksek Lisans Tezi
SOVYETLER BİRLİĞİ DÖNEMİ AZERBAYCAN HALK HİKÂYELERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
Ali OKUMUŞ Kastamonu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı
Danışman: Prof. Dr. Eyüp AKMAN
Halk hikâyeleri, uzun yıllar boyunca icracı âşıklar tarafından saz eşliğinde dinleyiciler karşısında anlatılan metinlerin başında gelmiştir. Halkın içinden çıkmış âşıkların kendi hayat hikâyelerinin bir bölümünden veya kendileri gibi âşıkların hayat hikâyelerinden esinlenerek oluşturduğu bu hikâyeler, halk tarafından büyük ilgi görmüştür. Halkın dikkatini çeken hikâyeler, Azerbaycan’da Sovyetler Birliği’nin işgali ile birlikte komünist rejimin folklor politikalarına da malzeme olmuştur. Lenin ve Stalin önderliğinde partililer, işgal edilen Azerbaycan’da, halk hikâyelerini de diğer bölgelerde olduğu gibi rejimin yararına olacak şekilde düzenlemeye çalışmışlardır. Bu hususta Azerbaycanlı âşıklardan büyük ölçüde yararlanan Sovyetler Birliği hükümeti, klasik halk hikâyelerinde ise eski yaşantıya ait birtakım değerleri yok etmeye çalışmıştır. Âşıklar aracılığıyla halk hikâyelerinde yapılan bu tahribat, komünist rejimin Azerbaycan’da yayılması ve gelişmesini sağlamakla kalmamış, Azerbaycan’da kurulan yönetimin de Sovyet Rusya’ya bağlı olmasına ve komünist anlayışa sıkı sıkıya bağlı kalmasına neden olmuştur. Çalışmamızda Sovyet Rusya’nın Azerbaycanlı âşıkları da kullanarak halk hikâyelerinde yapmış olduğu tahribatı ve yeni temalarla oluşturulmuş halk hikâyelerindeki komünist rejime dair izleri tespit etmeye çalıştık. Halk hikâyelerindeki komünist rejime dair izleri araştırırken Ehliman Ahundov’un “Azerbaycan Destanları” isimli çalışmasının beşinci cildini ayırdığı ve “yeni destan” olarak isimlendirdiği halk hikâyelerinden yararlandık. Komünist rejimin Azerbaycan’da yapmaya çalıştığı tek tip Sovyet vatandaşı yetiştirme politikalarını bu kitaptaki halk hikayelerinin epizot, kahraman ve temalarını incelemeye çalıştık. 2018, 506 sayfa
Bilim Kodu: 4055
ABSTRACT
M. Sc. Thesis
AN EXAMINITION ON FOLK TALES OF AZERBAIJANI THE PERIOD OF THE SOVIET UNİON
Ali OKUMUŞ Kastamonu University Institute for Social Science
Department of Turkish Language and Literature
Supervisor: Prof. Dr. Eyüp AKMAN
Folk tales were the leading texts which were told with a musical instrument called “saz” by the minstrels to the audiences for years. These tales, which were constituted by originating some parts of the own lives of the minstrels who grew up in the very society or the lives of the minstrels alike, attracted the society’s interest greatly. The tales attracting the society’s interest were the subjects mentioned in the folk policies of communist regime with the invasion of the Soviet Union to Azerbaijan. Party members, in invaded Azerbaijan, under the leadership of Lenin and Stalin, tried to arrange the tales for the good of the regime as they were in other regions. The Soviet Union government, greatly benefitted from Azerbaijani minstrels in this respect, tried to destroy some values of classic folk tales belonging to the ancient life styles. This destruction, done via minstrels in folk tales, not only provides the spread and the development of the communist regime in Azerbaijan but also causes the government adhere to Soviet Russia and strictly stick to communist concept. We attempted to find out the destruction in folk tales done by Soviet Russia using Azerbaijani minstrels and follow the traces belonging to the communist regime in folk tales set with new themes. Searching the traces of the communist regime in folk tales, we benefitted from the folk tales called “new saga” that Ehliman Ahundov includes in the fifth volume of “Azerbaijani Sagas”. We attempted to show the communist regime’s policy of creating prototype Soviet Union citizen by examining the episodes, heroes and themes of the folk tales in this book.
2018, 506 pages Scientific Code: 4055
ÖNSÖZ
Halkın, artan geçim sıkıntıları nedeniyle Çarlık yönetimine karşı giriştiği ayaklanma, Bolşeviklerin yönlendirmesi ile başarıya ulaşmıştır. Bolşeviklerin iktidarı ele almasıyla da Sovyet Rusya’nın temelleri atılmıştır. Komünizm ve sosyalizm temelinde kurulan bu yeni devlet; işçi ve çiftçi kesimin büyük desteğini almıştır.
1917 yılındaki devrimle kurulan Sovyet Rusya, elde ettiği topraklarda okur-yazar oranını artırarak fikirlerini halka yaymaya başlamıştır. Okuma-yazma seferberliği sayesinde halkın kültür seviyesini yükseltmeyi hayal eden Bolşevik hükümeti, gazete, dergi ve her türlü basın yayın organını da bu iş için kullanmıştır. Bunun dışında okuma-yazma bilmeyen halkı eğitmek için de çeşitli oyunlar ve gösteriler tertip etmeye çalışmıştır.
Azerbaycan’ın ve diğer Türk coğrafyalarının da işgaliyle birlikte sınırlarını genişleten Ruslar, bu bölgelerdeki Türklerin de kültür seviyesini artırmak adına çeşitli politikalar geliştirmiştir. Fakat asıl amaç, buralardaki halkın kültür seviyesini yükseltmek değil, kendi kültürlerini dayatarak bölgedeki millî kültürü yok etmektir.
Çalışmamızda Sovyetler Birliği’nin millî kültürü yok etme adına gerçekleştirmiş olduğu birtakım faaliyetlere ve bu husustaki propagandalarına değinmeye çalıştık. Özellikle Azerbaycan topraklarında gerçekleştirilen propaganda faaliyetlerini ele almaya çalıştığımız çalışma, dokuz bölümden ve eklerden oluşmaktadır.
Araştırmamızın birinci bölümünü Çarlık Rusya ve Sovyet Rusya’nın tarihine ayırdık. Yine bu bölüm içerisinde Ekim devrimi ve Azerbaycan’ın Sovyetler tarafından işgali de yer almaktadır.
İkinci bölümümüzde Sovyetler Birliği’nin, Azerbaycan merkezli olmak üzere izlediği sovyetleştirme çalışmalarına yer ayırdık. Bu bölümde folklor çalışmalarının dışında, Sovyet Rusya’nın din ve dil konusundaki propagandalarına ayrıca Rusların âşıklar politikasına da değinmeye çalıştık.
Üçüncü ve dördüncü bölümde klasik halk hikâyesinden yola çıkarak Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan’da oluşturulmuş halk hikâyeleri arasındaki farkları ele almaya
çalıştık. Dördüncü bölümde ayrıca Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan’da halk hikâyeleri ile ilgili yapılan çalışmaları da incelemeye çalıştık.
Araştırmamızın beşinci ve altıncı bölümlerinde klasik halk hikâyesindeki kahramanlarla, Sovyetler Birliği döneminde karşımıza çıkan halk hikâyesi kahramanlarını karşılaştırmaya çalıştık. Yedinci bölümde ise Sovyetler Birliği dönemindeki halk hikâyelerinin epizotlarına yer vererek sekizinci bölümde epizotlarını verdiğimiz hikâyelerin içerisindeki komünizm kaynaklı temaları incelemeye çalıştık.
Çalışmamızın dokuzuncu bölümünde Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan’da oluşturulmuş yeni halk hikâyelerinin anlatıcıları hakkında bilgi verilirken çalışmamızın ekler kısmında da bu âşıkların anlatılarından dört örnek metin vermeye çalıştık.
Gerçekleştirmiş olduğumuz çalışmanın, halk edebiyatı alanında ve Türk dünyası ile ilgili araştırma yapacak olan araştırmacılara büyük katkılar sağlayacağını umuyoruz. Çalışmam esnasında yardımını bir an olsun eksik etmeyen, çalışmanın her safhasında fikirlerine başvurduğum Prof. Dr. Eyüp AKMAN’a çok teşekkür ederim.
Ali OKUMUŞ
İÇİNDEKİLER
TEZ ONAYI ...ii
TAAHHÜTNAME ... iii ÖZET ... iv ABSTRACT ... v ÖNSÖZ ... vi İÇİNDEKİLER ... viii TABLO DİZİNİ ... xii GİRİŞ ... 1 I. BÖLÜM ... 4 1. 1. ÇARLIK RUSYA ... 4 1. 2. SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KURULMASI... 6
1. 1917 Rus İhtilâline Giden Süreç ... 6
2. 1917 Rus İhtilâli ve Sonrasındaki Süreç ... 12
1. 2. SOVYET RUSYA’NIN AZERBAYCAN’I İŞGALİ ... 16
II. BÖLÜM ... 24
2. 1. SOVYET RUSYA’NIN KÜLTÜR POLİTİKALARI ... 24
1. Folkor ve Edebiyat Politikaları ... 24
2. Dil ve Alfabe Politikaları ... 37
3. Din ve Gelenek Politikaları ... 42
4. Âşıklar Politikası ... 49
III. BÖLÜM ... 58
3. 1. HALK HİKÂYESİ ... 58
3. 2. HALK HİKÂYELERİNİN DESTAN VE MASALLARLA İLİŞKİSİ ... 62
1. Halk Hikâyelerinin Destanlarla İlişkisi ... 62
2. Halk Hikâyelerinin Masallarla İlişkisi ... 66
3. 3. HALK HİKÂYELERİNİN ÖZELLİKLERİ... 71
1. Halk Hikâyelerinin Sınıflandırılması ... 71
2. Halk Hikâyelerinin Şekil Özellikleri ... 75
4. Halk Hikâyelerinin Anlatım Özellikleri ... 86
IV. BÖLÜM ... 88
4. 1. SOVYETLER BİRLİĞİ DÖNEMİNDE AZERBAYCAN’DA OLUŞTURULAN HALK HİKÂYELERİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ ... 88
1. Sovyetler Birliği Dönemindeki Halk Hikâyelerinin Şekil Özellikleri ... 91
2. Sovyetler Birliği Dönemindeki Halk Hikâyelerinin İçerik Özellikleri ... 96
1. 2. 1. İçeriğine Müdahale Edilen Halk Hikâyelerinin Özellikleri ... 99
1. 2. 2. Yeni Oluşturulmuş Halk Hikâyelerinin Özellikleri ... 105
3. Sovyetler Birliği Dönemindeki Halk Hikâyelerinin Anlatım Özellikleri ... 113
4. Sovyetler Birliği Dönemindeki Halk Hikâyelerinin Sınıflandırılması ... 115
5. Sovyetler Birliği Döneminde Azerbaycan’da Halk Hikâyesi Çalışmaları ... 118
V. BÖLÜM ... 132
5. 1. HALK HİKÂYELERİNDEKİ TİPLER ... 132
1. Âşık Tipi ... 134
2. Alp Tipi ... 137
3. Dinî Tipler ve Bilge Kişilikler ... 142
4. Kahramana Yardımcı Savaşçı Tipler ... 145
5. Çoban Tipi ... 148
6. Kadın/Anne/Eş/Sevgili Tipleri ... 150
7. Diğer Tipler ... 152
VI. BÖLÜM ... 154
6. 1. SOVYET DÖNEMİ AZERBAYCAN HALK HİKÂYELERİNDEKİ TİPLER... 154
1. Sovyet Dönemi Halk Hikâyelerinde Âşık Tipi ... 156
2. Sovyet Dönemi Halk Hikâyelerinde Kahraman Tipi ... 161
3. Kahramanlara Yardımcı Komünist Tipler ... 166
4. Sovyet Dönemi Halk Hikâyelerindeki Diğer Tipler ... 167
VII. BÖLÜM ... 179
7. 1. SOVYETLER BİRLİĞİ DÖNEMİNDE OLUŞTURULAN HALK HİKÂYELERİNİN EPİZOTLARI ... 179
1. Soltan ve Gendap Hikâyesinin Epizotları ... 180
2. Tarlacı Gız Hikâyesinin Epizotları ... 182
3. Behmen ve Humay Hikâyesinin Epizotları ... 184
4. Tanrıverdi Hikâyesinin Epizotları ... 185
6. Dilsuz ve Hazangül Hikâyesinin Epizotları ... 188
7. Şehzade Behram Hikâyesinin Epizotları ... 189
8. Ferhat ile Şirin Hikâyesinin Epizotları ... 190
9. Sam Şehzade Hikâyesinin Epizotları ... 192
10. Şemşir ve Senuber Hikâyesinin Epizotları ... 193
VIII. BÖLÜM ... 196
8. 1. HALK HİKÂYELERİNDE İŞLENEN KOMÜNİZM TEMALARI... 196
8. 1. 1. Çağdaş Mevzuları İşleyen Halk Hikâyelerindeki Temalar ... 197
1. Soltan ve Gendap Hikâyesindeki Temalar ... 197
2. Tarlacı Gız Hikâyesindeki Temalar ... 215
3. Behmen ve Humay Hikâyesindeki Temalar ... 234
4. Tanrıverdi Hikâyesindeki Temalar ... 237
5. Kamal Hikâyesindeki Temalar... 243
8. 1. 2. İçeriğine Müdahale Edilen veya Geleneksel Mevzuları İşleyen Halk Hikâyelerindeki Temalar ... 250
1. Dilsuz ve Hazangül Hikâyesindeki Temalar ... 250
2. Şehzade Behram Hikâyesindeki Temalar ... 257
3. Ferhat ile Şirin Hikâyesindeki Temalar ... 262
4. Sam Şehzade Hikâyesindeki Temalar ... 264
5. Şemşir ve Senuber Hikâyesindeki Temalar ... 267
IX. BÖLÜM ... 269
9. 1. DESTANLARI OLUŞTURAN ÂŞIKLAR HAKKINDA MALUMAT ... 269
1. Şair Novruz ... 270
2. Şemşir Hocayev ... 271
3. Nebi Kelbecerli ... 273
4. Âşık Soltan ... 274
5. Gendab Hacı Gızı ... 274
6. Behmen Nermanlı Qarayev ... 275
7. Hasan Pervane ... 276
8. Âşık Hüseyin Quluyev ... 277
9. Âşık Ali Köçesgerli ... 278
10. Âşık Mirze Ahmed Oğlu Bayramov ... 279
SONUÇ ... 281
EKLER ... 296 9. 1. METİNLER ... 296 1. Tarlacı Gız ... 296 2. Behmen ve Humay ... 407 3. Tanrıverdi ... 442 4. Kamal ... 483 ÖZGEÇMİŞ ... 495
TABLO DİZİNİ
GİRİŞ
Sovyetler Birliği Hükümetinin Azerbaycan’ı işgali ile birlikte Azerbaycan toprakları, yeni bir rejimle tanışmıştır. Çarlık Rusya’nın, Ekim Devrimi ile yıkılmasını sağlayan Bolşevikler, işgal ettikleri bu topraklara kendi rejimleri olan Komünist Rejimi getirdiler. İşgalle birlikte Azerbaycan’da kurulan yeni devletin, bağlı olduğu Komünist Rejim sayesinde Ruslar, yayılmacı politikalarının bir adımını daha gerçekleştirmiş oldular.
70 yılı aşkın bir süre Azerbaycan topraklarına hâkim olan Sovyet Rusya, Azerbaycan Türklerinin yalnızca devlet rejimini değiştirmemiştir. Aynı zamanda Azerbaycan Türklerinin, geleneksel ve kültürel yaşantısında da değişiklikler yapmaya çalışmışlardır.
Bolşevikler, devrimle yok ettikleri Çarlık Rusya’nın, asimilasyon ve din karşıtı faaliyetlerinin devamı niteliğinde tüm Türk topraklarında ‘sovyetleştirme’ adı altında bir politika benimsemişlerdir. Bölgede yaşayan bütün toplulukları etnik kimliğine bakılmaksızın ‘Rus vatandaşı’ olarak kabul ettikleri bu politika sayesinde, millî kimliğe ait pek çok kültürel malzemeyi de yok ettiler.
Kırım, Kazan, Kafkaslar, Orta Asya ve Türkistan’daki pek çok Türk’ü etkileyen Sovyetleştirme çalışmaları nedeniyle, halkın yüzyıllar boyunca koruyarak yaşattığı geleneksel yaşantıya son verme gayreti içinde oldular. Türklerin yaşantılarına etki eden millî ve dinî her türlü malzemeyi inceleyen rejim taraftarları, bu malzemeleri sovyetleştirme politikasına uygun hale getirmeye çalıştı. Halkın oluşturduğu folkloru, yapay bir hale getirerek rejimin hizmetine verdiler. Bunun dışında rejimin amacına hizmet etmeyen dinî ve millî folklor malzemeleri ise yasaklandı.
Sovyet Rusya’nın asimilasyon çalışmalarının bir neticesi olarak görülen milliyetler politikası sebebiyle, folklorun bir parçasını oluşturan türkü, mani, destan, efsane, halk hikâyesi, masal ve âşık edebiyatı ürünleri toplandı. Toplanan bu malzemelerdeki dine ve Türk kültürüne ait unsurlar temizlendikten sonra malzemelerin yeniden yayınlanması sağlanmıştır. Bu aşamada âşık edebiyatının oluşumunda ve devamında
en büyük paya sahip olan âşıklardan fazlasıyla yararlanıldı. Düzenlenen toplantılar ve etkinliklerle âşıkların ortaya koyduğu ürünlerin rejime hizmet etmesi sağlandı.
Çalışmamızın amacı, komünist ideolojiyi benimsetme ve yayma politikası nedeniyle tahrip edilen veya yeni rejimin çıkarları doğrultusunda oluşturulan edebî ürünlerdeki asimilasyonu gözler önüne sermektir. Çalışmamızda özelikle yeni rejimin etkisi ile oluşturulmuş âşık edebiyatı ürünlerinden olan halk hikâyelerini inceleyerek bu ürünlerdeki rejimin etkisini ortaya koymaya çalıştık. Her biri yeni rejimin birer temsilcisi gibi görünen âşıkların, âşıklık geleneği içerisinde oluşturduğu halk hikâyelerindeki komünizm temalarına değinmeye çalıştık.
Âşıkların hayat hikâyesinin bir parçasını oluşturan halk hikâyelerini incelerken Ehliman Ahundov’un ‘yeni destanlar’ ismini verdiği halk hikâyelerinden yararlandık. Müellifleri bilinen bu halk hikâyelerinin düzenleyicileri hakkında da bilgiler verdiğimiz çalışmamızda Sovyetler Birliği hükümetinin işgal ettiği Azerbaycan topraklarındaki ‘edebî ve kültürel erozyonun’ boyutlarını anlattık.
Halk hikâyeleri üzerinde gerçekleştirilen edebî ve kültürel erozyonu ele alırken çalışmayı iki ayrı bölüm halinde yapmayı uygun gördük. Çünkü bu hikâyelerin bir kısmı Azerbaycan’ın işgalinden sonra yeni rejimin çıkarları doğrultusunda oluşturulmuş, bir kısmı ise işgal öncesinde oluşmuş fakat daha sonra bazı değişikliklerle yeniden anlatılmış halk hikâyeleridir.
Birinci grupta incelemeye çalıştığımız halk hikâyeleri, yeni rejimin etkisi ile işgalden sonra ortaya konulmuş halk hikâyelerinden oluşmaktadır. Bu halk hikâyeleri, diğerlerine göre daha güncel konuları işlemektedir. Doğrudan doğruya Komünist rejimin propagandasını yapan bu halk hikâyeleri, Azerbaycanlı âşıkların işgal sonrasında rejimi anlatmaları istenen hikâyelere örnektir. Bu hikâyelerde Komünist rejime dair pek çok tema ve konu bulunurken kolhoz ve sovhoz hayatı da hikâyelerde kendisine yer bulmuştur.
İkinci grupta yer alan halk hikâyeleri ise geleneksel konuları işlemektedir. Bu halk hikâyelerinin bir kısmı Azerbaycan’ın işgalinden önce ortaya konulmuştur. Rejim öncesine ait olan bu halk hikâyeleri, rejimin çıkarları doğrultusunda tahrip edilmiş ve
âşıklar tarafından halk hikâyelerinin bu şekilde anlatılması sağlanmıştır. Tahrip edilen bu halk hikâyelerinin dışında geleneksel konuları işleyen yeni destanlar da oluşturulmuştur. Bu halk hikâyeleri, eski örneklerine benzeyen ufak tefek değişikliklerle rejime hizmet etmeleri sağlanan halk hikâyeleridir. Fakat bu halk hikâyelerinin eski örnekleri kadar millî ve kültürel değerlere sahip olmadıkları da bir gerçektir.
I. BÖLÜM
1. 1. ÇARLIK RUSYA
Ekim 1917 devrimiyle sosyalizm ve komünizmin yol göstericiliğinde kurulan Sovyet Rusya’nın oluşumuna geçmeden önce Çarlık Rusya’nın durumu hakkında kısa bir bilginin yararlı olacağını düşünmekteyiz. Bu bilgiler, Çarlık Rusya’yı yıkıma götüren devrimin nedenlerini anlamakta bizlere faydalı olacaktır.
Çarlık Rusya tarihi, Knez III. Vasili’nin ölümünün ardından çocuklarından İvan’ın tahta çıkışıyla başlar (Kurat, 1987: 143). İvan, tahta çıkarak hükümdarlık tacını takınır. Bu andan itibaren, Ruslar’ın ilk çarı unvanını alan İvan, Çarlık yönetimini de resmen başlatmış olur (Kurat, 1987: 145).
Çarlık Rusya’yı imparatorluk düzeyine çıkaran lider ise 1689 yılında tahta çıkan I. Petro olmuştur (Beydili, 2008: 255). Petro’nun göstermiş olduğu çaba sayesinde Çarlık Rusya’sının gerçek anlamda Batılılaştığı da bilinmektedir (Uludağ, 2012: 211). I. Petro takip ettiği yayılmacı politikayla komşuları aleyhine genişlerken Uzak Asya’daki Hindistan ve Doğu Türkistan topraklarıyla da yakından ilgilenmiştir. Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası nedeniyle Batı Avrupa ile iyi ilişkiler içinde olan Petro, sıcak denizlere erişebileceği tek toprak parçası olan Osmanlı Devleti’ne karşı da saldırgan bir tutum sergilemeye başlamıştır. Osmanlı Devleti’ne, Prut Savaşı’nda yenilen Petro’nun, bu savaştan sonra yönünü Kafkasya’dan Orta Asya’ya çevirdiği de bilinmektedir (Roberts, 2013: 619-620; Yorulmaz, 2013: 58-59).
Birinci Dünya Savaşı’na kadar bazen toprak kaybeden bazen toprak kazanan Çarlık Rusya, dünya üzerindeki en büyük toprak parçalarından birine hükmeden bir devlet olarak Birinci Dünya Savaşı’na katılmıştır. Çarlık Rusya, bölgedeki planları doğrultusunda İngiltere ve Fransa’nın yanında savaşa girmiştir. Fakat bu savaş, yıllardır yayılmacı politika izleyen Çarlık Rusya’nın felaketi olmuştur: “Birinci Dünya Savaşı, Rusya’nın ekonomik ve sosyal gelişimi açısından çok kötü bir zamanda patlak verdi. 1914 yılında Rusya, modern sanayi ülkesi olma yolunda olsa da ekonomisi
modern koşullar altında bu kadar uzun sürecek bir savaşı kaldıracak durumda değildi” (Rabinowitch, 2012: 14).
Eldeki bütün parayı silah malzemelerine yatıran ve her bir bölgede farklı devletle savaşmak zorunda kalan Rusya, kendi içindeki yoksul halkı her geçen gün açlığa ve sefalete sürüklemiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde ilan edilen sıkıyönetim yasaları, Rus halkının, savaş yıllarında da büyük sıkıntılar yaşamasına neden olmuştur. Ülkede gittikçe artan baskıcı siyaset anlayışı, halkın rejime olan güvenini ve bağlılığını da olumsuz etkilemeye başlamıştır. Ortaya çıkan yoksulluk ve geçim sıkıntısı halkın, devleti idare eden yönetim kadrolarına karşı gelmesinin yolunu açmıştır. 1897 yılında tahta çıkan son Rus Çarı II. Nikola’nın “kavimler zindanı” haline getirdiği Rusya’da, Japonya yenilgisiyle birlikte ihtilale giden süreç başlamıştır (Kurat,1987: 423).
Çarlık Rusya’daki sıkıntıları bir nebze olsun yatıştırmaya çalışan II. Nikola, birtakım adımlar atmaya başlamıştır: 1906 yılında siyasi suçlular için genel affın ilan edilmesi, sansürün kaldırılması ve Duma’nın açılması gibi sayılabilecek bu adımlar, ülke ekonomisinde herhangi bir iyileşme sağlamamıştır. Nitekim Rusya, savaş nedeniyle seferberlik ilan ederek 14 milyon insanı silahaltına almıştır. Bu askerlerin savaş malzemelerini ve temel ihtiyaçlarını karşılamakta bir hayli zorlanan Rusya, ekonomik yönden yaşamakta olduğu krizi derinleştirmiştir. Fransa ve İngiltere’den alınan borçlar da bu yükü kaldıramamıştır (Kurat,1987: 423).
Halk; yoksulluğun, eşitsizliğin ve adaletsizliğin sorumlusu olarak Çarlık Rusya’yı görmeye başlamıştır. Ekonomik krizin ve yaşanılan haksızlıkların hesabını sormak isteyen sosyalistler, gruplar kurarak bir araya gelmeye ve ihtilal için planlar yapmaya başlamışlardır. Bu dönemde patlak veren Birinci Dünya Savaşı da sosyalistleri bu amaçlarından vazgeçirememiştir. Nihayetinde 1917 yılında Ekim Devrimi ile birlikte Çarlık Rusya tarihe karışarak imzaladığı Barış Anlaşması ile birlikte savaştan çekilmek zorunda kalmıştır (Beydilli, 2008: 258).
1. 2. SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KURULMASI
1. 1917 Rus İhtilâline Giden Süreç
Ekonominin kötüye gitmesi, her geçen gün artan açlık ve sefalet, 1917 yılının Eylül ayı başlarında Rusya’da, halkın büyük huzursuzluklar yaşamasına neden olmuştur. Siyasilerin iktidar kavgası, halkın ekonomik sıkıntılar çekmesini kat kat artırmıştır. Sadece sekiz ayda 800’e yakın fabrika kapanmış bu fabrikalarda çalışan 170 bine yakın işçi, işsiz kalmıştır. Öte yandan köylüye verimsiz toprakları her yıl para karşılığında satan Çarlık Rusya, toprağın mülkiyetini değil kullanım hakkını sattığını belirterek kendi halkını sömürmeye başlamıştır (Armaoğlu, 2014: 123).
Devletin, yönetimde aldığı kararlar, süratle gelişen sanayi, burjuvazinin gelişip büyümesi, geçim sıkıntısı, yoksulluk, açlık ayrıca köylü üzerindeki baskı, ihtilâli hazırlayan sebeplerdendir. Bunların dışında vergi sistemindeki karışıklık, bozukluk ve adaletsizlik de halkın üzerinde büyük yük oluşturmuştur. Ayrıca maliyenin Fransız devriminde olduğu gibi iflas etmesi, savaşları finanse edebilmek için erimekte olan altın rezervlerine ve dış borçlara başvurulması ekonominin tamamen bozulmasına neden olmuştur. Çarlık rejiminin toprak sorununa bir çözüm bulamaması ve ülkede demokrasinin gittikçe zayıflaması halk hareketlerinin ortaya çıkmasında etkili olmuştur (Sander, 2010: 389- 390).
Sanayinin gelişmesi ile 19. yüzyılın sonuna doğru köylü üzerinde sanayi, yeni bir sınıfın oluşmasını sağlamıştır. İşçiler arasında da sanayi karşısındaki ayaklanmalar baş göstermeye başlamıştır. Plehanov ve Lenin bu ayaklanmaların, sadece otokrasiyi değil burjuvaziyi de ortadan kaldıracağını düşünmüştür. Köylü ve işçi sınıfın ayaklanmalardaki amacı, demokratik ilkeler doğrultusunda yeni bir cumhuriyet oluşturmaktır. Ayaklanan bu kesim aslında burjuvaziye karşı değildir. İçinde burjuvazinin de yer aldığı yeni bir yönetim oluşturmayı isteyen halk, Marksistler sayesinde bu amaçlarında değişikliğe gitmek zorunda kalmıştır. Marksistler, fırsattan istifade deyip ayaklanmayı başka yöne doğru çekmeye çalışmışlardır (Gürkan, 1964: 157-158).
Plehanov ve Lenin gibi düşünen Marksistler, ayaklanmaların burjuvazinin yıkılmasında etkin bir rol oynayacağını düşünmüşlerdir. Bu sebeple istemedikleri burjuvaziyi devirerek sosyal bir inkılâp ile komünizmi halk arasında yayma fırsatını bulmuşlardır. Burjuvaziyi yok etmeye çalışan özellikle genç komünistler, ilerde kendi yönetim sistemleri olan komünizmi insanlara anlatmaya başlamışlardır. Bu girişimler, komünist ve sosyalist yönetime doğru atılmış ilk adımları oluşturmuştur (Gürkan, 1964: 158).
Artan halk hareketleriyle birlikte sosyalistler tarafından, Sosyalist-Demokratik İşçi Partisi, 1898’de düzenlenen gizli bir toplantı ile kurulmuştur. Plehanov ve Lenin bu parti bünyesinde yer alan İşçi Kurtuluşu Cemiyeti ile İşçi Sınıfın Mücadele ve Kurtuluşu Birliği adı altında kurulan birliklerin temsilcileri olarak seçilmişlerdir. Parti, sanayi karşısındaki işçi sınıfını desteklemeye başlayınca bu iki ihtilalci grup ve üyeleri de işçi grevlerini idare etmeye başlamıştır. Partinin kendini halka tanıtma yolundaki bu adımları, Çarlık rejimi tarafından şiddetle karşılanmış ve delegelerin büyük bir kısmı Sibirya’ya sürgüne gönderilmiştir. Lenin de bu sürgüne giden delegelerin içerisinde yer almıştır (Gürkan, 1964: 159).
Sosyalistlerin beklemediği Çarlık yönetiminin bu tutumu, komünist gençlerin başlattığı hareketin önünü kesememiştir. Sürgüne gönderilen Lenin, çalışmalarına sürgüne gönderildiği yerde de devam etmiştir. Sürgünden dönüşünde Çarlık rejiminin aleyhine hızla harekete geçen Lenin, 1900 yılında ‘Iskra’(Kıvılcım) gazetesini çıkarmıştır. Gazete, yazılarıyla işçileri Çarlık rejimine ve burjuvaziye karşı daha da nefrete yöneltmiş ve bütün işçi ve emekçileri birleştirmiştir. Bolşeviklerin halka komünizm ve sosyalizm fikrini daha iyi anlatmak için kullandığı bu gazete, önemli bir görevi de üstlenmiş, gazetenin yöneticisi Lenin, bu gazete sayesinde kendi siyasi faaliyetlerini daha da yoğunlaştırmıştır (Akman, 2008a: 48).
Lenin’in çıkartmış olduğu Iskra gazetesi, Sovyet ateşinin kıvılcımını oluşturmuştur. Özellikle gazetenin yayın politikasının ayrımcı ve mücadeleci olması işçilerdeki devrimci ruhu canlı tutmuştur. Gazetenin başında yer alan “Kıvılcımdan alevler çıkacak” ibaresi hem Çarlık rejimine hem de burjuvaziye karşı apaçık bir tehdit olarak
kabul edilebilir. Çünkü gazetenin başındaki bu ibare ortaya konan hareketin giderek büyüyeceğini gözler önüne sermektedir (Gürkan, 1964: 159).
1917 yılında gerçekleşen devrimden önce Rusya’da küçük çaplı bir ayaklanma baş göstermiştir. Ekim Devriminin ayak sesleri olarak kabul edilebilecek bu ayaklanma 1905 yılında gerçekleşmiştir. 9 Ocak 1905 tarihinde St. Petersburg’daki Rus Çarının Kışlık Sarayına gitmek için Peder Gabon önderliğinde toplanan halk, devrimin kıvılcımını oluşturur (Ascher, 1992: 18).
Çar’ın, Kışlık Sarayına doğru yürüyüşe geçen iki yüz bin kadar insan ülkede uzun bir süredir devam eden işçi sorunlarını dile getirmeyi istiyordu. Ayrıca işçi ve işçi aileri, tüketim ve yiyecek maddelerindeki sıkıntıyı, kuraklığın getirmiş olduğu pahalı hayatı da Çar’a bildirmek istemiştir. Ayaklanan halk, Çar’ın yanındakilerin, Çar’a durumu izah etmediklerinden emin oldukları için Peder Gabon önderliğinde saraya yürümüştür (Çelik, 1996: 65).
Peder Gabon önderliğindeki halkın elbette tek sorunu işçi hakları değildir, onlar aynı zamanda herkesin yasa önünde eşit kabul edilmesini, insan haklarına önem verilmesini ve politik hükümlülerin de serbest bırakılmasını istiyorlardı. Fakat “Küçük baba” lakabını taktıkları Çar’a dertlerini anlatmaya çalışan kalabalık, Kışlık Sarayına varamadan askerlerin yaylım ateşine maruz kalmıştır. Halka doğru açılan ilk ateşle birlikte 130’dan fazla kişi ölür ve binlerce kişi yaralanır. Tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen bu olay, bütün ülkenin yasa boğulmasına neden olur (Ascher, 1992: 18- 19). Halka karşı düzenlenen bu saldırıyı, protesto etmek için sonraki günlerde 125 bin işçi greve çıkmaya karar vermiş ve 1905 devrimi de bu grevlerle birlikte resmen başlamıştır (Kurat, 1987: 380-381; Faulkner, 2014: 238-239).
İşçilerin grevleriyle başlayan 1905 devrimi, köylü ayaklanmaları ile devam etmiştir. Bütün bu ayaklanmaların neticesinde bunalan askerlerin de bir kısmı, Çar’a karşı ayaklanarak devrimcilerin yanında yer almıştır. Haklarını arayan işçiler ve onlara yardım için toplanan işçi yakınları askerlerin de kendilerinden yana olmasını fırsat bilerek St. Petersburg şehrini ele geçirmişlerdir. Ayaklanan halkın oluşturduğu İşçi Delegeleri Sovyeti Birliğinin şehrin yönetimini ele almasında Rusya’nın, Japonya
savaşından da yenik ayrılması büyük bir paya sahiptir. Halk, Rus Ordusunun, Japonya’ya yenilmesine büyük tepki göstermiştir. Yaşanan bu olaylara, Ekim ve Kasım aylarında yaşanan Moskova’daki silahlı ayaklanmalar da destek sağlamıştır (Faulkner, 2014: 239).
Rusya’daki fikir ayrılıklarının arttığı günlerde patlak veren ve Rusların mağlubiyetiyle sonuçlanan, 1904-1905 Rus-Japon savaşı, devrim açısından oldukça önemli bir yere sahiptir. Oral Sander, bu savaşın, 1905 devriminin gerçekleşmesinde etkin rol oynadığını ifade ederek şu sözleri söylemektedir: “Çarlık hükümeti, savaştan hem prestij hem de askerî güç bakımından çok zayıflamış olarak çıktı. Savaşın yürütülmesindeki beceriksizlik ve savaşın yarattığı zorluklar halkın tepkisine yol açtı ve daha önce yer altında faaliyet gösteren gizli örgütlerin ayaklanmasıyla Rusya’da 1905 devrimi oldu” (Çelik, 1996: 66; Sander, 2010: 267).
Ruslara göre utanç verici olan bu yenilgi, halkta büyük bir infiale neden olmuştur. Hükümet bu infiali bastırmak için sıkı tedbirler almaya başladıkça, halk daha büyük tepkiler göstermiştir. Buna rağmen geri adım atmayan Çarlık yönetimi, ayaklanan halka karşı şiddetin dozunu gittikçe artırmıştır (Ponting, 2013: 717).
Çarlık Rusya’nın uyguladığı bu şiddet karşısında halk, Sosyal Demokratların safına geçmeye başlamıştır. Sanayi işçilerini galeyana getiren olaylar, köylülerin arazi sahiplerinin topraklarına hücumuyla ve bu toprakları yağmalarıyla sonuçlanmaya başlamıştır. Devlet yönetimi, artan bu huzursuzlukların nedenini araştırmak yerine, daha sıkı tedbirler aldıkça ülkedeki ayaklanmalarda artmıştır. Hatta üniversite öğrencileri ayaklanınca üniversiteler dahi kapatılmış, fakat ayaklanmaların ve ülkedeki olayların önüne geçilememiştir. Çar, bütün bu olup bitenlerin karşısında yönetimin elinde kalması üzerine bir Duma Meclisi açmaya karar vermiştir. Fakat Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve Çar’ın kendi egemenliğini paylaşmak istememesi üzerine Duma feshedilecek, Duma’nın feshini kabul etmeyen üyelerden, ülkenin dört bir yanına dağılmaları ve işçi grevlerini sona erdirmeleri istenecektir. Fakat üyelerin bunu kabul etmeleri ve kendilerinden istenenleri gerçekleştirmeleri mümkün olmamıştır (Gürkan, 1964: 159; Çelik, 1996: 73).
Ekim devriminden önce gerçekleştirilen 1905 yılındaki bu ayaklanmalar, kısmî devrim, Rus köylüsünün devrime destek vermemesi üzerine yarım kalmıştır. Çar’ın Ordusundaki büyük bir kısmı teşkil eden Rus köylüsü, devrimcileri yalnız bırakmıştır. Yalnız kalan işçilerin gücü, günden güne azalmış ve nihayetinde Petersburg’daki İşçi Sovyeti kapatılmak zorunda kalmıştır. Kapatılan bu birliğin bütün üyeleri tutuklanarak sürgüne gönderilmişlerdir. Tutuklama ve sürgünlerin dışında Çar, Moskova’nın kenar mahallelerinde 1905 yılındaki ayaklanmalara destek veren halkı top atışına tutarak katliamlara girişmiştir (Faulkner, 2014: 239-240).
Ekim devriminin ilk safhasını oluşturan bu ayaklanmalar neticesinde Lenin, kendisine bir yol haritası çizmiştir. 1905 devrimini “proletaryanın araçlarıyla kazanılmış bir burjuva devrimi” olarak gören Lenin, Çarlık rejiminin devrilebileceğini bu ayaklanmadan hareketle kabul etmiştir. Fakat Lenin bu devrimin, yalnızca işçiyle ve askerlerle olacak bir ayaklanmayla gerçekleşemeyeceğini anlamıştır. Bu sebeple, işçilerin dışında köylülerin de desteğini almaya karar vermiştir (Hobsbawm, 2013: 321-322).
Iskra gazetesinin çıkmaya başladığı dönemde Sosyalist-Demokratik İşçi Partisinde de görüş ayrılıkları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bolşeviklerden daha fazla sandalyeye sahip olmalarına rağmen kendilerine “azınlık” anlamına gelen Menşevik ismini verenler Lenin’den farklı düşünerek partinin çatlak sesini oluşturmuşlardır. Menşevikler, daha geniş ve katılmaya açık bir örgüt kurmak amacı taşıdıkları için liberallerle anlaşmayı düşünürken Bolşevikler buna karşı çıkmışlardır. Başını Lenin’in çektiği Bolşevikler, küçük ve devrimci bir elitin denetiminde sıkı bir parti kurmayı amaçlamışlar, Almanya ve Avusturya ile savaşı sona erdirme, kapitalist sınıfa karşı savaş verme ve köylüye toprak dağıtımı gibi konularda kararlar almışlardır. Fakat her iki grubun da ortak fikri Marksist akımın Rusya’da etkin hale getirilmesidir (Hartıll, 1990: 69-70; Sander, 2010: 389).
Sosyalist Demokratik İşçi Partisindeki bu görüş ayrılığı, Japonya-Rusya Savaşı’nın başladığı yıllara denk gelir. Menşeviklerin parti içinde Bolşeviklerden farklı bir düşünceye sahip olması, iki bloğun iyice birbirinden uzaklaşmasına neden olmuştur. Menşevik hareket, liberallerin sol görüşe sahip olması için işçileri gösteriler yapmaya
davet etmiş ve işçilerin politik bilincini yükseltmeyi, Çar’dan yalnızca orta sınıfın değil, tüm halkın yararına olacak birtakım ödünler koparmayı düşünmüştür (Ascher, 1992: 17-18).
Bolşevikler, burjuvazinin otokrasiye muhalefetine karşın monarşinin, daimi ordunun ve bürokrasinin otoritesini bütünüyle kaldırmasını reddedeceğine inanmışlardır. Bu sebeple liberalleri destekleme ya da onları etkilemeye çalışmak yerine, işçi sınıfının doğrudan yönetime karşı harekete geçmesi ve böylelikle eski düzenin devrilmesinde önderliği ele alması gerektiğini ileri sürmüşlerdir (Ascher, 1992: 17-18).
Sotockholm Kongresinde bir araya gelen iki grup birleşme kararı alsa da zamanla görüş farklılıkları giderek artmıştır. 1914 yılında işçi sendikaların pek çoğunun Bolşeviklerin eline geçmesiyle bu görüş ayrılığından kazananın, Lenin olduğu kesinlik kazanmıştır (Ascher, 1992: 24).
1916 yılı, Çarlık Rusya için büyük bir çöküşün başlangıcı anlamına gelmektedir. Sosyalist bazı çevrelerin karşı çıkmasına rağmen, Birinci Dünya Savaşı’na katılan Çarlık Rusya, 1916 yılına gelindiğinde pek çok subayını savaşta kaybetmiştir. Hem teknik anlamda sıkıntılar çeken hem de ülkedeki ekonomik bunalımın cephedeki askerleri ciddi anlamda etkilemesi Rusya’daki krizin büyümesine neden olmuştur. Gittikçe derinleşen kriz ortamında cephede savaşan askerlerin içindeki yurtseverlik ateşi de artık sönmüştür (Rabinowitch, 2012: 19-21).
Ülkedeki hiçbir sorununu çözüme kavuşturmadan savaşa giren Çarlık Rusya daha büyük ekonomik sorunlarla karşılaşmak zorunda kalmıştır. Savaşın getirdiği yoksulluk ve sefalet bir tarafa artan sıkıyönetim halkı, bezdirmiştir. Bütün alınan önlemlere rağmen gösteriler, grevler ve ayaklanmalar günden güne artmaya başlamıştır (Ponting, 2013: 717).
Çarlık Rusya, Birinci Dünya Savaşı bitmeden savaştan ayrılmış olsa da ekonomik anlamda kaybeden taraf olmuştur. Savaşı kazanan Çarlık değil, Bolşevikler olmuştur. Dünyadaki bütün insanlarla Bolşeviklerin kardeş sayılacağını ifade eden Bolşevikler, barış anlaşmasını derhal imzalayarak savaştan çekilmiştir. Savaşa en baştan beri şiddetle karşı çıkan Lenin ve beraberindeki sosyalistler yaşanılan bu süreç neticesinde
ekonominin kötüye gittiğini bahane ederek Çarlık Rusya’nın idaresini ele geçirmek maksadıyla harekete geçmişlerdir. Ayrıca “üç yıldır aç, silahsız ve bıkkın bir biçimde anlamsız bir savaşı sürdüren ordu, Çar’ın yanında yer almayarak, barış, ekmek ve toprak sloganlarıyla ortaya çıkan devrimci hareketin üstüne yürümemiştir” (Hartıll, 1990: 101; Sander, 2010: 390).
İşçilerin, köylülerin ve askerlerin başkaldırısı ile başlayan bu süreç, Ekim Devriminin gerçekleşmesini sağlamıştır. Neticede 1918 yılında kendisini resmen Komünist Parti olarak ilan edecek Bolşevik hareket, hareketin mimarları Lenin ve Stalin, halktan aldıkları bu güçle birlikte iktidara doğru yürüyüşe geçmişlerdir. Azımsanmayacak derecede halkın desteğini yanında hisseden Bolşevikler, 1917 yılına kadar devrimin gerçekleşmesi önündeki bütün engelleri kaldırmışlardır.
2. 1917 Rus İhtilâli ve Sonrasındaki Süreç
1905’ten sonra ilk halk ayaklanması Petrograt’ta gerçekleşir. Halkın, 24 Şubat 1917’de açlık, yoksulluk ve sefalet gibi sebeplerle ayaklanması ile birlikte isyanı bastırmaya giden askerlerin de halkın tarafına geçmesi, isyanı başlatan halka, büyük moral ve güç vermiştir. Halk, askerlerin de göz yummasıyla St. Peter ve Paul kalelerine hücum ederek oradaki mahkûmları serbest bırakmıştır. Duma Meclisi üyeleri durumu kontrol altına almak için toplantıya çağrılsalar da olaylar tamamıyla kontrolden çıkmıştır (Gürkan, 1964: 160).
27 Şubat’ta halkın başlattığı bu ayaklanma Sovyet adını almıştır. Sovyet oluşumunun hiçbir yetkisi olmamasına rağmen yavaş yavaş devlet yönetiminde birtakım haklar elde etmeye başlamıştır. Sovyetlere devlet idaresinde yer verilmesi yine de ayaklanmaların ve hareketlerin önüne geçemez. Duma’nın da etkisi ile birlikte Çar II. Nikola, hiçbir hak istemeksizin Çarlıktan ayrılır. Onun yerine bir İhtilâl Hükümeti kurularak başına da Lvov getirilir. Çar’ın planlarının alt üst edilmesi ve hükümetin kurulması ile birlikte Duma’nın da dağılması kaçınılmaz olur (Gürkan, 1964: 160). Geçici hükümetin başında bulunan Kerenski ile başkomutan Kornilof arasında çıkan anlaşmazlık sonucunda araya Lenin girmiştir. Krenski ve Kornilof arasındaki bu
anlaşmazlık sonucu ülke idaresi, nihayetinde Vladimir Ulyanov Lenin’in eline geçmiştir (Sadıkov, 2010: 108-116).
Yanlarına aldıkları işçi, çiftçi ve emekçi kitlenin büyük desteğiyle Sosyalistler, Sovyetler Birliğinin kurulmasına giden yolun açılmasını sağlamıştır. Lenin’in başında bulunduğu sonrasında Komünist Parti ismini alacak olan Bolşevik Partisi, anlaşmazlıktan yararlanarak yönetimi ele geçirmiştir. Fransız İhtilâli’nden esinlenen kalabalık bir işçi ve çiftçi topluluğunun başlattığı ayaklanma, modern tarihteki en heybetli ve örgütlü devrimci hareket olarak tarihe geçmiştir (Hobsbawm, 2012: 73). Sadece siyasi olmayan Ekim ihtilâli, ekonomik açıdan da temelleri bulunan bir devrim hareketidir. Lenin, ekonomik alanda da bir ihtilâl planı yaparken Marx’ın işçi ihtilâlinden de fikrî açıdan yararlanmıştır. En nihayetinde bu planlar, uygulamaya konulmaya başlanmıştır. Lenin, ilk iş olarak toprak mülkiyetini kaldırmış, ikinci iş olarak da ülke barışını tesis için tarafları bir araya toplamıştır (Gürkan, 1964: 161). Lenin’in önderliğini yaptığı Bolşevik hareketini anlatan Eric Hobsbawm, Rusya’nın otuz kırk yıl sonra büyük bir devlete dönüşmesi, İslam’ın gerçekleştirdiği fetihlerden bu yana görülmemiştir, şeklindeki tespitiyle bu hareketin büyüklüğünü ifade etmiştir (Hobsbawm, 2012: 71).
Halk, kendilerini yöneten Bolşeviklere karşı onların icraatlarını gördükçe harekete sempati duymaya başlamıştır. Bu sempati partiye yeni katılımlar anlamına geldiği gibi Bolşeviklerin de gücüne güç katmıştır. Bolşevikler iyice güçlendikten sonra önce kontrol altına alamadıkları Moskova’ya, sonra da Petrograd’a doğru askerî harekât düzenlemişlerdir. Bunu diğer asi şehirler üzerine düzenlenen harekâtlar izlemiştir. Troçki’nin, ordunun başına getirildiği 15 Ekim’deki Sovyetler Kongresi, Ekim Devrimi’ni de ilan eden bir kongre olmuştur (Gürkan, 1964: 161).
Siyasi iktidarın; işçi, asker ve köylü mebuslardan kurulan Sovyetler Birliği’ne geçeceğini ilan eden kongre beyannamesi, atılan adımların sonuncusu olmuştur. Bunun akabinde de 25 Ekim 1917 tarihinde Troçki önderliğindeki eli silahlı 25 bin kadar işçi, asker ve bahriyeli Sovyet Devleti’nin resmen kurulduğunu ilan etmişlerdir (Faulkner, 2014: 267).
Sadece toprak sahibi olmak elbette çözüm olmamıştır. Her alanda yenilik ve kalkınma hayal eden Bolşevikler, yeni adımlar atmaya başlamışlardır. Bu yüzden siyasi iktidar hızlı bir iktisadi kalkınmayı başlatmıştır. Ülkenin dört bir yanında yeni sanayi kolları açılmış, özel teşebbüsün elindeki sanayi kollarına ve fabrikalara, devlet el koymuştur. Ayrıca askerlik hizmetinde olduğu gibi “çalışmak” da mecburi hale getirilmiş, her bir vatandaşın bir işle meşgul olması istenmiştir (Gürkan, 1964: 162).
Devletin idaresini ele alan Komünist Parti ve lideri Lenin, yeni oluşumu Marx ve Engels’in fikirleri doğrultusunda oluşturmuştur. Lenin, Marksizm’e o kadar bağlıdır ki devletin idaresi veya teşkilatı hakkındaki fikirleri önce Marx’ın süzgecinden geçirmiştir. Kendisine mantıklı olsun veya olmasın Marx’a ya da Engels’e yakın olan her türlü fikri kabul eden Lenin, komünizme ilk şekli veren isim olmuştur (Akman, 2008a: 85-86).
Lenin’in, Proleterya devleti hakkında bu devletin yarı devlet olduğunu ve bir gün tarih sahnesinden bu devletin de silinip gideceğini söylediğinde aklında yalnızca ihtilâl fikri olduğu görülmektedir. Devletin sıkı bir disiplin ve sıkı bir kontrol ile yönetilmesi gerektiğini ifade eden Lenin; zalimlerin, kapitalistlerin, istismarcıların ve insanlara baskı yapanların ancak bu şekilde yok olacağına inanmıştır. Fakat ne yazık ki onun bu fikirleri, devlet idaresini ele geçirene kadar sürmüştür. Devletin idaresini kontrol altına alan Lenin, başta şikâyetçi olduğu yönetim anlayışını daha da katı bir sistemle uygulamıştır (Gürkan, 1964: 169).
Ölüm döşeğinde iken kendisine, etrafındakilerden zehir vererek öldürmelerini isteyen Lenin, acılar içerisinde 21 Ocak 1924’te öldüğünde 53 yaşındadır (Akyol, 1976: 73). Son derece büyük acılar çekerek hayatını kaybeden Lenin’den sonra hem partinin hem de devletin başına Stalin geçmiştir.
Stalin’in iktidara yürüyüşü ile birlikte Sovyetler Birliği’nde yeni bir sayfa açılmıştır. Bu sayfa Lenin’in açtığı sayfadan daha uzun ve karanlık bir sayfadır. Ülkenin dört bir yanında boyunduruk altında tutulan milletlerin; kültürüne, kimliğine, diline ve dinine saldıran bir rejim olma yolunda Sovyet Rusya, Stalin’le birlikte hızla ilerlemiştir. Stalin, komünizmin ilerlemesi ve sosyalizmin yaygınlaşması için katı tedbirler almış
ve uyguladığı “milliyetler politikası” ile diğer milletlerin kimliklerini yok etmeye ve tek bir vatandaş tipi yaratmaya çalışmıştır.
Bürokratlarına dediği gibi tabiiyeti altındaki toplulukların milli kimliklerini yok etmeye çalışan Stalin kültürel, sanatsal ne kadar malzeme varsa onları toplatmış zararlı olanları yasaklamış, komünizmin yayılması yolunda işe yarayanları da değiştirtmiş, komünizmin lehine kullanmıştır.
Stalin, yerine geldiği Lenin’den daha acımasız bir lider olmayı başarmıştır. Göreve gelir gelmez ilk icraatı şüphelendiği ve çekindiği bazı Bolşevikleri partiden de yönetimden de tasfiye etmek olmuştur. Rus vatanseverliği ve Panslavizm’den yararlanarak Rusları iyice rejime bağlamıştır. Rus olmayan fakat Slav kökenli milletleri de kendine bağlayan Stalin, Türkler ve Moğollar üzerinde ise baskı ve zulmü kullanarak egemenlik sağlamıştır. Bazen üstü kapalı bazen de doğrudan doğruya Türklerin milli kimliklerini unutturmaya çalışmıştır. Bu sayede Rusya, sert ve haşin olan zalim Stalin’le birlikte esas başarıları elde etmiştir.
1. 2. SOVYET RUSYA’NIN AZERBAYCAN’I İŞGALİ
Ekim Devrimi sonrasında Rusya’da kurulan Sovyet Rusya yönetimi topraklarını genişletmek için harekete geçmiştir. Etrafındaki devletler üzerine seferler düzenleyen Rusya, bu devletleri teker teker ele geçirmeye başlamıştır. Azerbaycan, 1918 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin Kafkaslara sağlamış olduğu huzur ve güven ortamında varlığını sürdürmekteyken Osmanlı Devleti’nin, Kafkaslarda Rus Ordularına yenilmesinin ardından güven ve huzur ortamından uzaklaşmıştır. Osmanlı Devletinin, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılarak son derece ağır şartlar altında ateşkes antlaşmasını imzalaması ardından barış antlaşmasına imza atması Azerbaycan’ın da buhranlı günler yaşamasına neden olmuştur.
Mondros sonrasında Kafkasları boşaltmak zorunda kalan Osmanlı ordularının yerini, Rus orduları almıştır. 1917 yılında yaptıkları Ekim Devrimi’yle birlikte kendilerini büyük bir kuvvet olarak gören Ruslar, Kafkas bölgesindeki özellikle petrol ve maden kaynaklarına gözlerini dikmişlerdir. Lenin’in 17 Mart 1920 tarihli telgrafı, Kuzey Kafkasya ve Dağıstan’ı işgal etmekle görevli olan Kızıl Ordunun Bakü’ye doğru ilerlemesinin nedenini açıklamaktadır. Telgraf, Sovyet Rusya için son derece önemli olan bu bölgedeki maden ve petrollerin ele geçirilmesi konusunda emirler içermektedir (Alp, 2004: 78).
Rus Ordusu, Osmanlı’nın içinde bulunduğu durumdan da yararlanarak bölgede korumasız kalan Azerbaycan’ı kolayca işgal etmenin yollarını aramaya başlamıştır. Gerek dış müdahale gerekse içerden atılacak adımlar iyice belirlendikten sonra Sovyet Rusya derhal harekete geçerek öncelikle Azerbaycan’daki Müsavat hükümetinin kendi kendini feshetmesine dair bir ültimatomda bulunmuştur. Ayrıca orduya emir veren Kafkas Cephesi Komutanı Tuhaçevski, sadece Bakü’nün değil tüm Azerbaycan’ın hâkimiyetini ordularından istemiştir. Kafkas Cephesi Komutanı Tuhaçevski bölgeye gönderdiği orduya petrol kaynaklarını ele geçirmelerini ve değerli madenlere el koymalarını da özellikle emretmiştir (Ağamalıyeva, 1998: 297-298).
Lenin ve Stalin’in ortak talimatını alan 11. Kızıl Ordu Komutanı Ordjenikidze, 21 Nisan 1920 tarihinde Bakü’ye doğru, Azerbaycan işçi ve köylülerinin hakkını korumak bahanesiyle harekete geçmiştir (Neciyev, 2010: 38).
11. Kızıl Ordu Komutanının, petrol çıkan topraklara hâkim olmak için harekete geçmesiyle birlikte Azerbaycan’ın işgalinin de başladığını söyleyebiliriz. Azerbaycan işgali için hazırlanan Kızıl Ordu, harekete geçmeden önce bütün hazırlıklarını tamamlamıştır. Kızıl Ordu Komutanının verdiği emirden anlaşılan bütün hazırlıkların hedefinde petrol kaynakları bulunmaktadır:
“Aynı zamanda Azerbaycan askeri birliklerinin batı cephesinde yoğunlaştıkları, Yalama-Bakü istikametinde ise çok az sayıda askeri birlik bulundurduklarını bildirdi. Saldırı için müsait ortamın oluştuğunu anlayan Kafkas Cephesi Komutanlığı XI. Kızılordu birliklerinin 27 Nisan tarihine kadar Azerbaycan sınırında toplanmasını ve şiddetli bir saldırıyla kısa süre içinde Bakü’yü ele geçirmesini emretti. Belirlenen hedefe ulaşılması amacıyla birliklere beş gün süre tanınmaktaydı. Emirde, Kuzey Kafkasya demiryolunun tutulması için Kürdemir’e süvari birlikleri gönderilmesi, XI. Kızılordu Birlikleri Abşeron’a yaklaşırken Volga Hazar Donanmasının Elet’e asker çıkarması, bu çıkarma birliklerinin Bakü’ye hareket ederek petrol çıkarılan arazileri kontrol altına alması şart kılınmaktaydı” (Neciyev, 2010: 38-39).
Azerbaycan’ın işgalinin emrinin verildiği dönemlerde Azerbaycan’da faaliyet gösteren Azerbaycan Komünist Partisi de harekete geçmiştir. İşgalden önce Azerbaycan Komünist Partisinin, Kızıl Ordu gibi Müsavat hükümetinin yönetimi bırakması için Azerbaycan’da yönetime baskı yaptığı bilinmektedir. Azerbaycan Hükümetini içerden yıkmayı hedefleyen parti, işgalden üç gün önce Novıy Svet (Yeni Dünya) gazetesini neşretmeye başlamıştır. Gazetenin ilk sayısındaki şu sloganlar yaklaşmakta olan işgalin adeta ayak sesleri gibidir: “Bitsin Müsavat Hükümeti! Yaşasın Sovyet Hâkimiyeti! Yaşasın Bağımsız Sovyet Kızıl Azerbaycan!” (Neciyev, 2010: 39).
Sovyetler Birliği, Azerbaycan’ın işgali için bir süredir sınırda hazırda beklettiği 11. Kızıl Ordu’ya görev vermiştir. Fakat bu görev, Azerbaycan’daki milliyetçileri ayaklandırmamak için gizli tutulmuştur. 72 bin askeri bulunan 11. Kızıl Ordunun, Azerbaycan topraklarını kullanarak Bakü’ye girmeden demiryolu ile Türkiye’ye yardıma gideceği yalanı ortaya atılarak, ordunun rahatlıkla Azerbaycan topraklarına girmesi sağlanmıştır (Ağamalıyeva, 1998: 296; Ganiyev, 2004: 42).
11. Kızıl Ordu’nun Azerbaycan topraklarına girmesi komünist taraftarlarca kuşkusuz heyecanla karşılanmış olmalıdır. Fakat bu duruma seyirci kalınılmaması gerektiğini ifade eden aydınlar da yok değildir. Azerbaycan parlamentosunun son toplantısında Sosyalist gruplar ve onlara fikrî yönden yakın olan gruplara karşı Mehmet Emin Resulzade, şu konuşmayı yapmıştır:
“Kardaşlar. Karşımızda bir ültimatom duruyor. Burada teslimden bahsediliyor. Fakat kardeşler, teslim ne demektir? Kime göre mevkiimizi terk ediyoruz? Bize diyorlar ki, sınırlarımızdan geçen ordunun başında Necati adında bir Türk kumandanı var. Rusya’dan gelen bu tecavüzkâr ordu zannetmiyorum ki, hayat ve ölüm mücadelesi gösteren Türkiye’yi kurtarmak için geçiyor” (Hasanlı, 1998: 408).
Türkiye’ye doğru hareket ettiği söylenen işgalci Kızıl Ordunun ilerlemesine inanmayan Mehmet Emin, meclisteki sosyalist milletvekillerini ikna etmeye çalışmıştır. Mehmet Emin’in, hâkimiyetin Bolşeviklere verilmesini savunan sosyalist gruplara karşı yaptığı konuşmanın devamı ise tarihi bir ders niteliğindedir:
“Kardeşler, Türkiye, Azerbaycan’ın kurtarıcısıdır. Milletimizin amalini yükselten mukaddes bir memlekettir. Onun kurtuluşuna giden bir gücü biz memnuniyetle yola salacağız. Fakat bir şartla ki, bu güç bizim özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı çiğnemesin. Hâlbuki kardeşler, bize sormadan toprağımıza geçen her hangi bir güç dostumuz değil, düşmanımızdır. Duyduğunuz bu tebligat düşman tebligatıdır. Bizi aldatıyorlar. Yalandır, gelen Rus Ordusudur. Onun istediği, 1914 sınırlarını almaktır. Anadolu’nun imdadına gitmek bahanesi ile yurdumuza giren işgal ordusu buradan bir daha çıkmak istemeyecektir. Rusya ile anlaşmak için hükümeti mutlaka Bolşeviklere teslim etmek ültimatomunu kabul etmeye ihtiyaç yoktur. Bu ültimatomu nefretle reddediyoruz… Bağımsızlığımızı göz bebeği gibi savunmaya karar veren bir meclis dinlediği bir ültimatomu kabul etmek, hükümeti kendi eli ile dost cildine girmiş düşmana teslim etmektedir. Biz buraya milletin idare ve arzusu ile geldik, bizi buradan sadece bir güç çıkarabilir, süngü…” (Hasanlı, 1998: 408-409).
Mehmet Emin Resulzade’nin 27 Nisan’da olağanüstü toplanma kararı alan parlamentodaki bu konuşması, milliyetçi bazı kesimler tarafından dikkate alınsa da sosyalist gruplar ve sosyalist gruplara yakınlığıyla bilinen diğer gruplar sayesinde Azerbaycan Hükümeti, bütün faaliyetlerini bitirmiştir. Gecenin geç saatlerine kadar süren tartışmalar netice vermemiş ve Bakü’nün Rus ordusuna teslim edilmesine de karar verilmiştir (Koçaklı, 2006: 262).
27 Nisan 1920 Salı günü harekete geçen Rus 11. Kızıl Ordusu, Azerbaycan’ın başkentine geceye doğru ulaşmıştır. Parlamentonun da verdiği karar doğrultusunda Bakü’ü Kızıl Ordu yönetimine devredilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin
açılmasının hemen akabinde gelişen bu olayla birlikte Rusya, ele geçirdiği Bakü’de hemen bir komünist yönetim oluşturmuştur (Şimşir, 2002: 14).
Azerbaycan’ın yönetimini ele geçiren Kızıl Ordu, vakit kaybetmeden işgal esnasında kendisine yardım eden pek çok insanı, yanına alarak bir yönetim oluşturmuşlardır. 28 Nisan 1920 tarihinde, Sovyet Sosyalist Azerbaycan Cumhuriyetini başına getirdiği komünist yöneticilerle birlikte kurduğunu ilan eden Sovyet Rusya, işgalin de resmen gerçekleştiğini duyurmuştur (Koçaklı, 2006: 262).
Azerbaycan’daki millî Azerbaycan hükümetini devirdiğini resmen ilan iden Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi, Moskova’ya vakit kaybetmeden bir telgraf göndermiştir. Bu telgraf, iktidarın Azerbaycan Geçici Askerî Devrim Komitesine geçtiğini Lenin’e ileten bir telgraftır. Telgrafın içeriği şu şekildedir:
“Bakü proleteryası ve köylüsünün iradesiyle hâkimiyeti üzerine alan Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti Geçici Askerî Devrim Komitesi eski Müsavatçı hükümeti ülke bağımsızlığının ve halkının düşmanı ilan ederek İtilaf devletleriyle olduğu gibi Sovyet Rusya’nın diğer bütün düşmanlarıyla ilişkilerini kesmiştir. Kendi gücüyle iç ve dış devrim karşıtlarıyla mücadele edemeyecek olan Askerî Devrim Komitesi dünya emperyalizmine karşı ortak mücadele için Sovyet Rusya hükümetine kardeşçe işbirliğine gitmeyi teklif eder. Biz sizden Kızıl Ordu birliklerini buraya göndererek yardım etmenizi istiyoruz” (Alp, 2004: 82).
Telgraf, Sovyet Rusya’yı yöneten Lenin hükümetine karşı bir göze girme çabası olarak görünmektedir. Nitekim telgraftan anlaşılan, devrimin bizzat Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti Geçici Askerî Devrim Komitesi tarafından gerçekleştirildiğidir. Hâlbuki bu telgraftan bir gün önce Kızıl Ordu birlikleri Azerbaycan’ı resmen işgal etmiş bulunmaktadır (Alp, 2004: 82).
Bolşevik fikrini benimseyen kişileri bularak onları yeni vaatlerle kandıran Sovyet hükümeti, Azerbaycan’ın içinde bulunduğu kötü şartları da abartarak kendi propagandasını yapmış ve işgale yöneltilebilecek tepkileri de engellemeye çalışmıştır. Bu sayede kendi rejimini benimsetmeyi başarmış ve ümitsizliğe düşen halka tek çıkar yolun komünizm olduğunu da benimsetmiştir (Saray, 1993: 43).
Sovyet Azerbaycan Hükümetinin kurulması ile birlikte Azerbaycan’da sivil halka yönelik katliamlar da başlamıştır. Cafer Bagırov’un verdiği bilgilere göre 1920 ile
1925 yılları arasında toplamda 56 silahlı olay baş göstermiş ve bu olaylarda sayısız Azerbaycan Türkü şehit edilmiştir (Koçaklı, 2006: 262).
Gence Garnizon Komutanı Albay Mirza Kaçar, garnizonda görevli askerlerin yerini alan ve işgal için Azerbaycan topraklarına gelen Kızıl Ordu’ya karşı başlatılan direniş hareketlerinin ilk adımını başlatmıştır. 28 Mayıs 1920 tarihinde başlayan bu direnişi diğer şehirlerdeki direnişler izlemiştir. Fakat Karabağ, Şuşa, Ağdam, Barda ve Zagatala direnişleri gibi pek çok direniş hareketinin ne yazık ki kanlı bir biçimde sonlandırıldığı görülmektedir (Alp, 2004: : 87-88).
Mirza Bala’nın 1954 tarihli Azerbaycan Dergisindeki “Kızıl Rus İstilası” başlıklı yazısından anlaşıldığı üzere sadece kıyıma uğrayanlar, işgale tepki gösterenler değildir. Bir zamanlar rejim kuvvetleriyle yan yana duranların da sürgünlere gönderildikleri hatta acımasızca kurşuna dizildiklerini öğrenmekteyiz:
“Kızıl Rus ordusu tarafından kurulan kukla hükümet ve parti merkez komitesi üyelerinden Mirza Davut, Cebecioğlu Habib, Mehmet Zade Abdülbaki, Ahmetoğlu Ahmet, Hanbudağoğlu Eyüp ve başkaları, Rus işgal ordusunun Azerbaycan’ı tahliye etmesini talep ettikleri için, memleketten sürgün edilmiş ve yerlerine Rus, Yahudi ve Ermeniler tayin edilmiştir. Onları, Kızıl Ordu ile birlikte Moskova’dan gelen ve sözüm ona ‘hükümet reisi’ unvanını alan Doktor Neriman Nerimanov dahi kurtaramamıştır. Zaten, ilk devirde ‘Şarkın ve Garbın dâhisi ve daisi’ ilan edilen bu zat iki yıl sonra ‘zehirlenmek’ suretiyle meydandan kaldırılmış bulunuyordu. Onu takip eden kızıl haleflerden Doktor Gazenfer Musabekov, Doktor Mecit Efendizade, Doktor Muhsin Kadirli, Cengiz Yıldırım, Ali Haydar, Dadaş Bünyadzade, Ruhullah Ahundov, Hamit Sultanov ve başkaları, bakanlık, başbakanlık ve hatta Cumhurbaşkanlığı makamına kadar yükseldikten sonra kurşuna dizilmek suretiyle mükâfatlandırılmışlardır. Bunlardan yalnız Ruhullah intiharı tercih etmiştir” (Koçaklı, 2006: 262-263).
Sovyetler Birliği’nin üniformasını taşıyan askerlerle dolan Bakü toprakları, onların postalları altında ezilmekle kalmayıp işgalin başladığı saatten sonra da özellikle milliyetçi Müslümanlar açısından tam bir cehenneme dönmeye başlamıştır. Özellikle aydın kesimi yok etmeye çalışan Rusya, kendi yönetimine karşı çıkan hemen hemen herkesi yok etmiştir:
“28 Nisan’dan itibaren başlayan tutuklamalar ve idamların yanı sıra Bakü dışına kaçanların bulunması için de çıkış noktalarında Sovyet askerleri mevzilenmişti. Sovyet-Rus askerlerince birçok parlamento üyesi tutuklandı. Yusufbeyli Nesip Bey, F. H. Hoyski, Dr. Hasan Bey, Mehmet Bekir Bey, edebiyatçı ve tarihçi Feridun Bey, muharrir Piri Mürselzade, öğretmen İslam Bey ve Mirza Abbas, Kasım Kasımzade, Hüseyin Muzaffer, Dr. Refibeyli Hudadat Bey ve Zarif Efendi yakalanıp öldürülenler arasında yer alıyordu. Bunlardan başka General Sulkiewicz, Ziyadhanov, Ağazade ile beraber Azerbaycan ordusunun kurulmasında büyük emeği olan 6 general, 6 albay, 3 yüzbaşı, 7
teğmen, birçok vali ve belediye başkanı, polis müdürü ve sayısı belirlenemeyen binlerce yurttaş öldürüldü” (Uslu, 2012: 139-140).
İdamların ve kurşuna dizilenlerin dışında diğer bir cezalandırma usulüyle, sürgünle, vatanlarından koparılanların sayısı da bir hayli fazladır. Sadece güvenlik amaçlı yer değiştirdikleri ve daha sonra ülkelerine geri dönecekleri bahanesi ile gönderilenlerin sayısı ise 130 binden fazladır. Bu sürgünlerde ise 30 binden fazla insan açlık, salgın hastalık ve soğuk nedeniyle hayatını kaybetmiştir (Asanova, 2013: 74-80).
Azerbaycan halkına sadece bir destek olarak gösterilmeye çalışılan bu işgal, Lenin’e haber verildiğinde Sovyet Rusya’nın Azerbaycan’daki hesaplarını da Lenin’in ağzından duymaktayız. İşgali öğrendiğinde Lenin, cam işçilerinin kurultayındadır. İşçilere seslendiği buradaki konuşması Sovyet Rusya’nın, Azerbaycan politikasının da güzel bir özeti niteliğindedir:
“Dün Bakü’den aldığımız bir haber gösteriyor ki, Sovyet Rusya’nın durumu iyileşmektedir. Sanayimizin yakıtsız kaldığı ortada, şimdi ise haber aldık ki, Bakü proleteryası, hâkimiyetini kendi eline almış ve Azerbaycan Hükümetini yıkmıştır. Bu o demektir ki, şimdi bizim bütün sanayimizi canlandırabilecek bir iktisadi bazamız vardır… Böylelikle, nakliyatımız ve sanayimiz Bakü petrol madenlerinden çok büyük yardım alacaktır” (Hasanlı, 1998: 410).
Lenin’in, Azerbaycan Hükümetini yıkan Kızıl Ordunun büyük bir başarı elde ettiğini işçilere anlatması, işçiler tarafından büyük bir coşkuyla karşılanmıştır. Hem sanayi için gerekli madenlere ulaşılmış hem de bu fabrikalarda kullanılacak enerjiye sahip olunulmuştur. Rusya’nın Azerbaycan’ı sömürme planları içerisinde olduğu ne yazık ki o dönemde pek fark edilememiştir.
İki yıllık Sovyet Sosyalist Azerbaycan Cumhuriyeti, her ne kadar kâğıt üzerinde bağımsız olsa da 1922 yılında Rusya’nın istekleri doğrultusunda kendiliğinden yıkılmıştır. Yıkılan devletin yerini Federal Kafkas Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti almıştır. Bu cumhuriyetin içerisine yine Komünist Parti’nin yönetiminde etkili olduğu Ermenistan ve Gürcistan devletleri de katılmıştır (Babayeva, 2014: 48). Bu sayede Kafkasları tek bir çatı altında birleştiren Sovyet Rusya, buraların idaresi konusunda da büyük bir kolaylık elde etmiştir. Yönetimde sağlanan kolaylığın dışında bağımsızlığını ve egemenliğini tüm dünyaya ilan eden Türkiye ve diğer Türk topluluklarıyla da Azerbaycan’ın bağını koparmayı amaçlamıştır. Rusya, Azerbaycanlıları hem diğer
Türklerden ayırmış hem de onları Ermeni ve Gürcü milletleri ile yakınlaştırmaya çalışmıştır. Çünkü bu farklı milletlere sahip devletlerin kendi içlerinde siyasi anlaşmazlıklar yaşayıp birbirleriyle savaşmaları gayet muhtemeldir. Sağlanan birliktelikle bu muhtemel savaş ve kavgaların önüne geçildiği gibi Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını elde etme çabaları da gizliden gizliye başlamıştır.
1936 yılında çöken Federal yönetimin yerini ise Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti almıştır. Federal yönetimden ayrılan Ermenistan, Stalin’in de yardımı ile Azerbaycan’daki pek çok toprağa el koymuştur. Ermenistan’a verilen topraklarla birlikte Nahcıvan ile Kuzey Azerbaycan’ın toprak bağlantısı da koparılmıştır. Aynı zamanda Nahcıvan’a sınır olan Türkiye’nin de Azerbaycan’la bağı da kopmuştur. Ayrıca Nahcıvan ve Türkiye’nin de Türkistan’la bağlantısı koparılmıştır. Bugün dahi Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisini oluşturan Hangeldi, Şuşa, Fuzuli, Ağdam ve Kelbecer gibi şehirler Ermeni işgali altındadır (Akman, 2008a: 36-37).
Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin kurulması ile birlikte 1991’e kadar Komünist yönetim sürmüştür. Bu süreçte Azerbaycan’da pek çok millî ayaklanmanın yaşandığını görmekteyiz. Fakat bu millî ayaklanmalar çok kanlı bir biçimde bastırılmıştır. Bütün dökülen kanlar, gerçekleştirilen sürgünler Azerbaycan Türklerine engel olamamış ve nihayetinde 1989 yılında Azerbaycan Halk Cephesi Rusya tarafından resmen tanınmıştır. Sovyetlerin dağılması ile birlikte de ilk başkanlığını Ebulfeyz Elçiyev’in yapacağı Millî Azerbaycan Cumhuriyeti de isminin başındaki “Sovyet Sosyalist” ibaresini kaldırarak resmen 17 Kasım 1991 tarihinde kurulmuştur (Büniyatov, 1991: 320-321).
Azerbaycan Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte komşusu Ermenistan’ın Dağlık Karabağ bölgesi ile sorunlar yaşamaya başlamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ermenistan’ın bu bölgeyi işgal etmesi ve yeni cumhuriyetin düzenli orduya sahip olmamasından dolayı Dağlık Karabağ kaybedilmiştir. Bu olay, Elçibey iktidarının da sonu olmuştur (Yılmaz, 2012: 47). 4 Haziran 1993 darbesinin ardından Azerbaycan’da düzenlenen seçimle devletin idaresi Haydar Aliyev’e geçmiştir. %99’luk oy oranı ile devlet başkanlığına seçilen
Haydar Aliyev, ilk başlarda Rusya yanlısı bir politika izlese de sonrasında denge politikasına geçerek devletin dünya çapında tanınmasını sağlamaya çalışmıştır. Bunun dışında Haydar Aliyev, demokratik blok içinde yer almaya, dünya çapındaki önemli kuruluşlara üye olmaya ve Ermeni sorununu adil ve barışçıl yollarla çözmeye çalışmıştır (Yılmaz, 2012: 47-49).
2003 yılında Haydar Aliyev’in ölümü ile birlikte devletin idaresi oyların %76’sını alan oğlu İlham Aliyev’e geçmiştir. İlham Aliyev, babasının denge politikasını izlemeye devam etmiş ve devletin dış etkenlerden tamamen uzak bağımsız bir devlet olmasını sağlamaya çalışmıştır. Bu sebeple de devletin idaresinde çok boyutlu denge politikasını uygulamaya koymuştur. Halen bu politikaya devam eden Azerbaycan Cumhuriyeti, zaman zaman Batı’ya zaman zaman Kuzey’e yönelen bir siyaset anlayışı içerisinde dünya devletleri içererisinde, ekonomik ve siyasal açıdan ilerlemeye devam etmektedir (Beşikçi, 2016: 246; Yılmaz, 2010: 81).
II. BÖLÜM
2. 1. SOVYET RUSYA’NIN KÜLTÜR POLİTİKALARI
1. Folkor ve Edebiyat Politikaları
Dursun Yıldırım’ın ifadesiyle, sözlü ve yazılı gelenekte yer alan kabulleriyle müştereklik gücüne erişen ve millî kimliği oluşturan maddî ve manevî faaliyetlerin tümü millî kültürü meydana getirir (Yıldırım, 1989: 16). Millî kültürü oluşturan her türlü maddî ve manevî faaliyetlerin içerisinde elbette folklorun önemi büyüktür. Bu sebeple folklor, hem milletleri ayrıştırıcı bir güç olarak hem de yeni oluşturulan kimlikleri inşa etmek için en ideal araç olarak kabul edilebilir.
Sanatın, halkın ortak malı olduğunu ileri süren Lenin, bu sanatı ortaya koyan halkın yakından tanınması gerektiğine inanmıştır. Sanat hakkındaki Lenin’in aşağıdaki sözleri, folklor ve edebiyatla yakından ilgili olan sanatın, sürekli gelişmesi gerektiğini ifade ederken köylü ve işçi sınıfın özellikle dikkate alınması gerektiğine de vurgu yapmaktadır:
“Önemli olanı, sanatın memleketimizdeki milyonlarca insan içinde birkaç yüz, birkaç bin kişiye ne getirdiği değildir. Sanat halkın malıdır. Sanat büyük emekçi kitleleri içinde iyice derinlere kök salmalı. Bu kitleler tarafından anlaşılmalı, sevilmeli. Bu kitlelerin duygularını, düşüncesini ve iradesini birleştirmeli, bunları üstün bir seviyeye çıkarmalı. Bu kitleler içindeki sanatçıları kamçılamalı, geliştirmeli. İşçi ve köylü kitleleri kara ekmeği bulamazlarken, bir avuç azınlığa şekerli ve zarif bisküvi vermek olur mu? Söylemeye hacet yok, bu sözleri hakiki manasında da söylemiyorum, mecazî manada söylüyorum: İnsan işçileri ve köylüleri hiç bir zaman aklından çıkarmamalı. Onlar hesabına idare etmesini, onlara değer vermesini öğrenmeliyiz. Bütün alanlarda olduğu gibi, sanat ve kültür alanında da bu böyle olmalı” (Lenin, 1968: 218-219).
Maksim Gorki’nin, “Folklorunuzu toplayınız, ondan öğreniniz, üzerinde çalışınız. O size de, bize de birliğin şâir ve nâsirlerine de oldukça çok materyal verir. Geçmişi ne kadar iyi bilirsek yaptığımız hazır işlerin büyük ehemmiyetini bir o kadar kolay, bir o kadar derin anlayabiliriz” (Akman, 2008a: 124-125) şeklindeki ifadelerinin, Sovyetler Birliği’nin yeni rejimine folklor politikaları konusunda yön verdiği görülmektedir. Gorki’nin aynı zamanda bütün söz sanatlarının başlangıcı olarak da folkloru kabul etmesi dikkat çekicidir (Akman, 2008a: 124).