• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

2. Halk Hikâyelerinin Masallarla İlişkisi

Masallardaki olağanüstü kahramanlar ve olağanüstü olaylar halk hikâyeleri ile masallar arasındaki en büyük farklılıklardan biridir. Diğer farklılıkların da buradan hareketle oluştuğuna hiç şüphe yoktur. Hem şekil hem de içerik bakımından farklılık arz eden bu edebî türler, aynı zamanda anlatı açısından da büyük farklılıkların oluşmasını sağlamıştır. Elbette bütün farklılıkların yanında bu iki türün birbirlerine benzeyen yanları da bulunmaktadır.

Masallar, halk hikâyelerine göre çok daha kısa metinlerdir. Onların kısa olması anlatımlarının da daha yoğun olmasını sağlamıştır. Halk hikâyelerinde ise anlatım yoğun değildir. Oldukça açık ve sade olan halk hikâyelerinde yoğun olan tek şey kahramanın bitip tükenmek bilmeyen macerasıdır. Halk hikâyelerinde kahramanlar, her an her saniye bir koşuşturma içindedirler (Sakaoğlu, 2002: 9).

Halk hikâyelerinde yer alan anlatım, olaylara şahit olan bir anlatıcı tarafından oluşturulmuştur. Gözlemci bakış açısının ön planda olduğu halk hikâyelerinde âşıkların olayların bizzat şâhidi, hatta yaşayanı olması, görülen geçmiş zamanın kullanılmasını gerekli kılmıştır. Masallarda ise anlatıcı olayların yaşayanı veya şahidi değildir. O, olayları sadece başkasından duymuştur. Bu yüzden de masallarda duyulan geçmiş zaman kullanılmıştır (Akman, 2013: 7).

Halk hikâyeleri ve masallardaki konuların gerçeklikleri göz önünde bulundurulduğunda halk hikâyelerinin masallara oranla çok daha gerçekçi olduğu görülür (Akman, 2013: 7). Kahramanların aşkları için içinden geçtikleri sınavlar da en az kendileri kadar masallarda gerçekten uzakken ve halk hikâyelerinde gerçeğe yakındır. Masallarda sınanan kahramanların sınavı olağanüstülüklerle dolu olmakla birlikte halk hikâyelerindeki kahramanların sınavları biraz daha olağandır. Kahramanların yaşadıkları masallardaki çoğunlukla hayali olan olayların, halk hikâyelerinde gerçeğe yaklaştığı görülür (Tezel, 1968: 448).

Kahramanların verdikleri mücadeleler kadar halk hikâyelerinde geçen olaylar ve kahramanlar da gerçekçidir (Sakaoğlu, 2002: 10). Masalların aksine olayların geçtiği çevre, yaşanılan olay daha gerçekçi olmasına rağmen her iki türde de zamanın belirsizliği görülmektedir. Masallardaki zaman, bilinmeyen bir zamandır ve gerçekte böyle bir zamanın olmadığı dinleyiciyi olağanüstü olaylara hazırlayan “evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; develer tellal iken, pireler berber iken; ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken… bir varmış, bir yokmuş,” (Tezel, 1968: 448; Sakaoğlu, 2007: 59) söylemleriyle ifade edilmeye çalışılmıştır.

Türk halk hikâyelerinin vazgeçilmez konusu aşk, masallarda genellikle ikinci planda yer almıştır. Kahramanların verdikleri aşk mücadelesi, masallarda ders vermeye dönüşmüştür. Her ne kadar masalların içerisinde de aşk işlenmeye çalışılmışsa da bu aşk, halk hikâyesindeki aşka göre çok daha yüzeysel ve basittir. Hatta öyle ki masallarda kullanılan aşk teması, adalet teması ile birlikte kullanılmış ve önemli olan unsurun adalet olduğu vurgulanmıştır (Tezel, 1968: 451; Sakaoğlu, 2002: 9).

Halk hikâyeleri, içindeki manzumeler yönüyle de masallardan ayrılmaktadır. Hikâyenin omurgasını oluşturan manzum bölümlerin masallarda yerlerini nesre bırakması bu türler arasındaki en önemli farklılıklardandır. Fakat bazı masallar, bu masalların çoğu bir yazar tarafından yazılmış masallardır, tamamıyla nazım da olabilmektedirler (Sakaoğlu, 2002: 9).

Bütün bu farklılıkların dışında halk hikâyelerini masallara yaklaştıran aynı şekilde masalları da halk hikâyelerine yaklaştıran ortak özellikler bulunmaktadır. Otto Spies’in halk hikâyelerini bir sevgiliyi elde etme yolunda verilen mücadeleleri anlatan masallar olarak tanımlaması kendisinden sonra gelen araştırmacıların da masal-halk hikâyesi ayrımını yapmada birtakım zorluklar yaşamasına neden olmuştur. Halk hikâyelerinin derlenerek yayınlanması ile birlikte halk hikâyelerini masal olarak kabul eden Spies’in ikinci kitabında da bütün halk hikâyelerini masal kabul ettiği bir kez daha görülmektedir (Boratav, 2014: 48).

Otto Spies’in halk hikâyelerini masal olarak kabul etmesini sağlayan şey aslında bu türlerin birbirlerine benzeyen yönleridir. Şu ana kadar vermeye çalıştığımız

farklılıklardan anlaşılıyor ki halk hikâyeleri masallardan ayrı bir türdür. Fakat onlara benzeyen yanları da çoğunluktadır. Aynı kültür çevresinin ve aynı halkın ürünü olmaları, her ikisinin de sözlü gelenekle yaşamını sürdürdükten sonra yazıya geçirilmeleri bu türlerin birbirine benzemesini kolaylaştırmıştır.

Masallarda yoğun olarak karşımıza çıkan olağanüstülük, halk hikâyelerinde de bulunmaktadır. Hikâyelerdeki olağanüstülük elbette masallarda olduğu kadar yoğun değildir. Anlatıcı, sözle ifade edemeyeceği durumlarda bazen olağanüstülüklere başvurmak zorunda kalmıştır. Ayrıca kahramanların tasvirinde ve hareketlerinde de olağanüstü unsurlar bulunmaktadır. Kahramanların atlarıyla göz açıp kapayıncaya kadar istedikleri yere gitmeleri; kuşlarla, ağaçlarla, dağlarla konuşmaları; başları sıkıştıkça Hızır’ın veya bir dervişin yardıma gelmesi ya da kahramanların don değiştirerek kaçmaları gibi olağanüstü durumlar en az masallarda olduğu kadar halk hikâyelerinde de bulunmaktadır (Tezel, 1968: 451; Akman, 2013: 9).

Halk hikâyelerinde olayların geçtiği çevrenin bazı masallarla ortak olduğu görülmektedir (Sakaoğlu, 2002: 9). Çoğu masallarda olaylar, hayalî şehirlerde geçmektedir. Fakat bazı masallardaki İsfahan, Yemen, Hint ve Acem gibi şehirlerin halk hikâyelerinde olayların geçtiği yer olarak kullanılması bu türleri birbirine yaklaştırmaktadır. Burada ayrılan tek yön, masallardaki şehirlerin tasvirinin yetersiz olmasıdır. Halk hikâyelerinin uzunluğundan olsa gerek, olayların geçtiği çevre daha detaylı anlatılmıştır.

Masallar ders verme, nasihatte bulunma gibi amaçları olduğu için mutlu sonlarla bitirilirler (Tezel, 1968: 447). Halk hikâyelerinde böyle bir kaygı ile karşılaşmıyoruz. Anlatıcı, dinleyicilerin istekleri veya kendi rızasıyla halk hikâyelerini mutlu sona bağladığı gibi mutsuz sonla da hikâyesini bitirilmektedirler. Genellikle aşkı konu edinen halk hikâyelerinde anlatıcı âşıklar, sevgililerin buluşmalarına vesile olmaktadırlar.

Masallarda tekrar eden 3, 7, 40 gibi mitolojik sayısal ifadeleri halk hikâyelerinde de görebiliriz. Fakat her iki türde de tekrarlar kullanılmıştır. Masallarda kahramanların üç kardeş olmaları, üç günlük yola gitmeleri, gökten üç elma düşmesi, yedi deve yükü

altın, yedi bezirgân, kırk cezve, kırk anahtar gibi tekrar eden sayı formelleri masallarda yaygın bir biçimde kullanılır (Sakaoğlu, 2007: 66-67). Halk hikâyelerinde ise buna benzer ifadeler bulunabilmektedir. Halk hikâyelerindeki mitolojik sayısal ifadeler en az masallarda olduğu kadar yoğun bir biçimde kullanılmamıştır. “Uşag yedi-sekiz yaşa çatanda, üç gün üç gece yol gitmişlerdi, üç gün üç gece dava elemişlerdi” (Duymaz, 1996: 68- 79). “Dokuz ay, dokuz saat, dokuz dakika; dokuz gün, dokuz saat, dokuz ay” (Cemiloğlu, 1999: 144). “Üç gün, üç gece gatarla yol gedip” (İsmayılov- Elekberli, 2011: 8). “Yedi kardeş yaşamaktadır, kırk gün mühlet verir, kırk gece hasret giderirler” (Arslan, 1990: 49, 58).

Masallar sözcük tekrarları bakımından oldukça zengindirler (Akman, 2013: 8). Hem başlangıç kısımlarında yer alan tekerlemeler, hem metinlerin ortalarında kullanılan kalıplaşmış sözcükler, hem de masalın sonuna saklanan tekerlemeler pek çok masalda kullanılmaktadır. Halk hikâyelerinde bu tip tekerlemeler bulunmasa da matbu halk hikâyelerinin belirli sözcük kalıplarıyla başladıkları da bilinmektedir. Masallardaki “bir varmış, bir yokmuş” un yerini halk hikâyelerinde “raviyân-ı ahbâr ve nâkılân-ı âsâr ve muhaddisânı-ı rüzigâr şöyle rivayet ederler ki” (Boratav, 2014: 27) klişeleşmiş sözcük grubu almıştır. Bu klişeleşmiş ifadelerin dışında masallardaki tekerlemelere benzeyen pek çok sözcük kalıbı bulunmaktadır.

Kahramanlar açısından her iki tür de ele alındığında kahramanların da benzer özellikler taşıdıkları görülür (Duymaz, 2014: 4). Özellikle kahramanların dünyaya gelişi pek çok masal ve halk hikâyesinde aynı şekilde cereyan etmektedir. Her iki türde de kahramanlar, çocuk hasreti çeken anne ve babadan dünyaya gelmektedirler. Elma yeme, derviş duası alma, açları doyurma, yalınları giydirme, fakire ve fukaraya yardım etme gibi birtakım hareketlerden sonra derviş ve Hızırların sayesinde kahramanların doğduğuna şahit olmaktayız. Özellikle “elmayla çocuk sahibi olma motifi” hem masallarda hem de halk hikâyelerinde yaygın bir biçimde kullanılmıştır. Kahramanların aileleri masal ve halk hikâyelerinde, dervişin veya bir hızırın verdiği elma sayesinde çocuk sahibi oldukları gibi onların atlarının da bu elmaların kabuklarını yemek suretiyle bir tay doğurdukları görülmektedir.

Masal ve halk hikâyesindeki kahramanların isimlerine dikkati çeken Otto Spies, bu isimlerin halkın yaygın olarak kullandığı isimler olmadığını ifade etmektedir. Pertev Naili Boratav, Spies’in ileri sürdüğü bu görüşe şiddetle karşı çıkar. Halk hikâyelerindeki kahramanların isimlerini örneklendirerek halk arasında bu isimlerin kullanıldığını ispatlamaya çalışır (Boratav, 2014: 47). Fakat bugün bakıldığında Spies’in, halk arasında dolaşmayan isimlere halk hikâyeleri ve masallarda yer verilir ifadesi, kısmen de olsa haklılık kazanmaktadır. Melikşah ile Güllühan, Asuman ile Zeycan, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Hurşit ile Mahmihri, Gül ile Sitemkâr ve Hemra ile Hurlika gibi halk hikâyelerindeki kahramanların isimlerinin halk arasında yaygın kullanılmadıkları görülür.

3. 3. HALK HİKÂYELERİNİN ÖZELLİKLERİ