• Sonuç bulunamadı

Sovyetler Birliği Döneminde Azerbaycan’da Halk Hikâyesi Çalışmaları

II. BÖLÜM

5. Sovyetler Birliği Döneminde Azerbaycan’da Halk Hikâyesi Çalışmaları

Folklorik öğeleri, halkın ortaya koyduğu bütün anlatıları, kendisine bir araç olarak seçen Sovyetler Birliği, bunu halk hikâyesi alanında yapılan çalışmalara da yansıtmıştır. Bu sebepledir ki Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan’da folklor alanında yapılan ilk çalışmalar, Azerbaycan sınırları dışında gerçekleşmiştir. Marks ve Engels’in görüşleri doğrultusunda hareket eden rejim, Engels’in savunduğu politik, hukukî, dinî, felsefî, edebî ve sanatsal her gelişmenin ekonomi ile ilgili olduğu tezini kabul etmiştir. Doğadaki her hareketi maddeci gerçekçilikle açıklayan iki filozof, komünist rejime fazlasıyla fikir önderliği yapmıştır (Akman, 2008a: 86). Hatta

denilebilir ki Sovyetler Birliği’nin askerî safhasını her ne kadar Lenin ve yoldaşı Stalin gerçekleştirmiş olsa da fikrî temellerini Marks ve Engels oluşturmuştur.

Sovyetler Birliği’nin folklor politikalarının bir kısmını Çarlık yönetiminin folklor politikalarından etkilenerek oluşturduğu bilinmektedir. Bu sebeple Sovyetler Birliği döneminde yapılan halk hikâyeleri çalışmalarına geçmeden önce Azerbaycan sınırları içinde ve dışında Sovyet işgali öncesinde yapılan birkaç önemli çalışmadan bahsetmenin yararlı olacağı kanaatindeyiz. Azerbaycan folkloru ile ilgili yapılan çalışmalardan ilki 1721 yılına ait olan “Nağmeler”dir. Tebrizli Elyas Muşeg tarafından kaleme alınan bu eser, bir el yazmasıdır. Tamamı el yazması olan bu eserin içerisinde, Azerbaycan folkloruna ait birkaç bilgi ve Köroğlu ile ilgili anlatılar mevcuttur (Kazımoğlu, 1995: 34). Kitabın Köroğlu anlatılarına yer vermesi bu eserin oldukça önemli bir yere sahip olmasını sağlamıştır. Köroğlu’nun bir eşkıya olarak tanıtıldığı bu anlatılarda olayların geçtiği mekânların Erzurum-Kars civarı olduğu da dikkatlerden kaçmamaktadır (Akman, 2008a: 99). Nağmeler isimli bu çalışma Köroğlu anlatılarına ilk kez yer vermesi açısından bir hayli öneme sahiptir.

Destanlar hakkında karşımıza çıkan diğer bir çalışma ise yine Köroğlu’nu konu edinen Aleksandre Hodzko’ya aittir. El yazması bir Köroğlu anlatısı olan bu eserin 1840’lı yıllarda yazıldığı düşünülmektedir. Yıllarca İran’daki Rusya Mütercim Cemiyetinde tercüman olarak görev yapan Polonyalı araştırmacı bu el yazması eseri Avrupa’ya götürmüştür. 1842 yılında İngilizce yayımlanan eser, 1843 yılında Almanca ve sonrasında Rusça olarak yayınlanmıştır. 1856 yılında ise Penn tarafından Rusça’ya çevrisi yapılmıştır. Köroğlu’nun bu el yazma nüshası, Avrupa’da oldukça ilgi görmüş gibi görünmektedir. Uzun yıllar, Hodzko’nun Güney Azerbaycan’dan, halk arasından derleme yolu ile ele geçirdiği bu malzemelerin, bugün artık tesadüfen bulunan bir el yazması nüshasına eklemeler yapılarak yeniden oluşturulduğu düşünülmektedir (Abbaslı-Abdulla, 2005: 5).

Hodzko’nun el yazması esere bir mukaddime ekleyerek Köroğlu metnini İngilizce yayınlaması, döneminde yeni bir çalışma olarak görülmüştür. 1989 yılında Paris Milli Kütüphanesinde bulunan el yazması Köroğlu metninin bu çalışmaya kaynaklık ettiği bilinmektedir. Bu el yazmasında Azerbaycan’da anlatılan Köroğlu meclislerinden on

üç tanesine yer verilmiştir. 1832 tarihli bu el yazması, Hacı Mirze İskender’in isteğiyle Mirze Ebdülvahab tarafından kaleme alınmıştır. El yazmasının son kısmında el yazısı ile verilen bu bilginin dışında destanı anlatan kişinin Âşık Sadıg olduğu ve Mahmud Han Dünbüli Dirçuy tarafından da toplandığı bilgisine ulaşmaktayız (Akman, 2008a: 99-100).

1852 yılında Kavkaz gazetesinde yayınlanan bir diğer çalışma ise Âşık Garib hakkındadır. 1840 yılında Kafkaslara gelen Rus şair Lermontof, Türkçeyi öğrendikten sonra Âşık Garib hikâyesini derleyerek yazıya geçirmiştir. Yazıya geçirirken hikâye yapısını ve içeriğini değişik süslemelerle kendine özgü yapısından çıkartmıştır. Aslı Rusça olan Lermontof’un Âşık Garib hikâyesi Türkçeye çevrilerek yayınlanmıştır (Akman, 2008a: 100).

Mirze Kasım Bey, Azerbaycan sınırları içerisinde halk bilimi adına ilk çalışmayı yapan isimdir. 1848 yılında yayınlanan “Firdevsi Eserlerinde Fars Esatiri” adlı çalışması her ne kadar Rusça yayınlanmış olsa da Azerbaycan’da yapılan ilk çalışma olması açısında önemlidir (Akman, 2008a: 100).

Azerbaycan’da ve Türk Dünyasında önemli bir yeri olan Dede Korkut Kitabı da araştırmacılar tarafından her zaman dikkati çeken bir kitap olmuştur. Bugüne kadar pek çok araştırmaya konu edinilen Dede Korkut, Azerbaycan’da 1859 yılı itibariyle Rus araştırmacıların vazgeçilmez bir kaynağı olmuştur. Velyamınov ve Zernov 1859 yılında, Meyer 1865 yılında, Dibayev 1900 yılında Dede Korkut’un halk arasında dolaşan anlatılarını Dede Korkut’un kabri etrafında toplamaya başlamış ve bu yıllarda topladıkları malzemeleri de yazıya aktarmışlardır. Bartold, Jirmunsky, Samayloviç, Kononov, Bertels, Yakuboski, Tumanski, İnostrantsev gibi araştırmacılar ise Dede Korkut’un içerik ve şekil konusunda yaptıkları dikkat çekici çalışmaları ile tanınmışlardır (Kazımoğlu, 1995: 35).

Türkler açısından oldukça önemsenen Dede Korkut, Rus araştırmacıların da ilgi odağı haline gelmiştir. Öyleki Bartold’un daha henüz bir öğrenci iken Dede Korkut hakkında hemen hemen bütün bilgileri toplaması ve Dresten nüshasından dört hikâyenin çevrilerek yayınlanması büyük bir adımdır (Kazımoğlu, 1995: 35).

19.yüzyıl, Rus aydınların ve araştırmacıların Azerbaycan folkloru ile yakından ilgili olmaya başladıkları bir dönemdir. Lermantov, folklora oldukça ilgi duyan önemli seyyahlardandır. Rus edebiyatının da önemli şairlerinden olan Lermantov, Azerbaycan’ın Kuba ve Samah şehirlerini gezerken Âşık Garip hikâyelerini dinleyerek not almış ve akabinde Rusya’ya gittiğinde aynı isimle telif bir hikâye yazmıştır. Sadece halk hikâyesi metin neşirleri değil ayrıca hikâyeleri üzerine değerlendirmelerin de yapıldığı bu dönemde Miller’in kaleme aldığı Rusça bir makale de Azerbaycan destancılık ve hikâyecilik geleneği üzerine tespitleri bakımından önemlidir (Kazımoğlu, 1995: 35).

Mahmutbeyov, Azerbaycan’da Lenin döneminde folklor alanıyla ilgili çalışma yapan ilk araştırmacılardan biridir. Âşık Garip, Molla Kasım, Abbas ve Gülgez hikâyeleri ile tanınan Mahmutbeyov aynı zamanda atasözü ve deyim gibi folklorun dışında edebiyat ile ilgili makaleleri de kaleme almıştır. Mahmutbeyov’un bu çalışmalar dışında Köroğlu ve Kaçak Nebi destanlarının kahramanlarını incelediği makaleleri de bulunmaktadır(Akman, 2008a: 101).

20.yüzyılın başında Melik Memmet hikâyesini derleyerek okuyucuyla buluşturan araştırmacı Y. V. Çemezeminli’dir. Çemenzeminli bu hikâyeyi derleyen ilk araştırmacı olarak da bilinir (Kazımoğlu, 1995: 37). 1911 tarihli bu çalışma halk ağzından değişik söylemlerle hikâyeye yer vermektedir.

Salman Mümtaz’ın “Unudulmuş Yarpaglar” isimli çalışması da yine halk hikâyeleri açısından önemli bir çalışmadır. Bu çalışma Kerem ile Aslı hikâyesini Köroğlu destanı ile karşılaştırması bakımından oldukça dikkat çekicidir (Akman, 2008a: 105).

Marks ve Lenin’den etkilenen Stalin, edebiyat ve folklor alanında yaptığı çalışmalarla edebiyat ve folkloru bir araç olarak kullanmıştır. Stalin bütün toplantılarında edebiyat, güzel sanatlar ve folkloru eğitim amaçlı kullanma yolunda fikir bildirmiştir (Akman, 2008a: 105-106).

“Azerbaycan Âşıgları” isimli eseri ile Elizade, Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan’da yapılan araştırmaların başını çekmektedir. Elizade eserinde âşık edebiyatında yeni oluşmaya başlayan konuların nedenlerine değinmeye çalışır. Büyük

Ekim devriminin sözlü halk edebiyatına yeni mefkûre yeni mazmun getirdiğini söyleyen Elizade, bu eserin giriş kısmında halk edebiyatının tarihi geçmişine de yer vermektedir (Akman, 2008a: 153-154).

“Vulgar Sosyalizmi4”nden etkilenen Hümmet Elizade, “Oktyabr İngilabı ve El Edebiyatı” isimli makalesinde âşık şiirinin sosyalizmden etkilendiğini ifade etmektedir. Hümmet Elizade, makalesinde, “sosyalist inkılâbının halk sanatına vermiş olduğu büyük ilhamdan bahsetmek onun Sovyet âşık şiirine bıraktığı tesiri inkılabi hadiselerin sosyalizm kuruluşunun bu âşık şiirlerine nasıl yansıdığını göstermektir” (Akman, 2008a: 155) diyerek makalesinin yazılma sebebini de açıklamaktadır.

Veli Huluflu’nun 1927 yılında yayınladığı Köroğlu destanı ise Köroğlu’nun iki büyük seferini konu edinen bir metin çalışmasıdır. Huluflu’nun, Âşık Hüseyin Bozalganlı’dan dinleyerek kaleme aldığı bu hikâyeler, 1925 ve 1926 yılları arasında yapılmış derlemeler neticesinde iki büyük koldan oluşmuştur. “Hemze’nin Gıratı Gaçırması” adı ile de bilinen ilk sefer “Tokat Seferi”, ikinci sefer “Durna Teli” ismiyle bilinen “Bağdat Seferi”dir. Huluflu, çalışmasının ön sözünde ayrıca Âşık Hüseyin Bozalganlı’nın hayatına da değinmiştir. Bozalganlı’yı devrinin en büyük âşıklarından biri olarak tanıtmıştır. Bu eser, bir âşıktan dinlenerek yazıya geçirilen kısmen de olsa dil, üslup ve tahkiye özelliklerini taşıyan bir eser olması açısından da oldukça önemlidir. (Bayat, 2009: 18).

Veli Huluflu, Köroğlu üzerine çalışmalarına devam etmiş 1929 yılında Köroğlu’nun dört kolunu daha yayınlamıştır. Tokat ve Bağdat Seferleri’nin yanı sıra “Derbent Seferi” ile “Deli Köroğlu ve Bolu Beyi” kollarını da yayınlayan Huluflu, ilave ettiği son iki kolu Tovuzlu Âşık Esed’den dinleyerek yazıya geçirmiştir (Bayat, 2009: 19). Paşa Efendiyev, 1930’lu yılların sonlarında Köroğlu destanın, halkın mücadelesi ve tarihi ile ilişkilendirilmeye başlandığını ancak bu tarihten sonra işgalcilere ve feodallere karşı çevrilmiş köylü isyanlarının estetik ifadesi gibi gösterilmeye başlandığını söylemektedir. Ayrıca 1937’de destanın ortaokul programlarına da dâhil

4Vulgar Sosyalizmi: Mal çeşidinin, modelinin, ambalajının bir kapitalist kâr oyunu olduğunu, bir israf olduğunu

düşünen bir fikir hareketidir. Bu fikir hareketine göre malın, amaçladığı işi görmesi yeterlidir (Rıza Yürükoğlu,

edildiğini ifade eden Efendiyev, destanların devlet tarafından ders müfredatlarına alındığına dikkat çekmektedir (Efendiyev, 1981: 25).

1930’dan sonra başlayan Köroğlu çalışmaları bu tarihten sonra hızla devam etmiştir. Kapsamlı bir Köroğlu çalışması yapan araştırmacıların başında Abbas Recebli gelmektedir. Recebli, Köroğlu destanını 1937 yılında parçalar halinde Gence’de yayınlanan Edebiyat gazetesinde yayınlamıştır (Bayat, 2009: 19). Edebiyat gazetesinin 17, 21, 27, 34, 36, 38, 40 ve 41. sayılarında yayınlanan Köroğlu destanı bu zamana kadar yapılan en geniş kapsamlı Köroğlu çalışması olarak kabul edilebilir (Akman, 2008a: 157). Âşık Hüseyin Şemkirli’den dinlenerek yazıya geçirilen Köroğlu kollarından oluşan bu çalışmada sadece üç Köroğlu kolu bulunmaktadır. Fakat eser, bu zamana kadar tek bir âşıktan dinlenerek kayda alınan Köroğlu kollarından oluştuğu için oldukça önemlidir. Çünkü 1930’lu yıllara kadar tek bir âşıktan dinlenen Köroğlu kollarının yerine her bir kolu farklı âşıktan dinleyerek yayınlar yapılmıştır (Bayat, 2009: 19).

1937’de yayınlanan Elizade’nin “Destanlar ve Nağıllar” isimli kitabı da içinde halk hikâyelerine yer verilen Stalin dönemindeki ilk çalışmalardan biridir. Kitabın içeriğinde her ne kadar masal ve hikâye birlikte yer alsa da içerisinde yer alan yirmi masal dışındaki halk hikâyeleri, ilk kez yayınlanan halk hikâyeleri olduğu için oldukça önemlidir. Aynı yazarın 1941 yılında 14 koldan oluşan Köroğlu kitabı da yayınlanır. Bu kitap, Köroğlu’nun bütün kollarının Azerbaycan’da ilk kez tam olarak basıldığı eser olma özelliği de taşımaktadır (Akman, 2008a: 155).

Köroğlu destanını bir operaya dönüştüren Üzeyir Hacıbeyov, Köroğlu’nu ilk kez sahneye çıkaran kişi olmuştur. Halkın sahnede gördüğü Köroğlu, halkın üzerinde bir merak duygusunun oluşmasına neden olmuş ve destana olan ilgiyi artırmıştır. 1937 yılındaki bu çalışmanın ardından Hacıbeyov, 1938 yılındaki “Âşıglar” kitabında ise destanın hemen hemen bütün koşmalarını tahlîl etmiştir (Akman, 2008a: 157).

Köroğlu ile ilgili karşımıza çıkan bir diğer çalışma ise 1941 yılında Hümmet Elizade’ye ait olan çalışmadır. Köroğlu hakkında yapılan bu geniş kapsamlı çalışmada gerek Köroğlu kollarına gerekse Köroğlu koşmalarına yer verilmiştir. Fakat kitap

bilimsel bilgilerden uzak bir üslup ve içerikle oluşturulmuştur (Efendiyev 1992, 62). Kitaptaki 14 kolu değişik âşıklardan dinleyerek yazıya geçiren Hümmet Elizade, kitabındaki kolları 1941 yılına kadar Edebiyat Gazetesinde neşretmiş daha sonra bu kolları 1941 yılında müstakil bir kitap olarak yayınlatmıştır (Bayat, 2009: 19).

1949 yılında Köroğlu destanı, Mehemmed Hüseyn Tehmasıb tarafından bütün kollarıyla birlikte yayınlanmıştır. 17 kolun yer aldığı bu eserde daha önceki yayınlardan ayrı olarak “Köroğlu ile Deli Hasan”, “Gulun Gaçması”, “Köroğlu’nun Gars Seferi”, “Hasan Paşanın Çenlibele Gelmesi” kolları eklenmiştir. Bu kitapta Köroğlu’nun 41 varyantından söz edilirken kitapta her kolla ilgili izahlar bölümü yapılmıştır (Akman, 2008a: 157).

Mehemmed Hüseyn Tehmasıb’ın 1949 yılındaki Köroğlu yayını, Köroğlu hakkında o zamana kadar yapılmış en hacimli çalışmadır. Bu eserin bu özelliği dışında diğer yayınlardan farklı bir yönü daha bulunmaktadır. Bu eser içerisinde, bazı nüshaların birleştirilmek suretiyle Tehmasıb’ın Köroğlu destanı yarattığı göze çarpmaktadır. Tehmasıb, 25 âşıktan dinlediği kolların birbiriyle ilgili olanları birleştirmiştir. Her kolun oluşumunda en az iki âşıktan, en fazla beş âşıktan yararlanılmıştır. İlk kol olan “Ali Kişi” kolunda, Tehmasıb üç tane âşıktan yararlandığını ifade etmektedir. Bu âşıklar; Âşık Esed, Âşık Hüseyin Bozalganlı ve Âşık Ali’dir. Ayrıca bu âşıklara ilave olarak 1856 yılında, Penn tarafından yayınlanan Köroğlu varyantları da bu ilk kolun yeniden oluşturulmasında kullanılmıştır. “Demircioğlu’nun Çenlibele Gelmesi” isimli Köroğlu kolunda ise Tehmasıb, beş ayrı âşıktan yararlanmıştır. Birleştirilen bu Köroğlu kolları nedeniyle Tehmasıb’ın bu eserine “Tehmasıb Nüshası” ismi verilmektedir. Tehmasıb Nüshası, 1949 yılından sonra 1956, 1959, 1969 ve 1972 yıllarında birkaç kez tekrardan basılmıştır (Bayat, 2009: 19).

Köroğlu ile ilgili başka bir çalışma ise Mehmet Arif’e aittir. 1938 yılında Köroğlu ile ilgili birkaç makale kaleme alan Arif, Köroğlu destanın 16 ve 17. Yüzyıllarda köylü sınıfın isyanı olarak görülebileceğini ifade eder. Makalelerdeki dikkat çekici bu ifade onun Köroğlu’na bakışını da farklı kılmaktadır. Ona göre Köroğlu, hem yerli feodallere hem de yabancı işgal kuvvetlerine karşı halkın ortaya koyduğu kahramanca bir mücadeledir. Haksızlıklara ve bunu yapanlara karşı halkın ortaya koyduğu bu

mücadele, Köroğlu’nun şahsında toplanmıştır. Köroğlu; mert yaratılışlı, kahraman, zalimlere karşı yiğitçe mücadele eden, hürriyet sevgisine sahip aynı zamanda da sanatçı bir kişiliğe sahiptir (Akman, 2008a: 159).

Dede Korkut üzerine önemli çalışmalarıyla tanınan Emin Abid’in 1926’dan sonraki yıllarda kaleme alınan bir dizi makale serisi halk hikâyeleri alanında önemli yere sahiptir. Folklor araştırmacısı Abid, sadece folklora değil edebi anlatılara da yönelmiş ve folklorcu kişiliğinden daha ziyade Dede Korkut’a dair hizmetleri dokunmuş bir araştırmacı olarak tanınmıştır. Dede Korkut’un ne zaman ortaya çıktığı, ne zaman gelişip yayıldığı ve ortaya çıktığı dönemdeki diğer olaylar, destanın yayılma sahası gibi pek çok konuda Dede Korkut’a ışık tutmaktadır. Emin Abid yaptığı bütün Dede Korkut incelemelerinde bu anlatıların Azerbaycan edebiyatının bir parçası olduğu görüşünü ileri sürmüş ve bunu bütün bilim âlemine kabul ettirmeye çalışmıştır (Efendiyev, 1992: 57-58).

Emin Abid, çalışmalarından sonra bir sonuca varır ve Oğuzname’nin geniş ve büyük bir destan olduğunu Dede Korkut’un bu büyük destanın Azerbaycan’a ait bir parçası olduğunu kabul eder. 1926 yılından itibaren halk hikâyeleri ile ilgili yaptığı çalışmaları makaleler şeklinde yayınlar. “Türk El Edebiyatına Elmi Bir Bahış” isimli makalesinde Türklerin Azerbaycan’a yerleşmeleri üzerinde durduktan sonra Dede Korkut’tan da bahis açar (Efendiyev, 1992: 57-58).

Türk dünyasının önemli eseri Dede Korkut üzerine yapılan bir diğer çalışma ise Hamid Araslı’ya aittir. 1939 yılında ilim dünyasına kazandırdığı eserinde Araslı, “Mukaddime” bölümü ile birlikte birkaç tespitte bulunur. Bu tespitlerden en dikkat çekici olanı “ozan” kelimesinin ortaya çıkışıdır. Ozan kelimesinin Azerbaycan Türkçesi üzerinde zamanla din ve resmi yazışma dili olan Arapça’nın egemen olması ile yerini âşık kelimesine bıraktığını ifade eder. Halkın kabul ettiği bu âşık kelimesi yaygın bir biçimde kullanılır. Fakat yine de ozan dillerde ve anlatılarda uzun bir süre kullanılmaya devam eder. Araslı, bugün bile bu kelimenin kullanıldığını ifade etmektedir (Araslı, 1939: 5-15). Latin harfleri ile Azerbaycan’da gerçekleştirilen ilk metin neşri olarak kabul edilen bu eser, Sovyet rejiminin millî destanları yasaklaması nedeniyle uzun yıllar yasaklı kitap olarak kalmıştır. 1978 yılında Kiril alfabesi ile

tekrar düzenlenmiş ve ancak bu aşamadan sonra yayınlanabilmiştir (Akpınar, 1997: 480).

Gerek Lenin döneminde gerekse Stalin döneminde çıkartılan folklor dergileri de folklorun toplanması ve yayınlanması konusunda etkili olmuştur. Özellikle 1930’dan sonra Azerbaycan’ın hemen hemen her noktasından folklor ürünleri toplanmaya başlanmıştır. Şehir merkezleri ve kasabalar, köyler dışında fabrika, iş yerleri, kolhozlarda folklor dernekleri kuran rejim, medeniyet ocaklarının da yardımı ile birlikte folklor ürünlerini toplamıştır. Elbette toplanan bu malzemeler Sovyet rejiminin eleğinden geçirilerek yayınlanan malzemeler olmuştur.

Bazen gruplar halinde bazen de kişisel teşebbüslerle toplanan bu malzemelerin toplanmasında, halkın da büyük desteği olmuştur. 8 Eylül 1934 tarihli “Azerbaycan Kolhozcusu” isimli gazete “El Edebiyatımızı Toplayalım” başlığıyla halkın folklor ürünlerini toplama noktasında dikkatini çekmeye çalışmıştır (Akman, 2008a: 163). Ali Heyder Tahirov, Gaçak Nebi’ye ait olan oldukça hacimli bir hikâye derleyerek halk hikâyesi alanında önemli bir çalışmaya imza atmıştır. 1934 yılında yaptığı bu derleme faaliyeti 1935’te Edebiyat Gazetesinde peyderpey yayınlanmaya başlamıştır. Bu destanla ilgili diğer şiir ve anlatılara da gazetenin çeşitli sayılarında yer veren Tahirov, yaptığı bu araştırmayı 1938 yılında kitap haline getirir ve yayınlar. Bakü’de yayınlanan bu eserin ardından 1939 yılında “Destanlar” isimli bir kitap daha yayınlar. Bu kitapta ise Âşık Garip, Leyla ve Mecnun ve Âşık Tehmiraz gibi halk hikâyelerine yer vermiştir (Akman, 2008a: 166).

Savaş yıllarından önce rejim, elde ettiği bütün folklor malzemesini kendi ideolojisini yaymak için bir araç olarak kullanırken savaşın patlak vermesi ile birlikte kahramanlık ve vatanseverlik motiflerini kullanmaya başlamıştır. Bununla birlikte destanlardaki büyük halk kahramanlarının hayatları araştırılmış ve halka aktarılmaya çalışılmıştır. Özellikle sınırları içerisinde yaşayan Türk halkının moral ve motivasyonunu artırmaya çalışarak Nazilere karşı savaşta Türkler etkin bir biçimde kullanılmaya çalışılmıştır (Temur, 2011: 54).

İkinci Dünya Savaşı yıllarında yapılan çalışmalar arasında Edebiyat Gazetesinin 1944 yılında çıkan bir sayısında “Gehraman ile Bülbülün Nağılı” isimli bir hikâyeyi yayınlaması örnek gösterilebilir. Hikâye hem aşkı hem de kahramanlığı konu edinen bir hikâyedir. Vatan için canını feda etmenin her şeyin üstünde olduğu vurgusunu yapan hikâye, vücudunun değişik yerlerinden yaralanan bir gencin sevgilisinin sesine benzettiği bülbül ile konuşmasını ele almaktadır (Akman, 2008a: 168).

Edebiyat Gazetesi ayrıca aynı sayı içerisinde Babek, Nizami ve Köroğlu’nun yaptığı mücadeleleri anlatan Tagıyev’in bu kahramanların halka tanıtılması konusunda söyledikleri de önemlidir. Yazısında ayrıca ressamlara seslenerek ressamların halka mâl olmuş kahramanların resimlerini çizerek halk arasında bu resimlerin yayılmasının oldukça önemli olduğunu dile getirdiği de dikkatlerden kaçmamaktadır (Akman, 2008a: 169).

Kahramanlık duygusunu harekete geçiren Köroğlu ve Kaçak Nebi gibi destan metinleri bu dönemde altın çağını yaşamıştır. Pek çok araştırmacı Sovyet rejiminin de etkisi ile birlikte bu anlatılara yönelmiş ve araştırmalarını bu alanda yapmışlardır. Bu destanlara ait şiir ve metin yayınlarını sıkça yaparak duygular sürekli canlı tutulmaya çalışılmıştır

Azerbaycan’da çıkmakta olan Edebiyat Gazetesinin 31 Ocak 1944 tarihli sayısında Sovyetler Birliği’nin savaş yıllarında kahramanlık konulu hikâye ve şiirlere nasıl başvurduğunu göstermektedir. “Gehramanlara Layıg Eserler Yaradag” başlığı altında yayınlanan bir makalede kullanılan şu ifadeler oldukça dikkat çekicidir:

“Şimdi yazar ve sanatkârlarımız, harikalar yaratan kahraman Sovyet adamlarının suretini bütün zenginliği ile tasvir eden eserler meydana getirmelidir. Edebiyatımız, şairlerimiz, ressamlarımız emek cephesi kahramanlarının iş ve mücadelelerinden ilham