• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

4. Halk Hikâyelerinin Anlatım Özellikleri

Destanların ve masalların bir anlatım özelliği olduğu gibi halk hikâyelerinin de kendilerine has bir anlatım özelliği bulunmaktadır. Destanları “destancı” adı verilen kişiler halka anlatmakta iken masalları anlatanlara ise “masalcı” yahut “meselci” isminin verildiğini görmekteyiz. Halk hikâyelerini ise icra eden kişiler “halk âşığı”, “kalem âşığı”, “meddah”, “kıssahan”, “hak âşığı”, “hikâyeci” ve “âşık” adını almaktadırlar (Görkem, 2000: 9; Aça, 2015: 188).

Kuşaktan kuşağa halk hikâyelerinin aktarılmasında onları ortaya çıkaran âşıkların olduğu kadar hikâyenin de kendine has şiirsel ve sanatsal üslubunun etkisi büyük olmuştur. Usta âşıkların icra ettikleri, dinleyici karşısında irticalen yapılan bu halk hikâyeciliği bir gelenek haline gelmiş ve yüzyıllar boyunca bu gelenek devam etmiştir. Bugün geleneğin canlılığını yitirmiş olması, halk hikâyelerinin matbu hale getirilmesi ve teknolojik gelişmelere dayandırılabilir. Ayrıca bugün hem Türkiye’de hem de geniş Türk coğrafyasında bu geleneğin devamını sağlayacak âşıkların azaldığı da görülmektedir (Görkem, 2000: 7).

Dinleyicileri anlatıya hazırlamak, dinleyicilerin dikkatlerini çekip hikâyeye ilgi duymalarını sağlamak amacıyla hazırlanan giriş bölümüne “fasıl” adı verilmektedir. Fasıl bölümü çeşitli şiirlerden oluşabileceği gibi bir tekerleme veya dua ile de oluşturulabilir. Bu bölümde âşık, sazı ile birlikte irticalen, kafiyeli, aruzla veya heceyle oluşturduğu şiirlerden birkaç tane seslendirir (Aça, 2015: 188).

Âşığın söz ustalığına bağlı olarak fasıl bölümünden sonra “döşeme” bölümü adı verilen bir bölüm bulunmaktadır. Bu bölüm secilerle dolu olan mensur tekerleme bölümüdür. Mizahi bir dil ve üslubun kullanıldığı döşemede âşık birtakım akla ve hayale sığmayacak durumları, olayları başından geçmişçesine anlatır. Her halk hikâyesinde döşeme bölümü aynı olmamakla birlikte âşığın becerisine, dinleyicinin durumuna göre de bu bölümler değişebilmektedir. Bu bölümde ayrıca kahramanın ailesinin tanıtıldığı da görülmektedir (Albayrak, 2005: 43).

Halk hikâyesinin bir diğer bölümü ise “Asıl Hikâye” bölümüdür. Hikâyeyi oluşturan asıl olay örgüsünün yer aldığı bu bölüm genellikle bir dua ile başlar ve bu dua âşıklar

arasında genellikle bir kalıp şeklinde kullanılan duadır. Âşığın sevgilisine ulaşmak için çektiği sıkıntıların yer aldığı bölümde, dinleyiciler etkilemeye çalışılır. Konusu din ve kahramanlık olan hikâyelerde ise kahramanın yiğitliği öne çıkmaktadır (Albayrak, 2005: 43).

Asıl hikâye bölümünde hikâye, manzum veya mensur olmak üzere anlatılmaya başlanır. Âşığın günlük konuşma dili ve üslubu içerisinde olayları anlattığı bölüm mensur bölümleri oluştururken sazı ile birlikte seslendirdiği şiirler ise manzum kısımları oluşturmaktadır. Dinleyicilerin dikkatini sürekli açık tutmak maksadı ile bazen âşıklar asıl hikâye arasında “karavelli” denen bağımsız hikâyeler anlatabilmektedirler (Boratav, 2014: 51).

Âşıklar, anlatmış oldukları hikâyelere değişik süslemeler yapmaya muktedir olsalar da esas konuyu değiştirmeleri pek fazla mümkün olamamıştır. Halk hikâyesinin nesir kısımlarında âşıklar; deyimler, kalıplaşmış sözcükler, mecazlar, atasözleri ve birtakım benzetmeleri kullanmışlardır. Bunun dışında özellikle Azerbaycan ve İran’daki Türk âşıklar, nazım kısımlarına da her dörtlükten sonra bir mani eklemeyi uygun görmüşlerdir. Çoğunlukla cinaslı mani şeklindeki bu şiir parçası olayların içeriğine uygun olmaktadır. Türkülerin peşrevi olarak da bu kısım adlandırılmıştır (Boratav, 2014: 51).

Halk hikâyelerinin anlatımında kullanılan türkülerin de yeri büyüktür. Pek çok halk hikâyesinde karşımıza çıkan türküler, “Türkülü Halk Hikâyeleri” adı ile anılmıştır. Türkülü hikâyelerde asıl olaylar ve kahramanların maceraları nesirle ifade edilmiş, karşılıklı konuşmalar ve duyguların ifadesi ise türkülerle anlatılmaya çalışılmıştır. İçerisinde türkü geçmeyen halk hikâyeleri pek fazla olmasa da “Türküsüz Hikâyeler” ismiyle anılmaktadırlar. Türküsüz hikâyeler gündelik yaşantıdan yola çıkılarak oluşturulmuş hikâyelerdir. Bu halk hikâyelerinde nazım parçalar bulunmamaktadır. “Türküsüz Hikâyeler” dinleyiciyi sıkmamak adına kısa olan halk hikâyeleridir (Görkem, 2000: 8-9).

IV. BÖLÜM

4. 1. SOVYETLER BİRLİĞİ DÖNEMİNDE AZERBAYCAN’DA

OLUŞTURULAN HALK HİKÂYELERİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ

Usta bir âşık tarafından oluşturulan halk hikâyeleri, kendilerine her devirde ve her coğrafyada yer bulabilmiş anlatılardır. Hem sözlü edebiyatın geleneği içinde yıllarca yoğrulan, hem de usta anlatıcıların ellerinde teşekkül ederek derlenen halk hikâyeleri, bir âşığı veya bir olayı konu edinmektedirler. İcracı âşıkların derdine, sevincine ve aşk yolunda çektiği çilelere de tercüman olan halk hikâyeleri, bireyselliğin ön planda olduğu metinlerdendir. Çeşitli bölgelerde farklı isimler alan halk hikâyeleri, Azerbaycan’da “dastan” ve “hekâye” ismiyle zikredilmektedir (Alptekin, 2005: 20; Akman, 2008a: 229). Azerbaycan’da Sovyet döneminde ortaya konulmuş halk hikâyelerini incelediğimiz bu çalışmamızda biz de “halk hikâyesi” yerine bazen “destan” terimini kullandık.

Halkın merakla ve beğeniyle dinlediği âşıkların bu hayat hikâyeleri, Sovyetler Birliği’ni yöneten idarecilerin de dikkatini çekmiştir. Âşıkların anlattıkları halk hikâyelerini dinlemek için bir araya gelen halk, rejimin de propaganda yapacağı halk kitlesini oluşturmuştur. Çünkü halkın itibar ettiği âşıklar, birer rejim sevdalısı olarak gösterilirse, anlattıkları hikâyelerin de sosyalizm ve komünizm propagandasını daha rahat halka aktarabileceği düşünülmüştür. Folkloru oluşturan malzemelerden birisi olarak da halk hikâyelerini düşünürsek halk hikâyelerinin, dinleyicilere birtakım eğitici ve öğretici bilgiler verdiğini savunabiliriz. Bu nedenle halk hikâyelerini oluşturan ve geniş kitlelere ulaştıran âşıkların, yönetim tarafından desteklendiği görülmektedir.

Azerbaycan’ın Sovyet idaresi altına girmiş olduğu 28 Nisan 1920 tarihinden itibaren gerek âşıkların; gerekse eli kalem tutan, sazıyla sözüyle halk arasında itibarı olan herkesin Sovyet yönetiminin yakın takibinde olduğuna şahit olmaktayız. Âşıkları bir araya getirip onlara, Komünist rejimin güzel yanlarını insanlara anlatmaları konusunda bilgiler verilmiş, rejimi kötüleyen şair ve yazarlar sürgün edilmiştir. Hem öz

vatanından ayrılma korkusuna düşen şair ve yazarlar, hem de rejim tarafından kendilerine vaat edilen özgürlük ve eşitlik gibi değerlerle aldatılan şair ve yazarlar yeni rejime methiyeler düzmüştür.

Kendi anlatılarını oluşturan âşıkların, eserlerine doğrudan doğruya rejimi öven ifadeleri yerleştirilmiş, rejim lehine methiyeler edebî anlatılar içerisine yerleştirilmeye çalışılmıştır. Klasik bir halk hikâyesinin içerisindeki bazı dinî terimler atılmış, Türk kültürüne ait olan kültürel unsurlar tahrip edilmek suretiyle yok edilmeye çalışılmıştır. Bunların yerine ise Rus kültürü ve Sovyetler Birliği’nin yönetim anlayışı olan komünizm rejiminin simge ve sembolleri hemen hemen her edebî üründe olduğu gibi halk hikâyelerine de yerleştirilmeye çalışılmıştır.

Halk hikâyeleri dönemin sineması, dizisi, televizyonu ve interneti gibi vazife üstlendiğinden dolayı geniş kitleleri bilgilendirme konusunda oldukça başarılı olmuştur. Zaten bilinmekte olan hikâyeler, ufak değişikliklerle âşıkların hünerli ellerinde şekil ve içerik bakımından zenginleştiriliyormuş gibi gösterilerek kültürel değerlerden arındırılmış bir anlatı şekline dönüştürülmüştür. Özellikle genç nesillere anlatılan hikâyelerin arasında yayılan bu öğretiler, gelecek kuşaklar için Sovyet idaresinin bir muhafız okulu gibi çalışmıştır.

Lenin ve Stalin başta olmak üzere Sovyet Rusya’nın tüm yöneticileri ve idaresindeki toprakların komünist yöneticileri, yeni rejime sıkı sıkıya bağlıydı. Yöneticilerin komünizm rejimine bağlılığı idareleri altındaki insanların da bu rejime bağlı olmasını gerektirmiştir. Bu nedenle tüm yöneticiler top yekûn bir şekilde insanları eğitmeye başlamışlardır. Eğitimin sadece okulda, sınıf ortamında yapılamayacağını anlayan Sovyetler Birliği yöneticileri halkı da bilgilendirmek amacıyla çalışmalarını sürdürmüştür.

Halkın yaşam tarzını değiştirmek ve Stalin’in istediği tek tip Sovyet vatandaşı oluşturma fikrini gerçekleştirmek için halkı bir araya getiren her türlü malzeme değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu malzemelerden birisi olan halk hikâyeleri, halkın yüzyıllar boyunca yaşattığı geleneğin bir parçasıdır. Bu yüzden de kültürel aktarım gücü pek çok yazılı metne göre daha kuvvetlidir. Çünkü hiç değişiklik yapılmasa bile

kahramanın yaşantısında kendini bulan halk, hikâyelerden bir ders çıkartmıştır. Hikâyelerin geniş kitlelerce kabul görmesi ve hemen hemen her yerde anlatılması komünizm politikasını yaymada âşık edebiyatı ürünlerini önemli kılmıştır.

Yeni hayatın halka anlatılmasında bir vasıta olan destanlar, Ehliman Ahundov’un ‘Azerbaycan Dastanları’nın beşinci cildinde okuyucu ile buluşturulmuştur. Bu eserlerin kaynağına baktığımızda, şekil özelliklerinin tamamını eski halk hikâyelerinden aldığını görmekteyiz. Fakat klasik halk hikâyesinden oldukça farklı konuları işlediği de gözlerden kaçmamaktadır. Sovyetler Birliği döneminde oluşmuş ya da değiştirilmiş halk hikâyelerinin anlatıcısı olan âşıklar, Komünist Parti’nin sözcüsü gibi çalışmıştır. Bu anlatılardan olan Âşık Hüseyn Bozalganlı’nın “Tanrıverdi”; Âşık Ali’nin “Ferhad-Şirin”, “Şehzade Behram”; Âşık Behmen’in “Behmen- Humay”; Âşık Şemşir’in “Şemşir-Senuber”; Şair Nebi’nin “Dilsuz- Hazangül”, “Fazl-Mahluga”; Şair Novruz’un “Sam Şehzade”; Âşık Mirze’nin “Kamal”; Âşık Hasan Pervane’nin “Tarlacı Gız”, “Hasan-Aynahanım”, “Hasan- Durnahanım”, “Hasan’ın Dağıstan Seferi”; Âşık Soltan’ın “Soltan-Gendap”; Âşık Humay’ın “Mars Ilduzu”; Şair Resul’ün “Resul-Nergis”; Gamlı Hüseyn’in “Kaçak Kerem”; Ali Abdullaoğlu Gurbanov’un “Benna Gara” gibi eserler Sovyetler Birliği’nin ideal toplum anlayışını yansıtan hikâyelerdir (Ahundov, 1972: 7).

Toplumu yeniden inşa eden ve insanların rejime olan meraklarını artıran, onları rejime destek vermeye davet eden bu hikâyeler, klasik hikâyeleri kendilerine örnek alarak oluşturulmuşlardır. Şekil bakımından aynı temellerde inşa edilmiştir. Fakat onları oluşturan veya yeniden düzenleyen âşıkların, Sovyetler Birliği’ne duyduğu sempati hikâyelerde açıkça görülmektedir.

Âşıkların yüzyıllar boyunca yetiştikleri âşıklık geleneği içerisinde oluşan metinler, sadece bir bölgeye sıkışıp kalmaz, onları yaratan ve yaşatan âşıklar aracılığıyla da yayılır. Azerbaycan dışında Ermenistan ve Gürcistan gibi yakın coğrafyalarda da bu tip metinlere rastlanılmaktadır. Dolayısıyla bu dolaşım sistemi içerisinde ortaya konan yeni anlatıların pek çok insana ulaştığı düşünülebilir.

Kendilerini vücuda getiren âşıklar tarafından anlatılan bu hikâyeler bir müddet sonra insanların kendilerine inanmalarını da sağlamıştır. Hatta bu anlatı tarzından kendileri de etkilenmişlerdir. Bu konuda, Abbasov’un, Âşık Tüccar’ın başından geçen olayı anlattığı bir hikâyecik dikkat çekicidir. Bir gün Türk paşası, âşığı yanına çağırıp ondan şimdiye kadar söylenmemiş bir destan söylemesini ister. Tüccar ise iki gün içinde çırağı ile birlikte Eşref ve Zehra destanını oluşturur. Destan, paşada büyük etki bırakır hatta paşa gözyaşlarına hâkim olamaz (Ahundov, 1972: 9). Paşanın etkilendiği ve iki günde ortaya konan bu anlatı Sovyetler Birliği dönemindeki yeni destanların nasıl oluşturulduğunu göstermesi bakımından bir örnektir. Her ne kadar aynı konuları ele almasa da bu destan da Sovyet Dönemindekiler gibi masa başında oluşturulan halk hikâyelerindendir.