• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

4. Âşıklar Politikası

Âşık; sazıyla, sözüyle doğaçlama yolla ya da kalemle yazarak veya birkaç özelliği birden taşıyan geleneğe bağlı olarak şiir söyleme yeteneğine sahip kişilere verilen isimdir (Artun, 2014: 593). Rüyalarında bâde içerek sanatçı kişilik kazanan ve geçmişten günümüze kadar kendilerine âşık ismini verilen bu şairler, çeşitli isimlerle anılmışlardır. Bu isimlerin başında “badeli âşık” ve “hak aşığı” gelmektedir (Boratav, 2000: 20).

Avrupa Hun İmparatoru Attila’nın ordusunda bulunan, ellerindeki kopuzlarla savaşlardaki kahramanlık sahnelerini anlatan “Ozan”lar, bu âşıklardan farklı kişiler değillerdir. Bugünkü âşıklarda olduğu gibi ozanlar da ellerinde kopuzlarıyla milletin bütün hislerine tercüman olmuşlardır (Köprülü, 1980: 73). Şamanist bir yaşam tarzında yetişmiş bu âşıkların güçleri, halkın nezdinde oldukça büyüktür. Onlar İslamiyet’le birlikte yeri geldiğinde Dede Korkut olup sahneye çıkmış, yeri geldiğinde bir Köroğlu’na dönüşmüşlerdir. Halkın kahramanlara olan bağlılığı ve onlara olan güvenleri sayesinde Sovyet yönetimi, amacına çok rahat bir biçimde ulaşacağını düşünmüştür. Çünkü halk, kendilerine hikâyeler anlatan âşıkların ağzından çıkan sözlere daha çok inanmış ve onları beğeniyle dinlemiştir.

Âşıklar, toplum içinde saygınlığı bulunan ve sözü dinlenen kişilerdir. Halkla iç içe olan bu kişiler, kaynağını çok eskiden alan bir geleneğin temsilcileridir. Âşıklık geleneği olarak isimlendirilen bu gelenek, aynı zamanda kültürel miras içerisinde folklorun ayrılmaz bir parçasını da oluşturmuştur. Azerbaycanlı Âşık Alesker, kendisi gibi âşıklık geleneğini sürdürenler hakkında şu tanımlamayı yapmaktadır:

“Âşık olub, diyar diyar gezenin, Evvel başta pür kemalı gerekdi. Oturub duranda edebin bile,

Halka hakiketden metlep kandıra,

Şeytanı öldüre nefsin yandıra. El içinde pak otura pak dura,

Dalısınca hoş sedalı gerekdi” (Guluyev, 2016: 265).

Âşık Alesker’in de ifade ettiği gibi âşıklar, toplum içerisinde saygın bir yere sahiptirler. Onlar, oturup kalkmaları ile halka gerçekleri anlatmasıyla, güzel davranışları göstermesi ve manevi açıdan halkı yönlendirmesi ile öne çıkmaktadırlar. Ayrıca âşıklar, folklor ürünlerinin derlenip özellikle halk hikâyeleri, masallar, destanlar ve efsaneler gibi edebî nitelik taşıyan ürünlerin gelecek kuşaklara aktarılması konusunda bir köprü vazifesi üstlenmişlerdir. Bütün bu özellikleri nedeniyle Sovyetler Birliği, komünizm ve sosyalizmin halka benimsetilmesi hususunda âşıklara büyük önem vermiştir.

Kerim Hesenov, halkın içinden çıkmış, halkın hayat ve maneviyatını kendi sazı ve sesi ile ifade eden sanatkârların Sovyetler Birliği tarafından korunduğunu ifade etmektedir. Ayrıca geçmişte tek başına gezen âşıkların, artık düğün ve eğlencelerin yanı sıra sosyal alanlarda, kulüplerde, işçilerin sovhoz1 ve kolhoz2 toplantılarında da çalıp söylemeye başladığını da dile getirmektedir (Akman, 2008a: 178).

Bekir Çobanzade, Sovyet idaresinde âşıkların derecelerinin yükseldiğini söylemektedir. Sovyet idaresinin bu insanları sadece halkın âşığı değil, aynı zamanda öğretmeni ve terbiyecisi olarak görmesi önemlidir. Âşıkların her türlü toplantıda sahneye çıkmaları, halkı heyecanlandırmaları, kendi duygu ve düşüncelerini onlara aktarmaları âşıkların önemini kat kat artırmıştır. Halka oldukça yakın olan âşıkların,

1 Sovhoz: Sovhoz: Komünist rejimin ekonomi politikaları sonucunda çiftçilerin elinde bulundurduğu toprak

parçalarını devletleştirerek kurulan üretim çiftliklerinin adıdır (Menaf Turan, “SSCB’de Toprak Mülkiyeti”,

Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 66, No: 3, Yıl: 2011, Sayfa: 307-332).

2 Kolhoz: Yeni yaşam tarzının getirmiş olduğu komünizmin üretim çiftliklerinden biridir (Menaf Turan, “SSCB’de

Toprak Mülkiyeti”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 66, No: 3, Yıl: 2011, Sayfa:

etkin bir biçimde değerlendirilmesi için harekete geçen merkezî yönetim, öncelikle âşıkları bir çatı altında toplama kararı almıştır. Aldığı bu karar neticesinde de diğer Türk coğrafyasında olduğu gibi Azerbaycan’daki âşıkları da düzenlediği toplantılara davet etmiş ve düzenlenen bu toplantılarda âşıklara çeşitli hediyeler vererek, onları onurlandırmıştır (Akman, 2008a: 178).

Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan’da âşıkların bir araya getirildiği dört kurultay düzenlendiğini görmekteyiz. Partinin en önemli yardımcıları olarak gösterilen âşıkların toplanmasındaki amaç; âşıkların ve yazarların partiye, dolayısıyla rejime hizmet etmelerini sağlamaktır. Ayrıca Namazov’dan aktarılan “Şehirli ve köylü yazarların birbirleriyle sürekli irtibat halinde olmaları gerektiği”ne dair Komünist Partinin kararnamesindeki bilgi, kurultayların düzenlenmesinde oldukça etkili olmuştur (Akman, 2008b: 14). Düzenlenen kurultaylar sayesinde gerek köydeki âşıklar gerekse şehirdeki âşıklar bir araya getirilmiş ve birbirlerini tanıyıp “yoldaş” olmaları sağlanmıştır. Birbirlerini tanıyarak kaynaşan âşıkların, birbirleriyle irtibat halinde olmaları da bu vesile ile sağlanmıştır.

Azerbaycan’da kurultaylardan önce 1920 yılında Nerimanov başkanlığında kurulan “Azerbaycan Öyrenme Cemiyyeti” âşık şiirlerinin toplanması konusunda ilk icraatta bulunan topluluk olmuştur. Cemiyetin âşık şiirinin toplanması, araştırılması ve yayınlanması konusunda birtakım tedbirler aldığı görülmektedir (Namazov, 2013: 355). Bu cemiyetin oluşmasının ardından Azerbaycan’daki âşıklar üzerinde, rejimin de etkisi görülmeye başlanmıştır. Bu dönemden sonra sevgi, tabiat ve din konulu âşık şiirlerinin yerini, rejimi öven şiirlerin aldığı görülmektedir (Ahundov, Ferzeliyev ve Abbasov, 1985: XII-XIII). Bu cemiyet, Azerbaycan’daki âşıkların bir araya getirileceği kurultayların düzenlenmesinde de öncülük ettiği için oldukça önemli bir cemiyettir.

Sovyet Rusya, âşıkları ilk kez bir araya getirdiğinde yıl 1928’dir. Halk Eğitim Komiserliğinin girişimi ile Lenin’in ölümünden dört yıl sonra düzenlenen 5 Mayıs 1928 tarihli, I. Âşıklar Kurultayı’na toplamda 150 âşık katılmıştır (Namazov, 2013: 356). Âşıklar bir araya getirilerek öncelikle onların tek bir merkezde toplanmaları sağlanmıştır. Âşıkların bir çatı altına toplanmak istenmesi elbette rejimin, âşıkları

kontrol etmede elini güçlendirmiştir. 1928 yılında ilki düzenlenen kurultayla birlikte âşıkların bir araya getirilip tek bir çatı altında birleştirme fikri uygulanmaya başlanmıştır. Artık Azerbaycan âşıkları, tek bir elden idare edilebileceklerdir. Bu sayede ortak sesle eserlerini vücuda getirecekler, düzenli bir komünizm propagandası devletin istediği şekilde ve sıkı takibinde yürütülecektir (Guliyev, 2017: 267).

İkinci kurultay, birinci kurultaydan on yıl sonra 1938 yılında Stalin’in emirleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Bu kurultaylarda âşıklardan, komünizm propagandasını yapmaları istenmiş ve âşıklar bu doğrultuda şiirler kaleme almışlardır (Namazov, 2013: 380). Âşıklardan ayrıca yeni oluşan yaşantıyı anlatmaları da istenmiştir. Çünkü asıl eğitim, günlük hayatla birlikte verilebilecektir. Yoksa yaşayıp yaşamadıkları bilinmeyen hikâyelerdeki âşıkların, efsanevî ve hülyalı aşk hikâyelerine komünizmi yerleştirmek pek mümkün olmayacaktır.

İkinci Âşıklar Kurultayının ayrı bir önemi daha vardır. Bu kurultay, İkinci Dünya Savaşının hemen öncesinde düzenlenmiştir. 1938 yılında düzenlenen kurultayın, İkinci Dünya Savaşı öncesinde düzenlenmesi pek tesadüf eseri değildir. Sovyet Rusya’nın savaşın ayak seslerini iyiden iyiye duyduğu ve belki artık savaşa karar verdiği yıllarda bu kurultayın düzenlenmesi mânidardır. Buradaki amacın, Azerbaycan Türkleri arasından, Rusya’ya asker yetiştirmek olduğu düşünülebilir. Kurultayın düzenlenme tarihinden yola çıkarak ileri sürdüğümüz bu fikri, kurultayda söz alan Hamit Araslı da üstü kapalı bir biçimde desteklemektedir:

“Ülkede pek çok hadisenin olduğunu söyleyerek âşıkların yeni mevzular hakkında şiirler söylemeleri lüzumunu vurgulamıştır. Özellikle vatan mevzusunda yeni destanların olmadığını veya çok az olduğunu, derhal vatan sevgisini ihtiva eden yeni destanların oluşturulması gerektiğini, bunu yaparken de klasik âşıklık sanatından istifade edilmesinin lüzumunu belirtmiştir” (Akman, 2008b: 16).

Hamit Araslı’nın özellikle vatan konusunda yeni destanların kaleme alınması, vatan sevgisine bu eserlerde yer verilmesini istemesi, Türklerin kahramanlık ve vatan sevgisi ruhunu ortaya çıkarmaya yönelik bir adımdır. Nitekim bu kurultaydan sonra kahramanlık konulu destanların âşıklar tarafından oluşturulup anlatıldığı görülmektedir. Bu kahramanlık konulu destanlardan ikisine, Tanrıverdi ve Kamal destanına, araştırmamızda yer verdik. Destanlarda özellikle ön planda olan kahramanlık, cepheye giden Azerbaycanlı askerlere moral verdiği gibi henüz cephe

gerisindeki Azerbaycanlılara ise cesaret ve savaşma azmi aşılamak amacıyla kullanılmıştır. Destanlar, Rus Kızıl Ordusuna övgülerle doldurulmuştur:

“Galib gel düşmana sen, Gızıl Ordu! Yazdım dastanını men, Gızıl Ordu! Kamal deyer sene can, Gızıl Ordu!

Süngünle düşmen vur, gele bilmez” (Ahundov, 1972: 437).

Üçüncü Âşıklar Kurultayı, 27 Nisan 1961 tarihinde düzenlenmiştir. Kurultay’a 150 âşık katılmıştır. Kurultay’ın açılış konuşmasını yapan Seid Rüstemov, konuşmasında âşık edebiyatının, dolayısıyla âşıkların, halkın eğitiminde önemli bir rolü olduğunu vurgulamıştır. Sonrasında ise Mirze İbrahimov söz alarak, âşık edebiyatının büyük bir sanat olduğunu, ayrıca halka çok yakın olduğu için de realist olduğunu ifade etmiştir. İbrahimov’un, “Âşık edebiyatında zenginlere ve din görevlilerine nefreti ifade eden eserler çoktur” sözleri âşıkların ortaya koyduğu halk hikâyelerinin içeriği konusunda dikkate değer bir söylem olarak karşımıza çıkmaktadır (Akman, 2008b: 15-16; Namazov: 2013: 384-385).

Mirze İbrahimov, “Ekim devrimi sayesinde Azerbaycan halkı kendi tarihini, yeni devrini yaşamaya başladı. Bundan dolayı âşık sanatının karşısında yeni ufuklar açılmıştır” diyerek devrimin Azerbaycan açısından önemine değinmiştir. İbrahimov sözlerine şu şekilde devam etmiştir: “Şimdi ülkemizde halk müziğinin yeri komünizm uğruna mücadele edenler sırasındadır. Âşıklara ilham veren esas mevzu Sovyet gerçekliğidir, komünizmi kuran Sovyet adamlarının her gün, her saat oluşturdukları yeniliklerdir.Komünizm cemiyeti kurucularının kahramanlığını terennüm etmek, halk şairlerimizin şerefli vazifesidir” (Akman, 2008b: 15-16). Ayrıca kurultayda, Hamit Araslı’nın da bir bildiri sunduğu bilinmektedir (Ahundov, Ferzeliyev ve Abbasov, 1985: XIII).

Üçüncü kurultayın Lenin ve Stalin’den sonra 27 Nisan 1961 yılında düzenlenmesi, kurultayın amaç ve hedefler bakımından öncekilerden bir farklı olduğu anlamına

gelmemektedir. Yine bu kurultayda alınan kararlar önceki kurultaylarda alınan kararlarla bire bir aynıdır. Hedef, halka hitap edebilmek ve komünizm rejimini geniş kitlelere ulaştırmaktır. Bunun için de kurultaylarda âşıklara sürekli kendilerini yenilemeleri, çağdaş konuları eserlerinde işlemeleri tavsiye edilmiştir. Bugünkü âşıkların, destan yaratıcılığında yeni mevzuları işlemeleri, eski gelenekten gelen konularla birlikte yeni konuları harmanlayarak âşıkların, anlatılar oluşturmaları istenmiştir (Namazov, 2013: 386).

Kurultayın düzenlendiği günlerde Hamit Araslı’nın kaleme aldığı “Âşık Yaratıcılığı” isimli eser, gerek kurultaydakilerin gerekse kurultay dışındaki âşıkların, hayatlarının araştırılmasına dikkatleri çeken önemli bir eser olmuştur. Bu eser, Azerbaycan’da yayınlanan, âşık sanatının öğretilmesine yönelik ilk eser olarak da tarihe geçmiştir (Guliyev, 2017: 267).

Sovyetler Birliği’nin düzenlemiş olduğu son âşıklar kurultayı ise 300 aşığın katılımıyla, 1984 yılında düzenlenmiştir. Düzenlenen bu son kurultayda, diğer kurultaylarda olduğu gibi komünizm propagandası yapmak ve bunu yaparken de konuyla ilgili, ülkenin bütün kurum ve kuruluşlarının bu işe seferber olmalarını sağlamak için harekete geçilmesi gerektiği ifade edilmiştir (Akman, 2008b: 19). Kurultaylara katılmaları ve kurultayların aldıkları kararları uygulamaları için âşıklar, bu konuda sıkı tembihlerle kurultaylardan gönderilmişlerdir. Âşıkların kendilerinden istenenleri yaptıklarını ortaya konan eserlerden anlayabiliyoruz. Bu eserler, içlerinde rejimin istediği, komünizm ve sosyalizme ait birtakım değerleri taşıması nedeniyle diğer ürünlerden kendisini açıkça ortaya çıkarmaktadır.

Azerbaycan Komünist Partisinin girişimleri ile düzenlenen âşıklar kurultayı, bir başka açıdan bakıldığında âşıkları bir çatı altında toplayıp Sovyetler Birliği’nin “tek tip Sovyet vatandaşı” yetiştirme konusundaki çalışmasının bir ürünü olarak da okunabilir (Akman, 2008a: 181). Halkla sazı ve sözüyle buluşacak olan âşıkların bir çatı altında birleşip ülkenin her yerinde tek bir sesin çıkmasına bu kurultaylar da elbette büyük katkı sağlamıştır.

1984 yılında yapılan son Âşıklar Kurultayının sonlarına doğru Âşıklar Birliğinin idare heyeti belirlenmiştir. Azerbaycan âşıklarını tek çatı altında birleştirme çalışmaları bu birliğin oluşturulmasıyla son bulmuştur. Bu birliğin dışında son âşıklar kurultayında alınan bir karar âşıkların da bir bayram kutlayacağını göstermektedir. Her yıl, 19 Mart’ta Azerbaycan’da “Saz ve Söz Bayramı” adı altında bir etkinlik düzenleneceğine dair alınan karar, bunu göstermektedir. Ayrıca kurultayda ülkede bulunan müzik okullarının nezdinde âşık musikisi grupları oluşturulmasına ve bu gruplara büyük âşıkların isimlerinin verilmesine dair karar verildiğini de görmekteyiz (Akman, 2008b: 20).

Düzenlenen kurultaylarda alınan kararların, halka ulaştırılması hususunda Komünist Partinin de kurultaya katkıları oldukça dikkat çekicidir. Komünist Parti, son âşıklar kurultayı ile ilgili aldığı kararlarda düzenlenen kurultayların halka ulaştırılması ile ilgili televizyon, radyo ve gazetelerin yayınlar yapmasını istemiştir. Propaganda aracı olarak televizyon, radyo ve gazetelerin kullanılması bütün bu yayın araçlarının kurultayın hizmetine verilmesi hatta Azerbaycan Devlet Televizyonunun dahi bu işle görevlendirilmesi Komünist Parti’nin âşıklar kurultayına verdiği önemi bir kez daha göstermektedir (Akman, 2008b: 18).

Usta-çırak ilişkisi içinde yetişen âşıkların bir araya toplanıp rejime hizmet eden bir edebiyat oluşturulmaya çalışılması, ömründe belki Lenin’i ve Stalin’i görmemiş âşıklara bu iki siyasetçiyi öven şiirler yazdırılmasını sağlamıştır. Merkezî hükümetin çeşitli ödüllerle ödüllendirdiği âşıklar, kendilerini rejiminin savunucusu kişiler haline getirmiştir. Bu dönemde âşıklar, Kuzey Azerbaycan’da yeni rejimi benimsemekle kalmamış; Lenin, Stalin ve Nerimanov’un yaptıklarının birer anlatıcısı olmuşlardır (Yazar, 2008: 113).

Âşıkların belleklerinde yer alan hikâyelerde, komünizm ve sosyalizme ait değerlere yer verilmesi istenmiştir. Halk hikâyelerindeki kültürel ve sosyal değerlerle ilgili zamanla değişiklikler yapılmıştır. Öncelik, elbette dinî ve millî değerlere verilmiştir. Özellikle hikâyelerdeki dinî simge ve terimler yeni düzeni çağrıştıran terimlerle değiştirilmiştir. Hikâyelerin yanı sıra, masallarda, türkülerde Sovyetler Birliği’nin kurucusu Lenin ve ikinci lideri Stalin’e mühim bir yer verilmiştir. Pek çok türkü ve

hikâyede kahramanlaştırılan liderler, halkın önünde bir meş‘aleye benzetilmiştir. Bunun dışında âşıklar, Komünist Parti, Sosyalizm, Komünizm, Kolhoz ve Sovhoz gibi kavramları sıkça dile getirmişlerdir. İşçiler, çiftçiler ve emekçilerin hakları şiirlerle savunulmuştur. Ayrıca tarla, bağ-bahçe, festival gibi kelimeler üzerinden rejimin propagandasına devam edilmiştir. Ortaya konan bu şiir ve metinler tamamıyla eğitici- öğretici nitelik taşıdıkları için çok fazla edebî kıymete malîk oldukları söyelenmese de onların sıkı bir komünizm propagandası oldukları ortadadır.

Yeni ideolojiyi içeren şiirlerin âşıklarca söyletilmesi halkın benliğine de etki etmiştir. Okuma yazma bilmeyen halk, âşıkların söylediği şiirlerden ve anlattığı halk hikâyelerinden komünizmi ve sosyalizmi öğrenmiştir. Okuma ve yazmayı öğrenmeye çalışan halk Stalin ve Lenin’i anlatan edebî ürünlerle okumayı ve yazmayı geliştirmiştir. İster istemez hafızalara yerleşen öğretiler, yönetime körü körüne bağlı bireyleri de beraberinde getirmiş ve bu politika Azerbaycan sahasında millî kimlikleri yok etme sürecinde kullanılmıştır (Yazar, 2008: 113). Ortak bir Sovyet insanı başarıyla inşa edilmiştir.

Âşıklar, kurultayların etkisi ile millî ve dinî terimlerden, konulardan arındırılmış şiirlerle festival havasında Nevruz bayramının kutlanmasını sağlamıştır. Hatta bu bayramlar âşıkların da katkısıyla bir süre sonra festival ismiyle anılmaya başlanmıştır. Festivallerde görevlendirilen âşıklar, başta Lenin ve Stalin olmak üzere, Komünist Partiyi ve sosyalizmi övmeleri konusunda tembihlenmiştir (Akman, 2004: 52). Bütün bu baskılar neticesinde ortaya tam anlamıyla Komünist sevdalısı şiirler çıkmış, halk hikâyeleri oluşturulmuştur.

Folklordan yararlanarak rejimi anlatmaya çalışan âşıklar, geleneksel masalları ve şarkıları yeniden oluşturmuşlardır (Temur, 2011: 25). Şekil olarak bakıldığında eski örneklerin bire bir aynısı olan bu halk anlatılarının içleri, komünizm ve sosyalizm fikirleri ile doldurulmaya çalışılmış, öğretici birer metin haline getirilmiştir. Rejimi öven icracı âşıkların, büyük şehirlerde konserler vermesi sağlanmış, bu âşıklar müzelere, konser salonlarına davet edilerek sık sık ödüllendirilmişlerdir (Temur, 2011: 23). Bu dönemde Lenin ve Stalin’in adının geçtiği hatta bir ilâh gibi gösterildiği pek çok anlatı âşıklar tarafından oluşturulmuş, rejimin mimarları bu şekilde halka

anlatılmaya çalışılmıştır. Stalin için, “O, halkı için, daha çok çocukları için kaygılanan bir baba, bilge ve merhametli bir lider” (Kalenderoğlu, 2011: 72) benzetmesi yapılmıştır.

Sovyetler Birliği hükümetinin derleyip topladığı halkın folklorunu yeniden elden geçirdikten sonra çeşitli kanallarla bu malzemeleri tekrar halka ulaştırmıştır. Sosyalist ideolojinin geniş kitlelere aktarılması için sadece kitap, dergi, gazete gibi yazılı araçlar değil, halkın tamamına ulaşabilecek bir araca ihtiyaç duyulmuştur. Bunun için de çeşitli oyunlar, radyo programları, tiyatrolar, konserler düzenlenmiştir (Temur, 2011: 23). Bu konser ve programların bir kısmına da âşıklar öncülük etmiş veya düzenleyiciler tarafından buralarda âşıkların şiirlerini okumaları, hikâyelerini anlatmaları sağlanmıştır.

Âşıklar, yalnızca konser salonlarında değil, ülkenin her bir bölgesinde festivaller, şenlikler, konferanslarda sahneye çıkmıştır. Buralara da gelemeyen halk için kolhoz ve sovhozlarda şiir geceleri düzenlemişlerdir. Ülkenin dört bir yanına Sovyet öğretmeni olarak âşıklar gönderilmiştir. Bu etkinliklerde halka her şeyin güzel olduğunu göstermeye çalışan rejim, adeta “insanlar bir tatil günündeymiş gibi coşkulu bir biçimde” (Temur, 2011: 22) eğleniyor havası yaratmıştır.

“Sovyetler Birliği’nin Âşıkları” bildikleri halk hikâyelerini yeniden yorumlamış öğreneceği yeni halk hikâyelerine de rejimden izler koymak zorunda bırakılmıştır. Bilim akademileri ve akademisyenler sayesinde halktan toplanan edebî ürünler sayesinde Türk milletinin yüzyıllar boyunca oluşturduğu edebî ürünler, komünizm ve sosyalizmin hizmetine sunulmuştur. Yerli işbirlikçiler sayesinde Rusya, komünizmi yayma politikalarında daha etkili olmuştur.

III. BÖLÜM

3. 1. HALK HİKÂYESİ

Destan döneminden sonra ortaya çıktığı kabul edilen halk hikâyeleri ve halk hikâyeciliği geleneği 16 ve 20. yüzyıllar arasında kendisini göstermiş ve âşık edebiyatı ile yakından ilgili bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca halk hikâyeleri kendisini oluşturan âşıkların anlatma ve gösterme boyutunda vakaları sunması, diğer yönüyle bu vakalara bağlı olarak hissiyatın yükseldiği yerlerde devreye giren şiirleriyle toplumun estetik ihtiyaçlarını çok boyutlu olarak karşılayan bir tür olmayı başarmıştır (Duymaz, 2004: 131-132).

Klasik halk hikâyesi, her şeyden önce bir âşığın yaşam serüvenidir. Bu nedenle halk hikâyelerinde halkın yaşamından izleri, halkın kültürünü, sanatını, zanaatını ve edebiyatını göremeyiz. Fakat ortaya çıktığı devrin sözlü geleneğine ait birtakım mevcut malzemelerden halk hikâyesinin etkilendiği de bilinen bir gerçektir. Bunun yanında bir yaşantının ürünü olan ve belirli bir kişi kadrosu etrafında gelişen halk hikâyeleri, kendilerini oluşturan âşıkların hayatlarından da izler taşımaktadır. Halk hikâyelerindeki bütün bu olayların, toplumu ilgilendiren kültürel birtakım dekorlarla süslenmesi ve bunun da edebî bir anlatı ile sağlanması halk hikâyelerinin beğenilmesinde etkili olmuştur (Duymaz, 1992: 9; Çetin, 2016: 17).

Halk hikâyeleri şekil yönüyle birbirlerine oldukça benzerler, fakat konuları ve kahramanları yönüyle birbirlerinden ayrılırlar. Bu sebeple halk hikâyelerini ortak bir konuda birleştirmek zorlaşmaktadır. Halk hikâyelerini “Bir sevgiliyi elde etme yolundaki maceraları anlatan masal” (Alptekin, 1997: 7) şeklinde tanımlayan Otto Spies, halk hikâyelerini yüzeysel bir tanımlama ile ifade etmektedir. Nitekim bazı halk hikâyeleri sevgiliyi elde etme yolundaki maceralardan bambaşka konuları içermektedir. Spies, kahramanlık konulu Köroğlu kollarını ya halk hikâyesi olarak görmezden gelmekte ya da kahramanlık konulu halk hikâyelerini tanım dışında bırakmaktadır. Bu tanım, hem eksik hem de masal türü ile halk hikâyesini bir başlık altında birleştirebilecek kadar tartışmalıdır. Çünkü halk hikâyeleri, tamamıyla hayal

ürünü anlatılar değildir. Bünyeleri içerisinde olağanüstü motifler barındırmış olsalar dahi bu anlatıların gerçekçi yönleri de vardır.

Halk hikâyeleri ile ilgili bir diğer tanımın sahibi, Pertev Naili Boratav’dır. Pertev Naili Boratav’ın halk hikâyesi tanımı, tanımdan daha ziyade halk hikâyesini bize tarif eder niteliktedir. Halk hikâyesinin özelliklerinden yola çıkarak Boratav, bu türü şu şekilde tanımlamıştır:

“Yeni ve orijinal bir nev’i karakteri alarak meydana gelen halk hikâyeleri, yerini tuttuğu destanın birçok vasıflarını hâlâ taşımaktadır. Fakat bunlar onun asıl karakterini verenler değildir. Süratle yeni bir nev’e gidiş vakıa’sı karşısında bulunuyoruz. Destanî an’ane gittikçe zayıflıyor, çünkü destanın eski karakterini tayin eden sosyal şartlar gittikçe ortadan kayboluyor” (Boratav, 2014: 46).

Halk hikâyesi, Boratav’a göre çevresel ve sosyal şartlara bağlı olarak destandan sonra ortaya çıkmış, fakat halen onun bazı özelliklerini taşıyan bir türdür (Boratav, 2014: 45). Boratav’ın halk hikâyesini tanımlamaktan ziyade onun özelliklerini söylemesi, halk hikâyesinin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır. Ayrıca bu tarifin, halk