• Sonuç bulunamadı

3- Konfederal Yönetim Modeli: bu modelde ortaya çıkan devlet ise kendi iradeleriyle bir araya gelen ve belli konularda yetkiyi üst bir makama veren, ama kendi kararlarını

1.5. Federal Devlet Modeli

1.5.2. FederalizminYasal Boyutu

Burke’e göre anayasa, toplumun geleneklerini, kültürünü ve ahlakı değerlerini yansıtan uzun zaman diliminde şekillenmiş ve toplumun özgün özelliklerini yansıtan bir metindir. Yani toplumun şeklini almalıdır aksine toplumu şekillendirmeye çalışmaktan uzak durmalıdır. Başka bir anlatımla bedene göre şekillenen bir elbise olmalıdır, yoksa beden elbiseye göre şekillendirilmeye çalışılmamlıdır. Oysa Fransız Devrimi ile yasalar topluluğun içsel özelliklerini yansıtan ve gelenekten miras alınan metinler olmaktan çok, yönetimin hesap verebilirliği, bireylerin özgürlüklerinin korunması gibi faktörler üzerine tasarlanan ve inşa edilen metinler olarak görülmeye başlanmıştır (Treisman, 2007: 292).

Federal yönetim modeli Fransız Devrimi sonrasında bütün yönetimleri belli oranda etkileyen merkeziyetçilik temayülüne ve toplulukların farkları üzerine değil de, bireylerin eşitliği üzerine inşa edilen anayasal metinlerin aksine, toplumsal farklılıkların köklü olduğu ve farklılıkların belli bir oranda korunması temayülünün güçlü olduğu toplumların merkezileşme yönünde benimsemiş olduğu bir yaklaşımdır ve bu doğrultuda değerlendirildiğinde federal anayasa federe yönetimlerin toplumsal sözleşmesidir (Cameron, 2009: 311). Aynı ülkenin sınırları içinde Almanya örneğinde olduğu gibi tarihsel, kültürel ve yasal farklılıklar barındıran prensliklerin varlığını koruduğu ülkelerde federalizm merkezileşme yönünde daha uygun yasal ve idari mekanizmalar sunmuştur. Yani modern devlet oluşumu öncesindeki farklılıklar bir bütünlük içinde, ancak bu şekilde devam ettirilebilirdi. Başka bir anlatımla federalizm

aygıtları ile farklılıklar korunarak birliktelik sağlanmıştır (Delaney & Smith, 2005: 132). Fakat buradaki yasal birlik imparatorluk dönemi birlikteliği ile karşılaştırılamayacak kadar nüfuz edici ve bağlayıcıdır. Đmparatorluk döneminde bazen taşra prenslikleri nerdeyse ayrı denecek kadar farklı yönetim geleneğine, farklı yasalara sahip olabiliyordu ve hatta bazen bu serbestlikler sanki iki farklı devletin yaptığı gibi merkezi yönetim ile yapılan anlaşmalar üzerine kurulu olabiliyordu (Nalbant, 1997: 48). Oysa federal yönetimlerde bütün birimlerin yetki ve sorumluluklarının sınırlarını gösteren anayasa mevcuttur ve tüm birimler burada belirlenmiş görevleri yerine getirmekle sorumludurlar. Anayasanın çizdiği çerçeve doğrultusunda federe yönetimler federal yönetime ve diğer federe yönetimlere karşı sorumlu oldukları gibi bütün birimler belirlenmiş alanlarda denetime tabidirler ve kurucu iradeyle belirlenmiş anayasal sınırlar içinde çalışmak zorundadır (Saunders, 1995: 64). Daha da önemlisi federal ve federe yasalar belli spesifik alanlarda uyuşmadığı zaman geçerliliği olan federal yasalardır (Conlan & Dudley, 2005: 364).

Yine yasal anlamda federal yönetimde egemenliğin kaynağı halktır ve egemenlik imparatorluklar dönemindeki gibi bölünmez. Egemenliğin aynı anda federal ve federe yönetimler tarafından kullanılabilir olması ve federal ve federe yönetimler arasındaki ilişkinin hiyerarşik temeller üzerine kurulmamış olması, yasal anlamda egemenliğin bölünmüş olması şeklinde anlaşılmamalıdır. Yetkiler kompartmanlaşmıştır, yani yasal eksende egemenliği paylaşan belli kompartmanların yan yana varolması durumudur geçerli olan (Pinder, 1985: 51) ama bu yönetimler farklı kompartmanlarda yetkileri aynı doğrultuda kullanırlar. Her iki kademede yetkinin bazı durumlarda denklik zemininde kullanımı meşrudur. Çünkü egemenliğin kaynağı olan halk yetkiyi bu şekliyle paylaştırmıştır ve bu yetki paylaşımı anayasal çerçeve içinde yürümektedir. Yani federalizm merkeziyetçiliğin etkisinde farklılıkları yoksaymadan yasal anlamda sınırlı merkezileşme çabasının bir ürünüdür.

Ülke, devletin yetkilerini kullandığı alandır, yani devletin egemenliği altında olan toprak parçasıdır. Üniter ve federal yönetim modellerini ayrıştıran şey, devletin ülke üzerindeki egemenliği kullanıp kullanmaması değil egemenliğin nasıl ve hangi şartlarda kullanılacağıdır. Eğer ülkenin tamamında tektip yasalar uygulanıyorsa üniter yönetim modeli sözkonusudur ama ülkenin tamamını bağlayan yasalara rağmen bu ülkenin belli

kısımlarında uygulanan farklılaşmış ikinci bir yasa varsa yani uygulanan bazı yasalar sadece bazı kompartmanlarda geçerliyse o zaman federal yönetim modeli gündeme gelir (Abromeit, 2002: 4). Federal yönetimlerde kurucu birimlerin belli alanlarda yasa yapma haklarını imparatorluk dönemindeki farklı yasaları olan yönetimlerinki gibi bir şekilde bağımsızlık işareti olarak göremeyiz. Federe yönetimlerin sadece üst hukukun bağladığı, onun dışında tamamen bağımsız hareket eden yapılar olarak tasavvur edilmesi yanıltıcıdır (Watts, 2006: 206) çünkü eyaletlerin bireysel olarak yasa yapabilecekleri alanlar kurucu anayasada belirlenmiştir ve kurucu birimlerin ortak kararı sonucudur. Dolayısıyla bu bağımsızlık olarak görülemez. Hatta yasama anlamında federe yönetimlerin sınırlı yasama yapma hakkından vazgeçmeleri durumunda ortaya çıkacak olan yapı üniter anayasal yapıdan farklı değildir. Zaten federal yönetimlerde bazı yetkilerin kullanılması sadece federal görevliler vasıtasıyla yürütülür ki bu alanlarda federal ve üniter yönetim modeli arasında fark kalmamış olur (Nalbant, 1997: 26).

Federal yönetimde federe yönetimler, daha kuruluştan itibaren kurucu iradenin bir parçasıdır ve kendi içişlerini yürütme yetkisini kullanmayı sürdürür. Federe yönetimler yasal meselelerin öncelikle bu yönetim kademesinde çözülmesini, ama eğer bu kademede bir çözüme ulaşılamazsa federal yasalara başvurulmasını tercih edebilirler ki (Tarr, 1994: 64) bu durumda federe devletler kendi alanlarında nerdeyse bir üniter devlet gibi yetki kullanmış olurlar. Fakat onları üniter devletten ayıran şey bu otonominin bile federal anayasa sonucu elde edilmiş olması ve kendi hukukunun yanıbaşında federal hukukun da işliyor olmasıdır. Yani aynı çatı yönetim altında farklı yetki alanları olan iki farklı kademe yönetim vardır ve bunlar bir diğerinin astı olmaktan çok birbirlerinin yetkilerinin sınırlarını belirlenmesini doğrultusunda işlevlerini yürütürler (Landau,1973: 174). Federe yönetimlerin bu denk konumunun devamlılığını sağlayacak mekanizmalar oluşturulmuştur ve federe temsilcilerden oluşan senato bu mekanizmaların en yaygın şeklidir (Börzel, 2005: 248). Senatolar federe yönetimlerin ulusal eksenli konulara katılımının teminatıdır. Federal hukuk, bütün federe devletleri bağlayıcı olması ve doğrudan etkili olması açısından federe hukuktan daha güçlü ve kapsamlı olabileceği gibi, bazen bu ortak alanda rekabete açık olabilir ve federe devletlerin yasaları daha derinlikli ve etkin ise federal çerçevenin dışında

olmamak şartıyla onlar geçerli olurlar. Ayrıca bazı alanlarda yetki federe devletler bırakılmış olabilir ki bu durumda tamamen federe yasalar geçerli olur.

Üniter bakış açısıyla değerlendirildiğinde, merkezler arasındaki bu ilişki ve federe yönetimlerin serbest hareket alanını tanımlamayan kavramın otonomiden çok bağımsızlığa yakındır ve bu haliyle karmaşaya sebep olduğu iddia edilir bazen. Federal yönetimlerde anayasa federe yönetimlerin belli konularda karar alma süreçlerine dahil edilmelerini gerektirmektedir. Yani kurucu iradeyi temsil eden federe yönetimlerin yasal süreçlerin katılımcısı olduğu için anayasada herhangi bir değişiklik yapılabilmesi için federe yönetimlerin iştirak etmesi ve belli bir çoğunluğun desteklemesi gerektiği için ( Abromeit, 2002: 4) yasal değişiklik yapmak ancak uzun ve zorlu bir süreçlerden sonra gerçekleşebilmektedir (Riker, 1957: 519). Bu durumda üniter açıdan karmaşa eleştirisi haklı görünmemektedir ama bazen uç nokta olarak her birimin federal yönetimin aldığı her kararı veto etme hakkı olabilir ki bu nokta da üniter açıdan eleştirinin haklılığı vardır ama bu durum federalizm dahilinde bile uç bir noktayı temsil etmektedir ve örneklerine pek rastlanılan bir durum değildir (Duchacek, 1988: 21). Asli ilkelerinden biri, yönetimlerin anayasal çerçeveye sıkı bağlılığı olan (Hueglin, 2003: 275) ve üniter yapılardan farklı olarak bu noktada sağlam denetim mekanizmalarına sahip federal yönetimlerin yasal yapısını federe yönetimlerin anayasanın sağladığı belli serbestiyi kullandıkları için karmaşayla suçlamak makul değildir. Federal yönetimlerde anayasa Ronald Dworkin’e göre yönetim mekanizmalarının tasarlanması, yetkilerin paylaştırılması ve hakların korunması yönünde üç amacı gerçekleştirmeye çalışır (Tarr, 1992: 98) ki ortaya çıkan yapılar belli noktalarda merkeziyetçi yapılar ile mukayese edilebilir. Fakat bu yapılar üniter devletlerdeki gibi mekanik ve katı değildir ve bu sayede yargıç Lauterpacht ve Scelle’in ileri sürdüğü gibi insanların yasal anlamda en sağlam teminata kavuştukları mekanizmaları tedarik eden bir yapıdır (Walton, 1952: 373).

Federal yapıların üniter yapılar kadar mekanik ve katı olmaması, yasal yetkilerin federal yönetim kadar federe yönetimler eliyle de kullanılmasından kaynaklanmaktadır ve Almanya örneğinde olduğu gibi federal yönetimlerde merkez-çevre ilişkilerinden bahsedildiğinde federal veya federe yasayı hangi ulusaltı yönetim kademesinin uygulayacağı üzerinde durulmalıdır. Federal yönetimin sahip olduğu yetkilerin federe

yönetimlerin yetkilerinden farkları ve bu yetkilerin hangi şartlar altında ve hangi tekniklerle kullanıldığına pek vurgu yapılmaz. Sözkonusu olan ulusaltı yönetim kademeleri yasaları yürütmekle sorumlu olan üst yönetim kademeleri karşısındaki serbesti alanlarının genişliği, ne kadar yetki kullanabildikleri ve bu şartların ulusaltı yönetim kademeleri lehine ne kadar esnetilebileceğidir (Gunlicks, 1984: 324). Bu yapının ortaya çıkardığı fiili durum federal yönetimlerde genellikle bu merkezlerin yani federal merkez ve federe merkezlerin birarada bulunmasıdır. Federal merkezin yetkileri yer açısından bütün ülkede geçerlidir ama konu açısından geçerli değildir çünkü belli konularda federe merkezlerde sınırları içinde yetki kullanırlar. Yani üniter yönetimlerde tek merkez söz konusu iken federal yönetimlerde yetkilerin paylaşıldığı en az iki merkez üzerine kurulan çok merkezlilik geçerlidir (Börzel, 2005: 248).

Federal yönetimlerdeki yasal yapı ile imparatorluklar döneminde parçalı egemenliğin sözkonusu olduğu yasal yapının kıyaslanması zordur. Çünkü imparatorluk döneminde aynı ülke içinde farklı egemenlik alanları yani farklı yasalar vardı. Bunun günümüzde tam bir karşılığı yoktur. Çünkü Almanya örneğinde olduğu gibi Landerlar kendi temsilcileri aracılığıyla anayasa yapma sürecine katılırlar ve ortaya çıkan anayasa bütün birimlerin üzerinde uzlaşırak vücuda getirdiği ve bütün merkezleri bağlayıcı ortak yasal çerçevedir. Zaten federasyon uluslararası hukukta tek bir egemenlik alanı olarak kabul edilir, tek bir kuşatıcı anayasası vardır ve bu anayasaya çerçevesinde yetkiler federal ve federe yönetimler arasında paylaştırılmıştır. Yetki paylaşımı, federal yönetim yetkileri listelendikten sonra diğer yetkilerin federe yönetimlere bırakıldığı tek liste yöntemiyle olabileceği gibi, federal ve federe yönetimlerin yetkilerinin iki ayrı listeyle belirlenmesi şeklinde de olabilir (Saunders, 1995: 69-70). Federal devletde kendi içlerinde federe yönetimlerin belli özel alanlarda farklılaşmış yasaları olsa bile bu yasalar federal anayasa çerçevesi içindedir ve iki kademenin yetkilerinin çeliştiği durumlarda genellikle yetkili kurum federal anayasa mahkemesidir (Conlan & Dudley, 2005: 363) ki kararları bütün kurucu unsurları bağlayan bu mahkemeyi Delaney nihai hakem olarak adlandırmaktadır (Delaney, 2005: 139).