• Sonuç bulunamadı

Bölgesel Yönetimlerin Sosyo-Kültürel Boyutu

3- Konfederal Yönetim Modeli: bu modelde ortaya çıkan devlet ise kendi iradeleriyle bir araya gelen ve belli konularda yetkiyi üst bir makama veren, ama kendi kararlarını

1.6. Bölgeselleşme ve Çok Kademeli Yönetim Modelinin Doğuşu

1.6.3. Bölgesel Yönetimlerin Sosyo-Kültürel Boyutu

Federalizm taraftarlarının iddia ettiği gibi sosyal ve kültürel farklılıkların dikkate alınmadan yönetim yapısının mekanik olarak inşa edildiği üniter devletlerde, 1980’lerde kültürel farklılıkların yaşanması yönünde güçlü talepler göz ardı edilemeyecek oranda günyüzüne çıkmaya başlamıştır (Subirats, 2006:176). Sosyal ve kültürel alanda güçlü bir zemin edinen bu taleplerin karşılanması doğrultusunda üniter yönetimler dahilinde idari teknikler arayışına girilmesi kaçınılmaz bir hal almıştır ve bölgesel yönetimler kendini çözüm olarak en güçlü hissettiren idari teknik olarak ortaya çıkmıştır.

Federal yönetimlerin kurucu felsefesi, birlikte çokluktur, yani üniter yönetim modelinin tekliğe yaptığı vurgunun yerine vurgu çokluğa ve farklılığa yapılır. Fransız Devriminden sonra üniter yönetimlerde uygulamaya geçirilen bireyleri eşit vatandaş olarak kabul eden yaklaşım sonucunda bütün farklılıkların reddedilmesi demokratik bir eksiklik olarak görülmeye başlanmıştır. Çünkü demokratiklik bir yanıyla toplumdaki farklılıklara açık olmaktır ve bu anlayış kabul edildiğinde demokratik toplumların idari örgütlenmesinin katı üniter ilkeler temellerinde gerçekleşmesi bazı eksiklikleri içinde taşımaktadır. 1980’lerde kökler temelindeki toplumsal talepler demokratik farklılıkların barındırılması çerçevesinde güçlü bir zemin kazanınca üniter devletler bu taleplere bir şekilde cevap vermek zorunda kalmıştır ve bölgesel yönetimler de bu cevabın bir bölümünü oluşturmaktadır. Bölgesel yönetimler Fransa gibi üniter yönetimlerde başlangıçta sadece kurumsal değişiklikler ile geçiştirilmeye çalışılmıştır. Ama farklılık yönündeki kollektif irade sisteme yansıtılmadan şekillenen yapı toplulukları tatmin etmekten uzak olmuştur. Bu yönetimin demokratikliği açısında da eleştirilmiştir, çünkü demokratik toplumlar farklılığa açık olmalıdır ve üniter yapılar kültürel farklılıklara yeterince açık olacak şekilde yeniden dizayn edilmeliydi. Bu konuda daha ileri nokta ise

Frug’un dile getirdiği bölgesel farklılıklar temelinde şekillenmiş ‘bölgesel vatandaşlık’ kavramıdır ( Frug, 2002: 1766).

1990 larda ise yönetim anlayışı üzerindeki değişim isteği sadece bölgesel yönetimler talebi ile açıklanamayacak kadar geniş bir spektrum oluşturmaya başlamıştı. Yönetim mekanizmaları üzerindeki değişim talepleri güçlenerek ve çeşitlenerek yönetim anlayışı üzerinde köklü değişimler talep etmeye başlamıştır. Bu dönemde devlet, mekanik bir yapı olarak değil, toplumsal ilişkilerin karmaşık bir toplamı olarak görülmeye başlanmıştır (Jessop, 2006: 49). Başka bir anlatımla yönetime itaatı sağlayan egemenlik ve anayasal meşruiyet gibi resmi kanallar olmasına rağmen yönetimin etkinliğini arttıran, yönetim yapılarının geleneksel özgünlükleri yansıtması, toplum ve devletin aynı hedefleri paylaşması gibi pek çok faktör üzerine kurulu olduğu anlayışı yaygın kabul görmüştür. Bunun sonucu yönetimin sadece resmi yönetim mekanizmalarından müteşekkil olmaktan çok sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, çıkar grupları gibi pek çok sayıda aktörün birlikte şekillendirdiği bir yapı olduğunun benimsenmesi olmuştur. Yönetim, merkezden dikey iktidar paylaşımı olarak görülmek yerine, birbiriyle sürekli işbirliği veya rekabet yoluyla temas halinde yatay iktidar kompartmanlarından oluşmuş bir yapı olarak görülmeye başlanan bu dönemde değişim talebi bizzat yönetim kelimesinin kendisine kadar uzanmış ve yönetim yerine karar verme süreçlerinde bütün kademelerin etkili olduğu karşılıklı etkileşim üzerine kurulu yönetişim kavramı kullanılmaya başlanmıştır (Peters & Pierre, 2006: 80; Rosenau, 2006: 32; Subirats, 2006: 177).

Değişen bu genel yönetim çerçevesi bölgesel yönetimlerin taleplerinin karşılanabileceği oldukça verimli bir zemin sağlamıştır. Hizmetlerin çerçevesi merkezde belirlendikten sonra bölgelerdeki farklılıkların göz önünde bulundurulması yönünde bir adım olarak başlayan bölgesel yönetimler, yönetim yaklaşımındaki genel temayülün değişimiyle bölgesel kurumların bölgesel farklılıkları yansıttığı ve bölgesel beklentilere cevap verdiği oranda bölgesel yönetimler olarak adlandırılabileceği ileri bir noktaya varmıştır. Bölgesel yönetimler yeni süreçte gittikçe güç kazanmıştır ve bunu merkeziyetçi yönetimlere yönelik rahatsızlıklar beslemiştir. Çünkü merkeziyetçi yapılarla artık toplumda varolan derin ayrışma noktalarının örtülemediği, ekonomik ilerlemelerin sürdürülemediği, vergilerin bile gerekli etkinlikte toplanamadığı gibi etkin yönetim için

gerekli olan asgari toplumsal uyumun bile sağlanamadığı kanaati yaygınlık kazanmıştır (Rosenau, 2006: 33).

Livingstone’un yönetimleri şekillendiren unsurun kurumsal ve anayasal olmaktan çok, özgün toplumsal özelliklerdir tezini doğrular bir şekilde Elazar, Dupuy ve Le Gales’de de yönetim yapılarının şekillenmesinde tarihi ve sosyal şartların çok önemli olduğunu vurguladıktan sonra bölgesel yönetimlerin şekli ve etkisi bölgesel topluluğu bir araya getiren ve bir arada tutan kültürel özelliklere bağlı olduğunu öne sürmektedir (Elazar 1993: 193; Dupuy & Le Gales, 2006: 122). Bölgesel yönetimler ile bütün farklılıkları tek merkezden organize etmek yerine bunların alt kademelerde merkezler oluşturarak yönetilmesi daha verimli ve daha demokratik olabileceği fikri uygulamaya geçirilecektir. Bu amaca merkezi yönetimler aracılığı ile ulaşmak mümkün olmamıştır. Oysa daha küçük ölçekli olan bölgesel yönetimler ile yerel bazdaki meselelerden daha çabuk haberdar olması ve daha özgün çözümler üretmesi muhtemeldir. Tocqueville’in dile getirdiği gibi, bir toplulukta beliren ihtiyaçtan topluluğa en yakın yönetim kademesinin daha fazla haberdar olması doğaldır (Treisman, 2007: 62).

Fransız Devriminden beri özellikle üniter yönetimlerde toplumun homojenleştirilmesi yönünde ilerleyen temayüle yönelik yerel ve bölgesel farklılıkların yaşanması yönünde ilk muhalefet 1960 larda belirmeye başlamıştır. Bu dönemde bir yandan çevreden merkeze özellikle ekonomik sebepler ekseninde göçler sonunda kültürel kimliklerin aşınacağı veya genel çerçeve içinde eriyeceği tahmin edilirken, beklentinin aksine kültürel farklılıklar yeniden kimlik politikasının bir unsuru haline dönüşmeye başlamıştır. Aynı dönemde merkezi semboller önemini kaybederken yerel semboller kendini ifade etmenin favori kaynağı haline dönüşmüştür. Dolayısıyla bölgesel yönetimler vasıtasıyla gündeme gelen kültürel farklılıkların yaşanması yönündeki talepler, ademi merkeziyetçi üniter devlet politikaları vasıtasıyla homojenleştirme amacına karşı oluşan bir tepki olarak görülebilir (Jeffery, 2006: 67). Bu değişen algı sonucunda devlet artık sadece mekanik bir yapı olarak görülmüyor, aksine kökleri toplumun içinde olan (Jessop, 2006: 50) ve toplumsal özgünlüklerin somutlaşması gereken bir yapı olarak görülmeye başlanmıştır.

Devletin kökleri toplumun içinde bir yapı olarak algılanmaya başlandığı bu dönemde, kültürel farklılıkların yaşanması yönündeki talepler bölgeden, bölgeye farklılık

göstermektedir ki, bölgesel aidiyetin kültürel temellerde oluşum derecelerine göre bölgesel yönetimlerin statüsü 3 şekilde konumlandırılabilir:

1. Konum: Topluluk içerisinde farklılık temelinde kimlik şekillenmeye başlamıştır yani bölgesel yönetimlerin kültürel temelleri atılmıştır. Bu durumda bölgesel yönetim yapıları zaten temelleri beliren yapıya yeni sütunlar eklenmesi şeklinde anlatılabilir ki Katalonya ve Brittany bu durumu anlatabilecek iyi örneklerdir.

2. Konum: Topluluk içerisinde kültürel kimlik şekillenmesinden bahsedilemez ve topluluk belli farklılıklarına rağmen kendini homojen toplum içinde görmektedir. Bu durumda bölgesel yönetimler idari bölgeselleşme ekseninde oluşmakta ve yeni bölgesel ölçekli kurumların ihdas edilmesi teknik verimlilik doğrultusunda gerçekleşmektedir (Dupuy & LeGales, 2006: 123).

3. Konum: Topluluk içinde farklılık bağlamında hiçbir talep söz konusu değildir ve yerel ihtiyaçların karşılanması için bölgesel yönetimlerden çok yerel yönetimler güçlendirilerek amaca varılabilir. Bu durumda bölgesel ölçekli yeni bir kademenin yaratılması, merkez ile sözkonusu kademe arasında mesafeyi daha da uzaklaştırarak yönetimi olumsuz yönde etkileyebileceği için bölgesel yönetim teknik bir mekanizma olarak bile gündeme gelmez (Dupuy & Le Gales, 2006: 123).

Başka bir anlatımla kültürel farklılık temelinde oluşmuş toplulukların bölgesel yönetimlere bakışı, bölgesel yönetimlerin çerçevesini önemli oranda şekillendirmektedir. Toplulukların bölgesel yönetimlere bakışı olumlu, tarafsız ve ya olumsuz olabilir. Olumlu baktıklarında idari bölgeselleşmeye sosyo kültürel boyut eklenmesiyle ortaya güçlü müzakereci bölgesel yönetimler çıkarken, bakış açısı çekimserlik üzerine kurulu olduğu durumlarda kurumsal eksende elde edilen sonuçlar orta dönemde bakış açısını değiştirerek müzakereci bölgesel yönetimlerin önünü açabilir. Ama kültürel toplulukların bölgesel yönetimlere bakış açısı olumsuz ise, bölgesel yönetimlerin varacağı en ileri nokta, idari bölgesel yönetimdir ve muhtemel durum topluluk ihtiyaçlarının yerel yönetimler üzerinden yürütülmesidir (Elazar, 1993: 193). Aynı doğrultuda Sturm, bölgesel yönetimlerin kültürel boyutlarının eksik kaldığı durumlarda, bunun genel yönetim çerçevesinin değişimi yönünde etkili olamayacağının ve idari teknik sınırlar dahilinde kalacağının öne sürmüştür. Yani bölgesel yönetimler ile merkezi yönetim arasındaki yetki sınırlarının yeniden çizilmesi aşamasında

bölgelerdeki kültürel boyut oldukça önemli bir faktördür. Eğer kültürel boyut güçlüyse merkezi yönetim bölgesel yönetimlerin talepleri konusunda daha hassas davranmaktadır (Sturm, 2006:155).

Özellikle 1980lerin sonlarına doğru AB ölçeğinde ivme kazanması ile bölgesel yönetimlerin felsefi çerçevesi yerinden yönetim anlayışı ekseninde çizilmeye başlanmıştır. Yerinden yönetim ilkesi doğrultusunda bölgesel yönetimler ile işbirliği durumunda bölgesel yönetimlerin yetki alanlarına ihtimam gösterilmesi öncelikli gerekliliktir. Buna ilaveten merkezi yönetim ile bölgesel yönetimlerin yetki alanlarının ayrılmış olması, işbirliğinin genel durum olmaması ve bölgesel yönetimlerin işbirliğine zorlanmaması gerekmektedir ki başka bir deyişle işbirliği alt yönetim kademelerinin talepleri üzerine inşa edilmeli ve sürdürülmelidir (Sturm, 2006:144).