• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: DĐVÂN EDEBĐYATINDA HAYVANLAR

4.2. Kara Hayvanları ve Đlgili Tasavvurlar

4.2.2.1 Aslan ile Đlgili Tasavvurlar .1. Âhû

4.2.2.1.16. Zincir-Yele

Süt maddesinde de yer alan bu beyitte gözyaşının âhının dumanının aslanlara (âşıklara) zincir olduğunu söylemiştik. Aynı zamanda bu zincir aslanların yelesine de benzetilmektedir:

Sâkî’yâ nûş eyleyenler câmunı şîr oldılar

Dûd-ı âh-ü-eşk-i çeşm anlara zincir oldılar (C.1, G.268/1)

4.2.3. At (Esb, Hayl)

At, toynaklıların tekparmaklı alttakımından bir hayvandır. (Hayat Ansiklopedisi, “At” C.1: 320). Đnsanın yaklaşık 12.000 yıldır yanında bulundurduğu evcil hayvanlar içinde özel bir yere sahiptir. MÖ. 4000-3000 yılları arası bir tarihte, insanlar atı kullanmaya başladılar. Türkistan bölgesinden gelme Hint-Avrupa kökenli Hititler ilk at yetiştiren ulustular. At ilk kez Đskitler’de bir savaşçının özel malı olmayıp gerçek bir komünal mülkiyet söz konusuydu. Đskitler atı yalnızca savaşmak için değil, üstünde yaşamak için de kullandılar. Kısrakları sağdılar ve sütünden peynir ve sarhoş edici kımız yaptılar. Eğeri geliştirdiler, deri bir halka şeklinde üzengiyi buldular. Atları sayesinde ilk defa Hunlar hareketlilik ve mekâna hükmetme rüyasını gerçek yaptılar. Savaşta atlarına çok bağımlı ve onlarla birlikte olan insanlar barış zamanında da atlarıyla yakından ilgiliydiler. Giderek at bir savaş aracı olmaktan çıktı. Süvariler atları ile

kişisel ilişkiler kurmaya başladılar; birçok süvarinin ünlerini bu güne dek sürdürmelerini sağlayan çok sayıda at o döneme aitti. Hızlılıktan başka şimdi ateşli bakışlar, hareket zarafeti gibi dışsal görünümler ve karakter, özellikle çarpışmada cesaret, değeri belirliyordu (Boynudelik, 1984: 4043).

W. Koppers ise, atın ehlileştirilmesini “atlı - çoban” kültürün sahibi olan ilk Türklere atfetmek gerektiğini ve insanlık tarihinde elde edilen bu başarının diğer kavimlerin gelişmesinde de çok önemli sonuçlar doğurduğunu, büyük devlet olabilmek için gerekli şartların bu sayede belirdiğini ifade etmektedir ( DĐA, “At” 1996, C.4: 27).

Đnsanlık tarihinde hayvan terbiyesinde önce ren geyiği, sonra at ehlileştirilerek insanlık

hizmetine sunulmuştur (Kafesoğlu, 1994: 208). Alman âlimi Potratz “Eski Çağda At” isimli eserinde, yapılan kazılardan hareketle atın altı bin yıl önce Türkler tarafından ehlileştirdiğini söyler (Sevük, 1962: 2881).

Şükrü Elçin, Türk kültüründe atların menşei ile ilgili efsaneleri dört başlık altında

toplar: Gök menşeli, rüzgâr-hava menşeli, mağara-toprak menşeli, su menşeli atlar (Elçin, 1977: 47).

At dışında hiçbir hayvan ne bu kadar yaygın olarak kullanılmış, ne de insanlık tarihine bu denli belirleyici bir katkıda bulunmuştur. Fakat at, salt yük kaldırmaya ve insanları çok uzun mesafelere taşımaya ya da savaşı sürdürmelerine yaramakla kalmamıştır; binicisinin ününü ve özgüvenini yüceltmeye de katkısı büyüktür (Boynudelik, 1984: 42). Onlar uzun yolların, uçsuz çayırların, güneşe başdeğdiren bozkırların sessiz fakat güçlü yolcularıdır (Yüceyılmaz, 1996: 45).

Tarihten önceki devirlerden beri Asya ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yabani halde yaşadıkları bilinen türlü cinsten atların ehlileştirilerek insan hizmetine verilmesi tarihte büyük bir hamle sayılır (DĐA, “At” 1996, C.4: 26). At, Türk kavimleri arasında bütün hayvanlardan daha fazla saygı görmüş ve ölümden sonra da yaşayacağına inanıldığından kutsal bir varlık olarak bakılmıştır. Atlar er kişinin değerine eşit olarak tutulmuştur. At, ebediyet fatihi insanın göz ve estetik planında, bütün çizgileri, hareketleri ve kabiliyetleriyle en ihtişamlı kahramanlık sembolüdür. Atın sabah yelinden yaratıldığı ve melekleştiği inancına sahip olan Türk-Đslam medeniyeti, at üzerine elbette senfoniler, destanlar, ağıtlar, methiyeler, şiirler yazacaktır. Türk

mitolojisinde ata, yaratılanların en üstünü insan ile melekler arasında bir yer verilmiştir. Ata hayvan demeyi ar saymış ve hayvanlarla sınıflandırmadan şiddetle kaçınmıştır. Atın mezarını binicisinin yanına kazmıştır. Ata türbe yapmıştır (Adıbeş, 2000: 28).

At bir evin önünde başı eve doğru bağlanırsa nefesi ile o eve bereket ve uğur verir. At nefesi bazı hastalıkları da geçirir. Bir adam sabahleyin güneş doğmadan, kır ata binerek bir dereden yedi defa geçerse o adama artık büyü tesir edemez. Kuru at kafası büyücüler tarafından sihir yapmak için kullanılırdı. Bir evde at olursa o eve cin ve

şeytan girmez. Nazardan korunmak için de bir tarafa at kafası asarlardı. At kafası suya

atılırsa yağmur yağar. Ama bir de şu vardır ki; Atın gözü yaşarırsa; ya sahibinin yahut yakınlarından birinin öleceğine delâlet eder (Uraz, 1967: 109). Hastalıkları sağaltmak için başvurulan hayvan yatırların da bulunduğuna üç tanıt: Selânik’te bir, Đstanbul’da iki “At mezarı” vardır. Đstanbul’dakinin bir tanesine (Karaca Ahmet Sultanın atına) vaktinde yürümeyen çocukları götürürlermiş. Đstanbul’daki öteki “At Evliyası”na sancılı atlar götürülür, mezar etrafında üç defa dolaştırılırdı; orada Padişah Đkinci Osman’ın (Genç Osman) Sisli-Kır adlı atı gömülü idi (Boratav, 1997: 131).

Anlatmaya dayanan bütün türlerde, kahramanların en büyük yardımcısı attır. Oğuz Kağan destanından tutunuz da, Köroğlu'na Manas'a Battal Gazi'ye kadar, bütün destanlarda, ata büyük bir önem verildiği göze kaçmamaktadır. Kahraman, başarısının yarısını da atına borçludur. Ata, bir düşman tarafından bir kötülük yapılması, yahutta kaçırılması ile namusa sürülen bir leke, hemen hemen aynıdır. Ünlü Eserimiz Dîvânü Lügati't Türkte belirtilen; "Kuş kanadıynan,Türk atıynan" atasözü de, bu düşüncemizi açıklamaktadır (http://turkoloji.cu.edu.tr/ CUKUROVA/ sempozyum/semp_1/ alptekin.pdf, 17.04.2009).

Türk kültür ve medeniyet hayatının farklı devirlerinde at, tüm canlılığı ile halk muhayyilesinde efsaneler de oluşturmuştur. Bu efsaneler atların menşeini farklı

şekillerdi oluşturmuştur. Bunun neticesinde atların gök, rüzgâr, toprak ve su menşeli

oldukları ile ilgili efsaneler doğmuştur (Elçin, 1997: 502).

Efsanelerden folklora, edebiyattan güzel sanatlara kadar her alanda kendi varlığını hissettirmiş, adına senfoniler yazılmış böyle bir hayvana daha rastlamak mümkün değildir. Destanlarda, hikâyelerde olay kahramanlarının en önemli yardımcısı

bindikleri atlardır. Köroğlu’nun Kırat’ı, Battalgazi’nin Aşkar’ı, Şahismail’in Kamertay’ı efsaneye göre ab-ı hayat içerek ölümsüzleşirler (Maraş, 2002: 70).

At, Türk insanı için çok büyük değerler ifade eder. Denilebilir ki Türk medeniyeti bir at medeniyetidir. Yazılan onca Baytarnamelerde atın yüzlerce adına rastlar, onların bakımı, yetiştirilmesi, eğitilmeleri vs. ile ilgili mısralar arasında Orta Asya’da bıraktığımız bozkır ruhunun akislerini buluruz ( Pala, 1996: 36). Türk muhayyilesinde at, konuşması, sevgisi, tenkit kabiliyeti, şefkat ve vefası ile insanî vasıflar kazanmıştır (Bars, 2008: 168).

Atlar, Türk kültüründe yıllık takvimde de yer almaktadır. Bu takvimimiz “Sâl-i Türkan, Sâl-i Türkî” adları ile tanınmaktadır. Bu takvim Orta Asya’da bilhassa Kırgızlar, Kazaklar, Uygurlar, Türkmenler arasında kullanılmıştır. Bu takvimin Türkler arasında tam olarak hangi tarih ve dönemlerden itibaren kullanılmaya başladığını kesin bir şekilde söylemek imkânsızdır. Bildiğimiz, Türk dilinin en eski belgelerini oluşturan Orhun yazıtlarında zikredilen olaylar sözünü ettiğimiz on iki hayvanlı takvim sistemine göre tarihlendirilmiştir (Turan, 2004: 55). On iki yıllık daimî bir devir oluşturan bu takvimin her yılı belli bir hayvana nispet edilmekte ve her yıl mensup olduğu hayvanın adını almaktadır. Halk inançlarına göre devreyi oluşturan hayvanlardan her biri, devrede iken mensup oldukları yılları etkileyebilmekte, yılın mukadderatını değiştirebilmektedir (Aynakulova, 2007: 23).

Müslüman-Türk tarihinde at, büyük şereflere sahne olduğundan sevgi ile anılmıştır. Anadolu insanı atı, daha dost bilmiş, vefalı yâr kabul etmiştir. Öyle zaman olmuştur ki derdini, sevincini, sırrını onunla paylaşmıştır. At sevgisi, Halk Edebiyatına olduğu kadar, Dîvân Edebiyatı şiirine de samimi bir şekilde konu olmuştur. (Sözbilici, 1990: 45). At, gerek Klâsik şiirin gerek halk ve tekke şiirinin revaçta bulunduğu Osmanlı çağlarında en önemli binek, nakil, spor ve eğlence vasıtalarından olmakla ön plana çıkar (DĐA, “Hayvan” C.17/ 1998: 102). Osmanlı’da saray seyislerine “at oğlanları” denirdi. Bunların bir kısmı Đstanbul’da sarayın iç ve dış ahırlarında birtakımı da sair ahırlarda hizmet görürlerdi (Pakalın, 1983: 112).