• Sonuç bulunamadı

Kaplan ile Đlgili Tasavvurlar 1. Âfet

ATIN YÜRÜYÜŞLERĐ

4.2.10.1. Kaplan ile Đlgili Tasavvurlar 1. Âfet

Afet, sevgili için kullanılan sıfatlardan biridir. Onun, yok ediciliği, âşıka verdiği ıztıraplar bu sıfatla anılmasına sebep olmuştur (Tökel, 2000:452). Gönül, sevgili tarafından âhû gibi avlandığından aralarında ilişki kurulmuş ve gönül âhûya benzetilmiştir. Gönül âhû olunca âfet sevgili de kaplan olmuştur. Bu beyitte âfet kaplan kılıklıdır:

Dil gazâli düşdi bir kaplan kılıklı âfete

Bî-‘aded hâl-i siyâhıyle bulınmaz bendeşi (C.3, G.1793/2)

4.2.10.1.2. Akıl

Bu beyitte, âhû bakışlı bir Avrupalı güzel, âşıkın yürek aslanını avlamış, bu bakış esrar gibi, akıl ve şuur kaplanını da yok etmiştir:

Sayd ider şîr-i dili âhû bakışlı bir freng

Nâ-be-dîd idüb peleng-i ‘akl-u-hûşa geçdi beng (C.2, G.717/1)

4.2.10.1.3. Âşık

Âşık, sevgilinin kendisine attığı taşlar sebebiyle bedenindeki oluşan karalıklardan dolayı aşk kulesinde kaplana dönmüştür:

Döndüm güzelüm kulle-i ‘ışkunda pelenge

Cismümdeki taşun yirinün karalarından (C.3, G.1104/2)

4.2.10.1.4. Âşk

Zâtî, sevgilinin taşlarına aşk kaplanına benzemek için maruz kalmak ister: Zâtî’yâ taşlarla cismin kara kara eylesün

Ben peleng-i ‘ışka her kim kendüyi begdeş tutar (C.1, G.227/5)

4.2.10.1.5. Beden

Âşığın bedeni ile kaplanın postu arasında rengi dolayısıyla benzerlik kurulmuştur. Sevgili karşısında giyim kuşamı, yaşadığı hayat vs. ile âşığın hali gedâya benzer. Âşığın sevgilinin eziyetlerinden kara kara olmuş bedenini görenler, bir dilencinin bir kaplan postu giydiğini sanmaktadırlar:

Taşlar urdun kara kara eyledün cismüm gören

Bir pelengün pôstın san bir gedâ geymiş sanur (C.1, G.178/3)

Âşığın teni sevgilinin attığı taşlardan kara kara olduğundan beri o da mihnet dağının pelengi olmuştur:

Peleng-i kûh-sâr-ı mihnetem ten

4.2.10.1.6. Gam

Sevgili, Zâtî’ye eziyet etmekte ve onu ayrılık diyarına göndermektedir. Şair, bunun kendisi için tehlikeli olduğunu söyleyerek gam kaplanı (keder) tarafından parçalanabileceğini söyler. Ayrılık halinde âşık yaşayamaz. Bir tür benzetmeyle şair, bunu dile getirmektedir. “Ey kızgın (erkek) aslan! Zâtî’yi ayrılık dağının tepelerine salma! Gamının kaplanı onu parça parça eder”:

Zâtî’yi salma kulle-i kühsâr-ı fürkate

Ey şîr-i ner peleng-i gamun anı paralar (C.1, G.226/5)

Gam kaplanı, Dîvâne gönlü ayrılık dağında parçalamış ve göğsünü yüz parçaya bölmüştür:

Sîne-i sad-pâre gibi pâre pâre eyledi

Kûh-ı fürkatde peleng-i gam dil-i dîvâneyi (C.3, G.1568/2)

4.2.10.1.7. Kale (Kal’a)-Kûhsâr, Kule (Kulle)

Kal’a, Arapçada bir dağ veya tepe üzerinde inşa edilmiş müstahkem bina manasındadır. Şehirlerin savunması için askeri amaçlarla kullanılan yüksek kalın duvarlı yapılara verilen isimdir. Kaleler, koruyucu olarak inşa edilirler. Bu sebeple yolların stratejik mevki’lerine hem savunmak, hem de kervanları, tacirleri korumak için kaleler yapılırdı. Hazineler emniyette olmaları için genellikle müstahkem kalelerde muhafaza edilirdi (Aybet, 1989: 78-79).

Zâtî, bu beyitte sevgilinin kendisine attığı cefa taşlarıyla dövülmesinden dolayı teninin siyahlaşarak kaplana benzediğini söyler. “Ey Zâtî, tenin dövünmekten yer yer siyah olmuştur. Sana ancak dağ kalesinin kaplanı benzer”:

Dögünmekden tenün yir yir siyâh olmışdur ey Zâtî

Sana ancak peleng-i kulle-i kühsâr begdeşdür (C.1, G.323/7)

Bu beyitte de şair kendisini aşk dağının kalesinin kaplanı olduğunu, bunu da yine sevgilinin attığı taşlardan dolayı tenini kara kara yapmasıyla gerçekleştiğini dile getirir. “Ben aşk dağının kalesinin kaplanı olana kadar sen taşlarla döve döve tenimi kara kara yap”:

Tâ kim peleng-i kal’a-i kühsâr-ı ‘ışk olam

Taşlarla döge döge tenüm kara kara kıl (C.2, G.863/3)

4.2.10.1.8. Nizâmî

Nizami Gencevi, bütün Doğu edebiyatını yakından etkilemiş bir şairdir. Nitekim kendisi ilk Hamse yazarı olarak bilinmektedir. Hamsesini oluşturan eserler şunlardır: 1- Mahzanü’l- Esrar (Sırlar Hazinesi),

2- Hüsrev ve Şirir, 3- Leyla ve Mecnun,

4- Heft Peyker (Yedi Güzel), 5- Đskender-nâme.

Kendisini Şark’ın büyük üstadlarıyla mukayese eden Zâtî, onlar ve eserleri karşısındaki yerini ve sanat başarısını gözler önüne serer. Şairimiz bu beyitte Nizâmî’yi nazmın kaplanı olarak kabul ettiğini ancak yazdığı bu beş beyitlik gazel ile onu geçtiğini ifade etmektedir. “Ey Zâtî, Nizâmî (eskiden) Hamse’si ile nazım dağının kaplanıydı (ama) bu gün biz beş beyit ile o kaplanın pençesini büktük”:

Nizâmî Hamsesi ile bir peleng-i kûh-ı nazm idi

Bu gün beş beyt ile Zâtî biz anun pençesin burduk (C.2, G.647/5)

4.2.10.1.9. Sevgili

Bu beyitte ise kaplan yüzündeki sayısız siyah beni ile can avlayan sevgilidir. “Güzellik dağının kalesinin can avlayan kaplanı, sayısız siyah beni ile benli sevgilidir”:

Bir peleng-i cân-şikâr-ı kulle-i kühsâr-ı hüsn

4.2.10.1.10. Zâtî

Zâtî, sevgilinin cefa taşları fırlatıp bedenini kararttığından beri aşk dağının kalesinin kaplanı olmuştur. Çünkü o artık vücudundaki benek benek yaralardan dolayı aşk dağının kulesinin kaplanına benzemiştir:

Niçe bir taş urub yir yir karardaldan beri cismin

Olubdur kulle-i kühsâr-ı ‘ışkun Zâtî kaplânı (C.3, G.1525/5)

4.2.11. Karaca

Küçük yapılı geyik çeşididir. Anadolu’nun, Filistin’in kuzey kesimleriyle Avrupa’nın birçok bölgelerinde yaşar. Bazı cinslerine de Himalayalar’ın kuzeyinde rastlanır. Karacaların rengi yazın kırmızı olduğu halde, kışın kahverengi-boz bir görünüş alır, üstünde beyaz benekler peyda olur. Karacalar seyrek ağaçlıklı yerlerdeki sık çalılıklarda yaşarlar. Bu yüzden avlanmaları güçtür (Hayat Ansiklopedisi, “Karaca” C.4: 1863).

Âb-ı hayat, damlaları sonsuz hayat bağışlayan tatlı ve lezzetli olan ölmezlik suyudur. Bu su Zulûmât ülkesindedir. Burada altı ay gece altı ay gündüz yaşanır. Edebiyatımızda geniş bir kullanım alanı bulan bu mazmun, manevi neşeyi, aşk ve irfanı karşılar. Şiirlerdi ince ve saf söz olarak kullanıldığı gibi sevgilinin dudağında da âb-ı hayat özelliği vardır (Pala, 2003: 13).

Bu beyitte şair, sevgilinin dudağını âb-ı hayata benzetirken, kâkülünü de zulmet ile ilişkilendirmiştir. Karaca ile zulmet arasında da karalık anlamı bakımından ilgi kurulmuştur. “Eğer kâkülün karanlığı kulluğa kabul ederse, karaca dudağın adını âb-ı hayat koysun”:

Kâkülün zulmeti kulluga kabûl eyler ise

El lebi Âb-ı Hayât adını kosun karaca (C.3, G.1438/3)

4.2.12. Keçi (Nahcîr)

Koyunla yakından akraba evcil bir hayvandır. Et, süt, kıl ve derisinden faydalanılır. Geviş getirenlerden olan keçinin yabani çeşitleri de vardır. Yaban keçileri Alplerde,

Toroslarda, Kafkasya, Đran ve Orta Asya dağlarında yaşar. Keçiler, koyun kadar iri olmaz. Ergin keçiler ortalama 45-55 kilo ağırlığındadır. Düz, ya da kıvrımlı boynuzları geriye doğru eğiktir. Kuyrukları, koyun kuyruğundan kısadır ve dik durur. Erkek keçilerden çoğunun çenesinde sakal bulunur. Bazı dişi keçilerin de sakalı vardır. Keçi dayanıklı hayvandır. At, sığır ve koyunların dayanamayacağı şartlar altında hayatını sürdürebilir (Hayat Ansiklopedisi, “Keçi” C.4: 1927).

Bol süt veren sağlam derili bir hayvandır. Dağlık ve çalılık yerlerde yaşar. Taze filizleri ve yaprakları sever. Meyve ağaçlarının ve ormanların tahribattan korunması için daima bir çobanın nezareti altında bulundurulmalı, başıboş salıverilmemelidir. Keçi sütünün kaynatılarak içilmesine son derece itina a edilmelidir, aksi takdirde

şiddetli humma yapabilir. Keçi sütünden yapılan peynirin hususi bir lezzeti vardır ve

makbuldür. Keçi eti bazı kimselere dokunur (Demirî, 1973: 269).

Melemesinden tanıdığımız keçi, uzun sakallarıyla komik görüntüsünün yanında ne bulursa yediği için dikkatli olunması gereken bir hayvandır. Sütü oldukça yağlıdır, kendine özgü bir kokusu ve tadı vardır. Bazı keçilerden elde edilen kaşmir, yumuşaklığı nedeniyle çok beğenilir. Bazı keçilerse vahşidir ve dağ yamaçlarında yaşar (Van Der Kar, Dozo, 19??: 241).

Altaylılara göre Tufân olacağını ilk olarak demir boynuzlu, gök yeleli bir keçi haber vermiştir (Uraz, 1967: 111). Mitolojide çocuk Zeus’u Girit’te sütüyle besleyen de keçidir. Zeus, keçinin kırık boynuzuna çeşitli nimetlerle dolu olmak gücünü bağışlar, böylece keçi, bet-bereket kaynağı, bolluk-servet sembolü olur (Necatigil, 2006: 19). Dîvân şiirinde âşık ve âşığın gönlü, sevgilisi karşısında bir nahçîr (yaban keçisi) olarak avlanmış veya avlanmayı bekler ( Pala, 2003: 359). Dîvân şiirinde kaş yaya benzetilir. Ayrıca ya harfi ile de yine aynı münasebetten dolayı kelime oyunlarına vesile olur. “Senin kaşın gibi bir ya kurulmaz, benim gönlüm gibi bir keçi vurulmaz”:

Senün kaşun gibi bir ya kurılmaz

Benüm gönlüm gibi nahcîr urılmaz (C.2, G.509/1)

Bu beyitte de âşığın keçiye benzetilen gönlü kaplan sevgili tarafından siyah benleri ile avlanmış, parça parça edilmiştir. Beyaz ve siyah kelimeleri ile tezat, nahçîr ve peleng

ile de tenâsüp sanatı yapılmıştır. “O ak sevgili, sayısız siyah beni ile kaplanın keçiyi parçalaması gibi yüreğimi parçaladı”:

Yüregim pâreledi niteki nahcîri peleng

Bî-‘aded hâl-i siyâh ile o mahbûb-ı beyâz (C.2, G.615/3)

4.2.13. Koç (Kebş)

Damızlık erkek koyuna “koç” denir. Koç, sert huylu, kavgacı bir hayvandır. Aralarında toslaşıp saatlerce kavga etmekten hoşlanırlar (Hayat Ansiklopedisi, “Koç” C.4: 2000). Hamel kelimesi, kuzu, koyun, koç hayvanlarını karşılar. Ayrıca on iki burç içinden bir tanesi olup koyun takımyıldızının dünyaya etkisinden dolayı bu adla anılır. Koç burcu olarak bildiğimiz bu burca güneş Mart’ta girer. Bu gün, Đlkbahar başlangıcı olup gece ile gündüz bu günde eşit olur. Nevruz bayramının bu gün olduğuna dâir rivayetler vardır (Pala, 2003: 199).

Koç, hakkında “Zebh-i azim” hayvandır. Hudâ-yi Müteâl, Hz. Đsmail’in yerine onu gönderdi. O koça “Zebh-i azim” tesmiye olunduğu, Cennet-i A‘lâda kırk yıl yayıldığı içindir ki, Đbn-i Abbas (r.a.): “O koç Habil’in kurban ettiği koçtur. Habil, kurban etmiş ve ondan kabul olunmuştu. Eğer Hz. Đsmail koç ile yer değiştirmeyip kendinin kurban edilmesi vaki’ olaydı; o zebh sünnet olup, elbette halk, kendisine imtisalen evlatlarını kurban edeceklerdi, kurban etmeleri lazım olacaktı (Demirî, 1973: 230).

Koçları dövüştürmek haramdır. Rüyada koç görmek muteber bir kimseye delâlet eder. Zira koç, Hz. Đsmail (a.s.)’a feda olduğu için Benî Âdemden mahlûkatın en şereflisidir bir kimse rüyasında koç kurban ettiğini görse bütün kederlerinden kurtulur. Hasta ise

şifa bulur (Demirî, 1973: 233).

Sevgilinin kaşları koyun olacak körpe kuzu gibidir. Yani sevgili genç ve tazedir, kaşları, tüyleri yeni bitmiştir. Ancak sevgilinin kaşları çatık olmalı ki şair onları kuzudan sonra bir de birbirlerine baş vermiş iki kara koça benzetmiştir. Çünkü sevgili âşığa hep eğri, çatık kaşlarla bakar. Kaş çatmak bazen öfkeyi bazen de sitemi gösterir:

Komış iki kara koçlar gibi birbirine baş (C.2, G.578/2)

4.2.13.1. Koç ile Đlgili Tasavvurlar