Arapça aslı hayevân olan hayvan kelimesi, diğer Sâmî dillerinde de bulunan “hyy/hyv” (yaşamak, canlı olmak) kökünden gelen “canlı, diri” anlamında bir isimdir. Arapça konuşma dilinde ve Türkçe’de yaygın olarak hayvân şeklinde söylenir. Hayevân Kur’ân’da “hayat, yaşama” anlamında geçmektedir. En eski zamanlardan günümüze kadar çeşitli hayvan türleri dini açıdan ya da ibadet objesi ve vasıtası olarak saygı görmüş veya bir kültle ilgili olarak kabul edilmiştir. (DĐA, “Hayvan” C. 17/1998: 81). “Hayvan” kelimesi terim olarak tekil kullanıldığında hayvan kavramını veya bir hayvan, herhangi bir hayvan gibi hayvan türlerinden birini, çoğul kullanıldığında ise ya dar kapsamda bütün hayvanları yani hayvanlar âlemini, ya da daha geniş kapsamda bitki hariç insanların da dâhil olduğu bütün canlıları ifade eder. Arapçadaki kelimelerin üçte birine yakınını hayvan isimleriyle onlarla ilgili kelime ve deyimler oluşturur. Arapçada bazı hayvan türlerinin çok zengin isimleri vardır. (DĐA, “Hayvan” C. 17/1998: 86).
Hayvan, morfolojik ve fizyolojik yapılarındaki bazı ayrımlara dayanılarak bitkilerden ayırt edilen bir grup canlının ortak adıdır. Hayvanları bitkilerden ayıran sınır, özellikle ilkel ve basit canlılar düzeyinde belirsizdir. Bitki ve hayvan arasındaki en temel ayırt edici özellik hücre çeperlerinin yapısında ortaya çıkar. Bitkilerin hücre çeperinin bir karbonhidrat bileşiği olan selülozdan oluşmasına karşılık hayvanların hücre çeperi ya yoktur ya da azotlu bir bileşikten oluşur. Hayvanlarda hücre çeperlerinin görece esnek olması çok hücreli hayvanların büyümesini az ya da çok engeller. Çok hücreli hayvanlar vücut yapılarının düzenleniş biçimiyle de bitkilerden ayrılır. Temel besinleri karmaşık ve kolay çözülemeyen büyük moleküllü maddeler halinde olduğundan hücre içine doğrudan alınamaz. Bu nedenle, genellikle tüp ya da küre biçimindeki hücreler besinleri ortaklaşa emmek üzere besin boşluklarının çevresinde dizilidir.
Hem hayvanlar, hem bitkiler yaşamak için besine gereksinirler ve su ile inorganik tuzları dış ortamdan doğrudan alırlar. Ama hayvan hücresi temel besinlerinden karbonhidrat ve proteini ancak canlıların ürünü olan karmaşık yapılı organik maddelerden emebildiği için, her hayvan geniş anlamıyla öbür hayvan ve bitkilerin asalağıdır. Hayvanlar genel olarak inorganik ya da basit organik maddeleri
karbonhidrat ve proteinlere dönüştüremeyen, gereksindiği temel maddeleri ancak karmaşık yapılı besinler halinde alabilen canlılardır. Ayrıca hayvanlar için serbestçe yer değiştirebilen canlılar denebilirse de bu tanımlamanın çerçevesine bazı mercanlar ve süngerler gibi tümüyle bir yere bağlı yaşayan hayvanlar sokulamaz.
Böylesine geniş kapsamlı bir grubun kesin biçimde sınıflandırılması, anatomik ve fizyolojik özelliklerinin karşılaştırılmalı olarak incelenmesi, evrim süreçlerindeki büyük belirsizlikler de göz önüne alınırsa hemen hemen olanaksızdır (Ana Britannica, “Hayvan” 1988, c.10, s.505).
Zâtî, hayvan kelimesini birçok yerde canlı, diri anlamında “çeşme-i hayvân”, “âb-ı hayvân” tamlaması ile birlikte kullanmıştır. Sadece bir beyitte ise bugün kullandığımız anlamıyla kullanmaktadır. Şair sevgiliyi içenlere ölmezlik veren âb-ı hayâtı içmiş bulunan ve kul sıkıldığı zaman imdâdına yetişmekle meşhur Hızır peygambere benzetiyor. Ayrıca, Hızır Bali, Bali Sultan’ın lakabı olup Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’nin yolunu sistemleştirip bir ekol haline getiren bir kişidir. Hızır Bali, türbesinin iç kapısı üzerindeki kitabede, Hacı Bektaş–ı Veli’nin torunlarından Resul Bali’nin oğlu olarak gösterilmektedir. Fatih Sultan Mehmet ve II. Bayezid devrinde yaşamıştır (http://www.halisiyye.com/makalat_dosyalar/balim.pdf, 14.02.2009). Sevgilinin saçı karanlıktır, dudağı âb-ı hayât denilen ölümsüzlük suyunun çeşmesidir. Ona göre her kim sevgiliyi böyle görmüyorsa ve ona aşk duymuyorsa insan değil hayvandır:
Saçun zulmet tudagun Çeşme-i Hayvân Hızır Bâlî
Sana her kimse kim mâyil degül hayvân Hızır Bâlî (C.3, G.1642/1)
Zâtî, bir yerde de arık, cılız hayvan anlamındaki “lâgar” kelimesini kullanmaktadır. Dünya kadına benzetilerek ata iyi binen mertin (yiğit, adam, erkek) dünya benim diyerek sevinmemesini, atın terkisini alıp cılız av hayvanını götürmesini söylemektedir:
Dünyâ-yı zen benüm diyu ey merd-i şeh-süvâr
Şâd olma sayd-ı lâgari fitrâkden götür (C.1, G.451/5)
Tabiatın aslî ve tabiî üyeleri olan hayvanlar, insanlığın pagan inanç dönemlerinden beri en güçlü kültür dinamiklerinden birisi olagelmişlerdir. Hayata dair pek çok bilgiyi onlarla birlikte öğrenen insan için, totem çağında bir nevi ongunlar kültü olan
hayvanlar âlemi, semavî dinlerin yaşandığı asırlarda da önemini kaybetmemiş; kutsanan ve idealize edilen türlerinin yanı sıra kötü, çirkin, korkunç, ilginç vb. her çeşit kavramın karşılığı birer motif olarak düşünce ve inanç dünyasında var olmuşlardır.
Đnsanlığın hayvanlar âlemiyle olan köklü ve renkli münasebetinin tüm ayrıntılarıyla
takip edilebileceği yegâne alanlardan birisi de Türk inanç, düşünce ve kültür tarihidir denebilir. Đlkel çağlarda kendilerine yırtıcı hayvanları ve alıcı kuşları hayvan ata (töz) olarak seçen ve uzun asırlar boyunca yalnız at üzerindeyken hayatı okuyabildiğine inanan Türkler için hayvanlar; tüm coğrafyalarda ve tüm asırlar boyunca bayraklara, sancaklara konulan armalar; dağlara, nehirlere, göllere, şehirlere ve hatta millî kahramanlara verilen isimler olacak kadar önem taşımışlardır. Yüzyıllardır Türk’ün sevgilisi suna boylu, dudu dilli, keklik sekişli bir güzel ve Türk güzelinin yavuklusu da kurt belli, şahin bakışlı, aslan gibi; koç gibi bir yiğittir (Ceylan, 2003: 28).
Hayvanlar, insanlarla bitkilerin dışında kalan canlı yaratıklardır. Dünyanın her yerinde yaşarlar. Hem sıcak hem soğuk yerlerde bulunurlar. Okyanusların derinliklerinde, yüksek dağların tepelerinde hayvanlara rastlanır. Gözle görülemeyecek kadar küçük hayvanlardan ağırlığı yüz tonu geçen hayvanlara kadar birçok türü vardır. Vücutları hayatta kalmalarını sağlayacak birçok faaliyetlere imkân verecek şekilde yaratılmıştır. Yiyecek aramak, düşmanlarından kaçmak için hareket etmek zorundadırlar. Bazı hayvanların vücudu suda, bazılarının havada, bazılarının da karada hareket edecek
şekilde yaratılmıştır. Birçok hayvanın insanlardaki gibi beş duyusu vardır. Ancak,
bazılarının duyuları insanlarınkine göre çok kuvvetli, bazılarının ise yok denecek kadar zayıftır. Hayvanlardan çoğu içgüdülerine göre davranırlar. Bunlar hayvanın asla öğrenmeden, düşünmeden yaptığı hareketlerdir.
Hayvanların insanlara sayısız faydası vardır. Bize yiyecek, giyecek sağlamaları, taşıma işlerinde yardım etmeleri bunların başında gelir. Birçok faydalı ilaçların yapımında da hayvanlar işe yarar. Örneğin “serum” denen maddeler hayvanların vücudundan elde edilir. Şeker hastalarına verilen insilün de hayvanlardan sağlanır (Hayat Ansiklopedisi, “Hayvanlar” C.3: 1507-1512). Đnsanların tarih öncesi devirlerden beri soğuktan korunmak için hayvan postlarından yapılmış elbiseler giydikleri bilinmektedir. Osmanlı Devleti’nde kürk ilk zamanlarda daha çok soğuktan korunmaya yönelik bir ihtiyaç iken zamanla lüks haline gelmiştir. Giysiler için kullanılan en kıymetli kürkler
değer sıralamasıyla siyah tilki, samur, vaşak ve kakum idi. Bunlardan samur ve kakum padişaha mahsus oluşları ile tanınır. III. Mustafa zamanında samur, kakum ve vaşak gibi devlet ricaline mahsus kürklerin başkaları tarafından giyilmesi yasaklanmıştır. Tekke kültüründe de postların özel bir yeri vardır (DĐA, “Kürk” C. 26/2002:568- 569). Tasavvuf dilinde şeyhlik makamına post denilir. Şeyhlerin oturdukları yere tüylü hayvan derisi serildiğinden bu anlam oluşmuştur. Bektaşîlerde çeşitli postlar vardır ve her biri ayrı bir makamı belirtir (Hançerlioğlu, 1984: 467).
Zâtî, post kelimesini 3 beyitte kullanmıştır. Bunlardan birinde sevgilinin kendisini kötü sözlerle azarlamasını kendisine atılan taşlara benzetmiş olmalı ki, bu taşlardan dolayı vücudu bir kaplanın postuna benzemiştir. Bilindiği gibi, kaplanın postu, aslanınki gibi düz renk değildir. Açık sarıya bakan kahverengi üzerine siyah, beyaz çizgilidir. Şair, bu çizgileri kendisine atılan taşlardan dolayı oluşan berelere benzeterek, görenlerin kendisini, kaplan postu giymiş bir dilenci sanacaklarını söylemektedir:
Taşlar urdun kara kara eyledün cismüm gören
Bir pelengün pôstın san bir gedâ geymiş sanur (C.1, G.178/3)
Kakum, sincap türünden kediye benzer kakum adlı hayvanın kürküne verilen isimdir. Ortaçağda pek makbul bir giysiydi. Avrupada kral ve hâkimlere mahsus kürkler yapılır ve bu kürklerin üstüne siyah kuyruklar ilave edilirdi ki beyazlığı hasebiyle saffet ve temizliğe işaret olmak üzere bekâret ve safiyetin bir remzi sayılırdı (Pakalın, 1993: 141). Şair, 2 beyitte kakum kelimesini kullanarak, kakum denilen hayvandan yapılan kürkü kasdetmiştir. Sevgili güneşe benzetilmiş ve sevgilinin kakum kürk giymesi de güneşin beyaz bulutların içine girmesi şeklinde yorumlanmıştır:
Sandum ki güneş ebr-i sefîd içine girmiş
Geymiş bu gün ol şâh-ı cemâl egnine kakum (C.2, G.965/6)
Ancak faydalı hayvanların yanında insanlara zararlı birçok hayvan da vardır. Yılan, akrep, kene gibi zehirli hayvanlar birçok insanın ölümüne yol açar (Hayat Ansiklopedisi, “Hayvanlar” C.3: 1507-1512). Hz. Ayşe, zararlı hayvanlar hakkında şu hadisi nakletmektedir: “Yerde yürüyenlerden beş hayvanın tümü de fâsıktır ve zararlıdır, Kâbe sınırında bile öldürülebilir. Bunlar karga, çaylak, akrep, fare ve saldırgan köpektir.” Bu hadisten insana, tarıma ve hayvana zararlı olan bütün
hayvanların öldürülebileceği yorumu çıkarılmıştır (Hançerlioğlu, 1984: 738). Kuduz, en tehlikeli, öldürücü hastalıklardan biridir. Kuduz en çok köpeklerde görülürse de kedi, fare, sincap, maymun, ayı, tilki, çakal, kurt, tavşan, kobay, at, eşek, öküz, manda, koyun, domuz gibi bütün memeli hayvanlarda, hatta yarasada da görülebilir. Kuduran hayvanlar ilk günlerde çok kere çekingen, düşünceli dururlar, karanlık köşelere saklanırlar. Sonra öfkeli bir hal alırlar, önüne gelene saldırıp ısıracak, parçalayacak bir azgınlık gösterirler. Boğaz kaslarının sıkışmasından dolayı su içemezler, sudan korkarlar. Salyaları akar, sesleri kısılır, dilleri dışarı sarkar. Sık sık gelen nöbetlerden sonra, 2- 3 gün içinde ölürler (Hayat Ansiklopedisi, “Kuduz” C.4: 2077).
Zâtî, bir beyitte rakibin konuşurken ağzından çıkan kelimeleri kudurmuş bir hayvanın ağzından köpükler çıkarmasına benzetir. Şair bu köpüğü de kış gününde esen rüzgârda savrulan karlar şeklinde tasavvur etmiştir:
Söylese ton ton köpükler sıçrar agzından rakîb
Kış güninde san eser yiller saçılur karlar (C.1, G.213/4)
Zâtî, kuduz kelimesini 3 beyitte kullanmıştır. Aşağıdaki beyitte rakip âşıkın sevgilisine diş bileyen kuduz bir domuza benzetilerek, namus eteğini yırtma ihtimaline karşı sevgili uyarılmaktadır:
Diş biler ‘âşıkı çalmaga rakîbün o tonuz
Koma çâk eylemesün dâmen-i ‘ırzun o kuduz (C.2, G.526/1)
Hayvanlar, Türk kültüründe o kadar önemli yer tutmuştur ki, Türkler takvimlerini bile hayvan isimleri ile tespit etmişler ve hayvanların özelliklerini dikkate alarak zamanlarını ayarlamışlar ve belirlemişlerdir (Nur, C.12/1981:242). Eski Türkler’de hayvanlarla ilgili inançlar, on iki hayvanlı takvimden Şamanların vecd halinde yukarı âleme çıkmasına aracı olan hayvanların konumuna kadar uzanan geniş bir yelpazede yayılmıştır. Öte yandan animizme dayalı bir dini yapı arzeden eski Türk inançları hayvanla insan arasındaki farklılığı ya ortadan kaldırmış veya en aza indirmiştir. Bu homojen kozmolojik anlayışta insanlar ve hayvanlar birbirine dönüşebilmektedir. Hayvanların üstlendiği bir başka önemli görev de kurban inancı ile ilgilidir. Kur’an’da ve cahiliye şiirinde rastlanan bilgilerden, kurban veya adak olarak kullanılan hayvanların başında deve ve koyunun geldiği öğrenilmektedir. (DĐA, “Hayvan” C.
17/1998: 83). Günümüzde bazı ilkel topluluklarda da sıkça rastlanan bir inanç hayvanın kehanet ve falcılıkta kullanılmasıdır. Hayvanların kehanette kullanılması ikiye ayrılmaktadır:
a) Hayvan hareketlerini gözlemek
b) Hayvanların iç organlarına bakarak gelecekte vuku bulacak şeyleri önceden kestirmek. (DĐA, “Hayvan” C. 17/1998: 81).
Hem Đslamiyetten önceki çeşitli devirlerde hem de Đslamiyetten sonraki Türk sanatında hayvan tasvirleri oldukça yaygın bir şekilde kuvvet, kudret, güç, hükümdarlık ve taht sembolü olarak kullanılagelmişlerdir (Ercebeci, 1997: 59). Đnsanlık tarihinin en eski sanat eserleri hayvan resimleri olup dünyanın birçok yerinde son asırlarda keşfedilen mağara resimlerinin neredeyse tamamı hayvan ve av konuludur. Đnsan, en ilkel dönemlerinden bugüne kadar sanatının hemen bütün dallarında hayvanı konu edinmiştir. Đslâm sanatında hayvan figürleri en fazla madeni eşyalarda kullanılmıştır.
Đslâm sanatının en önemli dallarından biri olan minyatürde hayvan çok işlenen bir
motiftir. Đslâm fildişi sanatının önemli konularından biri de hayvandır. (DĐA, “Hayvan” C.17/1998: 99-100).
Zerdüşti gelenekte bütün hayvanlar iyi ve kötü olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Bûndahişn’e göre iyi hayvanları yaratan Hürmüz, kötü hayvanları yaratan ise Ehrimen’dir. (DĐA, “Hayvan” C. 17/1998:82). Tevrat, hayvanlar hakkında genel olarak “hayyâh” kelimesini kullanır. Đlk yaratılış kıssasına göre beşinci günde büyük deniz canavarları, sularda yaşayan canlılar ve kuşlar, altıncı günde yerdeki canlı mahlûklar, sığırlar ve sürünen şeyler, son olarak da insan yaratılmıştır (Tekvin,1/20- 25). Tevrat denizin balıklarının, göklerin kuşlarının ve yer üzerinde hareket eden her canlının emrine ve istifadesine verildiğini söylemektedir (Tekvin,1/28). Tevrat’a göre hayvanlar, ilk defa Hz. Nûh zamanında “temiz” ve “temiz olmayan” diye ikiye ayrılmıştır. Sinâ’da ilahi vahyi alan Hz. Mûsa’ya hayvanlar hakkında çeşitli kurallar bildirilmiştir; bunların en önemlileri “yenilen” ve “yenilmeyen” hayvanlarla ilgilidir. (DĐA, “Hayvan” C. 17/1998: 84).
Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde, etlerinden ve kendilerinden faydalanmanın helâl ya da haram oluşu gibi dini-fıkhî hükümlerin açıklanması için birçok hayvandan grup, cins ve tür isimleriyle sıkça söz edildiği görülür. Bunlar; hayvanlara karşı şefkatli ve
merhametli olmak, hayvanların evde beslenmesi, satış ve kiralanması, eti yenen ve yenmeyen hayvanlar, hayvanların kesimi, hayvanı kesenin niteliği, kesimde kullanılan alet, kesimin yapılışı, kesim şekli gibi konulardır. (DĐA, “Hayvan” C. 17/1998: 92). Peygamberin bu konuda pek çok hadisi vardır. Ebû Hüreyre’den naklettiği bir hadisinde kendisine “hayvanlara iyilik etmede bizim için sevap var mıdır?” diye soranlara şu karşılığı vermektedir: “Evet, her canlıya iyilik eden için sevap vardır”. Kur’an’da da hayvanlar hakkında birçok hükümler yer almaktadır. Örneğin, En’am süresinin 38. âyeti şöyle der: “Yeryüzünde yürür hiçbir hayvan, havada kanatlarıyla uçar hiçbir kuş yoktur ki sizler gibi birer cemaat olmasın. Biz Kitâp’ta hiçbir şeyi boşlamadık. Nihayet onlar da Rableri cânibine haşrolunacaktır”. Nahl sûresinin 68- 69. âyetleri de şöyle der: “Rabbin bal arısına vahy eyledi ki dağlarda ve ağaçlarda ve insanların sizin için çardak yaptıkları yerlerde evler yapın, sonra da her çeşit çiçekten ve meyveden yiyin. Bu yüzden onların karınlarından renkli ve şifalı içecek çıkar” (Hançerlioğlu, 1984: 149-150).
Kuran’da adları geçen hayvanların bir listesi çıkarılacak olsa, bunlardan bir kısmının müstakil bir sureye ad olduğu sözgelimi; َََ ٌة (inek), ٌم ََْأ (koyun, keçi, deve ve sığır cinsi ehli hayvanlar), ٌَْ (arı), ٌَْ (karınca), ٌتََُْ (örümcek), ٌِ (fil); diğer bir kısmınınsa değişik surelerin muhtevasında yer alan hayvanlar olduğu örneğin; ٌَ َ /
ٌََ!ٌ"ِ ِإ / (deve), ٌَ!َْ (koyun), ٌَْ$ (at), ٌْ!ِ (buzağı), ٌتُ% (yunus balığı), ٌ&ْ'َ( (köpek), ٌ&ْ)ِذ
(kurt), ٌةَدَِ (maymunlar), ٌ,َُ- (yırtıcı hayvanlar), ٌر َِ% (eşek), ٌ/ِ0ِْ$ (domuz), ٌب َ ُذ (sinek), ٌَ2َُ (sivrisinek), ٌ3َ% / ٌن َُْ5 (yılan), ٌَْ6 (kuş), ٌباَُ8 (karga), ٌ9ُهْ9ُه (ibibik kuşu),
ٌ3ُ (ekin biti vb. haşerat), ٌداََ; (çekirge), ُعِد َ=َ2 (kurbağalar), görülecektir. Elbette, zikri
geçen hayvanların biyolojik gerçeklikleri, Kuran’ın doğrudan ve bizzat dikkat çekmek istediği bir husus değildir, bunun yerine kutsal metnin ruhuna uyacak biçimde sözü edilen hayvanlarla, ilgili kıssadan hisse çıkarılması ya da bir konunun anlaşılmasına yardımcı olunması hedeflenmiştir. Bu bakımdan, Kuran’da yer alan hayvan figürünün her zaman değilse bile ekseriya alegorik amaçlı kullanıldığını söyleyebiliriz. Yine de bu tablo bize, göz ardı edilmemesi gereken bir gerçeği, Arap kültür ve hayatında kutsal kitaptan başlayarak hayvan odaklı düşünme biçiminin ne kadar önemli olduğu gerçeğini işaret etmektedir (Şahin, 2008: 178–179).
Đnsan ile hayvan arasındaki sosyal bağ, dünyanın en eski dönemlerinden itibaren
insanoğlunu yakından ilgilendirmiştir. Hayvan, insan ile birlikte ve yakın olma
şerefine ermiş mahlûk cinsidir. Hz. Âdem ile Havva henüz cennette iken onları yasak
meyveye sevk eden amil bir yılan olarak bilinir. Keza Habil ile Kabil arasındaki ilk fesat hadisesinde bir kara kargayı sahnede görürüz. Dünyanın yeniden kurulup nizama kavuştuğu Hz. Nuh tufanında bütün hayvanlardan erkek ve dişi olmak üzere birer çiftin varlığı, hiç şüphesiz bize hayvanın bulunmadığı bir dünya olmayacağını ispat eder. (Pala, 1996: 35).
Kur’ân-ı Kerim bir yandan ebabillerin yendiği fil ordusundaki ibretlere dikkat çekerken diğer yandan Đslam dini hayvan haklarından geniş biçimde söz eder. Onların, ellerinden ve hizmetlerinden dolayı insanın emrine musahhar kılındığı, bu sebeple onların da insanlar üzerinde haklarının olduğunu vurgular. Đslam, hiç bir hayvanı yaratılış hikmetinin dışında telakki etmez. Nitekim modern bilim ispat etmiştir ki tabiattaki hiç bir canlı boş ve beyhude yere yaratılmış değildir. Solucandan köstebeğe, yılandan balığa, sinekten şahine, tavşandan aslana, inekten katıra kadar her cins hayvanın bir vazifesi vardır ve insanlar için menfaat kaynağı sayılır. Sözgelimi hiçbir hayvan yakılarak öldürülmez. (Pala, 1996: 36).
Eski Türk ekonomisi büyük ölçüde hayvancılık üzerine kurulmuştur. Türkler, hayvanların deri ve yününden giyim eşyalarını temin etmişler; etinden, sütünden ve bunlardan yapılan yiyeceklerden (et, süt, kaymak, tereyağı, yoğurt, peynir, kımız, kırman, tarasun) faydalanarak gıdalarını almışlar; kemik ve boynuzlarından başka
şekilde istifade etmişlerdir. Türkler, hayvan ve hayvanî gıdalar satmışlar, hububat ve
giyim eşyası almışlardır. Ayrıca debbağlık, saraçlık, çizmecilik, ayakkabıcılık ve semercilik gibi millî zanaat kolları hayvancılıktan dolayı doğmuştur. Kalpak, kürk, kaftan, keçe, kilim, cicim, halı, heybe, çuval, çadır, harar, bardak (ayak: deve ayağından yapılan bardak), sürahi (öküzün sak kemiğinden yapılır) gibi eşyalar, hayvanlardan elde edilen malzemelerle yine hayvancılık sayesinde gelişen zanaat dallarında yetişen ustalar tarafından yapılmıştır ve tarihin derinliklerinden günümüze kadar gelişerek yaşayıp gelmiştir. (Karakuş, 1997: 1144).
Sığır, evcilleştirilen ve etinden, sütünden ya da gücünden yararlanılan hayvanların ortak adıdır. Sığırın yavrusuna altı aylık olana kadar buzağı, kesim için ayrılmışsa süt
danası, altı aylıktan bir yaşına kadar dana denir. Bir yaşını geçen sığır dişiyse düve, burulmuşsa tosun adını alır. Damızlık olarak ayrılan erkeğe boğa, yavrulayan dişiye inek, işe koşulan tosuna öküz denir (Ana Britannica, “Sığır” C.19,s:328).
Zâtî, bir beyitte sığır kelimesini Hak yoluna edilecek kurban için kullanmıştır. Bu kurban da “bâtıl düşman” diye vasıflandırılan rakipten başkası değildir. Şair bunu, dost yani sevgili yolunda yapardım diyerek hem sevgilinin yolu üzerinde rakibi boğazlayacağını hem de sevgilinin uğrunda yapacağını belirtmek istemiş ve “yolunda” kelimesini tevriyeli kullanmıştır:
Bir sıgır kurbân iderdüm Hak bilür hak yolına
Dôstum bogazlasam yolunda bâtıl düşmanı (C.3, G.1533/2)
Türkleri, hayat tarzı, hayvanlara önem vermeye zorlamıştır. Tarih boyunca dilimize girmiş, bir kısmı hayatiyetini kaybetmiş, bir kısmı bu gün hâlâ canlı olarak dilimizde kullanılan hayvan adları ve bu hayvanlarla ilgili olarak doğmuş kelimeler vardır. Bozkır kültürünün temeli hayvancılığa dayandığı için, Türk insanı ile hayvanların sıkı münasebeti olmuştur. Bu sebeple Türkçede hayvanlarla ilgili pek çok kelime doğmuş, kelime grupları ve cümle kalıpları meydana getirilmiş ve değişik şekillerde kullanılmıştır. Hayvan adları; hayvanlardan elde edilen yiyecek, giyecek ve malzeme adları; bunlardan doğan yeni kelimeler Türk dilinin hazinesini oluşturur. Bu hazine, Türkçeyi besleyen en büyük kaynaklardan biridir. Dilimizden başka dillere geçmiş kelimelerin pek çoğu hayvancılıktan dolayı doğmuş kelimelerdir. Mesela yoğurt
Đngilizceye “yogurt, yoghurt, yoghourt”, Fransızcaya “yogourt”, Almancaya
“yoghurt/joghurt” şeklinde Türkçedeki imlâsını koruyarak geçmiştir. Hayvanlar adlandırılırken genel olarak şu esaslara uyulmuştur: 1- Rengine göre adlandırma. (karatavuk)
2- Biyolojik yapısına göre adlandırma. (kırkayak)
3- Huyu ve hareket kabiliyetine göre adlandırma. (deli koyun) 4- Sahibine göre adlandırma. (Necib’in kısrak)
6- Cinsine ve cinsiyetine göre adlandırma. (inek-öküz)
7- Kullanış alanlarına göre adlandırma (kümes hayvanı) (Karakuş, 1997: 1145).
Hayvanlar, Türklerin büyülü dinsel yaşamlarına da sürekli olarak karışırlar ve bu nedenle onların uğraşlarında ilk yeri alırlar. Zaman içinde ilerledikçe ve insanlar gitgide daha sık bir biçimde soyadı olarak hayvan adlarını seçtikçe insan yaşamı ile hayvan yaşamı arasında kurulan sıkı ilişkileri daha iyi görürüz (Yılmaz, 2000: 377). Günümüzde birçok yörede hayvan odaklı şenlikler, festivaller düzenlenmekte; bayramlar kutlanmaktadır. Bunlar:
Antalya (Gündoğmuş)- Bal Festivali,
Aydın (Buharkent, Đncirliova, Kuyucak, Yenipazar, Germencik)- Deve Güreşi Şenliği, Balıkesir (Manyas)- Süt Ürünleri Şenliği,
Bingöl (Karlıova)- At Yarışı Şenliği,
Denizli ( Sarayköy)- Deve Güreşleri Şenliği, Edirne (Enez)- Balık Festivali,
Erzincan (Koçgar, Kemah)- Kuzu Kırkımı, Eskişehir (Mahmudiye)- At Yarışları, Hakkâri- Kuzu Kırpma Şenlikleri,
Đzmir (Selçuk)- Deve Güreşi Festivali,
Kars- Koç Katımı,
Sakarya (Söğütlü)- Tarım Hayvancılık ve Süt Festivali,
(Akyazı)- Tarım Hayvancılık ve Altın Kemer Yağlı Güreşleri, Tokat (Reşadiye) Altın Koç Festivali,