• Sonuç bulunamadı

Atlara Verilen Đsimler .1. Çâlâk

ATIN YÜRÜYÜŞLERĐ

4.2.3.1 Atlara Verilen Đsimler .1. Çâlâk

Çâlâk, çok sür’atli atlara verilen isimdir (Ertan, 1989: 24). Bezm, içkili, eğlenceli meclis demektir. Đlkbahar mevsiminde çemende, kırlarda veya bir gülbahçesi vs. güzel yerlerde gezip eğlenmek, içip coşmak bir eğlence çeşididir. Eskiden bu âdet daha çekiciymiş. Padişah bezmi ise elbette ki bir başka olur (Pala, 2003: 819). Zâtî de bu meclise çâlâk at gibi sür’atli bir şekilde yetiştiğini dile getirmektedir. “Padişahım, çevik ve süratli at gibi korkusuz sarhoş yine içki meclisi meydanına yetişti”:

Yine meydân-ı bezme mest-i bî-bâk

Yetişdi şeh-süvârum çüst-ü-çâlâk (C.2, G.748/1)

Nazm, lügatte dizmek manasındadır. Edebiyatta “sözü ölçülü ve ahenkli söylemek manasındadır (Kürkçüoğlu, 1973: 115). Zâtî, şairlik yeteneği konusunda öyle iddialıdır ki, onun çâlâk yaratılışı gibi çabuk, hızlı atı var iken nazm meydanında kimsenin ona yetişemeyeceğini söylemektedir:

Kim yiter meydân-ı nazm içinde ey Zâtî bana

Tab’-ı çâlâküm gibi çâbük semendüm var iken (C.3, G.1166/5)

Toprak, dört unsurun en aşağısındadır. Dolayısıyla hakîrdir. Bu nedenle de tevazûya işarettir. Âşık, sevgilisi uğruna toprak olur, sevgilisinin üstüne basmasını diler. Böylece değer bulacaktır. Rüzgâr önünde ise toz olur (Pala, 2003: 194). Rüzgâr toz koparır. Burada mübalağaya dayanan bir değer ve değersizlik söz konusudur. Bu beyitte ise Zâtî, şeh-süvâr (ata iyi binen) diye sevgiliye seslenerek çâlâk ata binip rüzgâr gibi geçerken (zaten) toprak olan bedeninin toz olursa ne olacağını sormaktadır: Nola ben hâkün de olursa gubâr ey şeh-süvâr

4.2.3.1.2. Ebreş

Abraş, ebreş alacalı, benekli ata verilen isimdir. Aynı zamanda beyaz ve kırmızıdan meydana gelen alaca renktir (Devellioğlu, 2003: 5). Yüz, aydınlık ve parlaktır. Sevgilinin mâh diye nitelendirilmesinin nedeni budur. Ay ışığı nurdur. Bu bakımdan sevgilinin yüzü nurludur. Yüzün rengi aldır. Bu da yanak rengidir. Ancak bu renk aynı zamanda bir utanma rengidir. Utanan kişinin yüzünün kızarması hali bu bakımdan söz konusu edilir (Pala, 2003: 126). Sevgilinin karanlık saçları ise siyah ata benzetilmiştir. Sevgili siyah ata binip yüzünün nuru o ayı şimşek gibi vurdukça görenler, ‘bu benekli atın (koşarken çıkardığı toz) bulutunun şimşeğidir’ derler”:

Siyeh ata binüb nûr-ı cemâli berk urdukça

Görenler dirler ol mâhı bu berk-ı ebr-i ebreşdür (C.1, G.323/4)

Gönül, itaatsiz, inatçı, dikbaşlı ve hızlı bir şeh-süvârda kalmıştır. Đzi o bindiği rüzgâr gibi esen ebreş atında kalmıştır. Şehsüvâr ile kastedilen sevgili olunca âşığın gönlü de ebreşe benzetilmiştir:

Gönül bir şeh-süvâr-ı çâbük-i ser-keşde kalmışdur

Eser yilden eser ol bindügi ebreşde kalmışdur (C.1, G.477/1)

4.2.3.1.3. Feres

Tanrı’nın özellikle yarattığına inanılan attır. Đslâm halk inançlarına göre Tanrı, güney yeline (cenup rüzgârına): “Senden bir mahlûk yaratmak istiyorum, toplan” demiş. Sonra Cebrâil’e bir avuç yel almasını buyurmuş. Bu bir avuç yelden koyu doru bir at yaratmış ve ata: “Ey at, seni ben Araplar için yarattım, yiyecek konusunda da seni bütün öteki hayvanlara üstün kıldım, sırtın binek olsun”, demiş. At kişnemeye başlayınca da: “Mutlulukla kişne, putlara tapanları korkut, buyurmuş. Halk inançlarında Cebrâil’in Feres-ül-hayât adlı bir atı bulunduğuna da inanılır (Hançerlioğlu, 1984: 102).

“Dedim: Ey sevgili, bu hasret yolunda sana gönlüm kalmıştır. Dedi: Bu yol, dik ve geçilmesi, çıkılması zor bir yoldur. Burada nice hızlı feres atlar kalmıştır”. Feres atlar ile kastedilen âşıklardır. Sevgili bir bakıma âşığın bu yolda yalnız olmadığını

söyleyerek ona bir yandan teselli verirken diğer yandan da onu ümitsizliğe sevk etmektedir:

Didüm cânâ sana gönlüm kalubdur râh-ı hasretde

Didi bir sarp yoldur anda çok çâbük-feres kaldı (C.3, G.1776/3)

4.2.3.1.4. Gülgûn

Gülgûn, gül renkli demektir. Ayrıca bir cins ata verilen isimdir. Hüsrev’in Şirin’e hediye ettiği at da bu adla anılır. Bu at, Hüsrev’in diğer atı Şebdîz ile aynı kısraktan gelmeymiş. Bu kısrak bir aygır heykeline sürtünmek yoluyla iki defa gebe kalmış. Birinde Şebdîz’i, diğerinde Gülgûn’u doğurmuş. Dîvân şiirinde kelimenin asıl anlamı da göz önünde bulundurularak tevriyeli kullanılması yaygındır. Sevgilinin yanağı ve âşığın gözyaşı yerine kullanılır ( Pala, 2003: 184). Gözyaşının kırmızı olmasının sebebi sevgilinin al yanakları, dudakları ve gözlerinden yaş yerine kan damlamasıdır. Siyah olmasının sebebi de beyitle ilişkili olarak gözyaşının âh dumanından kararmasıdır. Beyitte Husrev, Şirin, Ferhad ile Şebdîz ve Gülgûn, Fars ve Türk edebiyatlarında Sasanî Hükümdarı Hüsrev Pervîz ile Ermen Melikesi Şîrîn’in efsanevi aşklarını konu alan “Hüsrev ü Şîrîn” mesnevisinin kahramanlarıdır ve beyitte iham-ı tenasüp içinde yer almışlardır. “Meğer sen şirin dudaklı padişahın Ferhadısın. Âhının dumanı gözyaşını kırmızı ve siyah yapmış”:

Sen meger bir husrev-i şîrîn-lebün Ferhâdısın

Dûd-ı âh-ü-eşküni Şebdîz ü Gülgûn eylemiş (C.2, G.607/4)

Dîvân şiirinde sevgilinin birçok güzellik unsuru kan ile ilgilidir. Bunlardan dudak kan renginde olduğu için âşığa kanı hatırlatır. Sevgilinin şirin dudaklarının hasretiyle sürekli ağlayan âşığın gözlerine kan oturur ve artık kanlı yaşlar dökmeye başlar. Dîvân

şiirinde bağır yani göğüs, kalp, duyguların algılandığı yer olarak düşünülür. Âşığın

bağrı kanlı ve yaralı olur. Bağrın kanlı oluşundahüsn-i ta’lil yapılır. Zira yürek zaten kan ile doludur. Bunun nedeni ise sevgilinin dudaklarıdır. Âşık, kendini Ferhat olarak düşünüp sevgiliye “Ey padişah” diye seslenir ve gel diye çağırır. “Bağrımı kan eyleme; dudağının hasretiyle gözyaşımı gül renkli (kan) eyleme” diye yalvarmaktadır. Burada da yine Hüsrev ü Şîrîn mesnevisinin kahramanlarının adı geçmektedir:

Husrevâ Ferhâdunam gel bagrumı hûn eyleme

Yaşumı şîrîn lebün hecriyle gül-gûn eyleme (C.3, G.1346/1)

4.2.3.1.5. Rahş

Avesta’da parlak, aydınlık saçan olarak geçen rahş, sözlüklerde “birbiriyle karışmış kırmızı ve beyazın oluşturduğu bir renk tonu; gökkuşağı, Rüstem’in yayı” anlamlarıyla yer alırken, genel olarak “at” anlamında da kullanılır. Ayrıca Rahş, Rüstem’in muhteşem özellikleriyle insanları hayrete düşürüp ilginç sıfatlarla nitelenen atıdır.

Şehname’ye göre, uzun araştırmalar sonucunda nice at sürülerinin içinden seçilerek

bulunmuş ve Rüstem’in ömrü kadar uzun bir ömrü olmuştur. En sonunda Rüstem’in üvey kardeşi Şeğâd’m hilesiyle kuyuya düşmüş ve bu kuyuda sahibiyle birlikte can vermiştir. Şehname’de, bu at çok ilginç ve şaşırtıcı nitelikleriyle anlatılır. Rahş dışında hiçbir at Rüstem’in o alabildiğine büyük ve ağır bedenini taşıyamazdı. Rüstem’in at seçimi sırasında bütün atlar onun pençeleri altında bellerini eğmek zorunda kalırken o öyle yapmayıp gücünü göstermişti. Sanki insanlar gibi akıllı bir yaratıktı (Yıldırım, 2008: 575).

Rahş, gösterişli, güzel, yürük attır. Dîvân edebiyatının muhtevası içinde en çok tasvir edilen ve zikredilen at ismidir (Ertan, 1989: 25). Çul, eski bez ve kumaşların ince ince kesilip bükülmesiyle elde edilen iptir (Şengül, 1999: 229) ve pek muteber olmayan bir kumaş çeşididir. Günümüzde “çul-çaput”ve “çulsuz” gibi ifadelerle karşımıza çıkan bu kumaş, Zâtû’nin şiirlerinde yas elbisesi olur. Yas elbisesi, yas süresince giyilen siyah renkli elbise demektir (Serdaroğlu, 2006: 93). Atlas ise gökyüzü demektir. Dokuzuncu feleğe orada hiçbir taayyün olmadığı için atlas adı verilmiştir. Desensiz düz kumaşa da bu sebeple atlas adı verilir (Pala, 2003: 51). Đnce ipekten sık dokunmuş, genellikle düz renkte, sert ve parlak bir kumaş olan atlas, değerli bir kumaş çeşidi olup bugün saten diye bilinir. Çoğunlukla kırmızı renkte dokunan atlasın padişahlar için yapılanları en çok kırmızı, mavi, yeşil renkli olur. Đnanca göre gökyüzü dokuz katlıdır ve dokuzuncu gökte hiçbir şey yoktur. Bütün gökleri içine aldığından felekü’l-eflâk ve en kudretlisi olduğundan çarh-ı a‘zam veya içinde hiçbir yıldız ve işaret bulunmadığından çarh-ı atlas adı verilir (Serdaroğlu, 2006: 91). Aşağıdaki beyitte bir şeh olarak karşımıza

çıkan sevgili ayrılığında Zâtî’yi yas elbisesine koymuştur. Çarh-ı atlas ise o şahın değerli atının (değersiz) çuludur. Bu beyitte çul ve atlas kelimelerinde tenasüp vardır: Fürkatinde kara çulda kodı bir şeh Zâtî’yi

Kim o şâhun çarh-ı atlas rahş-ı kadri çulıdur (C.1, G.140/7)

Sünnet, iyi ahlak, âdet, yol demektir. Terim olarak, Hz. Peygamber’in söz ve hareketleriyle Müslümanların yapmasını emir ve işaret buyurdukları hususlardır. Zâtî bu beyitte kendisine seslenerek Peygamberimizin sünnetini tutmakta gayet çabuk davranması gerektiğini zira su gibi akıp giden atın hızlı gideninin itibarlı olduğunu söylemektedir. Yani ibadette ağır olmak, tembel, gevşek olmak iyi değildir. Đbadeti geciktirmemek gerektiğini vurgulamaktadır:

Sünnet-i Peygâmberi tutmakda gâyet çâpük ol

Mu’teberdür Zâtî’yâ rahş-ı revânun yügrügi (C.3, G.1810/6)

4.2.3.1.6. Semend

Semend, çevik, kula ata verilen addır (Ertan, 1989: 25). Zâtî’nin tab‘ üzerine yaptığı değerlendirmeler şiire has ifade zenginliği içinde farklı tavsif ve teşbihler halindedir. Onun mevzun bir şiir söylemede tab’ı son derece ölçülüdür. Nazm meydanında tab’ı çâlâk ve çâbük bir at gibidir. Tab’ının atının ayağından kalkan tozu, Kemâl-i Đsfehânî gözüne sürme etmiştir. Yüzyıllardan beri gözün görme gücünü artırdığı ve göze güzellikle verdiği düşüncesiyle sürme çekilir. Sürmenin aslı “kuhl” denen bir madendir. En iyi sürmeler Isfahan’dan çıkarılırmış. Sürmenin gözün görme gücünü artırıcı özelliğinden başka pek çok faydası vardır. Mesela, güneşin göze çarpmasını önler; göz iltihabını giderir; yara tedavi eder; baş ağrısına faydalıdır. Peygamberimizin, yatmadan önce göze sürme çekmeyi tavsiye ettiğinin bilinmesi ve buradan hareketle göze sürme çekmenin sünnet olduğuna dair dinî inanç, sürme kullanımını daha cazip bir hale getirmiştir. Sürme eskiden hem kadınların hem de erkeklerin kullandıkları bir tedavi aracı iken, zamanla sadece kadınların kullandıkları bir çeşit güzellik malzemesi konumuna tahvil edilmiştir. Dîvân şiirine baktığımızda sürmenin faydalarının bilindiği ve şairlerimizin bunu şiirlerinde zaman zaman işledikleri görülür. Ancak şairlerimizin

söyleyen şairlerin gözleri de aşkın verdiği ıztıraptan ve sabahlara kadar ağlamaktan dolayı halsiz düşer; hatta bazen kör bile olur. Tedavi için de sürme (tûtiyâ) gereklidir. Ancak bu sürme Đsfahan sürmesi değil, sevgilinin kapısının tozu toprağıdır. Zâtî’nin yaratılışının atı öyle tozlar koparmıştır ki, sürmesiyle meşhur Đsfahan’ın ünlü şairi Kemâl o tozları gözüne sürme eder. Zâtî, görüldüğü üzere bu beyitte de kendi şairliğini övmektedir:

Ne tozlar kim kopardıysa semend-i tab‘ı Zâtî’nün

Gözine kuhl idinmişdür Safâhânda Kemâl anı (C.3, G.1721/5)

Sevgilinin semend atının nalından çıkan ateş âşığın canını yaralamış ve orada yanık yarası oluşmuştur. Aslında yara âşığın istediği bir haldir. O, yaralı olduğu ölçüde sevgilisinden kopmamaktadır. “Şehsüvârımın semend atının nalından ateş çıkıp benim canıma ölüm gecesinde hasretler yanık yarası koydu”:

Dâg-ı hasretler kodı rıhlet şebinde cânuma

Od çıkub na’l-i semend-i şeh-süvârumdan benüm (C.2, G.886/2)

4.2.3.1.7. Şebdîz

Kara yağız renkte soylu bir atın adıdır. Şebdîz, şeb: gece ve diz (dîs): renk, benzeri,

gibi karşılığındaki sözcüklerin birleşmesiyle oluşan şebdîz gece rengi, siyah anlamlarına gelir. Şebdîz, Husrev-i Pervîz’in ünlü atıdır ve siyah oluşundan dolayı bu isimle anılır. Rivayetlere göre diğer atlardan daha yüksek ve ince olan Şebdîz’in nalları ancak on çiviyle çakılabiliyordu. Nizâmî-yi Gencevî’ye göre Şebdîz aslında sevgilisi

Şirin’in atıyken daha sonra Husrev’in malı olmuştur (Yıldırım, 2008: 654).

Şebdîz, Şîrîn’in Gülgûn adlı atı ile aynı kısraktan doğmuştur. Hüsrev bu at öldüğü

zaman çok ağlamış ve onu büyük bir merasim ile gömdürmüştür (Pala, 2003: 436). Sevgilinin ayva tüyleri renk yönünden Şebdiz ile ilişkilendirilmiştir. Toz da sevgilinin ayva tüyleri olarak ele alınan bir nesnedir. Sevgilinin ayva tüylerinin Şebdîz’i tozutarak koşup geleli beri, âşık gül renkli gözyaşını tutup tutup yenilmez”:

Şeb-dîz-i hatt-ı dil-ber tozub tozub gelelden

Dîvân edebiyatında sevgilinin saçının rengi daima siyahtır. Asla başka bir renkte olamaz. Geleneğe göre saç, sarışın, kızıl vs. bile olsa Dîvân şairi onu daima kara görür. Yanak hakkında söylenilen özelliklerin başında ise rengi gelmektedir ve çoğunlukla güle, gül yaprağına benzetilir. Bu beyitte de renklerinden dolayı sevgilinin yanağı Gül-gûn’a, zülfü ise Şeb-dîz’e benzetilmektedir. Sevgili zülfünü düzeltip yanağının üzerine koyduğunda görenler Şebdîz ile Gülgûn’un bir yere geldiğini söylemektedirler:

Düzüb koşsan ruh u zülfün gören dir

Gelübdür bir yire Şeb-dîz ü Gül-gûn (C.3, G.1186/4)

4.2.3.1.8. Torı (Doru)

Doru, kırmızı ile siyah arası bir tonda olan attır. Zor işlerde bu atlara güvenilir (Ertan,1989: 23). Zâtî, bu beyitte kendisine seslenerek gözyaşlarını başdan aşağı akıttığı için şikâyet etmemesini zira doru at dahi deli kanlı olup hareketle durulduğunu kendisine hatırlatmaktadır. Deli kanlı kelimesindeki “kanlı” kelimesi ile de gözyaşının kanıl olduğunu da anlamaktayız. Ayrıca doru atın kırmızı ile siyah arası bir renkte oluşundan dolayı doru atın bu beyit için özellikle kullanıldığı da gözden kaçmamalıdır: Başdan aşar yaşum diyu eyleme Zâtî’yâ gile

Ol delü kanludur dahi torıdur ivme turılur (C.1, G.325/5)

4.2.3.2. At ile Đlgili Tasavvurlar