• Sonuç bulunamadı

Domuz ile Đlgili Tasavvurlar 1. Meyve-Yemiş

ATIN YÜRÜYÜŞLERĐ

4.2.6.1. Domuz ile Đlgili Tasavvurlar 1. Meyve-Yemiş

Şair, bu beyitte rakibi domuz, sevgiliyi ise meyvelerin iyisi olarak nitelendirmekte ve

sevgiliyi, düşman (rakip) ile gören herkesin Allah’ın meyvenin iyisini domuza nasip ettiğini söylediğini ifade etmektedir. Zâtî, “Armudun iyisini ayılar yer” atasözünü, “Allah meyvenin iyisini domuza nasip eder” şeklinde kullanmıştır:

Ey dôst düşman ile gören seni ayıttı

Hınzîre mîvenün Hak hûbın nasîb eyler (C.1, G.389/3)

Bu beyitte de aynı durum söz konusudur. Đncir, Kur’an’da adı geçen bir meyve olması yanında; yanak ve dudak için teşbih unsuru olmuştur. Bugün de incire yemiş denildiğini biliyoruz (Gülhan, 2008: 359). “O güzellik bağının meyvesi kabalık bilmezmiş. (Âşıkları bilmezden gelir). Yemişlerin iyisi domuzun çıkınında olur”. Sevgili güzellik bağının en güzel yemişidir:

Ol bâā-ı hüsn mîvesi nâdân-perest imiş

Olur yimişlerün iyisi tonuzun böki (C.3, G.1788/4)

4.2.6.1.2. Mürâyî

Rakibin ikiyüzlülerin yani zâhidlerin hırkasını yırtması, köpeğin domuz derisine diş bilemesine benzetilmiştir. Bu durumda mürâyi domuz, rakip ise köpektir:

Çâk itmeye mürâyîlerün hırkasın rakîb

Ger diş bilerse it dişi tonuz derisine (C.3, G.1286/2)

4.2.6.1.3. Rakip

Klâsik edebiyatımızın başlıca konusu olan aşk macerası âşık, sevgili ve rakib olmak üzere üçlü bir şahıs kadrosu çerçevesinde işlenmiştir. “Rakib” kelimesini merhum

Necmeddin Halil Onan, Đzahlı Dîvân Şiiri Antolojisi adlı eserinin lügatçe bölümünde

şöyle açıklamış: “Başkasıyla aynı şeyi isteyen”. Mustafa Nihad Özön de Edebiyat ve

Tenkid Sözlüğü’nde “Aynı güzelleri sevenlerin birbirlerine karşı durumlarını anlatan bu söz yerine ağyar, gayr da kullanılır” diyor. Şemseddin Sami de “hasım, muhalif, gayr, rekabet edici” demiş ve bu kelime ile aynı kökten gelen “rekabet, terakkub” kelimelerinin anlamlarını vermiştir. Bunların hiçbiri şairlerimizce onaltıncı yüzyılın sonuna kadar olan zamanda kullanılan anlamda olmadığı gibi, kelimenin asıl anlamı da değildir. Remzî Lügati’nde kelimenin asıl anlamının açıklanması bugünün Türkçesiyle

şöyledir:

1) Allah’ın güzel isimlerindendir. Koruyan (Hafız) gözcü (nigehbân) ve bütün kâinatı gözetici anlamında,

2) Kötü ve zararlı kimse ki, birinin sevdiği ile veya beğendiği kimse ile görüşmesine veya bir çeşit isteğini elde etmesine ve uygulamasına engel olup kendisi için elde etmeye çalışır; bekçi, koruyan, gözeten (Çavuşoğlu, 2003: 68).

Müslümanlarca iğrenç ve tiksinti uyandırıcı bir hayvan olduğundan ileri gelmeli, rakib domuza benzetilmiştir. Âşığın baş düşmanı rakibidir. Onun domuz olarak adlandırılması aşığın menfî duygularının ifadesidir. Nitekim rakip her an âşığı ortadan kaldırmak, başına belalar açmak düşüncesindedir; ancak âşık dikkatlidir. “O domuz rakip âşığı çalmak için diş biler. O kuduzu (rakibi yanına) koyma, namus eteğini yırtmasın”:

Diş biler ‘aşıkı çalmaga rakîbün o tonuz

Koma çâk eylemesün dâmen-i ‘ırzun o kuduz (C.2, G.526/1)

Hub: Ha ve ba üç köktür: Birincisi “sebat ve lüzum”, ikincisi “tohum ve çekirdek”, üçüncüsü ise “kısalığın niteliği”dir. Lüzuma gelince “sevmek” ve “muhabbet” demektir. Đnsanlar sevgi ve muhabbeti çok değişik şekillerde anlatmışlar ve onun dildeki kaynağından söz etmişlerdir. Bu bağlamda bazı insanlar “Hub (sevgi) saf dostluğun ismidir.” demişlerdir; çünkü Araplar beyaz ve parlak dişlere hebebü’l-esnan (temiz dişler) derler. Başka bir görüşe göre ise hub, suyun taşması anlamına gelir. Diğer bir görüşe göreyse habbe (tohum) kelimesinin çoğulu hab’dan türetilmiştir. Kalbinin habbesi, kendisine dayandığı şeydir. Hub (sevgi), iradenin özel bir tarzıdır ve

bulunmayan bir şeye yönelebilir. Seven bu ilişmeyle sevilenin özelliğine intikal eder. Allah âlemi sevgiden meydana getirmiştir. O halde sevgi bütün hallere ve makamlara, dolayısıyla bütün işlere eşlik eder. Hub (sevgi) ilahiî bir makamdır. Hakk kendisini onunla nitelemiş ve Vedûd diye isimlendirmiştir. Bu makamın dört adı vardır: hub, vûd, aşk ve hevâ. Hevânın iki tarz olduğu söylenmiştir: Birincisi onun kalbe düşmesidir. Bu hevanın kalpte, bilinmezlikten görünürde ortaya çıkmasıdır. Đkinci hevâ ise şeriat hükmüyle birlikte var olduğunda söz konusu olabilir. Bu hüküm, Allah’ın Davud peygambere yönelik “Đnsanlar arasında doğrulukla hüküm ver ve hevâna uyma!” ayetinde dile getirilmiştir. Ayette kastedilen, arzuya uymamaktır. Hub, hevanın başka şeylerden kopup sadece Allah’a yönelmesidir. Bu yüzden heva Hakk uğruna olduğunda ve başka ortak katılmadığında, arınmışlığı ve duruluğu nedeniyle hub diye isimlendirilir. Aynı şekilde yaratıklardaki sevgi de Hakk’ın mertebesine ilişip başka ortaklarla ilişkiden kurtulduğunda hub diye nitelendirilir (Suad el-Hakîm, 2005: 300- 302).

Rakibin domuza benzetildiği hallerde daha çok domuz ile ilgili atasözü ve deyimlerin kullanıldığı görülmektedir: Davul bile dengi dengine derler, her şey denk olursa güzeldir ama sevgilinin yanında rakip bulunursa “yemişin güzelini domuz yer” (armudun iyisini ayılar yer) derler:

Agyâr ile gördi seni deng oldı didi dil

Bârî yemişin hûbını eyler tonuza buk (C.2, G.684/6)

Zâtî, bu beyitte, sevilmeyen, eli sıkı olan, cimri bir kimseden bir şey alabilmek anlamındaki “domuzdan bir kıl koparmak kârdır” deyimini kullanarak, sevmediği ve bir düşman ve domuz olarak nitelendirdiği rakipten intikam almak için bir kılını bile yolsa rahatlayacağını ifade etmek istemektedir:

Bir kıl üzmek tonuzdan assı imiş

Düşmenün rîşini bu gün yoldum (C.2, G.951/6)

Eski edebiyatımızda sevgilinin kapısının şairlerce Kâ’be gibi mukaddes bir mahal olarak telakki edildiği malumdur. Bu düşünceden hareketle şairimiz sevgiliye “Eğer domuz Kâ’be’de kurban edilmeye layık olsaydı, rakibin canını mahallende alırdım” demektedir:

Kûyında yârun alur idüm cânun ey rakîb

Lâyık ola idi Kâ’bede kurbâna ger tonuz (C.2, G.537/2)

4.2.7. Eşek (Hâr, Himâr, Merkep)

Atla akraba ama cüssece daha küçük, uzun kulaklı bir hayvandır. Eşekler çok dayanıklı hayvanlardır. Atlar gibi iyi besin aramazlar. Buna karşılık, kendilerine iyi davranılmasından hoşlanırlar; kötü muamele gören bir eşek inatçı, vurdumduymaz olur. Dişi eşekler bol süt verirler. Bir zamanlar Kuzey Afrika’da sırf bunun için eşek sürüleri beslenirdi. Eşeğin yavrusuna “sıpa” denir. Bir erkek eşek bir kısrakla çiftleşirse “katır” doğar (Hayat Ansiklopedisi, “Eşek” C.2: 1118).

Hüzünlü görüntüsüne rağmen yalnızlığı hiç sevmez. Eşeğin anırtısını herkes bilir. Anırması, ufak boyu, uzun kulakları ve genellikle gri olan postu onu akrabası olan attan ayıran özellikleridir (Van Der Kar, Dozo, 19??: 240).

Dîvân şiirinde zaman zaman eşek ile ilgili kıssa ve efsaneler de anılır, Bunların başında Nûh Tufânında eşeğin gemiye binme hadisesi gelir. Tufân başladığı sırada Nûh Peygamber hayvanları işaret ederek gemiye alıyordu. Sıra eşeğe gelince eşek girmemişti. Nûh birkaç kez işaret ettiği halde eşek yine girmedi. Oysa şeytan kuyruğundan yapışmış onu bırakmıyordu. Nûh hiddetlenip “Gir ya mel’ûn!” deyince eşek gemiye girdi. Tufân esnasında Nûh, şeytanı gemide görünce nasıl ve kimin izniyle girdiğini sorar. O da “Sen, gir ya mel’ûn, deyince girdim. Benden başka mel’ûn mu var?” diye cevaplandırır.

Đsrailogulları peygamberlerinden olan Üzeyir’in de başından geçen bir olayda eşekten

bahsedilir. Kur’ân’da anlatılan (Bakara/ 259) bu kıssaya göre Üzeyir harâbe bir yurda varınca içinden “Allah burasını ölümden sonra nasıl diriltecek?” demiş. Allah da onu yüz yıl ölü bıraktıktan sonra diriltmiş ve “Burada ne kadar kaldın?” diye sormuş. O, “Bir gün, yahut bir günden az.” demiş. Allah “Hayır, yüz yıl ölü kaldın. Đşte yiyeceğine içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Bir de merkebine bak. Böyle yapmamız seni insanlara ibret nişanesi kılmamız içindir. Merkebin kemiklerine de bak, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz’”dedi. Bunun üzerine Üzeyir’in ağaca bağlı olduğu halde iskeleti kalan eşeği tekrar dirilir.

Hz. Đsa’nın dünyaya gelişi sırasında Herot adlı bir Rum hükümdar vardı. Đsa’nın saltanatını yıkacağından korktuğu için onu daha çocukken öldürtmek istedi. Meryem bunu öğrenince Đsa’yı aldı, eşeğine binip geceleyin Kudüs’e kaçtı. Mısır’a gitti. Daha sonraki yıllarda Hz. Đsa yine bir eşeğe binerek Allah’ın dinini yaymaya çalıştı.

Bunlardan başka edebiyatta eşekle ilgili birçok hikâyeler anlatılır. Molla Lütfî’nin,

Şeyhî’nin Harnâme’ adlı mizahî eserlerinde de olay eşek üzerine kurulmuştur. Eşeğin

sesinin çirkin oluşu da zaman zaman söz konusu edilebilir (Pala, 2003: 203).

4.2.7.1. Eşek ile Đlgili Tasavvurlar