• Sonuç bulunamadı

Yâr-ı kûy-Eşik- Kapı

ATIN YÜRÜYÜŞLERĐ

4.2.15.1. Köpek ile Đlgili Tasavvurlar 1. Arkadaş-Bey

4.2.15.1.18. Yâr-ı kûy-Eşik- Kapı

Dîvân şiirinde üzerinde çokça durulan ve şairlerce bin bir benzetme ve mübalağa ile dile getirilen unsurlardan biri de sevgilinin mahallesidir. Şiirlerde mahalleyi anlatırken tercih edilen kelime “kûy”dur. Farsça olan bu kelime karye, mahalle ve sokak anlamlarına gelmekte olup sevgilinin yaşadığı mahalle/çevre anlamında ı yâr, kûy-ı dilber” gibi kalkûy-ıplaşmkûy-ış ifadelerle skûy-ıkça karşkûy-ımkûy-ıza çkûy-ıkmaktadkûy-ır. Mahallenin şiire konu edilmesi, sevgilinin yaşadığı mekân olması sebebiyledir. Sevgilinin fizikî ve ruhî yapısını, hâl ve tavırlarını türlü hayaller ve mübalağalarla şiire konu eden şairler, onun yaşadığı mekânı ve bu mekânda bulunanları da değişik şekillerde ele alarak binlerce beyitte işlemişlerdir.

“Kûy-ı yâr”, âşığın devamlı bulunmak istediği fakat türlü engeller yüzünden bir türlü erişemediği, erişse bile rahat edemediği bir mekândır. Âşığın gözünde çok kıymetli olan “kûy-ı yâr” Kâ’be, Hicaz, cennet vb. kutsal mekânlarla karşılaştırılır ve bazen Dîvân şiirinde her zaman arka planda hissettirilmeye çalışılan tasavvufî anlamına da göndermede bulunarak- bu mekânlardan da üstün gibi gösterilir. Şairler bu tür

manaları kastettiklerinde de hem duygularını biraz örtülü ifade etmek hem de sofuları kızdırmak için yine gündelik hayata ait unsurları kullanarak bu tür ifadelerin arkasına sığınırlar (Kaçar, 2008: 38).

Sevgilinin mahallesi akla geldiği zaman âşık artık kendinden geçer ve cennet sevdasını, cennet-cehennem kaygısını unutur. Bu hâlden aldığı zevk ve iştiyak ona yetmektedir. Âşığın aklı fikri sevgilinin mahallesindedir ve orayı ziyaret etmeden, mahallenin kokusunu almadan rahat edememektedir. Bu âdeta âşığa vacip hâline gelmiş bir ibadettir. Bu yüzden şair, sevgilinin mahallesi ile Kâ’be arasında karşılaştırma yapmayı manasız görmektedir. Zira Kâ’be’yi bir kere tavaf etmekle kişinin üzerindeki mükellefiyet kalkar; fakat aşk yoluna giren kişinin sevgilinin mahallesini her gün, her an tavaf etmesi gerekmektedir.

Dîvân şiirinin genel anlayışında sevgili her zaman ulaşılmaz bir mevkide yer alır. Onun mahallesinde her daim feryatlar, ağlamalar işitilmektedir. Çünkü kendisine âşık olmuş birçok kişi mahallede ağlayarak gezmekte, onun yüzünü görme umuduyla mahallede sabah akşam nöbet tutmaktadır. Sevgili ise ilgisiz hâlini sürdürerek, şairin deyimiyle naz yatağında uyumaya devam etmektedir. Âşıkların kendisi için bu ağlayıp sızlamalarının, hatta aşkıyla ölenlerin canının hiçbir kıymeti yoktur.

Sayısız âşığın bulunduğu bir mahallede kavga gürültü olmaması da imkânsızdır. Bu kadar kavganın olduğu, ağlama ve inlemelerle gürültünün eksik olmadığı bir mahallede elbette o zamanlar günümüzdeki polisin görevini yapan “Ases”ler de âşıklar için büyük bir korkuydu. Âşıklar, kavga ettikleri, sarhoş olup etrafa rahatsızlık verdiklerinden dolayı asesler tarafından yakalanır ve cezalandırılırdı. Bu sebeple âşıklarla aseslerin arası iyi değildi. Şâir de işte bu yüzden ruhların dünyaya başka bir varlığın bedeninde yeniden geleceğine inanılan “tenasüh” mezhebince köpeklerin dünyaya insan bedeninde gelmeleri durumunda, bunun ancak ases veya zabıta memuru olarak görev yapan “şahne” şeklinde olacağını söylemektedir.

Sevgilinin mahallesi tertemizdir. Orada çer çöpten, tozdan eser bulunmaz. Zira, âşık sevgilinin eşiği civarında o kadar çok ağlamıştır ki mahalle gözyaşı seline takılıp giden süprüntülerden kurtulmuş, tertemiz olmuştur. Sevgili bu tür süprüntüleri, tozları düşünmeden rahatça gezmeye çıkabilir. Böylece âşık da bu kadar gözyaşı dökmesinin mükâfatını dolaylı yoldan elde etmiş olur (Kaçar, 2008: 39).

Âşık bu mahallede beladan başka şey elde etmez. Ama bütün bunlara gönülden razıdır, zira kendisinin de sevgilinin yolunda ölmekten başka bir amacı yoktur. Ancak kûy-i yârı cennete benzeten ve dolayısıyla cennette azap olmayacağına inanan âşık, kendisine her türlü azabı veren rakibin burada bulunmasına ve iltifat görmesine de

şaşar (Kaçar, 2008: 40).

Sevgiliden bin bir cefa da görse, onun yüzünü görme umuduyla birçok sıkıntıyla karşılaşsa da âşık sevgilinin mahallesinden ayrılmaz. Hatta Cebrail aleyhiaselam kanatlarını gökten merdiven gibi uzatıp onu göklere çıkarmak istese, âşık o merdivenin bir basamağına dahi adım atmaz. Çünkü her şeye rağmen kûy-ı yâr onun mahallesidir ve âşığın yeri sevdiğinin yanıdır (Kaçar, 2008: 41- 42).

Eşik, bilindiği üzere, kapı boşluklarının alt kısmına konulan tahta veya taştan basamaktır. Âsitan da eşik demektir. Bir anlamı da arka üstü yatmaktır. Daha ziyade, âsitane şekliyle büyüklerin bulunduğu yerlere denir (Aybet, 1989: 73). Eve dışarıdan içeri girmek, kapının eşiğinden atlamakla mümkündür. Dışarıdan içeriye girmekle zahirden batına, dıştan içe ulaşıldığı veya dergâhtaki, evdeki olgun şeylere ulaşıldığı, bu ulaşmaya da eşiğin sebep olduğu kaydedilir (Cebecioğlu, 2004: 197).

Sevgilinin mahallesinde ölmek, âşıklar için cennete gideceklerine delâlettir. Mahalle, mahal, Me’vâ ve mesvâ kelimeleri ile tenasüp, mahal ve mahalle kelimeleri ile iştikak sanatı yapılmıştır. Me’vâ ve mesvâ kelimelerinde ise cinas vardır. “Her kim mahallende canını teslim ederse, o, Cennet’in makamını, yer, mesken edinir”:

Her kim ki mahallende cân itdi sana teslîm

Ol Cennet-i Me’vâyı idinse mahal mesvâ (C.1, G.21/3)

Şair, bu beyitte sevgilinin mahallesindeki köpekleri övmekte ve ayak izlerinin ona göre

gül, ulumasının da bülbül ötüşü olduğunu söylemektedir. “(Ey sevgili) mahallende köpeklerin her ayak izi benim için güldür. Ulumaları, bağrışmaları ise bülbül

şakımasıdır”:

Her nişân-ı pây-i seg kûyunda bin güldür bana

Đtlerün âvâzesi feryâd-ı bülbüldür bana (C.1, G.41/1)

Zâtî, burada muzipçe bir benzetmede bulunmuştur. Delilerin hastalıklarına bazı efsunların iyi geleceği muhakkaktır. Bu beyitte Zâtî rakibi köpeğe, kendisini de

sevgilinin mahallesinin delisine benzetir. Köpek efsun okuyup ürümekte Zâtî de dolanmaktadır. Zâtî’nin oradan gitmesini istemektedir. “Deli Zâtî’nin yüzüne vah vah diyerek efsun okuyup ürüyen onun mahallesinin köpeğidir”:

Veh veh diyürek Zâtî-i Dîvâneye karşu

Efsûn okuyub üren anun kûyı segidür (C.1, G.195/7)

Bu beyitten iki anlam çıkarabiliriz. “Bu âlemde benim gibi şanslı (sadrazam) bulunmaz. (Çünkü) O padişahın (sarayını) konağını her gece itlerle (dalkavuklarla, diğer görevlilerle) birlikte beklerim”:

Ben kadar ‘âlemde sâhib-devlet olmaz ol şehün

Đtler ile beklerem her gice devlet-hânesin (C.3, G.1077/4)

Âşıkların bu köpeklere bu kadar değer vermelerinin en önemli sebebi onların sevgiliyi her gün görmeleri ve sevgilinin mübarek olarak kabul edilen mahallesinde rahatça dolaşmalarıdır. Sevgiliden bu köpeklere gösterdiği ilgiyi isteyen âşık kendisine gösterilecek bu kadar bir ilginin dahi büyük bir makam olacağını ifade etmekte eğer kendisine mahallenin köpeğine davrandığı kadar iyi davransa Mısır’a sultan olmuşçasına onu yücelteceğini söylemektedir:

Zâtî’yâ tuta idün ger seg-i kûyunca ‘azîz

Mısra sultân ider idün anı ‘âlemde begüm (C.2, G.954/5)

4.2.15.1.19. Zâtî

Zâtî’ye “sevgilinin köpeği” demeleri onun tarafından gökten inen bir lütuf gibi görülmektedir:

Gökden iner lâkab kişiye yine Zâtî’ye

Yârun işigi kelbi diyu ad dakdılar (C.1, G.153/5)

Eğer sevgili de böyle derse Zâtî, iki cihanda da adının iyi olduğunu görüp sefâsını sürecektir:

Kûyı itünün adını sana virürse sür safâ

4.2.16. Kurt (Gürk)

Köpekgillerden, sürülere saldıran çok yırtıcı bir hayvandır. Biçim bakımından kurt köpeğine benzerse de ondan daha sağlam yapılı, daha iridir. Gerek çenesi, gerekse dişleri kesip paralamaya elverişli olarak gelişmiştir. Dördü büyük olmak üzere kırk iki dişi vardır. Kurdun vücudu zayıf, kuru, böğürleri içine çökük, bacakları ince, kuyruğu tüylü, aşağıya sarkıktır. Tüylerinin rengi hayvanın yaşına, cinsine, yaşadığı yere göre değişir. Kuzeydekilerin tüyleri daha uzun, daha sıktır. Sarıya çalan külrengi sırt tüyleri karnına doğru inildikçe açılır.

Kurt ıssız yerlerde yaşamaktan hoşlanır. Gündüzleri gizlenir, geceleri avlanmaya çıkar. Kışları büyüklü küçüklü sürüler halinde toplanırlar, sürülere saldırarak koyunları parçalayıp yerler. Sığırları, atları bile parçaladıkları olur. Çok aç kalınca insanlara da saldırmaktan çekinmezler. Kışın sürüler halinde gezen kurtlar köylere, kasabalara kadar inerler. Zaman zaman tehlikeli olmaya başlayan kurt sürüleri avcılar tarafından vurularak dağıtılır. Ayrıca, kurulan tuzaklarla da kurtları yakalamak mümkündür (Hayat Ansiklopedisi, “Kurt” C.4: 2083).

Zâtî, bu beyitte kurt kelimesini beyitte yer alan aslan, köpek ve domuz hayvanlarından dolayı iham-ı tenasüp olacak şekilde vermiştir. Aslında burada bahsedilen hayvan olan kurt değildir. Ancak, beyitte adı geçen hayvanlar kurt hayvanını da çağrıştırmaktadır. “Ey köpek rakip sana domuzlukta bir eş bulunmaz. O aslanın aşkının değirmenini o anda âşıklar kurdu”:

Oluk dem kurdı ‘uşşâk âsiyâb-ı ‘ışkın ol şîrün

Sana ey seg rakîb îlâ tonuzlukda nazîr olmaz (C.2, G.556/6)

4.2.16.1. Kurt ile Đlgili Tasavvurlar