• Sonuç bulunamadı

Tırnak (Sümm)-Tâk-ı Zeberced

ATIN YÜRÜYÜŞLERĐ

4.2.3.2. At ile Đlgili Tasavvurlar 1. Aslan

4.2.3.2.34. Tırnak (Sümm)-Tâk-ı Zeberced

Dîvân edebiyatında sevgiliye istiâre yoluyla büt ve sanem denilir. Deyr kilise, dünya ve mecazen de meyhane anlamlarına gelir. Harâb ise yıkık, viran ile sarhoş anlamlarını karşılar. Tâk-ı zeberced, zümrütten daha açık yeşil olan ve zümrüt kadar değeri olmayan bir süs taşından yapılmış kemerdir. Atların belirgin hususiyetlerinden biri de, tek tırnaklı olmalarıdır. Toynak olarak adlandırılan bu ölü keratin yapı çok serttir ve alttaki canlı hücrelerin bölünmesiyle sürekli uzar. Bu tırnaklar atların yürümeleri esnasında aşınmakta ve alttan gelen yeni tırnak dokuları diğerlerinin yerine

geçmektedir. Karbon, azot, oksijen, hidrojen ve kükürt gibi maddeler ihtiva eden tırnaklar, ısıyı fazla iletmeyecek şekilde yaratılmıştır. Tırnağın içindeki canlı ve yumuşak kısımlar, kışın soğuğu, yazın ise sıcağı hissetmez. Sert ve katı görünen tırnak ile canlı doku arasında mükemmel bir süspansiyon sistemi mevcuttur. Atlar oldukça sert bir zeminde yürüseler de bu sertlik, canlı dokuya tesir etmez. At, ayağını yere bastığında tabandan içe doğru bir baskı gelir ve basınç ortaya çıkar. Yaklaşık 1,5 m yükseklikten atlayan bir atın tırnağı, yere bastığında 10–12 ton basınca mâruz kalır. Kur’ân’ın, tırnağını nazara vererek attan; “Hani ona akşamüstü bir ayağını tırnağı üstüne dikip üç ayağının üzerinde duran çalımlı ve soylu atlar sunulmuştu.” (Sad/31)

şeklinde bahsetmesi de oldukça mânidârdır (Bey, 2007: 25). Semendin tırnağı da

kavisli şekli itibariyle viran, yıkık kilisedeki kemere benzetilmiştir. Yıkık kilise de âşığın sinesidir. “Ey sanem (put gibi güzel sevgili), sinemdeki semendinin tırnağının yeri yıkık kilisede bulunan bir kemere benzer”:

Sümm-i semendünün yiri sînemde ey sanem

Benzer harâb deyrde tâk-ı zebercede (C.3, G.1383/3) Fitrak, eğerin arkasındaki tasma, at eğerinin arkasında bulunan ve eşya bağlamaya yarayan kayışlardır (Devellioğlu, 2003: 269). “Eğer âşığın başına semendin tırnağı dokunsaydı ve başı bağlanmış tasma gibi avlansaydı ne olurdu?”:

Başına sümm-i semendün tokınaydı ‘âşıkun

Sayd gibi beste-i fitrâk olaydı kâşkî (C.3, G.1791/3)

4.2.3.2.35. Yanak

Gül-gûn, gül renkli anlamına da geldiğinden sevgilinin gül renkli yanaklarına teşbih edilir. Şirin dilliler, güzellik meydanında Şeb-dîz zülfünü Gül-gûn yanağına koşturmuş yani tatlı dilli sevgili, saçını yanağına doğru götürmüştür:

Meydân-ı hüsnde gör o şîrîn-zebânları

4.2.3.2.36. Yügrük

Yügrük, yürük, hızlı giden, çok koşan (Dilçin, 1983: 253), iyi yol alan, hızlı giden, yörük (Devellioğlu, 2003: 2211) demektir. (bkz. Müje). “O şûh (sevgili), kılıç çekip üstüne bir de at saldı. Kılıcı keskin, atı yörük olsun”:

Çeküb tîg üstine at saldı ol şûh

Kılıcı keskin olsun atı yügrük (C.2, G.766/3)

4.2.3.2.37. Zülf

Şebdîz, gece rengi, siyah anlamlarına da gelir. Bu sebeple dîvân edebiyatında hep

siyah olarak düşünülen sevgilinin saçı Şeb-dîz’e benzetilmiştir. Yine rengi dolayısıyla yanağa benzetilen Gül-gûn da beyitte yer almaktadır. Âşık sevgilinin Gül-gûn (gül renkli) yanağı ile Şeb-dîz (gece rengi) saçlarını (iyice süslesin) koştursun istemektedir:

Zülf-i Şeb-dîzi düzüb koşsun ruh-ı Gül-gûn ile

Sana yiter dil-rübâ olmaz eyâ çâbük-süvâr (C.1, G.290/2)

4.2.4. Çakal

Sürü halinde yaşayan ve kurttan küçük bir hayvandır. Memelilerin etoburlar takımından olan çakallar daha çok çöllerde ve bozkırlarda yaşarlar. Gündüzleri gizlenir, geceleri dolaşarak hayvan leşleriyle beslenirler. Kasaba ve köylerin yakınında yaşarlarsa da korkaktırlar. Genelde diğer hayvanlara pek saldırmazlar. Ancak aç kaldıklarında bazen sürüler halinde köylere saldırır, kümes hayvanlarını parçalarlar. Afrika’da aslan, kaplan gibi hayvanların peşi sıra dolaşarak onların bıraktıkları avları yerler. Çakal çok uzaktan koku alır. Kuyruğunun altından çıkan bir sudan dolayı, tilki gibi çakalın da kötü bir kokusu vardır. Sesi de sırtlanınkinden daha korkunçtur (Hayat Ansiklopedisi, “Çakal” C.2: 775).

Rüzgâr gibi sıçrayan bir hayvandır. Geceleri çocuk ağlamasına benzer tiz sesler çıkarır. Uzun tırnaklıdır. Kuş ve o cesametteki hayvanları avlamakla geçinir. Tavuk, tilkiden ziyade çakaldan korkar. Tavuklar, kalabalık halde de olsalar, tünemiş halde iken altlarından bir çakal geçse korkularından yere düşerler. Avını azısı ile parçalayan

yırtıcılardan olduğu için eti haramdır. Çakalın eti akıl hastalığına iyi gelir (Demirî, 1973: 56).

“Bir gün gönlü çakalda (olan sevgili), dostluk gösterip yemin etti. Eğer o can yeminin sözünde durursa iyi olur”:

‘Ahd itdi vefâ idüb şagalda dili bir gün

‘Ahdine eger ol cân eylerse vefâ hoşdur (C.1, G.258/4)

4.2.5. Deve (Üştür, Nakâ)

Boynu uzun, sırtında bir veya iki hörgücü olan, attan iri, daha çok yük taşımakta kullanılan bir çöl hayvanıdır. Geviş getiren memelilerden olan deve çok sağlam, çok kuvvetli olduğundan çölde yaşayanların günlük hayatında önemli bir yer alır. Devenin bacakları, boynu vücuduna göre çok uzundur. Ayakları iki parmaklıdır, tabanı yastık gibi yumuşaktır. Bu özelliği dolayısıyla deve çöllerde ayakları kuma batmadan kolayca yürüyebilir. Burun deliklerinin istediği gibi kapanabilmesi, en şiddetli kum fırtınalarında bile devenin burnuna kum kaçmasını önler. Kısacası, deve her bakımdan çöllerde yaşamak için yaratılmış bir yaratıktır denebilir. Göğsünde, dizlerinde, ayak eklemlerinin üzerlerinde deri kalınlaşarak nasır halini almıştır. Hayvan dinlenmek için çökeceği zaman yerdeki sivri taşlar, kumlar derisine batmaz. Develer yüzyıllardan beri insanlara büyük yardımları dokunmuş hayvanlardır. Kuvvetiyle, sıcağa, susuzluğa dayanıklılığıyla kurak memleketlerde atın yerini almıştır. Bazı hallerde biraz arpa veya buğday, bir parça kuru fasulye, beş, on hurma deveye bütün bir gün yeter. Hayvan vâhaya geldiği zaman bulabildiği otları da yiyerek açlığını gidermeye çalışır. Pek az hayvanın yiyebileceği sertlikteki dikenleri de yer. Fırsat bulursa yularını geveler, hasır, sepet gibi şeyleri de yemeye kalkıştığı olur.

Devenin saatlerce hiçbir şey yemeden durabilmesi, vücudundaki yağları yakarak bir süre kendi kendini besleyebilmesindendir. Sırtındaki hörgüç aslında bir yağ deposudur. Uzun süren bir çöl yolculuğunda bu hörgücün yavaş yavaş küçüldüğü görülür. Deve fırsat buldukça pek çok su içer, bu suyu da midesindeki boşluklarda gerektiği zaman kullanmak üzere depo eder. Böylece, deve en sıcak bir havada kızgın kumlar üzerinde 200-300 kiloluk bir yükün altında 5-6 gün hiç su içmeden yol alabilir.

Deveye pek yaklaşmaya gelmez. Hiçbir sebep yokken birden bire kızar, etrafındakileri tekmeleyip ısırmaya kalkar. Çok kindar bir hayvandır. Kendisine kötülük edenleri uzun zaman unutmaz. Sahibini pek tanımaz, ona nadiren önem verir. Hiddetli, inatçı, anlayışsız bir hayvandır. Deveye hendek atlatmak sözü buradan gelir (Hayat Ansiklopedisi, “Deve” C. 2: 934).

Osmanlılarda yeniçeri ocağının cemaat ortalarındaki deveci ortalarının en kıdemlisine “ başdeveci” denirdi. Devecilere de “şütürbân ağa” denilirdi. Deveciler, sorguçlarına balıkçıl tüyü takarlar ve Dîvâna gittikleri zaman samur ve vaşak kaplı kadife üst giyerlerdi (Pakalın, 1983: 163). Ayrıca develerin önünde onların yularını tutarak götüren kişiler hakkında kullanılan bir tabir de sarbandır. Develerin boynundaki yular bir çenber şeklinde olurdu. Sarban da bu yulardan tutarak deveye yön verirdi. Padişah bir sefere çıkacağı zaman onun çadırını, konaklayacağı yere bir deve sürüsü taşımaktaydı (Özkan, 2007: 145).

Kur’an-ı Kerim’de A’raf Sûresi’nin 40. âyetinde kâfırlerin cehennemden çıkmalarının imkânsızlığını ifade için “Hattâ yelice’l-cemelü fî semmi’1-hıyati’” buyruluyor. Yani deve iğne deliğinden geçerse kâfirler de cehennemden çıkar (Tarlan, 2005: 220). Ayrıca Hazret-i Peygamber’in hicret esnasında Medine’de Ensâr’dan kime misafir olacağını devesine bırakmıştı. O da Ebû Eyyûb-ı Ensârî’nin evinin önünde çökmüş, Hazret-i Muhammed de o eve misafir olmuştu (Tarlan, 2005: 533).

Bütün peygamberlere nübüvvetlerini ispat edecek hidâyet mûcizelerinin verildiği hususu kabul edilmekle birlikte Hz. Salih öncesi enbiyaya ne tür hidâyet mûcizeleri verildiği hususu Kur’an’da açıkça zikredilmemiştir. Bu itibarla peygamberliğini ispat etmek ve muhataplarını ikna etmek üzere hidâyet mûcizesi gösterdiği açıkça ifade edilen ilk peygamber Hz. Salih’tir. Rivayetlere göre Hz. Sâlih, şekil ve özellikleri kavmi tarafından belirlenen bir dişi deveyi onların talepleri doğrultusunda sarp kayadan çıkarmıştır. Örneğin Râzî, A‘raf 7/73. ayetin tefsirinde söz konusu rivayeti

şöyle aktarır: “Onlar Salih’ten bir mûcize istediler. Bunun üzerine Salih, “Ne

istersiniz?” dedi. Onlar, “Bayram günü bizimle beraber çıkarsın, biz de putlarımızı çıkarırız. Sen ilahından istersin biz de putlarımızdan isteriz. Eğer senin duanın eseri ortaya çıkarsa biz sana uyarız, yok eğer bizim duamızın eseri ortaya çıkarsa sen bize uyarsın, dediler. Bunun üzerine Salih, onlarla birlikte (sahraya) çıktı. Onlar, Hz.

Salih’ten muayyen bir kayadan dişi bir deve çıkarmasını istediler. O da, bunu yaptığı takdirde kendisine iman edip peygamberliğini kabul edeceklerine dair onlardan söz aldı. Daha sonra iki rekât namaz kıldı ve Allah’a dua etti. Bunun üzerine belirtilen kaya tıpkı bir hamilenin karnında yavrusunun hareketlenmesi gibi hareketlendi ve sonra yarılıp ortasından dişi bir deve çıktı. Bu son derece büyük bir deve idi...” (Bulut, 2004:144- 145).

“Eğer deve Zâtî’nin ne yükler çektiğini işitse, şaşkınlıktan sarhoş olur”: Ne yükler çekdügin ‘ışkunda Zâtî

Đşitse üştür-i ser-mest ola deng (C.2, G.742/7)

4.2.5.1. Deve ile Đlgili Tasavvurlar