• Sonuç bulunamadı

Öküz ile Đlgili Tasavvurlar 1. Adû

ATIN YÜRÜYÜŞLERĐ

4.2.18.1. Öküz ile Đlgili Tasavvurlar 1. Adû

Dîvân şairleri aşk hastalığını ifade için genellikle derd kelimesini kullanmışlardır. Derd, sözlükte: “gam, keder, kasavet, acı, ağrı, sızı” gibi anlamlara gelir. Âşık, öküz olarak nitelendirdiği rakibin elinden çok çekmiştir, dertlerine bir yenisi eklendikçe artarak dertten servet yapmıştır. Sevgiliden dertlerine derman olması için doktoru olmasını istemektedir. “Ey dost (sevgili), yetiş, doktorum ol. Derdin öküz düşman (rakip)ın elinden çoğaldı”:

Tabîbüm ol yetiş ey dôst derdün

‘Adû-yi sevr elinden serveti var (C.1, G.483/5)

4.2.18.1.1. Biryân

Kuzu maddesinde de bahsi geçen bu beyitte, güneş sevgilinin Zâtî’ye dert ile âh ettirmesi sonucu âhları gökyüzüne çıkmakta ve âh ateşi de boğa ve kuzunun kebap olmasına neden olmaktadır:

Zâtî’ye derd ile ah itdürme yohsa ey güneş

Çarh tennûrınde sevr ile hamel biryân olur (C.1, G.161/7)

Şair, rakibin akrepliğinden bahsederken gökteki Akrep ve Boğa ve Oğlak burçlarına da

(rakibin) misafiridir. Bu yüzden sabaha kadar Boğa ve Oğlak burçları âhımdan kebap olacaklardır”:

Bu gice ol meh rakîb-i ‘akrebün mihmânıdur

Subh olınca ahumun sevr-ü-hamel biryânıdur (C.1, G.269/1)

4.2.19. Pars (Bebr)

Kedi cinsinden, kaplana benzeyen yırtıcı bir hayvandır. Asya’nın Hindistan gibi sıcak ülkelerinde ormanlar arasında yaşar. Pars, etoburlardan, çok yırtıcı bir hayvandır; boy ve ağırlık bakımından kendinden çok daha büyük hayvanlara, hatta silahlı insanlara bile saldırır. Otların aralarında gizlenerek, ağaçların sık yaprakları arasında saklanarak sabırla avını bekler. Yakınından geçen avının üzerine büyük bir çeviklikle atlayarak parçalar. Parsın kirli sarıya yakın postunun üzerinde siyah benekler bulunur, çok ender olarak tamamen siyah parslar da vardır.

Parsın Afrika’da yaşayan cinsine leopar denir. Leopar da pars gibi son derece yırtıcı bir hayvandır. Postunun üzerinde siyah dalgalar halinde lekeler vardır. Ağaçlar arasında avlanır. Jaguar da parsın Amerika’da yaşayan bir cinsidir. Buna Amerikan kaplanı da denir. Daha çok Güney Amerika’da bulunur. Çok yırtıcı, kan dökücü olan jaguarın sarı postu üzerinde siyah halkalar vardır. Gene Amerika’da yaşayan iki jaguar cinsine de puma ve çita denir (Hayat Ansiklopedisi, “Pars” C.5: 2604).

Pars, çok çevik ve yırtıcı bir hayvandır. Uykuyu fazla sever. Araplar uykuya rahata fazlaca düşkün kimseler için “pars gibi uykucu, pars gibi geriniyor” derler. Aristo der ki: “Pars, arslan ile kaplan arası bir mahlûktur. Her ikisine de benzer tarafları vardır. Kaplan gibi gazaplıdır. Avının üzerine atıldığı zaman, onu alt edinceye kadar mücadeleyi bırakmaz. Şeraite göre eti yenmez. Rüyada pars görmek ne dost, ne düşman olduğunu belli etmeyen bir kimseye delalet eder. Bir başka kavle göre de izz-ü rif’ate işarettir (Demirî, 1973: 225- 226).

Kaplana benzeyen kedi yapılı, gayet büyük, üstü yol yol tüylü bir hayvan olan pars (bebr), saldırdığı zaman tüyleri öyle bir kabarırmış ki gören ürkermiş. Bu haldeyken aslan bile ondan korkup kaçarmış. Böbürlenmek kelimesinin bebr’den geldiği sanılmaktadır. Efsaneye göre bu hayvanın derisine ok, kılıç, mızrak gibi savaş aletleri

işlemezmiş. Onun için bu deriden zırh yapılırmış. Güya bu zırhı giyenler ateşte yanmaz ve suda boğulmazlarmış. Bu deriden kürk yapılsa aynı etkiyi gösterirmiş (Pala, 2003: 71).

Elif çekmek, vücudu yaralamak; üzüntü, matem ve bazen de cesaret göstergesi anlamına gelen bir davranış biçimidir. Kesici aletlerle göğse yaraların açılması ve sonra da dağlanmasıdır. Bugün bile bazı insanlarda görülen bu davranış, Osmanlı’da ritüel olmasa bile, görüldüğünde garipsenmeyecek kadar bilinen bir durum idi (Şentürk, 1996: 119).

Çocuk iken yahut pek genç yaşta tahta oturtulan padişahların “cülûs” denilen tahta oturma törenindeki muhteşem giyim kuşamları, alınlarının ortasına ve iki kaşın arasına koyu siyah mürekkep ile bir elif harfi yazılarak tamamlanırdı; çocuk yahut küçük delikanlı padişahın, alnında Allah adının (ism-i Celâlin) ilk harfi ile o gün kendisine sadâkat yemini verecek devlet ve ordu erkânına heybetli, Celâlli görüneceğine inanılırdı (Koçu, 1969: 101).

Ma’nî, “mana ve rüya”; bedi’ “mükemmel bir şekilde icat eden, eşi ve benzeri olmayan, estetik” anlamına gelen bir kelimedir. Şerh, “açma, ayırma, açıklama” beyân ise “anlatma, bildirme” anlamındadır. Şairin kendisini cömertçe övdüğü ve mübalağalı anlatımın doruklarında dolaştığı bu beyitte Zâtî, şiirlerinde manayı mükemmel bir

şekilde icat ettiğini, anlattığını ifade etmektedir. O, manada pars gibidir. Pars olan âşık

elif gibi zayıf bedenine yaralar açmıştır. Yani sevgilinin aşkından gönlü yaralanmıştır. Onun pars olmasına sebep de ona böyle şiirler yazdıran sevgilidir. :

Şol kadar çekdün elif cismümde şerh olmak bedî’

Zâtî’yi ma’nîde bir bebr-i beyân itdün yine (C.3, G.1242/5)

4.2.20. Ruh [Gergedan veya Büyük bir kuş (Ankâ)]

Ruh, Ömer Ferit Kam’ın Âsâr-ı Edebiye Tetkikatı adlı eserinde “gergedan yahut büyük bir kuş” olarak karşımıza çıkmaktadır (Çeltik, 1998:151). Osmanlıca- Türkçe lûgatte ise Ankâ kuşu ve bu kuşun adına verilen satranç taşlarından biri olarak geçer (Devellioğlu, 2003: 897). Ruh aynı zamanda yanak demek olup satrançta “kale” adıyla bilinen taştır. Ruh, “Ankâ kuşu” demektir. Bu kuştan kinaye olarak satranç oyununda

düz hareket eden iki taşa ruh denir. Bu gün bu taşlara “kale” diyoruz. Ancak şâir bu kelimeyi çok zaman yanak anlamıyla tevriyeli kullanır (Pala, 2003: 392).

Aslının hırbâ olduğunu Đbni Kemâl merhum Dekâyıku’l-Hakâyık’ta yazar. Güya bu kuş gergedanı pençesiyle kaldırıp götürürmüş. Ruh gergedan demektir. Burhan-ı Katı’da ruh, ismi olup cismi olmayan bir canlıdır. Fil ve gergedanı kapıp çocuklarını doyurmak için götürür derler. Bu canlıyı kuş cinsinden kabul ederler. Türkistan ile Çin arasındaki çöllerde bulunur, diye yazmaktadır (Çeltik, 1998: 178). Biz bu kuşu altıncı bölümde ele aldığımızdan dolayı bu bölümde gergedan anlamını inceleyeceğiz.

Gergedan, tektoynaklılar takımından, çok iri ve ağır gövdeli beş memeli türünün ortak adıdır. Afrika’nın güneyi ve doğusu ile Asya’nın tropik bölgelerinde yaşayan bu beş türün yanı sıra, aynı familyanın birkaç düzine kadar fosil cinsiyle tanınan soyu tükenmiş üyelerine de çoğu kez gergedan adı verilir.

Bugün yaşayan gergedanların ayırt edici özelliği burunlarının üstündeki boynuzlarıdır; Rhinoceros cinsinin iki türünde bir, öbür üç cinsin üyelerinde iki boynuz bulunur. Boyutları, uzunluğu 2,5 m, omuz yüksekliği 1,5 m.den yaklaşık 4,3 m uzunluğunda ve 2 m ye kadar değişir. Ağırlıkları ise en iri türlerin erişkinlerinde üç-beş tona ulaşır. Özellikle omuz ve kalça bölgelerinde geniş kıvrımlar yapan derileri son derece kalındır (Ana Britannica, 1988, c.9: 401).

Gergedanın bu kale gibi iri cüsseli oluşu özelliği sebebiyle satrançtaki kale taşına bu ad verilmiş olabilir. Âşık canını satrancın en değersiz ve en çabuk alınıp verilebilen taşı olan beydak (piyon) olarak düşünmüş olup hem yanağını kastederek saçını çekip açmasını istemekte hem de satranç taşı olan kaleyi açarak piyonunu almasını istemektedir. Âşık, sevgilinin yanağını açınca ruhunu teslim edeceği gibi oyunda da âşığın canı olarak tasavvur edilen piyon taşını kaybetmektedir. Bunu da oyunun kuralları gereği yapmakta, korkusuz padişah (sevgili) yani şah taşı fil taşı ve at taşını oynatarak yani bu hayvanları âşığın üstüne salarak yapmaktadır:

Aç ruhun cân beydâkın al didügümçün ‘âşıkun