• Sonuç bulunamadı

Deve ile Đlgili Tasavvurlar 1. Akıl

ATIN YÜRÜYÜŞLERĐ

4.2.5.1. Deve ile Đlgili Tasavvurlar 1. Akıl

Mahmil develerin sırtlarına yük taşımak için takılan büyük sepet demektir. Mehâr ise devenin burnuna geçirilen halka ve yular manasına gelir. Beyitte nakâ, âşığın aklı için benzetilen olmuştur. “Mecnûn mahmile atlayarak oturan Leylâ’yı görünce akıl devesinin yularını elinden bıraktı”. Mecnûn’un cünûnluk hali böyle bir sebebe bağlanmıştır:

Mecnûn ki gördi Leylî-i mahmil-nişîni cest

Elden bırakdı nâka-i ‘aklun mehârını (C.3, G.1661/2)

4.2.5.1.2. Ceres

Ceres çan demektir. Kiliselerde belli vakitlerde çalınır. Ayrıca kervanlarda kervanın konup göçmesini haber vermek üzere develerin boynunun alt tarafına takılır. Dîvân

şiirinde gönül, şekil ve çıkardığı ses bakımından çana benzetilir (Serdaroğlu, 2006:

152). Arapça çan veya zil sesini ifade eden bir kelimedir. Kahr ile meczolmuş olarak kalbe gelen Đlâhî hitabın icmali manasında kullanılan bir terim. Peygamber Efendimize (s) bu şekilde gelen vahiy, vahyin en çetin olanıydı (Cebecioğlu, 2004: 115).

Mevlâna aşkı anlatırken efsanevi aşk kahramanları Leylâ ile Mecnûn ile ilgili küçük hikâyeler anlatır. Leylâ ile Mecnûn’un birer sembol olarak kullanıldığı hikâyelerden ikisi şöyledir:

“Mecnûn, Leylâ’nın köyüne gitmek için yeni yavrulamış bir deveye binip yol almaya başladı. Mecnûn’un tek derdi bir an önce Leylâ’ya kavuşmaktı. Geride bıraktığı yavrusunu düşünen devenin ise tek derdi geriye dönmekti. Mecnûn kendisindeyken deveyi Leylâ’nın köyüne doğru sürüyordu. Bir an dalıp gitse, elinden yuları gevşetse, deve bunu hissediyor, hemen geri dönüp yavrusuna doğru koşuyordu. Mecnûn kendine gelip baktığında ulaştıkları yerden çok daha geride olduklarını fark ediyordu. Bu yolculuk iki üç gün bu şekilde sürdü. Bu hâle şaşıran Mecnûn, bu yol böyle bitmeyecek diyerek, deveden indi. Deveye: Ey deve, ikimiz de âşığız fakat aşklarımız birbirine zıt! Bende Leylâ’nın aşkı, sende de yavruların sevgisi oldukça seninle arkadaşlık edemeyiz. Eğer bu beraberliği sürdürecek olursak, vuslata erişmek için iki adımdan ibaret olan bu yolu hiçbir zaman bitiremeyiz. Gerekirse sevgiliye yuvarlanarak giderim, deyip deveyi serbest bıraktı”.

Bu hikâye ilk bakışta Leylâ ile Mecnûn’un efsanevi aşklarından bir sahne gibi görünmektedir. Elbette ki maksat Leylâ ile Mecnûn’un aşklarını anlatmak değildir. Hikâyede Mecnûn, ezeli sevgiliye (Leylâ) âşık ruhu, deve ise yavruları heva ve heves olan nefsi temsil etmektedir. Soyut unsurların somutlaştırılarak anlatıldığı bu hikâyede Mevlânâ, dizginleri bırakıp nefsin götürdüğü yere gitmeyin demektedir (Alıcı, 2008: 4- 5).

Bu beyitte şair, Mecnûn’un, Leylâ’nın devesinin boynuna salınmak için feryat ile bir çana, çıngırağa döndüğünü söylemektedir:

Leylînün nâkasınun boynına salınmag içün

Döndi zengûlede feryâd ile Mecnûn cerese (C.3, G.1302/4)

4.2.5.1.3. Dağ

“Kays, dağları Leyla’nın deve sürüleri zannettigi için çöllerde daima bu hayvanlara meyl ederdi.” Zâtî, Mecnûn’un dağları tercih etme sebebini Leyla’nın kabilesinin deve sürüleri zannetmesine bağlamış ve hüsn-i tâlil sanatının imkânlarını kullanmıştır.

Burada şairimiz Mecnûn’un hayal dünyasından yola çıkarak dağları, Mecnûn’un dağlara olan sevgisini sevgilinin kabilesinin develeri zannetmesine dayandırmaktadır (Kahveci, 2006: 15- 16):

Sanurdı Kays kühsârı katâr-ı nâka-i Leylî

Anun çün ana sahrâdan iderdi dâyimâ meyli (C.3, G.1566/1)

4.2.5.1.4. Dalga

Katar, birbiri ardınca sıralanmış hayvan özellikle de deve sürüsüdür. Bu beyitte deve sürüsü denizdeki dalgalara teşbih edilmiştir. “Mecnun ne zaman ki denizin yüzünde sayısız dalga görse, çölün yanında Leylâ’nın deve sürüsü sanar”:

Ne dem kim mevc-i bî-had görse Mecnûn rûy-i deryâda

Katâr-ı üştür-i Leylî sanurdı sûy-ı sahrâda (C.3, G.1433/1)

4.2.5.1.5. Ser-mest

Aldığı içki tesiriyle kendinden geçmiş olan kimseler için sarhoş, mest veya harâbâtî tabirleri kullanılır. Osmanlı toplumu Müslüman bir toplumdu ve bu yüzden içki içmek çoğu zaman yasak edilmişti. Meyhaneleri de Türkler işletemediğinden Rumlar ve Yahudiler işletirlerdi. Bazı gözlemciler tüm yasaklara ve yakalanıp ceza görme riskine rağmen Türklerden de çoğu kimsenin, özellikle devşirmelerin, yeniçerilerin ve diğer savaşçıların gizli gizli içtiğini kaydeder. Öyleki bu kişiler zaman zaman sosyal hayatta asayiş problemlerine neden olmuşlardır (Özkan, 2007: 248).

Gaşiye Suresi'nin 17. ayetinde üzerinde dikkatle düşünülmesi ve ibret alınması gereken bir hayvandan, "deve"den bahsedilmektedir. “Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere nasıl yayılıp döşendi? Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca öğüt verici bir hatırlatıcısın”(Gaşiye Suresi, 17- 21).

Deveyi “özel bir canlı” yapan, en ağır şartlardan bile etkilenmeyen vücut yapısıdır. Bu öyle bir vücuttur ki açlık ve susuzluğa günlerce dayanır, günler boyu, sırtında yüzlerce kilo ağırlıkla yol katedebilir. Develer, 10 dakikada ağırlıklarının üçte biri oranında su

içerler. Bu miktar kimi zaman 130 litreyi bulabilmektedir. Sarhoş deve coşar köpürür, ne varsa kırar döker. Söylendiğine göre deve sarhoş olduğu zaman kırk gün yem yemez ve her zaman taşıdığının bir kaç katı kadar yük sırtına vurulsa yükleneni taşımazlık etmez.

Zâtî, kendisini halk arasında sarhoş deveye benzetmekte, çanında yani gönlünde zil ile yüksek sesli bağırıp çağırmasının olduğunu söylemektedir:

Bir üştür-i mestem sanemâ halk arasında

Var zeng ile âvâze figânum ceresinde (C.3, G.1459/1)

4.2.5.1.6. Sôfî

Şairler rakîbe olduğu gibi sôfîye olan öfkelerini de nihayet küfürle teskine çalışırlar.

Bunun için de insani zevklerden mahrum gördükleri bu tipi en yaygın olarak hayvan olarak nitelerler. Onlara göre sôfî insan olamaz. Sôfîlerin şarap müptelası ve sefahat düşkünü olabildikleri de bilinen bir gerçektir. Müselles iddialarının da dışında çoğu

şairlerin açık ifadelerine göre sonunda sôfîyi meyhane köşelerinde yatıp kalkar, şarap

içip afyon çeker ve mahbûb peşinde koşar bir halde görürüz (Şentürk, 1995: 72- 73). “Sôfî, içki içip sarhoş bir deveye dönmüştür. Birdenbire beni görünce deve gördün mü dedi”:

Bir üştür-i ser-meste dönmiş mey içüb sôfî

Nâ-gâh beni gördi didi deve gördün mi (C.3, G.1571/2)

4.2.6. Domuz (Hınzîr, Hûk, Tonuz)

Geviş getirmeyen çift parmaklı memelilerden olan domuzun ağır, şişman bir vücudu vardır. Başı kalın ve kısa bir boyunla gövdeye bağlıdır. Köpekdişleri çok gelişmiştir, bilhassa erkekleri bunları korunma silahı olarak kullanırlar. Domuzlar daha çok bitkisel besin maddeleriyle beslenirse de, evcil olanları ayrıca hayvanî maddeler, hatta pislik ile bile yiyerek beslenirler. Yemek artıkları, ölmüş hayvan eti, bozulmuş otlar gibi akla gelebilen her şey, domuzların büyük bir iştah, açgözlülükle yiyebileceği maddelerdir. Erkek yaban domuzlarının köpek dişleri çok gelişmiştir. Hayvan bunu bir koruma silahı olarak kullanır. Öteki dişleri ot yiyen hayvanlarınki gibidir. Mantar, kök,

kozalak, filiz, böcek, kurt, salyangoz, fare yaban domuzunun başlıca besin maddeleridir. Rastlarsa leşleri bile yer. Burnunu iki yana uzatarak kendine yiyebilecek

şey arar. Birçoğu tarlalara girerek büyük zararlara yol açarlar. Patates, turp gibi bahçe

bitkilerinin köklerini söker, ekinleri devirirler.

Đslamlıkta ve daha bazı dinlerde domuz eti yemek dince yasak edilmiştir. Eski

Mısırlılar, Fenikeliler de domuz eti yemezlerdi. Bugün de Đslamlığı kabul etmiş memleketlerin yerli halkı genel olarak domuz eti yemez. Buna da sebep domuz etinde trişin adı verilen bir kurtun kurtçuğundan bulunmasıdır. Domuz eti iyice pişirilmeden yenirse bu kurtçuk insanın bağırsağına geçer. Tehlikeli deri ve bağırsak hastalıklarına yol açar (Hayat Ansiklopedisi, “Domuz” C.2: 955).

Đslam dini insanı maddi ve manevi her türlü zarardan korumak için birtakım kurallar

koymuş, bu arada beslenme konusunda da bazı temel prensipler belirlemiştir. Đnsana zarar verebilecek pis ve kötü her şeyi yasaklamış, temiz, güzel ve faydalı olanı da helal kılıp serbest bırakmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de açıkça belirtilmiştir: “Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı”.

Domuzun haram kılınmasındaki hikmetlerin neler olduğunu bugün ilim ve modern tıp tam anlamıyla tespit edip ortaya koymuş olmamakla beraber bu hayvanın birçok hastalık sebebini bünyesinde taşıdığı ve insan sağlığına verdiği zararların öldürücü boyutlara ulaştığı bilinmektedir. Bu konuda yapılan araştırmalar, hayvan etleri arasında en çok domuz etinin insana hastalık bulaştırma özelliğine sahip olduğunu ortaya koymuştur.

Domuzun her türlü pislik ve leş yemeye düşkün, obur, hantal ve hayvanlar arasında vücut temizliği yapmayan hemen hemen tek canlı niteliğini taşıması sebebiyle olacaktır ki onu yiyenler de dahil bütün dünya milletlerinin dillerinde domuz kelimesi hakaret ifade eden cümleler içinde yer almıştır (Ataseven ve Şener, 1994: 507- 508). Bu beyitte “Yavuz baş ıssına domuz güttürür” atasözü yer almaktadır. Biri, suçunu zarar verdiği kimseye yüklediğinde söylenen “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” ile aynı anlamda bir atasözüdür. Âşığın bağrında baş çıkması yaralarının ya da çıbanın baş vermesi olarak düşünülmüş olmalıdır:

Gütsem ‘aceb mi düşmeni bagrumda çıkdı baş

Şâhum yavuz baş issine hınzîr gütdürür (C.1, G.415/3)

4.2.6.1. Domuz ile Đlgili Tasavvurlar