• Sonuç bulunamadı

ATIN YÜRÜYÜŞLERĐ

4.2.15.1. Köpek ile Đlgili Tasavvurlar 1. Arkadaş-Bey

4.2.15.1.8. Gam-Gussa

Köpek havada uçan şahbazın yere inmesini dört gözle beklemektedir. Bu durum ârif olanın gamlanınca meyhâneye gidip oturmasına benzer. Gam âşıkları can evinden yakalalar, âşıkların kurtuluşu ise bâdededir ve yeri de meyhânedir. Burada köpek ârifin gamına benzetilmektedir. Padişahın av merasimlerinde köpekleri kullandığı bilinir. Köpekler, yakalanan avı bulup segbâna, segbân da padişâha iletir. Bu da âşıkların gamının onları meyhâneye, meyhânede içilen içkinin de onları ruh coşkunluğuna ulaştırmasına benzer:

Gam irişdükce varur ‘ârif olan mey-kedeye

Her kaçan seg ire şeh-bâz nişîmen gözedür (C.1, G.305/8)

Bu beyitte Zâtî, artan kederini düşman köpeğine benzetmektedir. Zâtî’nin kederi düşmanların köpekleri gibi artmaktadır, bu sebeple de Zâtî, zayıf bedeninin hali ne olur diye endişelenmektedir:

Zâtî za’îfün âhır ey gussa nola hâli

4.2.15.1.9. Hasûd

Koculmak, sarılmak ve kucaklanmak anlamlarına gelmektedir (Yeni Tarama Sözlüğü, 1983: 142). Zâtî, kıskançları, çekemeyenleri köpek gibi canını acıtarak bağırtmasını, rakibi ise dert ile inletmesini, âşıkları ise şereflendirmesini istemektedir:

Hasûdı seg gibi sinlet rakîbi derd ile inlet

Müşerref eyle ‘uşşâkı öpül ‘ömrüm kocul ‘ömrüm (C.2, G.964/4)

4.2.15.1.10. Kemik

Sevgilinin yüzünü görmek için mahalleye gelen ve âh u figân eden âşıkları köpekler rahat bırakmamakta ve aşk derdiyle bir deri bir kemik kalmış olan zayıf vücutlarındaki kemiklere (üstühân) saldırmaktadırlar. Âşık da sevgiliye yanaşabilmek için buna katlanmaktadır. Eski zamanlarda geç saatlerde köpekler yüzünden sokaklarda dolaşmak zor olduğundan, insanlar yanlarına ciğer ve kemik parçaları alarak sokağa çıkar ve kendilerine saldıran köpekleri bunlardan atarak uzaklaştırırlarmış. Bu yüzden ciğerci dükkânlarının gece geç saatlere kadar açık bulundukları rivayet edilir. Âşık da kendisine saldıran ve gürültü çıkararak rakibi uyandıran bu köpekleri zayıf vücudundaki kemiklerle ve yaralı gönlüyle oyalayarak sevgilinin kapısı eşiğine gelebilmektedir.

Muratlarına eremeden ölen âşıklar, öldükten sonra bile aşklarında sebat etmektedirler. Mezarlarından yayılan muhabbet kokusu sayesinde âşıkların kemiklerini bulan köpekler, onları toprak altından çıkarmakta ve kemiklerini sağa sola dağıtmaktadırlar. Burada Dîvân edebiyatındaki iki önemli nokta karşımıza çıkmaktadır. Rakip, sevgiliye ulaşmak isteyen âşığa sürekli engel çıkardığı ve sevgilinin peşinden hiç ayrılmadığı için köpeğe benzetilir. Dolayısıyla âşığın öldükten sonra bile muhabbetinin devam etmesine engel olmakta ve onun mezarını dağıtmaktadır. Diğer bir husus da kemik üzerine nâme yazılması âdetine telmihte bulunulmasıdır. Mezarındaki kemiklerini dağıtan bu köpekler sayesinde sevgiliye öldükten sonra bile arz-ı muhabbeti uman âşıklar, bu yüzden bu durumdan aslında rahatsız da değillerdir (Kaçar, 2008: 42). Aşağılık kimsenin ağzını kapamak için ona bir çıkar sağlamak yeterlidir. “Đt ağzını tutar kemik” her insanın hoşuna gidecek bir şeyin bulunduğunu ve itten zarar

görmemek için kemikle dolaşmak gibi bir tedbirin ifadesi olan bir atasözüdür ve aşağıdaki iki beyitte aynen geçmektedir:

Kendüni göster ki Zâtî tuta düşman agzını

Bu mesel meşhûrdur it agzını tutar kemik (C.2, G.792/5)

Beni ey dôst düşman gördi tîz agzın hemân tutdı

Görenler didiler anı it agzın üstühân tutdı (C.3, G.1778/1)

Şairlerin rakibi köpeğe benzetmeleri sırasında en çok kullandıkları ifade, zayıflıktan

artık kemikleri sayılır hâle gelen âşığın vücudunu kemiğe benzeterek köpek-kemik irtibatını işleyen alay ve hiciv dolu sözlerdir (Şentürk, 1995: 78). Zayıflıktan artık kemikleri sayılır hale gelen âşığın vücudunu Hümâ sevgili ile köpek rakip hilali âşığın kemiğine benzeterek birbirine gösterirler:

Ol hümâ ile rakîb-i seg hilâli Zâtî’yâ

Bir birine gösterürler üstühânum sandılar (C.1, G.310/7)

Zâtî, rakibin her dem âşığı çekiştirmesini “Rakibin ağzından (çekiştirmek için) ben zavallının düşmemesi, sanki köpeğin ağzından kemiğin düşmemesi gibidir” anlamında

şöyle ifade eder:

Dehânından rakîbün ben za’îf-ü-nâ-tüvân düşmez

Hemân bir segdür agzından sanasın üstühân düşmez (C.2, G.542/1)

Köpekler kemikten hoşlanırlar. Terbiye edilmiş köpekler sahiplerinden başkasının verdiği şey yağlı kemik de olsa iltifat etmezler. Çobanlar sürüsünden davar çalmak istedikleri zaman sürüye çıplak yanaşırlar. Çünkü çıplaktan davarlar ürkmezler, en has köpekler bile bu acayip mahlûka karşı ses çıkarmazlar. Yalnız, koklamak, kucaklamakla iktifa ederler. Hırsız da bu ara elindeki yağlı kemiği köpeğe yalatır, atar, köpek kemikle meşgul olurken gözünün kestiği bir davarı yakalayıp sürünerek uzaklaşır. Hırsız hilesini daima erkek köpeğe tatbik eder. Dişi nadiren bu hileye kapılır. Başka hırsızlıklarda da kemik atarlar (Onay, 2007: 246).

Aşk şarabın ile sarhoş olanlar, köpeklerin kemiklerinden sarhoş olup uluması gibi onlara uyup inlemesini bırakmaz:

Şarâb-ı ‘ışkun ile mest olanlar üstühânından

Figân kim itlerün mest oldı uyunmaz figânından (C.3, G.1236/5)

“Ey Zâtî, o köpek rakibe zayıflığığını gösterdiğin için o da canını ve etini kemik yerine koyup yedi”:

Gösterdün it rakîbe çü Zâtî za’îfüni

Yidi zivirdi ile etin üstühân kodı (C.3, G.1741/7)

4.2.15.1.11. Müdde’î

Zâtî, âşıklık iddiâsında bulunanları da azgın köpeğe benzetir ve onların kalbini de taşa teşbih ederek korunmak için eline alır:

Müdde’înün nola alursam eger gönlin ele

Taş alur destine görse kişi yavuz köpegi (C.3, G.1735/5)

4.2.15.1.12. Nefs

Gazâlî, “Köpek olan eve melek girmez” hadisini yorumlarken der ki “Ev kalptir, köpek de nefs; kin, haset, öfke ve hırs oradaki köpeklerdir. Kalbini bunlardan temizle ki melek gelsin”. Hallac Keşmir’den dönerken yanında iki köpek vardı. Şeyh Ebu Abdullah onu zaviyesine davet etti. Kendisi sofradan kalkıp yerini Hallac’a ve köpeklerine verdi. Ama müritleri bu işi hiç hoş karşılamadılar. Nasıl olur da şeyh kendi yerini köpeklere bırakır, diye düşündüler. Durumu fark eden şeyh buyurdu ki: “O’nun köpekleri kendisinin kullarıdır, emrine uyarlar. Bizim (nefs) köpeğimiz ise içimizde, biz ona uyuyoruz, peşinden koşuyoruz. Köpeğe tabi olanla, köpeği kendisine tabi olan hiç bir olur mu? Bir zat anlatıyor: Bağdat pazarında bir Yahudi ile tartıştım, kızdım ve: “Köpek Yahudi!” dedim. O sırada oradan geçen Hallac bana sert bir şekilde baktı ve “Nefs köpeğini iyi koru” dedi. Ebu Hasan Harakani şöyle derdi: “Allahım! Bana öyle bir köpek verdin ki kullarına saldırmaması için onu zor zaptediyorum” (Uludağ, 1998: 19).

“Nefs köpeğini hakir (görüp), zavallı (edip), aç bıraktığından beri tasmamız emsalsiz av ile doludur”:

Hâr-ü-miskîn-ü-gürisne eyleyelden nefs itin

Sayd-ı bî-mânend ile pürdür kamu fitrâkümüz (C.2, G.498/6)

Beyitte yer alan “iti” kelimesi hem “it”in belirtme hali almış şeklidir hem de “şiddetli, keskin, sert” anlamında kullanılan ayrı bir kelimedir. Şairimiz bunu cinaslı bir şekilde kullanmıştır. “Benim nefsimin iti oldukça şiddetlidir. Bu hali gören itler vah vah, yazık dediler”:

Benüm nefsüm iti gâyet itidür

Bu hâli gördi itler didi veh vâh (C.3, G.1236/5)

4.2.15.1.13. Rakip

Dîvân edebiyatında âşıkla mâşuk arasına giren ve onların kavuşmasına mani olan tiptir. Âşık için bir düşman, mâşuk içinse bir kıskandırma aracıdır. Sevgiliyle yakın görünür, onunla bir olup âşığa eziyet eder. bu sebeple âşık ile araları sürekli açıktır. Sevgili ne denli güzel vasıflara sahipse, rakibin de o kadar olumsuz vasıfları vardır ve çoğunlukla ite benzetilir (Serdaroğlu, 2006: 57).

Sevgilinin yüzünü görme ümidiyle mahallesinden ayrılmayan âşığın uğraşması gereken büyük bir dert daha vardır: Rakip! Âşık, sevgilinin yanından hiç ayrılmayan, onun kapısı eşiğinde nöbet tutarak onu sevgiliye yaklaştırmayan ve bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de sevgiliden iltifat gören rakipten nefret etmektedir. Âşık, sevgilinin eşiğinde oturması, oradan ayrılmaması ve âşığa engel olması sebebiyle rakibi başta köpek olmak üzere değişik hayvanlara benzeterek ondan şikâyet etmektedir (Kaçar, 2008: 40).

Âşık, sevgilinin kapısının eşiğinden it gibi sabah akşam ayrılmaz, ama yine de sevgili ona bir it (rakip) kadar bile itibar etmez, başını çevirir, görmezlikten gelir. Bununla da kalmaz; rakibe oturulacak en iyi yeri (gönlünü) verir, onu söz sahibi yapar. Zâtî bunu da itin uluması şeklinde yorumlar. Ayrıca sadr kelimesinin yürek, en yukarı, en baş, oturulacak en iyi yer, başkan anlamlarına gelmesiyle sanat yapmaktadır. “Ulu” kelimesi de burada tevriyeli kullanılmıştır. Ulu’nun hem “büyük, yüce” hem de “ulumak fiilinin emir kipi” anlamları göz önünde tutulmalıdır. Bu haliyle bu beyiti kelimelerin farklı anlamlarını düşünerek birkaç şekilde tekrar oluşturmak mümkündür:

Rakîbe sadr gösterdün didün ol fitneye ulu

Benüm bir it kadar veh veh kapunda i’tibârum yok (C.2, G.639/3)

1. Rakibe en iyi yeri gösterip o arabozucuya yüce dedin; benimse kapında bir it kadar itibarım yok.

2. Rakibe yüreğini açıp o arabozucuya yüce dedin; benimse kapında bir it kadar itibarım yok.

3. Rakibe (kapının) en önde yer gösterdin ve o musibete ulumasını emrettin, benimse kapında o it kadar itibarım yok.

Âşık bu beyitte ayrıca “veh veh” ikilemesini kullanarak, rakibi küçültür. Onu, bu sese yakın bir ses çıkaran süs köpeğine benzetir. Âşık bu ikilemeyi “vah” lar içinde kaldığını belirtmek için de kullanmış olabilir. Bu açıdan bakarsak şâir, “vah vah” ikilemesini vezne uydurabilmek için, “veh veh ” şeklinde kullanmıştır.

Bir beyitte de âşığın sevgilinin köpeğinin ayak izleri üstüne düştüğünü gören goncaya benzer sevgili, âşığa “yüzün güller üstüne” diyerek rakibe değer verdiğini tekrar gösterir:

Düşdüm nişân-ı pây-i seg-i dil-ber üstine

Ol gonce gördi didi yüzün güller üstine (C.3, G.1310/1)

Anadolu’da sıkça söylenen “iti öldürene sürütürler” deyimi, ‘bir işe kim başladı ise o bitirmeli’ demek olup aşağıdaki beyitte aynen geçmektedir. Âşık rakibini öldürmüş, onu yerde sürükleyerek götürmektedir. Bu durum şaire bu atasözünü hatırlatmıştır: Öldürdügin rakîbüni ‘âşık sürür yürür

Câna meseldürür bu iti öldüren sürür (C.1, G.208/1)

Sevgilinin gidişi ile hayatı kararan âşık için dönüşüyle her yer cennet olur, rakip ise dükkânında cennete girmiş köpek gibi şaşkına döner:

Rakîbi cennete girmiş ite döndi dükânında

Kudûmından yine ol hûrun oldı çâr-sâ cennet (C.1, G.86/3)

Âşıkın sevgilden ayrı olmasına en çok rakipler sevinir. Çünkü âşıktan üstün olmaya çalışıp sevgilinin yanında kendisi olmaya çalışır. Rakibin bu durum karşısında

sevinmesi haline itlerin gülmesi gibidir. Şair, “Ey dost (sevgili), düşmanlar (rakipler) beni sensiz görüp sevindiler, halime köpekler güler, ben ağlamayayım mı?” diyerek istifham sanatı yapmıştır:

Şâd oldı ‘adûlar beni sensüz görüb ey dôst

Aglamayayın mı ki güler hâlüme itler (C.1, G.273/2)

Bu beyitte de yine bir deyimden faydalanılmıştır. “Kanına susamak” sataşmak, sinirlendirmek, tahrik etmek sonucu başına bir belâ gelmesini sağlamak anlamında kullanılan bir deyimdir. Bu beyitte köpek rakibin harareti arttıkça dilinin dışarıya çıkması susadığının göstergesidir. Şair bunu hüsn-i talil yoluyla suya değil de kanına susadığı şeklinde yorumlamıştır:

Đt rakîbün dili çıkdı susamışdur kanına

Seg zebanını çıkarur galib oldukca ‘ataş (C.2, G.579/2)

Beyitte geçen “talar” ifadesi kuduz hastalığının vücuda bulaşıp yayılması anlamına geldiği gibi burada aşk denizine dalarsan anlamına da gelmektedir. “Derin yüzsem gerek” tabiriyle de kuduz bir köpeğe benzetilen rakibin derisi yüzülerek öldürülmesinin kast edilmesinin dışında aşk denizine dalan rakipten daha derin yüzmesi gerektiği yani ondan daha iyi bir âşık olması gerektiği anlamı da çıkmaktadır:

Rakîbe ben didüm ol gevherün deryâ-yı ‘ışkında

Eger ey seg talarsan sen derin yüzsem gerekdür ben (C.3, G.1162/2)