• Sonuç bulunamadı

A. SEYİRLİK GÖSTERİLERDEN HAPİSHANEYE

2. Yoksullar veya “Suçlu”lar

“Kutsal Kitap”a göre Tanrı, Aden’de bir bahçe yaratmış ve Âdem’i, daha sonra da Havva’yı buraya koymuştu. Bu bahçede bir yaşam ağacı bir de iyi ve kötüyü bilmeye yarayan ağaç vardı ve hepimizin az-çok bildiği bu mite göre, Tanrı ikinci ağacın meyvesinden yemeyi yasaklamıştı. Ancak Havva yılanın kandırmasıyla bu ağacın meyvesinden yemiş ve Âdem’e de meyveden vermişti. Yasak ağacın meyvesinden önce Havva’nın, ardından Âdem’in yediğini anlayan Tanrı insanı lanetleyecekti:

311 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 58.

312 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 33- 35.

90

“RAB Tanrı Âdem’e, ‘Karının sözünü dinlediğin ve sana, Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için Toprak senin yüzünden lanetlendi’ dedi, ‘yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. Toprak sana diken ve çalı verecek, Yaban otu yiyeceksin. Toprağa dönünceye dek Ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın Ve yine toprağa döneceksin.” (Yaratılış 3; 17- 19).313

Kalvenist ethosla, kapitalizmin yeni ahlak anlayışıyla birlikte – hususiyle de 17.

yüzyılın sonundan itibaren- “ilk günah miti”nin bu kez Tanrı’nın çalışmayı, durmadan çalışmayı emretmesi ve aylaklığı yasaklaması bakımından öne çıktığı görülecektir.

Weber’in de “Protestan Ahlakı” dediği bu yeni burjuva/kapitalist ahlaka uygun olmanın yolu her şeyden evvel (cennetten) düşmüş/lanetlenmiş insanın aç kalmamak için mütemadi olarak emek vermesidir. Çalışmak bu düşüncede artık dinî/ilahi bir misyondur.

Asketik idealdekinden farklı olarak yoksulluk kutsaliyetini kaybetmiş, aksine çalışmamak yoksulluğun –iddiaya göre- müsebbibi, yoksulluksa günahkârlığın bir ve en önde gelen biçimi olmuştur.

Bir diğer masalı Marx’tan okumaktayız:

“Evvel zaman içinde, bir tarafta çalışkan, akıllı ve her şeyden önce de tutumlu bir seçkinler grubu, diğer tarafta tembel, ellerine geçen her şeyi ve daha fazlasını har vurup harman savuran bir serseriler grubu vardı.”314

Marx “Kapital”in birinci cildinde “ilksel birikim”i ve bu masalı insanların

“ekmeğini kazanma”ya mahkûm edildiği “ilk günah” masalıyla analoji yaparak anlatmakta, daha doğrusu aktarmaktadır. Nihayetinde burada da bir tarafta sermaye biriktirenler, diğer tarafta ekmeğini kazanmak/çalışmak zorunda olanlar, yani kendi derilerinden başka satacak bir şeyi olmayanlar var.315

313 “Kuran-ı Kerim”deki anlatım için bkz. Fatiha 1; 35- 39. Ayrıca “Kuran-ı Kerim”de de “gündüzün çalışma vakti olarak yaratıldığı” yazar. (Nebe 79; 11).

314 Karl MARX, Kapital- 1. C. (Çev. Mehmet SELİK- Nail SATLIGAN), Yordam Kitap, İstanbul, 2015, s. 686.

315 MARX, Kapital- 1. C., s. 686.

91

“İlksel birikim”in evvelinde vaziyet ziyadesiyle farklı. Yine çalışılmaktadır ancak insanların müşterek kullanımına açık topraklar, otlaklar, şehirlerdeyse doğrudan emeğin karşılığı olmayan, yani esas ücrete ilave birtakım ürünler ya da ürün kalıntılarının ihtiyaçların giderilmesinde kullanılması mevzubahistir. Bu Orta Çağ’ın sonlarına doğru feodal ilişkilerin farklı bir görünüm arz etmeye başlamasıyla alakalıdır. Eric Hobsbawm bu dönemde artık ne serf, ne feodal beylerin eskisi gibi olduğunu belirtmiştir. Yasal ve kısmen de ekonomik manada köylüyle feodal hükümdarların bağımlılık ilişkileri devam etse de, köylüler farklı ölçeklerdeki toprakları kendileri işleyebilecek kadar

“bağımsızlaşmışlardı”. Hobsbawm bu sebeple dönemin Avrupa’sını köylülerin teknik olarak kendi topraklarına sahip oldukları ve beylere de kiliseye de kısmi ödemeler yaptığı, köylü tarımının egemen olduğu bölge olarak nitelendirmektedir.316

Ancak bu çok uzun sürmemiştir. Zira “ilk (günah/) birikim” mecburidir ve kır nüfusunun arz ettiği bu tablo ve mevcut üretim biçimi bunun önünde engeldir. Emek gücü ve sermaye olmadan kapitalist üretim ve haliyle “artık değer” ve nihayetinde sermaye birikimi olamaz. Bahsi geçen bu zincirin ilk halkasının teşekkül edebilmesi için üretim aracı olmadığı gibi, bağımsız köylü, yani üretim aracı sahibi de olmayan bir kitleye ihtiyaç hâsıl olmuştur. Bir başka deyişle işçiyle ya da işçi adaylarıyla mülkiyetin birbirinden koparılışı sermaye birikimine giden yolda mecburi bir aşamadır. Buna -masal bu ya- “özgür işçi”nin/“kurtarılmış insanlar”ın tarihsel öne çıkışı denildiğine de sıkça rastlamak mümkün. Bu türlü bir nitelendirme gayet masalsıdır, zira feodal sömürü ortadan kalksa da yerine ikame olunan kapitalist olanıdır ve bu sömürü biçiminde – işçi için- “özgürlük”, “korunmasızlık”, eni sonu “mülksüzlük” demektir. Artık ne köylünün kendi işlediği toprağı ne de müşterek olarak faydalanılan araziler mevzubahistir.317

316 Eric HOBSBAWM, Devrim Çağı- 1789- 1848 (Çev. Bahadır Sina ŞENER), Dost Kitabevi, Ankara, 2019, s. 25, 26.

317 MARX, Kapital- 1. C., s. 686- 689.

92

“Bu tür gelişmeler sonucunda tarım nüfusu, ya eve iş vermeye dayalı üretim

sisteminin ‘verimsiz’ koşullarının yerini alan yeni manüfaktürlerde yaşamını tüketmeyi kabul etmek ya da deniz aşırı göç, askerlik, denizcilik veya şehirde seks işçiliği arasında bir tercih yapmak zorunda bırakıldı.”318 Linebaugh’un İngiltere için ifade ettiği bu tercih mecburiyetini şanlı Fransız Devrimi’nin öngünlerinde ve akabinde Fransa’da da görmek mümkündür. Fransa’nın farkı kriz içerisinde oluşudur.319 Bu açıdan tarihsel güzergâh farklı bir görünüm arz etse de Fransa’da da toprak mülkiyeti biçim değiştirmiştir. Boş, işlenmemiş ve bu bahisle müşterek kullanıma açık sahaların kalmayışının, toprakların bölünüp parçalanmasının neticesinde çok sayıda insan sefalete sürüklenecektir. “Ve sefalet içinde, ellerinden geldiğince, atları, meyveleri, çalarak yaşayan bu serserilerin, sık sık işsiz kalan tarım işçilerinin köylü yağmacılığı, toprak yağmacılığı yaptığına dair sabit fikir özellikle Fransızlar arasında sürekli var olacaktır. [Yurttaş ve İnsan Hakları Beyannemasi gibi bir ürün veren] Fransız Devrimi’nin büyük sorunlarından biri, bu tür köylü çapulluğunu ortadan kaldırmaktır.”320

Toprağından ve haliyle üretmekten koparılan, sefalete sürüklenen kitleler için ürettiği şeyler, bundan böyle satın almak suretiyle ulaşabildiği ihtiyaç olmuştur. Haliyle

“özgür” işçi de iç pazarın önde gelen cüzü niteliğine bürünmüştür.321 Bu “özgür işçi” aynı zamanda şehirlerde loncaların korunmasından yoksun kalan işçidir, zira bu dönemde köylerdeki çitlemeler neticesinde şehirlere yol almak zorunda kalan, “özgür” daha doğrusu ucuz iş gücü lonca sistemini ve bağımsız çalışan zanaatkârları sarsmak için son

318 LINEBAUGH, s. 267.

319 İngiltere, Hindistan Antiller ve Kuzey Amerika’da hâkimiyet kurmuşken ve bir süper güce dönüşürken, Fransa tam tersi bir noktaya evriliyordu ve haliyle mutlakiyetçi yönetime karşı memnuniyetsizlik artıyordu. Bu memnuniyetsizlik Fransız Devrimi’nin en önde gelen müsebbiblerinden biriydi. Dışarıda yenilgi alan ülke, içindeyse devrimci fikirlerin doğduğu Fransa kriz yaşıyordu. 14 Temmuz 1789 Bastille Hapishanesi’nin basıldığı tarih. Bu aynı zamanda mutlak monarşinin yıkılması, meclisin hâkim olması, Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Beyannemasi’nin yayınlanması demek olacaktı. FAULKNER, s. 164, 165, 172, 173.

320 FOUCAULT, “Hakikat ve Hukuksal Biçimler”, s. 236.

321 MARX, Kapital- 1. C., s. 714, 715.

93 derece işlevseldir. Üstelik endüstri –mesela Londra’da- loncaların yetki alanı dışındaki şehirlerin çeperlerine doğru kaymıştı. Nihayetinde mülksüz ve korunmasız ucuz iş gücü daha da ucuz iş gücü, “özgürlük” vasıtası olarak görülen ücret bir bağımlılık vasıtası oldu.322

Bu bağımlılık ilişkisine dâhil ol(a)mayanlarsa cezayla karşı karşıya kaldı.

Modernleşme demek aynı zamanda “kırbaç” demekti.323 Marx’ın da ifade ettiği üzere, sözüm ona özgür fakat esasında güvencesiz ve mülksüz olan işçilerin soğrulması yani istihdam edilmesi elbette tam olarak vuku bulmamıştır. Nihayetinde alışık olduğu hayattan koparılan bu insanların bir kısmı dilenci, soyguncu ya da serseri olacak ve elbette cezalandırılacaktır, hem de son derece yaygın ve sert şekilde. “Ekonomik ilk günah”ın akabinde “zaman öldürme suçu (/günahı)” peydah olmuştur; ceza yasaları bu sürece hızlıca uyumlanmış ve 15. yüzyılın sonundan itibaren “Kanlı Yasalar” bu mülksüzleştirme sisilesinin hem neticesi hem teşvikçisi konumunda yürürlüğe girmiştir.

Bahsettiğimiz öyle ufak tefek cezalar değil; ciddi bedensel eza çektirmeler, hapsetmeler, köleleştirmeler, elbette damgalamalar, hatta tekerrür halinde idamlar serseriliğin yani çalışmamanın cezası olabilmekteydi.324 Sadece “serserilik” değil, bağımsız çalışma arayışı, patronu terk etmek gibi fiiller de hapis cezası, yine tekerrür halinde ölüm cezasına yol açabiliyordu. Bir başka ifadeyle, fabrikaya gitmeyen mecbur hapishaneye ya da arifesinde başkaca kapatılma tesislerine, uslanmazsa darağacına yollanıyordu. Üstelik bu

“suçlar” “suç” olmaktan 18. yüzyılda bile hâlâ tam çıkamamıştı.325 b. Sonrası Yasa-Para-Kan

Toprağın müşterek kullanımını bertaraf eden “çitlemeler”de olduğu gibi, işçilerin geçiminde olmazsa olmaz payeye sahip doğrudan emeğin karşılığı olmayan “ek gelir”ler

322 FEDERICI, Caliban ve Cadı, s. 107; LINEBAUGH, s. 38.

323 FEDERICI, Caliban ve Cadı, s. 93.

324 MARX, Kapital- 1. C., s. 696, 704- 707, 713.

325 FEDERICI, Caliban ve Cadı, s. 96- 98.

94 de bu dönem suçlulaştırıldı. Bu suçlulaştırmadan evvel gelenek icabı nasıl ki kırsalda toprakların bazı kısımları müşterek kullanılıyorsa, şehirlerde de “mal aşırma”,

“süprüntüleri” alma gibi fiiller işçilerin “geleneksel kazancı” hatta “hakkı” olarak ele alınmıştır. Bu ürünlerin işçi tarafından temellük edilmesi adet ve hatta haktı, zira önce üretim araçlarından koparılan ve sonra da ciddi bir yoksullaşma yaşayan işçinin hayatta kalmasının tek yolu “ek ücretler”, yani “mal aşırma”ydı. Ancak “mal aşırma” her zaman devam etmiş olsa da hukuki nitelendirilişi zamanla değişecekti.326

Modern sanayi kapitalizmi ve yine modern tarım demek aynı zamanda bahsi geçen geleneği suç, hatta idam gerektiren bir “suç” haline getirildiği döneme tekabül edecektir. Neticede bütün bu gelişmeler, yani ekonomik suçlara karşı artan hoşgörüsüzlük, mülkiyet haklarına yönelik yasadışılığa dair tahammül edilemezliğin artışı, hususi olarak Fransız Devrimi’nden sonra tarımın yoğunlaşması, mülkiyetin mutlak ve burjuvaziye ait hale gelişi suç ve cezaya dair yepyeni bir anlayışı teşvik etmiştir. Devir değişmişti; ilk etapta kimi zaman süprüntü toplamak şeklinde, sessiz ve günlük olarak cereyan eden, hak, gelenek olarak görülen ve ahlaken kabul edilen birtakım fiiller dahi güzelce tanımlandı, ayrıştırıldı ve sert birtakım kanunlarca suç sayıldı, nihayetinde bu bahisle kontrol altına alınmış oldu.327 Bir başka ifadeyle “[ö]nceleri halkın yasa dışılıklarına kendi çıkarları için ses çıkarmayan burjuvazi iktidarı ele geçirince, iktidar icraatlarını kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda değiştirmiş ve eski rejimde gösterdiği tahammülü artık gösteremez olmuştu.”328 Bu tahammülsüzlük elbette suç ve ceza sahasına sirayet etmişti. Foucault bu sirayete “kapitalist toplumun gelişimiyle

326 LINEBAUGH, s. 36, 37, 211, 214, 217, 224.

327 FOUCAULT, Discipline and Punishs. 78, 85, 86.

328 Abdurrahman SAYGILI, “Mikro- İktidarın Bir Fiziği Hapishane”, AÜHFD, S. 2, C. 53, Ankara, 2004, s. 185.

95 yasadışılığın ekonomisinin yeniden inşa edilişi”329 demiş ve bu inşayla birlikte mülkiyet haklarıyla, mülkiyet suçları birbirinden ayrılmıştı.

Mülkiyet haklarıyla mülkiyet suçları birbirinden ayrılırken, dönemin muktedirleri için suç ve ekonomik şartlar arasındaki bağ bambaşka şekilde dile gelecek, yoksulların

“suçlu” ilan edildiği ve haliyle Durkheim’ın bahsini ettiğimiz toplumsal hijyenine konu olduğu bir dönem başlayacaktır. Yani yoksulluk suçun artışının müsebbibi değil, bizzat kendisi “suç” olarak addedilecektir.

Zenginliğin toprak gelirlerinden, ticaretten ve bonolardan sağlandığı 16 ve 17.

yüzyıllardan farklı olarak 18. yüzyılda mallara, stoklara, makinelere, atölyelere, hammedeye ve gönderilecek mallara zenginlik yatırılmıştır. Zenginliğin hibe edildiği bu sanayiye dair unsurlar yoksulların tahribatına açıktır. Nitekim yüzyılın sonunda İngiltere’de bu tahribat son derece yaygın hale gelmiştir.330 İskoç tekstil fabrikatörü Patrick Colquhoun gibiler için de işçi sınıfını suçlu ilan etmenin yolu açılmıştır. O’na göre işçiler salgın hastalığa yakalanmıştı. Bahsi geçen “salgın hastalığın” adı “suç” olsa gerek ki işçi sınıfı “yağmacı ve soygunculardan müteşekkil bir suçlular ordusu”na eşit görülüyordu ve polis teşkilatı tam burada devreye giriyordu. Polisin esas misyonu bu salgın hastalığı zararsız kılmak, yani “suçlular ordusu”yla savaşmaktı. Bu savaş sadece bir sınıfa karşı değil, o sınıf nezdinde “henüz uygarlaşamamış, hayvani, vahşi, tutku ve arzularının esiri, haliyle gayri ahlakî ve gayri akli” kişilere karşı verilecekti. Velhasıl bu savaş “şeytani olan”laydı ve o vakitlerde “şeytani olan”la sefil/yoksul, ekonomiyle de ahlak ve/ veya hukuk hemhal olmuştu.331

Colquhoun o dönem katiyen yalnız bırakılmadı. Yoksulluğun “suçlu alt kültür sapkınlığının” bir parçası olarak görülmesi anaakım bir durumdu. Mesela günümüzde

329 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 87.

330 FOUCAULT, “Hakikat ve Hukuksal Biçimler”, s. 235.

331 LINEBAUGH, s. 468, 488, 489.

96 liberal haklar mülahazasının ilk mimarlarından olarak kabul edilen Locke gibi düşünürler için yoksulluk "insanın talihsizliği değil suçu"ydu.332

Üstelik bu son derece ağır bir suçtu; mesela tüm Avrupa’ya tesir edecek “eşitlik- özgürlük- kardeşlik” devrimine biraz kala İngiltere’de 5 şilin değerinde mal çalan kişinin cezası halka açık alanda idamdı. Yargıçlar “Kanlı Kanunlar”ı bir nebze yumuşatmış olsalar da mesaj ve bu kanunların menşei aşikârdı.333 “10 peni ile 1 şilin arasındaki fark, kırbaçlanan bir sırt ile ölüm arasındaki farka; 4 şilin 10 peni ila 5 şilin arasındaki fark ise kızgın demirle dağlanmak ile asılmak arasındaki farka bedeldi. Bu nedenle hayatın ya da uzvun fiyatını belirleyen, yalnızca emeğin ‘serbest piyasası’ değil, aynı zamanda bu yasal-para sürecidir. On sekizinci yüzyılda belki de başka hiçbir toplumsal grup [bahsi geçen yargıçlar kadar], yasa, para ve insan kanı üzerine böyle doğrudan hesaplamalar yapmak zorunda bırakılmadı.”334

Mesele sadece darağacı kurmakla ya da kırbaçlamakla bitmiyordu. Merkantilist ekonominin gelişimiyle paralellik arz edecek şekilde ıslahevlerinin, zorunlu çalışma, fabrika tarzı hapishanelerin (ve de hapishane tarzı fabrikaların) öne çıkışı söz konusu olacaktı.335

Bu noktada ister istemez akıllara meşhur “Genel Hastane” ve bunun İngiltere’deki muadillerinden olan yoksullar yurdu pratiği gelecektir. Fakat her şeyden evvel fabrikalar bir bedensel eza ve haliyle ceza mekânı olarak işliyordu ve “Kanlı Yasalar”da bahsedilen bedensel ezalar buralarda çalışma adı altında vuku bulmaktaydı. Mesela ilk İngiliz tekstil fabrikasında 18. yüzyılda motorlara erişemeyecek kadar kısa boylu olduğu için çocuk bir işçinin ayağının altına boyu kâfi derecede uzayana dek destek bağlanmakta ve hareket etmesi gerektiğinde bu çocuk o desteği sürüklemek mecburiyetinde bırakılmaktaydı. Bir

332 LINEBAUGH, s. 83.

333 ROTH, s. 194.

334 LINEBAUGH, s. 124.

335 FOUCAULT, Discipline and Punish, 25.

97 denizci 36 santim alana ağ yatağını asıyordu ve bu yatağın asıldığı yerin, arkaik zamanların zindanlarından pek bir farkı yoktu. Üstelik bu modern zindanlarda boğulma tehlikesi mevzubahisti ve disiplin bakımından ne fabrikadan ne başkaca kapatılma kurumlarından farkı mevzu değildi. Mesela bir gemicinin silah odasında ekmek çaldığı için kırbaçlanması mübahtı.336

Elbette bu adına fabrika da denilen üretim/kapatılma kurumlarına ve taşıma işi yapan gemilere senede yaklaşık 30 kişinin hayatını kaybettiği, Newgate gibi adına hapishane denilen başkaca kapatılma tesisleri eşlik etmekteydi. Bir de ıslahevleri mevzubahisti ki bunlar son derece “ulvi” bir misyonu yüklenmişti; fabrikalara işçi hazırlamak. 1700’de kapılarını açan Bishopsgate Islahevi dönemin kaygılarına deva olacak şekilde "Yoksul Çocuklar Koğuşu" ve "Serseriler, Dilenciler, Arakçılar, İffetsizler, Aylaklar ve Asayişi Bozanlar Koğuşu"ndan müteşekkildi.337

Bu “serseriler, dilenciler, arakçılar, iffetsizler, aylaklar ve asayişi bozanlar”ın Fransa’daki versiyonları için1656 yılında Paris’te kurulan Genel Hastane adlı bir tesis inşa edilmiş ve “aykırı” insanlar –hastalar ve deliler de dâhil olmak üzere- buraya kapatılmıştı. Bu heterojen topluluğa dâhil olan insanların tek müşterek noktası, iş gücünde –çeşitli nedenlerle- yer alamamasıdır ki zaten bu hadisenin o dönem yaşanan ekonomik krizle bağlantıları vardır. “Büyük Kapatılma” da denen bu vakayla aylaklar takımı”nın isyan etmesini önlemek amaçlanır ve eski pahalı isyan bastırma tedbirleri olan ordularla müdahale, kitlesel katliam gibi tutumların yerine kapatılma geçer.338 “Meçhul kitleler” de denen bu insanların çalışmamasının bir kapatılma sebebi olmasından anlaşılacağı gibi bu insanların kapatılmasında toplumda, hususiyle orta sınıflarda ve

336 LINEBAUGH, s. 53, 58, 169, 170, 177.

337 LINEBAUGH, s. 103, 104.

338 Michel FOUCAULT, “Büyük Kapatılma”, Michel FOUCAULT, Büyük Kapatılma- Seçme Yazılar 3 (Çev. Işık ERGÜDEN- Osman KESKİN), Ayrıntı Yay. İstanbul, 2015, s. 105; Fatma KARAKAŞ DOĞAN, Cezanın Amacı ve Hapis Cezası, Legal Yay., İstanbul, 2010, s. 99; Ferda KESKİN, “Büyük Kapatılma”, Michel FOUCAULT, Büyük Kapatılma- Seçme Yazılar 3 (Çev. Işık ERGÜDEN- Osman KESKİN), Ayrıntı Yay. İstanbul, 2015, s. 11, 13.

98 burjuvazide yarattığı korkunun önemi büyüktür. Tam bu yüzden 17. yüzyılla beraber bu insanların kapatıldığı tesisler karşımıza çıkmaktadırlar.339

Bu tabloyu Linebaugh son derece isabetli bir biçimde “toplumsal bir sürecin kriminalleştirmesi”340 olarak ifade etmektedir. “Toplumsal sürecin kriminalleştirilmesi”nde muktedirlerin hamlelerinin esas maksadı daha disiplinli bir iş gücü oluşturmak, toplumsal direnişi dağıtmak, işçileri kendilerine dayatılan işlerde sabitlemekti341. Bu sebeple ceza politikalarının bir tarafı aylaklığın önüne geçmekken diğer tarafı iş disiplini açısından radikal bir dönüşüm sağlamaktı. Bu bağlamda sadece serseriliğe karşı cezalar söz konusu olmamış “disiplinsizlik” tehlikesi yaratacak her tür fiil bir müeyyideye konu olabilecek şekilde düzenleme yapılmıştır. Taşkınlık, her nevi taşkınlık, artık bir yasak konusudur.342

Nitekim İngiltere’de 1675 yılında dokumacılar tarafından çıkartılan isyanla beraber başlayan “Yoksullar Yurdu” pratiği sadece suçlu ilan edilen yoksulun cezalandırıldığı bir mekân değildi. Buraların dışardaki insanların içine korku, içerdekinin içineyse itaat salması ve neticede insanların bünyesine sanayi alışkanlıklarının sirayeti hedefleniyordu. Sanayi alışkanlığı demek sanayi işçisi açısından disiplin demekti.

Çalışma saatlerine ve düzenine itaat burada esas unsurdu. Bu sadece üretimi kapsamaktaydı, beslenme nizamına, kullanılan dile, kişisel temizlik ve sağlık alışkanlıklarına kadar sirayet edilmesi mevzubahisti. Küfür etmek yasaktı mesela ya da şeker, patates, çay ve kahve temelli bir beslenme olmalıydı.343 Yine aynı sebeple olsa

339 Michel FOUCAULT, “Delilik ve Toplum”, Michel FOUCAULT, Büyük Kapatılma- Seçme Yazılar 3 (Çev. Işık ERGÜDEN- Osman KESKİN), Ayrıntı Yay. İstanbul, 2015, s. 83; KESKİN, “Büyük Kapatılma”, s. 12; Cenk YİĞİTER, Feodal Dönemden Modern Döneme Geçişte Cezalandırma İktidarının Dönüşümü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2004, s. 101.

340 LINEBAUGH, s. 107.

341 FEDERICI, Caliban ve Cadı, s. 122, 123.

342 FEDERICI, Caliban ve Cadı, s. 195, 196.

343 LINEBAUGH, s. 41, 42, 503.

99 gerek, -tıbbi değil- idari bir kurum olan “Genel Hastane”nin başındaki yöneticiler tüm şehirde yoksullara karşı idari tedbir ve tasarrufta bulunma hakkına sahipti. Bir yandan genel bir kapatma söz konusuyken diğer yandan bu kapatma kurumlarındaki kamu görevlileri kurum dışındaki kişiler üzerinden de denetim sağlama işlerini üzerine almışlardır.344

Çitlemeyle ve akabindeki ceza politikalarıyla kapatmanın –özelde hapsetmenin- düşünsel ve ekonomik bağlantısı burada tezahür etmektedir. Hapishanenin ve selefi olan

“genel hastane” gibi kapatılma mekânlarının tarihsel tecessümü ceza adaletindeki insanlığa erişiminden ziyade, yeni sınıf iktidarının gelişimindeki ehemmiyeti yadsınamaz olan disiplin mekanizmasıyla alakalıdır.345 Açarsak: İki süreç birbirinden ayrılamayacak kadar muhtaçlık ilişkisi içerisinde ilerlemiştir; biri sermaye diğeri insan birikimi.

Nihayetinde biriken insanları “geçindirmek” için aynı zamanda onlardan faydalanılması icap etmiştir. Bu yüzdendir ki teknolojiyle birlikte, iş bölümü ve illaki disiplin de gelişme göstermiş ve bu alanlardaki her bir gelişme diğerlerine emsal ve teşvikçi olmuştur.346

“Daha disiplinli bir iş gücü oluşturmak”, “toplumsal direnişi dağıtmak”, “işçileri kendilerine dayatılan işlerde sabitlemek” maksatlarıyla disiplinci iktidarın “azami itaat ve fayda, ılımlılık- üretim- kâr ilkeleri”nin, “bedenlerden azami zaman ve kuvveti çekip alma hedeflerininin”347 nasıl da birbiriyle uyumlu olduğu disiplin meselesini soruşturdukça aşikârlaşmaktadır.

“Kutsal Kitap”la başladık, bir rahibin sözleri ve Foucault’nun tefsiriyle bitirelim:

“Kabaca belirtmeye çalıştığım bu evrimin sonu olan 1804 tarihli bir metni aktaracağım. Watson adlı rahip kaleme almış, Ahlakî Düşkünlükleri Ortadan Kaldırma Derneği önünde vaaz veriyor: ‘Yasalar iyidir; fakat ne yazık ki, aşağı sınıflarca ihlal edilmektedir. Üst sınıflar elbette, onları pek dikkate almamaktadır. Fakat üst sınıflar alt

344 AGTAŞ, s. 231, 232.

345 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 231.

346 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 221.

347 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 218, 219, 220.

100 sınıflara örnek teşkil etmeseydi bunun önemi olmazdı.’ Daha açık olması imkânsız:

Yasalar iyidir, yoksullar için iyidir; ne yazık ki yoksullar yasalardan kaçarlar ki bu sahiden tiksinti vericidir. Zenginler de yasalardan kaçar, ne var ki bunun hiç önemi yoktur; çünkü yasalar onlar için yapılmamıştır.”348

3. Köleleştirme ya da Cezalandırma (Cezalandırma ya da Köleleştirme)