• Sonuç bulunamadı

A. İDDİA: ISLAH

1. Ehlileştirme

127 hâkim olduğu çağa “toplumsal ortopedi” çağı demiş ve panoptikonun bu ortopedinin gayet münasip bir emsali olduğunu ifade etmiştir.438

Bentham Kardeşlerin hayali sadece 18. yüzyılın sonunda İngiliz tersanelerinde değil, birebir panoptikon olarak değilse de panoptizm olarak farklı coğrafyalarda ve sonraki zamanlarda hayat bulmaya devam etmiştir. Herkesin gözetim altında olduğu, muktedirin gözünün her yeri görmeye ehil olduğu, hiçbir kör noktanın bırakılmadığı hükümranlık biçimi heyulasının da panoptizmin çocuğu günümüz hapishanesinin de miadı hâlâ dolmamıştır.

Ne demişti Lauret’nin “hasta”sı:

“Evet, çalışacağım.”

II. AKLİ BİR CEZALANDIRMA ÇEŞİDİ OLARAK HAPSETME

128 şeyi. Hayvan.”440 Derrida’nın bu ifadesinden yola çıkarak, kendine “insan” diyen, kendisi gibi olmayanla arasına, ona “hayvan” demek suretiyle, keskin bir sınır çekmekte ve bu güvenli bir mıntıkada kalmaya yol açmakta ya da en azından öyle hissettirmektedir.

Zira “öteki”ne “hayvan” diyen ve onu bir mefhumun çatısı altında, daha doğrusu kafesi içinde ayrıştıran “insan” kendi kendisiyle ancak bu şekilde hemhal olabilmektedir. Bu

“öteki”nin ve/veya “hayvan”ın kapsamına hangi canlıların girip girmeyeceğinin kıstası da “insan” denilene ne kadar benzenmediğiyle alakalıdır. “‘Hayvan’ sözcüğü farklı canlıları zincire vurmanın adıdır, hayvan sözcüğü bir hayvanat bahçesidir ama aynı zamanda bir av alanıdır.”441

Hemen burada dar anlamıyla bir hayvanat bahçesinden; Versay’da Le Vaux tarafından inşa edilmiş bir yapıdan bahsetmek çarpıcı olacaktır. Bu hayvanat bahçesinden Foucault disiplinci iktidardan, cezalandırmadan ve hapishaneden bahsettiği kitabının

“Panoptisizm” başlıklı bölümünde bahsetmiştir. Bu elbette bir tesadüf değildir. Hayvanat bahçesinin esas özelliği farklı “türlerin” bir parka dağıtılmamış olmasıdır. Dahası merkezde duran kral köşkü her bir “hayvan” “tür”ünün yerleştirildiği yedi kafese bakacak şekilde dizayn edilmiştir. Merkezî gözetim, vasıflandırma ve sınıflandırma, mekânın analitik düzenlemesi, gerek panoptikonda gerekse bu hayvanat bahçesinde benzerdir, tek fark birinde kafeslerde “hayvanlar”, diğerinde “insanlar”, ancak “insan”a, kendine

“insan” diyene pek benzemeyen, “yabancı” olan “insanlar” vardır.442

Panoptikon projesinin ilk gündeme geldiği tarihten yıllar sonra Foucault Attica Hapishanesi’ni ziyaret edecektir. Attica Hapishane’si pratiğinde mahpusları dışarıdan ayıran parmaklıklar kâfi gelmemiş, bir de mekânın içine, mahpusları birbirinden ayıracak şekilde parmaklık konmuştur. O zaman mevzu, “toplumu korumak” kaygısı güdülmesiyle izah edilemez. Burada başka bir şey daha ima (belki de ifade) edilmektedir: Mahpusun toplumdan uzaklaştırılması tatmin edici değildir, zira mahpus “vahşi” bir “hayvan” gibi

440 Jacques DERRIDA, The Animal That Therefore I Am (Çev. David WILLS- Marie Luise MALLETS), New York 2008, s. 23, 31.

441 Tacettin ERTUĞRUL, “Jacques DERRIDA: ‘Hayvan’ Meselesini İnsan-Hayvan İkiliğinin Ötesinde Düşünmek”, Cogito, Felsefede Hayvan Sorusu, S. 80, İstanbul, 2015, s. 177, 178.

442 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 203.

129 muamele görmeli ve bu bahisle adeta bir kafese kapatılmalıdır. Neticede murad edilen bir terbiye sistemini idame ettirmek, evcilleştirmektir.443

Mahpuslar tıpkı köleler gibi kafese kapatılması mübah “insan”lardır, zira akıl ve/veya ruh-beden ikiliğinde, daha doğrusu karşıtlığında “beden”i temsil eden, bedenin isteklerine boyun eğen, bu bahisle “kötü ahlaklı”, “terbiye edilmesi/ehlileştirilmesi şart olan” kimselerdir. Bu şartın ifası için de Versay’da inşa edilmiş hayvanat bahçesindeki gibi kendi “tür”leriyle bir arada, gözetim altında tutulmaları ve ehlileştirilmeleri lazımdır.

İşte bu şart bizi ıslah etme maksadına, daha doğrusu iddiasına götürmektedir.

18. yüzyıl “ceza reformu”nun cezalandırmanın insanileşmesinden ziyade cezanın aklileşmesini dert edindiğini belirtmiştik. Bu bağlamda reform taleplerinin sunulduğu mıntıka tam da ekonomi politiğin mıntıkasıdır.444 Burada “suçlu” akli bir varlık olarak ele alınmalıdır. Zira o yani “homo penalis, haz ve acı oyununda mağlup olmuş bir homo economicus’tan başkası değildi. Ve mademki iş hesaba bakıyordu, o halde doğru yasayla suçlar daha baştan önlenebilirdi.”445 “Islahat”ı panoptizme ve –başka bir strateji üzerine inşa edilmiş olsa da- disiplinci iktidara bağlayan en mühim halka budur. Zira “suç”u önceden önleme muradının bizi bir sonraki aşamada götüreceği yer ister istemez “suç”

fiilini aşan, bu fiilin evvelini ve ahirini içine alan, “suçlu”nun ne yaptığıyla değil ne yapabileceği, kim olduğu, nasıl bir güzergâhının olduğuyla da âlâkadar olan bir gözetim, teftiş ve ıslah mekanizması olacaktır.

443 Michel FOUCAULT, “Attica Hapishanesi Hakkında”, Michel FOUCAULT, Büyük Kapatılma- Seçme Yazılar 3 (Çev. Işık ERGÜDEN- Osman KESKİN), Ayrıntı Yay. İstanbul, 2015, s. 153, 154.

444 AGTAŞ, s. 211, 213.

445 AGTAŞ, s. 234.

18. yüzyıldaki homo economicusu Foucault “kendi çıkarını takip eden”, “çıkarı diğerlerinin çıkarlarıyla uyuşan” kişi, buna bağlı olarak meşhur “bırakınız yapsınlar”ın nesnesi ve/veya öznesi olarak izah etmiştir;

bkz. Michel FOUCAULT, Biyopolitikanın Doğuşu- Collège de France Dersleri 1978- 1979 (Çev.

Alican TAYLA), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul 2019, s. 222.

130

“Islah”ın tanımlarından birini “The Shawshank Redemption”ndaki446 başkarakterlerden olan Red şartlı tahliye heyetiyle yaptığı tartışma sırasında ifade etmiş, kendisi, yıllardır hapishaneye kapatılmış bir “suçlu” için sadece uyduruk bir kelime, şartlı tahliye memurları gibi görevliler “takım giyip, kıravat takıp, işe gidebilsin diye politikacıların uydurduğu bir kelime olduğunu belirtmiştir.447

Şayet Red, mahpusların, yani ıslah olması beklenenin cephesinden haklıysa, ıslah ne işe ve kim(ler)in işine yaramaktadır? “Islah” yıllarca sözümona ıslah edilen bir mahpus için saçmalıktan ibaretse neden ortaya çıkmıştır ve hâlâ bahsi geçmektedir? Red buna eksik de olsa bir cevap vermiş gibi görünmektedir.

Bu cevap eksiktir, zira en azından disiplinci iktidar anlayışından bakarsak hapishanelerdeki “ıslah” etme gayreti sadece birtakım devlet görevlileri kıravat takıp, işe gidebilsin diye değildir. Oswald (Oswald State Correctional Facility) adlı maksimum güvenlikli bir hapishanede olup bitenleri anlatan “Oz” dizisindeki448 mahpuslardan biri olan Augustus Hill ıslahla güdülen esas gayeyi ifade etmektedir. Karakterin daha dizinin ilk bölümünün ilk dakikalarında ifade ettiği gibi; mahpuslar –ıslah edilecekleri iddasıyla- ailesinden ve sosyal çevresinden kopartılmış ve Versay’da inşa edilmiş hayvanat

446 The Shawshank Redemption, Yönetmen: Frank DARABONT, Senaryo: Frank DARABONT- Stephen KING, Oyuncular: Tim ROBBINS- Morgan FREEMAN- Bob GUNTON- James WHITMORE, ABD, 1994.

447 Diyalog şöyle:

“Şartlı tahliye görevlisi: Islah edildiğini düşünüyor musun?

Red: Islah edilmek mi? Bir düşüneyim. Aslında bunun ne demek olduğunu bile bilmiyorum.

Şartlı tahliye görevlisi: Topluma yeniden katılmaya hazır olmak demek…

Red: Senin için ne anlama geldiğini biliyorum, evlat. Benim için sadece uyduruk bir kelime. Sizin gibiler takım giyip, kıravat takıp, işe gidebilsin diye politikacıların uydurduğu bir kelime. Gerçekten neyi bilmek istiyorsun? Yaptığım için pişman mıyım?

Şartlı tahliye görevlisi: Öyle misin?

Red: Pişmanlık duymadığım bir gün bile yok. Burada olduğum için veya pişman olmam gerektiğini düşündüğünüz için değil. O zamanki halime dönüp bakıyorum, korkunç bir suç işleyen genç ve aptal bir çocuk. Onunla konuşmak istiyorum. Ona aklını başına almasını söylemek istiyorum. Bu gidişle neler olacağını anlatmak istiyorum. Ama yapamam. O çocuk çoktan gitti ve geriye bu yaşlı adam kaldı. Ben bununla yaşamak zorundayım. Islah edilmek? Sadece saçma bir kelime. Hadi işini yap ve formları mühürle evlat, benim vaktimi de boşa harcama. Çünkü dürüst olmak gerekirse hiç umrumda değil.”

448 Oz, Yönetmen: Alan TAYLOR- Darnell MARTIN- Nick GOMEZ- Leslie LIBMAN, Senaryo: Tom FONTANA, Oyuncular: Ernie HUDSON- J.K. SIMMONS- Lee TERGESEN- Dean WINTERS- Terry KINNEY- Harold PERRINEAU, ABD, 1997- 2003.

131 bahçesindekiler misali, kendileriyle aynı “tür”de “insan”larla bir arada kapatılmıştır. Bu pratikle ulaşılmak istenen netice mahpusun kendisinden koparılmasıdır.

Evet, “ıslah” adı altında sürdürülen pratik bir kendisinden koparma işlemidir, zira

“Norm(al)” başlığı altında ifade ettiğimiz gibi değişen iktidar yapısıyla beraber toplumun savunulması geri plana düşerken, normlaştırma öne çıkmıştır. Ancak 19. yüzyıldan itibaren “norm” kavramı artık kuralla eş bir anlamı haiz olmamış, bunun yerine bir

“değerlendirme ilkesi” olarak “makul insan”ı, yani “normal”i işaret eder olmuştur. Artık

“suç” işleyen ve bu bahisle “ıslah” edilmesi lazım gelen kişi sözleşme ihlalcisinden ziyade normdan sapandır. İşte kendinden koparma/ıslah hedefi bu noktada devreye girecek, mahpusun “norma uygun”/“normal” olana ve fakat işlemin arifesinde kendisi olmayan bir şeye dönüşmesi için gayret sarf edilecektir. Aynı yüzyıl seleflerinden farklı olarak artık hapsetmenin cezanın tipik biçimi olduğu yüzyıldır. Zira kapatma, hususiyetle de hapsetme kurumlarıyla normun birleştiği anda ve mıntıkada “ıslah” ıslah karşımıza çıkacaktır.449

“[19.] yüzyıl sonunda suçlu artık anormal bir varlıktır; özel bir türdür, bir homo criminalis”.450 Homo criminalis özel bir türe tekabül edecektir ve bu türü diğer herkesten ayıran şey “suç” işlemiş olması değil, buna sebep olarak görülen kötücül hasletleridir. 19.

yüzyıl sonunda Pozitivist Okul ve Savunma Okulu’nun formülasyona kavuşan bu görüşüne göre yasaya aykırılık geri plana, toplum dışılık öne geçmiştir. Homo ciriminalise düşen toplumsal örgütlenmenin ıskartası olmaktır.451 Bu “varlık” için reva görülen ceza biçimi hapishaneye kapatmadır.

449 AGTAŞ, s. 226, 235, 236.

450 FOUCAULT, Biyopolitikanın Doğuşu, s. 207; AGTAŞ, s. 237.

451 AGTAŞ, s. 238.

132 b. Ya da “Tehlikeli Birey”

Her ne kadar Pozitivist Okul ve Savunma Okulu’nun “suç işlenmesini beklemeyelim” ve “kötücül hasletlere sahip insanları öldürme, uzun süreli kapatma, tedavi, kısırlaştırma, hadım etme gibi tekniklerle yok edelim” minvalindeki tavsiyeleri uç bulunmuş ve tam olarak hayata geçmemiş olsa da bu okulların mülahazasında asıl vurgu olan tehlikelilik patolojik vehçesinden kopartılarak ceza hukukuna dâhil edilecektir. Bu dahiliyetin akabinde “suçlu” “doğru yönetilmesi icap eden bir risk taşıyıcısı”452 olmuş ve cezalandırma bu çerçevede şekillenmiştir. Tekrar altını çizmek gerekirse; disipliner tekniklerde bakma bakılmanın yönü değişince bakılan korku salmak isteyen iktidar değil, muktedirin tabi kılmak, uysallaştırmak istediği öznelerdir. Söz konusu teknikler gözetim, teşhis, değiştirip dönüştürme imkânlarını açığa çıkarmak suretiyle korku salmayı değil standartlaştırmayı hedefine koymuştur.453

“Suçlu” hükümdarın yasasını veya toplum sözleşmesini çiğnemekten ziyade

“norma aykırı” nitelikteki olan ya da davranan olduğu ve “ceza” bedensel azap çektirmek ya da adeta bir “toplum düşmanı” gibi karşılık vermek yerine –elbette bedeni ehlileştirmek hedeflendiğinden “ruh”a yönelme devreye girmiştir. Islahta bedenin yerine ikame edilen Foucault’nun dediği gibi “ruh”, yani kalp, düşünce, irade ve hevestir. Ceza infaz pratiğinin bu unsurları hedef aldığı ceza sisteminde artık yargı pratiği de sadece kanuna aykırı fiillerin değil, “tutku”, “içgüdü”, “aykırılık”, “sakatlık” ve

“uyumsuzluk”ların, kalıtım ve çevrenin kişiler üzerindeki etkisinin de peşine düşecek, misalen yargıç bir şiddet fiiliyle beraber, “şiddete meyilli kişilik” yapısını yargılayacaktır.

Kuşkusuz bunlar sadece yargılanmayacak, -ceza infazının refakatçisi olan ve suç müeyyidesi olmaktan ziyade bireyleri değiştirme derdiyle alakadar güvenlik tedbirlerini

452 AGTAŞ, s. 241.

453 Zeynep GAMBETTİ, “Foucault’dan Agamben’e Olağanüstü Halin Sıradanlığına Dair Bir Yanıt Denemesi”, s. 25, 26.

133 dâhil ederek ifade edilecek olursa- akabindeki cezalandırma pratiğinin de kapsamına girecektir.454

Bu cihetle panoptizm ve onun emsalsiz gözetim anlayışı sadece polislik kurumunda değil, hapislik/cezalandırma boyunca da vazgeçilmezdir. Mahpusun kim olduğu ve bundan böyle ne yapacağı ya da yapma ihtimali olduğunu daimi şekilde tespit etmek ve bu tespit sayesinde tavır ve davranışları dönüştürmek gerekliliğinin öne çıktığı noktada, bireylere dair bilgi biriktirme, cezalandırmanın mühim parçası olmuş, hapishane aynı zamanda bir bilgi aygıtı olarak iş görmüştür. “Ahlakî muhasebe” yapılabilmesi için hapishanelerde gözlem ve kayıt altına almak mecburi kılınacaktır. Üstelik bilgi toplama ıslah pratiklerinin üzerinde yükseldiği sebep- sonuç zincirinin iki tarafında birden varlık göstermektedir. Bireyler bazında bilgi teşekkülünün neticesinde kişiler “zaaf”larına ve

“ahlakî bozuklukları”na göre sınıflanır olmuştur. Açıktır ki bu sınıflandırmanın “suç”

fiiliyle ve buna bağlı olarak “kefaret”le pek alakası yoktur.455

Bahsi geçen alakasızlık sebebiyle, mahpus, sadece bir fiiliyle değil bir bütün olarak ele alınmalı ve bu minvalde daimi bir bilgi çekip çıkarma işlemi tatbik edilmelidir.

Başka türlü ahlakî vasıflandırma nasıl yapılabilir? Suçtan evveline kadar giden bu biyografik bilgilenme çalışması sırasında –Foucault’ya kalırsa- kriminoloji devreye girer ve psikiyatriyle tesadüf edilmektedir. Bu tesadüf kavşağında öylece duran şey “tehlikeli birey”dir. Nihayetinde buradaki mantık çerçevesinde kabahat işlemiş kişiyle suçlu aynı şeye tekabül etmez, zira ikincisinde içgüdüler, dürtüler, eğilimler ve karakter mevzuya dâhildir.456

Hemen şunu belirtmek icap etmektedir: Psikiyatriyle olan işbirliği ve delilik ihtimali ve/veya tespiti sadece sorumluluğu ortadan kaldıran bir sebep olarak değil,

454 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 17- 19; ayrıca bkz. ROTH, s. 231.

455 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 126, 250.

456 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 251- 253.

134

“ıslah” bakımından da suç ve cezayla, böylece mahkeme ve hapishaneyle temasa geçmiştir. Bu temasın bir cüzü olduğu anlayışta ceza adaletine normallik muhakemeleri, nedensellik atıfları, değişikliğe dair tespitler, “suçlu”nun geleceğine istinaden yapılan tahminler bu saatten sonra dâhildir. Bu dahiliyet sebebiyledir ki “suçlu”- “masum”,

“deli”- “akıllı”, en olmadı “anormal”- “normal” ikilemleri birbiriyle alakadar olmuş, pisikiyatriste bu yeni dahiliyetiyle beraber cezai sorumluluk tespiti dışında, yani cezalandırma aşamasında da paye biçilmiştir. O, mahpusun tehlikelilik derecesini, tedavi ve itaat etme bağlamında ne kadar umut vaat ettiğini teşhis edecek ve nihayetinde bu sırada yapılması icap eden “ıslah” işlemlerinde karar verici olacaktır.457 Elbette psikiyatr tek başına değildir. Foucault’ya göre bedensel eziyetle birlikte cellat sahneden çekilirken, kamuya kapalı ceza mıntıkasında bedensel eziyetin geri plana atılışının garantisini vermek üzere gardiyan, doktor, papaz, psikiyatr, psikolog ve eğitmenden müteşekkil genişçe bir grup ikame edilmiştir. Yani bedensel azapların, cezai tiyatronun yerine

457 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 21, 22.

Bu konuda “A Clockwork Orange” filmi son derece çarpıcı bir anlatım arz etmektedir. “Şiddete meyilli”

bir ergen delikanlı olan Alex, arkadaşlarıyla beraber maruz kalan insanlarda ciddi zararlara, travmalara yol açan pekçok şiddet fiili icra ettikten sonra bir kadını evinde öldürdüğü sırada polise yakalanacaktır.

İki yıl kadar hapishanede kalan Alex sabah akşam İncil okur, sürekli hapishane papazıyla konuşur. Ancak içindeki şiddet meyili bir türlü geçmez, İsa’nın çarmıha geriliş hikâyesini okurken bile kırbacı elinde tutan Romalı asker ya da kadınlarla cinsel ilişkiye giren Romalı yönetici olmayı arzu eder. Alex’in yaşadığı distopik dünyada, “şiddet” faili insanlara yönelik bir “tedavi” metodu tartışılmaktadır. İki yıllık hapishane hayatının sonunda kendi isteği ve yetkililerin de kabulüyle Alex hapishaneden çıkartılır ve “Ludovico Tedavisi”nin üzerinde uygulanması için “tedavi” merkezine nakledilir. Artık papazın, infaz koruma memurunun değil, psikiyatristlerin gözetimine bırakılmıştır. Alex’e burada yoğun şekilde ve gerekirse zorla şiddet sahneleri izlettirilir. Bu sahnelere Alex’in çok sevdiği Beethoven’ın 9. Senfonisi eşlik edecektir. Hızlı bir “terbiye” sürecinden sonra, yetkili bakan için bir politika yapma vasıtası, psikiyatrist için de kobay, yani üstteki herkese göre nesne olan Alex sahneye çıkartılır. Basının da izlediği bu tiyatral gösteride Alex’in şiddete ve cinselliğe meyilinin sürüp sürmediği canlı canlı test edilir ve netice sözde

“pozitif”tir. Alex bu gösteri sırasında karşısına çıkartılan “oyuncu”lara karşı, aynı eskisi gibi, yoğun bir

“norm”a aykırı davranma arzusu duysa da bu arzuyu hissettiği anda boğularak ölecekmiş gibi olacak ve sadece bu yüzden şiddet uygulamaktan ya da bir cinsel münasebet gerçekleştirmekten vazgeçecektir. Bu öyle bir vazgeçiştir ki kendisine sebepsiz yere saldıran ve suratını ayağının altında ezen “oyuncu”nun ayakkabısının altını yalamayı dahi kabul eder. Başta bu pratiğin mimarı olan uzmanlar ve dönemin politikacıları olmak üzere seyirciler bu vazgeçişi alkış yağmuruna tutacaktır. Alex’se gerek maruz kaldığı

“tedavi” süresince gerekse de her şiddetle karşı karşıya geldiğinde aynı işkenceye maruz kalacak, aynı boğularak ölme hissiyatını yaşayacaktır. En nihayetinde Alex politikacıların elinde pinpon topu haline gelmiştir. Alex hakikaten değişmiş midir, değişebilecek midir? Şiddete meyline bu tedavi etki etmiş midir? Şayet etmemişse bu “tedavi” sürecinde olup biten ne manaya gelir ve neticeleri nelerdir? Dahası Alex’i –varsa öyle bir ihtimal- dönüştürmek/“tedavi” etmek bu ne kadar ve kimin umurundadır? Bunlar hep film üzerinden sorulabilecek ve fakat cevabı belli sorulardır. Bkz. A Clockwork Orange, Yönetmen:

Stanley KUBRICK, Senaryo: Antony BURGESS- Stanley KUBRICK, Oyuncular: Malcolm MCDOWELL- Warren CLARKE- James MARCUS, İngiltere, 1971.

135 devletle tümüyle kuşatılmış, bütünleşmiş, mürekkep ve hiyerarşik bir yapı geçmiştir.

Yargıç tüm bu takibatın içerisinde misyon değiştirecektir. Verilen mesaj odur ki; yargıçlar alçaltılmış ceza çektirme fiilinden azadedirler, zaten buna, yani ceza çektirmeye meraklı değildirler. Yargıcın esas arzusu kötülüklerden kurtulmayı sağlamak, bu vesileyle suçluların “ıslah”ını, yeniden kazanılmasını, yani tedavi edilmesini güvenceye almaktır.458

Daimi olarak gözetlenen, “ahlakî” durumuna göre sınıflandırılan mahpusların

“ehlileşmesi”, “normalleşmesi” esas maksat değil mi? O zaman yasak koymak disiplin tesislerinde geri plana düşecektir. Bu tesisler için ilham alınan manastır hayatındaki rahipler gibi hayatınız tamamen ne yapmanız gerektiğine dair kurallarla bezelidir.459 Üstelik burada her şey olabildiğince teferruatlı şekilde kurala bağlanmıştır. “Bırakınız yapsınlar” anlayışına asla yer yoktur. Burada teferruatların işe yarar hale getirilmesi, bir nevi aklileştirilmesi mevzubahistir. Disiplinci iktidarın müdahalesi, bir başka ifadeyle

“taş yontma” işi, teferruatların işin içine aklileştirilerek dâhil edilmesiyle icra edilir.

Teferruatlar üzerine çalışmak bakımından da dinî kurumlardaki sistemden esinlenilmiştir.

Misal, asketik idealde bunu görmek mümkündür ve zaten iman eden insanla disiplin altına alınmış insan çok uzak figürler değildir. Ancak disiplinci iktidarın öne çıktığı tarihsel kesitte küçük şeylerin hikmetine dair tefekkür, teolojik tarafından soyundurulup, ekonomik ve teknik açıdan akli bir forma oturtulacaktır.460

458 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 9- 11, 115, 116.

459 Burada hemen şunu belirtmek icap eder ki; hapishanenin zaten günümüzdeki manasıyla ilk kullanıldığı yer zaten klisedir. Belli suçların karşılığı olarak kilise kısa süreliden ömür boyu hapse kadar kapatmayı başlı başına bir ceza olarak kullanmıştır. Bkz. DURKHEIM, “Ceza Evriminin İki Kanunu”, s. 96.

1199 yılında Papa Innocentius Dördüncü Lateran Konsil’ini toplamış ve kilise içinde çeşitli reformlar vuku bulmuştur. Ancak bu reformların bir veçhesi de kilise mensuplarının sınamaların dışına çıkarılması olduğu için cezalandırma da bir boşluk oluşmuştur. 13. yüzyılın son zamanlarında –dönemin diğer siyasi kurumlarının aksine- lazım gelen kaynağa da sahip olan kilise yetki alanı içerisindeki suçlar bakımından tutuklama gibi maksatlardan azade şekilde yani sırf “ıslah” için insanları kapatan kurum olma niteliğini haiz olmuştur. Bkz. ROTH, s. 142- 245.

460 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 139, 140; FOUCAULT, Güvenlik, Toprak, Nüfus, s. 44, 45.

136 Nizama sokan, ne yapılıp edilmesi lazım geldiğini salık veren kurallardan ve teferruatlardan bahsedildiği noktada disiplin tesislerinde, özelde hapishanelerdeki zaman mefhumu mevzusunu açmak kaçınılmazdır. Zira zamanı programlamadan “insan”ları programlamak mevzubahis olamaz. İktidar ve zaman disiplinsel aygıtta eklemleşmek zorundadır, zira kontrol ve müdahale, yani gelişim, ıslah, ceza, eleme gibi mekanizmaların işleyişi için zamanın dizi haline getirilmesi icap eder. 461

Linebaugh modernizmde saatin değişen misyonunu şöyle anlatmıştır:

“On yedinci yüzyılda saatler oyuncaktı, takıydı, güç sembolü ya da bir zenginlik biçimiydi. On sekizinci yüzyılda ise saat yeni işlevler yüklendi; emek zamanın ölçüsü ya da ‘aylaklığı’ ölçmenin aracı haline geldi.”462

Tüccar kapitalizmi, sanayi kapitalizmine evrilmiş, mekanik güce dayanan kitlesel üretim, iş bölümü, uzmanlaşma .463 “Modern Times”daki gibi, tek görevi üretim bandında vida sıkma olan bir işçi, fabrikaya girerken, çıkarken, hatta tuvalete giderken bile kayıt altındadır ve her şey sürelidir. Kapitalizm her şeyden evvel insanların zamanlarını üretim aygıtına vakfetmesini gerektirir. Ancak sadece emekçilerin günlük zamanının sabahtan akşama- bazen akşamdan sabaha- satın alındığı üretim tesislerinde değil, hususiyle 19.

yüzyılda yaygınlaşan- pedagojik kurumlardan hapishanelere kadar pek çok farklı türde kurumda benzer bir zaman vakfetme işlemi icra ettirilecektir. Pedagojik, tıbbi, cezai, sınai tesislerin tümünde her şeyden evvel zamansal bir tahakküm kurulmuştur.464 Bu tahakkümün kazındığı mıntıkaysa bedendir, biyoiktidarın üzerinde çalıştığı canlı/yaşayan ve azami şekilde üretmesi, bu yüzden ehlileşmesi beklenen beden.

Foucault’nun dediği gibi:

“ Islah edici cezalandırma teçhizatı epeyce farklı bir güzergâhta hareket etmektedir. Cezalandırmanın tatbik noktası temsil değil, fakat beden, zaman, jestler ve faaliyetlerdir; aynı zamanda ruhtur, fakat alışkanlıkların merkezi olduğu ölçüde. Beden

461 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 160.

462 LINEBAUGH, s. 272.

463 FAULKNER, s. 183, 185.

464 FOUCAULT, “Hakikat ve Hukuksal Biçimler”, s. 247, 248.

137 ve ruh davranışın kaynakları olarak şimdi cezai müdahale için tasarlanan unsuru vücuda getirirler. Bu cezai müdahale bir temsiller sanatından ziyade üzerinde çalışılmış bir bireysel manipülasyona dayanmak zorundadır. […] Kullanılan enstrümanlara gelince, bunlar artık pekiştirilmiş ve tedavülde olan temsil blokları değil, cebir tarzları, tatbik ve tekrar edilen baskı şemalarıdır. Pratikler, göstergeler değil: zaman tablosu, mecburi hareketler, muntazam faaliyetler, bir başına meditasyon, beraber çalışma, sükut, itina, saygı ve iyi alışkanlıklar.”465