• Sonuç bulunamadı

B. OLAN: İMHA

2. Hapishane Şiddet Uygular ve İmha Eder

159 işlevsel kılınabilsin. Kaldı ki suçlu zaten yasa dışı mıdır? Aksine suçlu dediğimiz yasanın tam da kalbinde oturmaz mı?533

Yalnız burada hemen not düşmek icap eder ki her ne kadar iktidar tekniği bambaşka olsa da cüzzam ve veba arasında tek müşterek taraf bulaşıcı olmaları değildir.

Bu iki hastalıkta ve onların müsebbibi oldukları karmaşada yine tabiat hâlinin imgesi canlanmakta ya da canlandırılmaktadır. Veba; gayrinizam, kaos hâli. Cüzzam; insanlıktan kopuş, haricide olma hâli. Yine aynı “korkunç” imge, o “meşum tabii hâl”. Cüzzam, veba, köle plantasyonları, evvelki cezalandırma pratikleri- hapsetmenin ilham kaynaklarının hemen hepsi aynı yeri işaret etmektedir. Hapishane de “kötü” kokar. Hapishaneyi de işlevsel kılan esas olarak “tabii hâl” imgesine olan yakınlığıdır ve hapishaneyle neşet eden harici-dâhili bağının esas etkilemek istediği dışardaki insanlardır. Zaten bu “faydasız”

kurumun en büyük “faydası” bu olsa gerek. “İnsan”lar “o mahpus gibi olmamak”, adına bir yaşam sürmeye sevk edilir.534

2. Hapishane Şiddet Uygular ve İmha Eder

160 Holocoust’un ev sahiplerinden Berlin’in duvarları için söz konusu olduğu gibi;

duvarlar dar ve kapalıdır, baskı yapar, acımasız şiddet failleridir. Hele yoğun şekilde hiyerarşize eden, kimlik yitimine yol açan, dışlayan ve içeri atan hapishane duvarları…

O halde tekrar Weber’e uğrayalım: Weber’e göre, bir egemenliği şiddet yoluyla sürdürmek için belli maddi araçlar gerekir ve “yönetim araçları, para, bina, savaş malzemesi, taşıtlar, atlar vb.” bu araçlara örnektir.536 Günümüzdeyse söz konusu

“şiddet”- “egemenlik” ilişkisi daha çok polis ve ordu kurumları aracılığıyla gündeme geliyor gibi görünmektedir. Ancak kapatılma kurumları da bu ilişkinin dolaylı ve kimi zaman doğrudan boyutu olarak tezahür etmektedir.537

Ne demiştik; bir sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi başlı başına şiddettir; cebre ve acıya zemin teşkil eder. Neredeyse bütün bir mekanizma- iç ve dış mimariden, usul kurallarına kadar tahakkümü işaret etmekte ve yaşatmakta, o mıntıkada inşa edilecek kararın mahkûmiyeti; korku, acı ve ölümü bünyesinde barındırdığını hissettirmektedir. Sonrası, yani kararın infazı, hapislik de cebir ve acının devamı niteliğindedir. Cover da zaten “şiddete dayalı” hapsetmeden bahsetmiştir. Hapsetme

“hukuki bir karar verilmesi” şeklinde cereyan eden şiddetin ötesine geçen bir şiddet pratikleri toplamıdır.538 Johanna Oksala bu bahisle “Devlet Şiddetinin Yönetimi” adlı makalesinde Foucault’nun hapishanelerle ilgili çalışmasının bir şiddet tarihi olarak okunmaya gayet müsait olduğunun altını çizmektedir. “[Ç]alışma, modern ceza sisteminin devlet destekli şiddetinin soykütüksel bir incelemesidir.”539

Burada bahsedilen sadece kral katili Daimens’e uygulanan gibi bir şiddet, bedenlerin gözle görünür/fiziksel olarak parçalanması ya da “Hunger”540 filminde gözler

536 WEBER, Sosyoloji Yazıları, s. 136.

537 SAYGILI, Kutsal Canavar Devlet, s. 113, 117.

538 OKSALA, s. 167.

539 OKSALA, s. 165.

540 Hunger, Yönetmen: Steve MCQUEEN, Senaryo: Enda WALSH- Steve MCQUEEN, Oyuncular:

Michael FASSBENDER- Stuart GRAHAM- Liam MCMAHON, İrlanda- İngiltere, 2008.

161 önüne serildiği gibi “modern İngiliz usulü” bedensel işkenceler değil, aynı zamanda bizzat hapsetmenin şedit bir fiil oluşudur. Modern hapishanelerde bunun ötesine geçen şiddet fiilleri de elbette bir hayli mevcut, ancak bunlar zaten şedit bir kurum olan hapishanedeki şedit fiillerdir.

Nihayetinde hapishane bir disiplin kurumudur ve disiplin kurumlarında şiddet kaçınılmazdır. Hatta bu kurumlarda bulunmak bizzat şiddete maruz kalmaya tekabül etmektedir. Bu tekabüliyetin bir veçhesinde daimi ve her yeri kaplayan gözetim ve teftiş yer alırken diğer veçheyi bedenlere yönelik cebrî teşebbüsler teşkil etmektedir. Her şekilde beden, daha doğrusu “beden olarak insan” kuşatılmıştır ve bu kuşatma nerden bakarsak bakalım şedit bir biçimde tezahür edecektir.541 Disiplinci iktidarı farklı kılan daha “insani” olması ya da daha az şiddet uygulaması değil, şedit yönünü sinsice ortaya koymasıdır. Burada şiddet sınırlamakla yetinmediği, cezalandırırken düzeltmeye, ıslaha ve yerine koymaya, velhasıl öznellik üretmeye teşne olduğundandır ki, “hayır” diyen

“yasa sistemi”ne nazaran iktidar şiddet arası ilişkiler çok daha karmaşık ve haliyle belirsizdir.542

Bu karmaşa ve belirsizlik, belki de en çok, “kamu görevlileri”nin, yani mahpusun kapatılma dâhil olmak üzere maruz kaldığı muameleyi bizzat icra edenlerin - özelde de ateşli ya da ateşsiz silah kullanmaya, cebri fiillerde bulunmaya yetkili “güvenlik görevlileri”nin- tartışmalı pozisyonunda kendini gösterir. Nihayetinde mevzubahis olan bir devlet görevlisidir, elbette bir mahpusun diğer bir mahpusa karşı gerçekleştirdiği bir fiille bu devlet nam ve hesabına hareket eden görevlinin pratiği aynı kefeye konulamaz.

Panoptikon ve ondan mülhem hapishanelerde memurların her açıdan üstte konumlandırılmış olmasının tek nedeni kuşkusuz gözetlemenin tüm yapıya ulaşması değildir. İnfaz koruma memuru ve benzeri görevliler Kafka’nın “Yasanın Önündeki

541 OKSALA, s. 166.

542 OKSALA, s. 166, 167.

162 Bekçi”sinin başkaca versiyonlarıdır. Dışarıdan yoksun ve dışarıya kapalı bu mıntıkada bazen mahpus ne yapsa ne dese, nereye başvursa bir hikmeti olmaz ve devletin memuru ne icap ediyorsa yapacaktır. Hapishane tüm bu tablo açısından gayet müsaittir ve müsaitlik kamu adına tatbik edilen “imha” teşebbüsleri bakımından olmazsa olmazdır.

Holocoust’un önde gelen sorumlularından olan Nazi subayı Adolf Eichmann Kudüs’teki yargılaması sırasında bunu gayet sarih bir biçimde açığa vurmuştur.

Mütemadiyen “emirlere itaat ettiğini ve suçsuz olduğunu” öne sürmüştür. Bu yargılama üzerine kitabında ömrünün bir kısmı Nazilerden kaçmakla geçen Hannah Arendt

“suçsuzluk” konusunda olmasa da emirlere itaat konusunda Eichmann’a katılıyordu. Zira binlerce insanın katliamından sorumlu olan Eichmann’ın ne bir “canavar”, ne bir “deli”

ne de “vicdansız” olduğu tespit edilebilmişti. Aksine terfi etmekten başka pek bir meselesi olmayan klasik bir asker, yakın çevresine “makul” davranan bir aile babasıydı.

Yahudilerle alakalı kişisel bir nefret ya da husumeti yok gibi görünüyordu.543 O zaman nasıl oluyordu da bu kişi modern Avrupa’nın en önde gelen katillerinden biri olabiliyordu? İşte bu noktada “müsaitlik” devreye girmektedir. Arendt’in de dediği gibi, Eichmann’ın yargılamaya konu olan fiilleriyle, bu fiillerin vuku bulduğu, yani Eichmann’ın bir devlet görevlisi/asker olarak iş başında olduğu dünya uyum içindeydi.

Bu bahisle Eichmann ve benzerleri cinnet falan geçirmiyordu, gayet de akli ve “itidalli”

bir tutum içindeydiler ve fakat – Yahudi örgütlenmesinin liderleri, din adamları da dâhil olmak üzere- kimse olup bitene itiraz etmiyor ya da Eichmann’ı suçlamıyordu, aksine çevresindekilerle bu asker aynı sözü paylaşıyordu. Yasaya gelince o zaten yazılı metinde ifade ne olursa olsun aslen Hitler’in talimatlarından başka bir şey değildi.544 Yani ortam müsaitti, talimatlar geliyordu ve yasalarına bağlı bir Alman vatandaşı olan Eichmann işini yapıyordu. Bu işin adı Holocoust olsa bile...

543 Bkz. Hannah ARENDT, Kötülüğün Sıradanlığı- Adolf Eichmann Kudüs'te (Çev. Özge ÇELİK), Metis Yay., İstanbul, 2012.

544 ARENDT, s. 62, 134, 139, 155.

163 Arendt’in bunların anlatıldığı kitabında filhakika sadece Holocoust’tan bahsedilmemekte, kitabın adından başlayarak, “kötülüğün” nasıl gayet gündelik rutine dâhil, basit, sıradan, uygun bu cihetle hukuki bir şey olabildiği izah edilmektedir. Bu bahisle mevzu aslında bu katliam, işkence gibi ciddi şiddet fiilleri olsa bile “işini yapmak”, talimatlara uymak ve nihayetinde bu fiiller için müsait ortam, yani cezalandırma ve hususiyetle de kapatmadır.

Holocoust ve o dönem gerçekleştirilen katliam –tıpkı diğerleri gibi- kendine has özellikler arz etse de hapishaneye kapatmak gayet sıradan bir şiddet edimi olduğu gibi bir de bu ortam kapatmanın ötesine geçen şiddet pratikleri, yaşam hakkı dâhil hak ihlalleri, baskı ve işkence için gayet müsaittir. Hapishane esasen tam bir devlet tesisidir, alabildiğine kurumdur. Tekilliklere değil yönetmelik ve tüzüklere, talimatlara, katı teftişe ve hiyerarşiye, raporlamalara, yani Eichmann’ın başkaca kelimlelerle de olsa Kudüs’te yargılanırken sıkça vurguladığı “memur ahlakı”na ve askerî disipline/emir- komuta zincirine yer vardır. Bu devlet bürokrasisinin, askerî disiplinin buram buram hissedildiği mıntıkada şiddet gayet “normal” ve hatta bazen son derece lüzumludur. O kadar lüzumludur ki şiddet uygulamamak yasaya aykırılık manasına gelebilmektedir.545

Yalnız burada mahkeme hükmünün/başlı başına şedit ve aynı zamanda akabindeki şedit işlem ve fiiller için de müsebbip niteliğinde olması bahsini tekrar açmak lazımdır.

Nasıl ki yargıçların hükmünün icrası için “mahkûm”u hapishaneye götürecek polis ya da askere, onu hapishanede tutacak infaz koruma memuruna ihtiyaç varsa tüm bu götürme, tutma gibi hukuki işlemler için de yargıcın sözü/yorumu/-Eichman’a gelenler gibi- emri gereklidir. Bu bağlamda Cover şiddetin rutinleşmesi/sıradanlaşması için hem yorum, hem de fiili kapsamaya ehil bir örgütlenmeden bahsetmektedir. Böylece bir diğer aşamaya geçilebilir ve şiddetin ön şartı olan münasip ortam tecessüm etmektedir. Eichman gibi, çoğu zaman “suçlu”yu cezalandırmakla görevli kişi olmazsa olmaz şart sağlandığı zaman,

545 ERGÜDEN, s. 90, 91.

164 hatta bu şart sağlandığı için şiddet uygular.546 Hapishane bu bağlamda da hem başlı başına şiddet tesisi hem de başkaca şiddet pratiklerinin vuku bulduğu müsessese olmak için gayet müsaittir. Zira hapse kapatmak yargıcın şedit kararının, şedit neticesidir, bu şedit netice ve ötesi için de gayet münasip bir ortam mevcuttur.

Bu karmaşık, muğlak ilişkiler ağı istisna hukuk ilişkisi, istisna ve kuralın birbirinin arka veya ön yüzü oluşunu yeniden çağırmaktadır. Neydi; kural ancak istisnayla/istisnanın sayesinde var olabilir. İstisna kuralın dışında değil, kuralın kendini askıya almak suretiyle dışarda tuttuğu hale tekabül etmektedir. Bu bahisle dış ve iç, istisna ve kural burada birbirini dışlamaz, aksine birbirini belirler. İstisna hâli sınırda, daha doğrusu sınırın kendisi ve ne hukukun içerisinde ne de dışarısında; hem dışarıda olup hem de dışında olduğu şeye ait olan şeydir. Haliyle yasanın pozisyonu tamamen muğlaklaşmakta, nerede yasa uygulanıyor, nerede ihlal ediliyor, birbirine girmektedir.547

“İnsan varlığının yeryüzündeki yaşantı ve varlığı dikkate alındığında, hapishane yaşantısı ancak bir uç-durum, sınır durum olarak değerlendirilebilir.”548 Butler’ın

“hukuk olmayan hukuk” diye ifadelendirdiği549 istisna hâli zaten tam o sınırda ve o sınırla/uçla (var) olmaktadır. Hapishanelerde yüzeye bakınca her yer mevzuat ve talimatla doludur ancak iktidarın hukukla bağlı olmayan ve hukuk çerçevesinde temellenmeyen resmî memurlara geçtiği, ancak bu geçişin gayet hukuki olduğu müesseselerden biri hapishanedir. Hukukun askıya alınmasının müsebbibi olarak devreye giren

“zorunluluk”550 “hapishane güvenliği”, “mahpusların kaçmasının önlenmesi”,

“mahpusların ahlakı”, “hapishane nizamı” gibi isimler altında karşımıza her an çıkabilir ve bu zorunluluklar sebebiyle istisna hâli olur olmadık/sıkça/bazen bariz bazen belirsizce

546 COVER, s. 193- 195.

547 AGAMBEN, Kutsal İnsan, s. 28; AGAMBEN, “Olağanüstü Hâl”, s. 173.

548 ERGÜDEN, s. 38.

549 BUTLER, s. 74.

550 AGAMBEN, İstisna Hâli, s. 27.

165 görünür hale gelebilir/gelmektedir. “Zorunluluk” icabı ellerindeki yetki gayet hukuki olan ve fakat hukuka bağlı olamayan idari görevliler tarafından orada her şey yapılabilir.

Buraya tekrar geleceğiz.

Foucault “hukuk olmayan hukuk”a disiplinci iktidarın “karşı hukuku”

demektedir. Bu hukuk sınıflandırmakta, ayrıştırmakta, hiyerarşi inşa etmekte ve nihayetinde birilerini dışlamaktadır. Sınırın öbür tarafında, yani disiplin mekânlarında evrensel normlarıyla değil aksi bir norm düzeneğiyle hareket etmektedir. Foucault’ya göre disiplinsel iktidarın hâkimiyetinde ne tam olarak bir hukuki vuku buluştan ne de hukukun külliyen askıya alınışından bahsedilebilir, artık burada olsa olsa “karşı hukuk”tan/kendi dışına çıkmak suretiyle tersine dönen hukuktan söz etmek mümkündür.

Disiplinci iktidarın “karşı hukuk”unun işlevi elbette eşitlemek değil, iktidarın asimetrik inşasını derinleştirmek olabilir. Bu asimetrik derinleşmeyle beraber birileri hak sahipliğinden dışlanmaktadır.551

Holocoust’takine benzer şekilde hapishanelerdeki şiddet, baskı, hak ihlali gibi vakaların esas müsebbibi oradaki yetkililerin kişisel hasletleriyle alakalı değildir. Elbette bir infaz koruma memuru neticelerini göze alarak işkence yapmayı reddedebilir ya da simit satarak yaşayabilir ya da tersinden başka bir görevli bir mahpusa kişisel hüsumet besleyebilir ve kişisel hınçla devlet tutumu birbirine karışabilir. Ancak esas mesele ortamdır, kurulan sahnedir. Hapishane bu sahnenin kurulabilmesi için biçilmiş kaftandır.552

b. …İmhaya

Dışarıdaki bir insan ekonomik-sosyal şartları ne olursa olsun iyi-kötü, az-çok can sıkıntısını giderme, büyük oranda eşit ilişkiler kurma, rahatsızlık verici bir durumda birilerine, bir yerlere ya da en azından kendine kaçma imkânına sahiptir. Üzerindeki

551 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 223.

552 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 97, 98.

166 tahakküm ne kadar yoğun olursa olsun dışarıdaki biri hayatındaki belli şeylere hâkim olabilir, zamanının bir kısmını tahakküm altındakinden ayırıp çekebilir. Fakat hapishane ve oradaki tahakküm 7- 24’tür. Hapishaneden, daha doğrusu kapatılmışlıktan kaçış yoktur. Zamanın ve mekânın tek belirleyicisi hapishanedir. Bir nesne derekesinde görülen mahpus tamamen edilgendir ve ona has olan ne varsa ortadan kaldırılmış, en azından zayıflatılmıştır. Dışarıdan tamamen yoksun ve fakat içeriyle de yoğun olarak kuşatılmış mahpus azami yoksun, asgari “insan”dır.553

Bazen yıllarca, bazen ömür boyu zorla, kendisiyle alakasız bir ortama kapatılan, çoğu kez kişisel sahası olmasına izin verilmeyen, başka insanların organize ettiği bir rutine göre yaşamak mecburiyetindeki, bir numarayla anılan ve bazı ülkelerde tek tip ve kendisinin tercih etmediği bir kıyafeti giymek zorunda, kimi zaman oy kullanamayacak kadar kısıtlanmış olan birinin Aristoteles’in logos sahibi “siyasal hayvan”ıyla pek de alakası olmadığı aşikârdır. Elbette tahakküm kuran için bu çok da mühim değildir, zira logossantrik/“insan merkezci” modern telakkide zaten kimin insan olup olmadığına karar vermek esastır. Nihayetinde “koyun”a “koyun” ya da “hayvan”a da “hayvan” diyen de Tanrı’nın suretinde yaratılmış insandır (tırnak içinde olmadan).554

Yani Foucault’un “askıya alınmış haklar ekonomisi” dediği hapsederek cezalandırmada bir homo sacerlik halinden bahsetmek mümkündür. Homo sacer zaten Roma’daki versiyonuyla “suçlu”dan başkası değildir. Agamben’in bahsettiği eski bir Roma hukuku geleneğinde bir suçtan dolayı halk tarafından yargılanan kimse artık murdar olur, yani ıskartaya çıkartılmıştır ve bu yüzden kurban edilemez. Ancak aynı kişinin öldürülmesi cinayet niteliğinde addedilmez; öldüren kişi yargılamadan

553 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 101. 102, 108, 112, 113.

554 “RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Âdem’e getirdi. Âdem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı.

Âdem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökte uçan kuşlara ad koydu.” (Yaratılış 2; 19).

167 kurtulabilmektedir. Neticede bu insan “kutsal”dır.555 Cezayir’in ölen/öldürülebilen atları gibi “kutsal”dır.

Şimdinin “suçlu”ları da hapishanede benzer bir lanetle damgalanmakta ve sınıra yerleştirilirler. Mahpusun hakları vardır ve fakat esasen hiçbir kalıcı hakkı yoktur.

Sınırsız gözetim ve müdahale yetkisine sahip muktedir bu düzende her şeyi yapabilir.556 Şiddetin meşru, sıradan, normal, günlük rutine has olarak görüldüğü bu ortamda mahpusa yapılan hiçbir şeyin hesabı sorulmaz. Bir mahpus öldürülse dahi bu bir cinayet niteliğinde kabul edilmez, bir şekilde fail işin içinden çıkar, Antik Roma’daki gibi. Ve mahpus çığlık atsa dahi faydasızdır, Niobe gibi.

“Orange Is The New Black”557 dizisinde uzun zaman evvel işlediği uyuşturucu ticaretiyle ilgili bir “suç”tan dolayı hapse giren “orta sınıf”, “beyaz”, “eğitimli” bir kadın olan ana karakter Piper Chapman hapishaneye daha yeni girmiştir. Kendisine bir hayli yabancı bu ortama alışmakta son derece zorlanan Chapman ilk ve geçici hücresinde üstünü değiştirdiği sırada erkek infaz koruma memuru açık kapının önünden geçer ve kendisini bakışlarıyla taciz eder. Diğer üç mahpusun önünde soyunmak zorunda olması yetmiyormuş gibi bir de erkek bir memurla rastlaşan Chapman rahatsız olur ve uzun süredir hapishanede kalmakta olan hücre arkadaşına memurun hareketini kast ederek,

“bunu yapabilir mi” diye sorar. Cevap: “Evet yapabilir, istediği her şeyi yapabilir”.

Buradaki kamu görevlisi, bu görevli “kamu görevlisi” olmasının yanı sıra daimi olarak kapalı bir mıntıkada mahpusu gözetleyendir. Belki hayatının hiçbir sahasında sahip olmadığı kadar yoğun bir kuvveti kuşanmış ve tahakküm kurma yetkisini ellerine almıştır. Mimari yapı bu tahakkümü destekler niteliktedir. Panoptikon bahsinde edilen laflardan farklı bir şey ifade pek mümkün değil. Zira bir tarafta daimi, sınırsız gözetim ve

555 AGAMBEN, Kutsal İnsan, s. 89- 93.

556 ERGÜDEN, s. 109, 110.

557 Orange is The New Black, Yönetmen: Jenji KOHAN, Senaryo: Jenji KOHAN, Oyuncular: Taylor SCHILLING- Uzo ADUBA- Natasha LYONNE- Danielle BROOKS- Dascha POLANCO- Laura PREPON, ABD, 2013- 2019.

168 hareket etme imkânı varken diğer tarafta hemen hemen tam aksi bir vaziyet mevzubahistir. Haliyle aynı panoptik yapıdaki gibi hapishanede de bir tarafta mikro-kozmosta yalıtılmış mahpus diğer tarafta bu mahpusu gözetleyen, teftiş eden, mahpusun hakkında bilgi biriktiren ve gerekirse her şeyi yapacak şekilde hareket serbestisini haiz olan memur vardır.558 “Her şeyi yapacak şekilde hareket serbestisini haiz olan memur”

varsa orada hukukun pozisyonun kayganlığı gayet aşikârdır. O halde Foucault’nun dediği üzere “cezalandırma iktidarını genelleştiren hukukun her hukuki öznedeki evrensel hukuk idrakı değildir; panoptik tekniklerin muntazam genişlemesi, sonsuz derecede ayrıntılı şebekesidir.”559

“Buranın kuralı sessizliktir. Burada mahkûmları ıslah etme oyunu oynamıyoruz.

Rahip değil, iş bitiriciyiz. Bir kasap canlı hayvanları yenilebilir hale getirir. Bizim işimiz de tehlikeli kişileri zararsız hâle getirmek. Bunu yapmamızın yolu direncini kırmaktır.

Mahkûmların fiziksel, ruhsal ve zihinsel bakımdan direncini kırarız. Kafanın içinde garip şeyler olur. Bütün umutlarını aklından çıkart ve mümkün olduğunca az masturbasyon yap. Bu gücünü azaltır. Bu kadar. Götürün onu.”

Bu ifadeler “Kelebek” filminin başkahramanı Papillon, Şeytan Adası’ndan kaçmaya çalışırken yakalandığı için 2 yıl süreyle tek kişilik bir hücrede kalma cezasına çarptırılınca tesisin yetkilisince Papillon’a hitaben söylenmektedir. Her ne kadar burada mevzubahis olan bir film sahnesi olsa da ifadeler hapishanenin hakiki ve esas veçhesini gayet çarpıcı bir biçimde açığa sermektedir. Hapishaneler iş bitirici, yani işlevsel ve faydalı olmaya mecburdur. Mahpusun üzerinde lazım gelen tamiratı icra edemiyorsa, yani

“makine” bir türlü çalışır vaziyete gelmiyor ya da “hayvan” evcilleşmiyorsa -ki genelde öyle olmaktadır- o vakit mevzu zararsız hale getirmek ve bu kapsamda ne icap ediyorsa pratik etmektir. “Ne icap ediyorsa pratik etme”nin murad edilen neticesi “Papillon”da dile geldiği üzere fiziksel, ruhsal ve zihinsel olarak direnç kırmaktır.

558 ERGÜDEN, s. 86, 87.

559 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 224.

169 Hapishane direnç kırar ve bunun için ne gerekiyorsa yapar, gerekiyorsa –ki sık sık gerekir- şiddet uygular. Yalnız hapishane şiddet uygularken ıslah değil imha eder; ıslah değil imha ederken de şiddet uygulamaktadır. Şiddet gibi hapsederek imha da Damiens’e yapılan gibi öyle gözle görünür, elle tutulur şekilde tezahür etmez. Olabildiğince sessiz, belli- belirsiz şekilde icra edilmektedir; imha edilen aynı zamanda bedendir ve fakat bedenin maddi varlığı değildir. Kişi burada sayılmamak suretiyle/homo sacerleştirilerek/kapının eşiğinde terk edilerek imha edilmektedir.

İşte hapishane tam burada işlevselleşmekte. Hapishanenin değiştiren, dönüştüren, (o her neyse) “ıslah” eden, içerisine kapatılanlara (eğer şayet varsa öyle bir şey) “iyi ahlakı” öğreten bir mekanizma olmadığı, olsa olsa bir eleme makinası işlevi gördüğünün tekrar altı çizilmelidir. Neticede hayallerdeki “modern/uygar/normal/makbul insan” bir türlü yaratılamaz ya da yaratılmaz. Zaten “uygar”, “uygar olmayan”la beraber vardır ve var olabilir. Hapishane ikinci grubun uygarlaştırıldığı ve bu bahisle kimliğinin yeni baştan inşa edilmek suretiyle yok edildiği bir müessese olmanın da ötesindedir. Bu müessese

“uygar” olmayanın içlenerek dışlanmasının ve bu bahisle imha edilmesinin garantörlerindendir. Foucault’nun ziyaret ettiği ilk hapishane olan Attica’yı gördüğünde dehşete kapılmasının ve bu yapıyı “bir tür dev mide, tüketen, imha eden, öğüten ve dışarı kusan- ve zaten elenmiş olan şeyi elemek amacıyla tüketen- bir böbrek” olarak nitelemesi, bu sebeple olsa gerek.560

“When They See Us” isimli dizide tecavüz suçu şüphelisi siyah çocuklar için savcı ne diyordu: “O hayvanlar”. Kutsal Kitap’ta da Âdem ve oğulları hariç her canlının –icap ederse- öldürülmesi dahi caiz kılınmıştı. O halde “hayvan”a, “hayvan gibi olan”a,

“kurt başlı”ya, “vahşi”ye, “hayvani”ye, “kötü kokuyu” temsil edene, “aşağıdaki”ne ve/veya mahpusa şiddet uygulanabilir. Mahpus “zorunluluk” icabı öldürülebilir. Zaten öldürülmese de bir şekilde imha edilecektir.

560 FOUCAULT, “Attica Hapishanesi Hakkında”, s. 151, 152.

170 Şiddet meselesine –ister istemez- tekrar döneceğiz, zira mevzumuz hapishane.

171 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

NEOLİBERAL BİR CEZALANDIRMA BİÇİMİ OLARAK HAPSETME

“Bir çırpıda hep br ağızdan üçlü damga tarafından çarpılmış etik (onlar hukuka aykırı davranarak kendilerini vatandaşlığın sınırının ötesine attılar), sınıf ( onlar sadece zenginliğe hürmet eden ve sosyo- ekonomik konumu sadece bireysel gayretin neticesi olarak idrak eden bir toplumdaki fakirlerdirler) ve kast ( onların çoğu siyahtır ve bu bahisle ‘etnik haysiyetinden’ mahrum bırakılmış bir nüfustandırlar), mahkûm paryalar arasındaki parya grubudur ve tam bir cezasızlıkla ve muazzam sembolik fayda sağlamak için üzerine çamur atılabilen ve aşağılanabilen bir kurbansal kategoridir.”

(Loïc Wacquant- Punishing The Poor)

I. NEO-SUÇ VE CEZA A. SUÇLULAŞTIRMA