• Sonuç bulunamadı

A. İDDİA: ISLAH

3. İmalat

146

“Mutlu olmak için mücadele veren insanlık” vurgusundan “koyun sürüsü”ne…

Mutlu olmak için canla başla mücadele veren “insan”lık, panoptikonda yaşayan

“insan”lık ve “koyun” sürüsü… “Koyun” filmde ve günlük hayattaki kullanımında daha çok sürünün bir parçası olmasıyla andığımız bir “hayvan”dır. Yani sürünün diğer üyeleri ne yaparsa onu yapan yani “norm(al)”e ayak uyduran, her manada evcilleş(tiril)miş ve de tektipleş(tiril)miş bir canlıdır. Adeta her bir sürü üyesi bir makine, hatta tek bir makinenin aynı hedefe odaklı, aynı düğmeyle çalışan çarkları gibidir. Muhteşem bir nizam!

Muhteşem nizam deyince kuşkusuz akla nizamiyeler gelmektedir. Bu elbette başlı başına bir çalışma konusudur, aynı akıl hastaneleri gibi. Lakin sadece şunu belirtmek yerinde olacaktır: Foucault cezalandırmanın tarihinden bahsettiği kitabının mühim bir kısmını askerî disiplini, özelde de 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen askerî disiplini izah etmeye vakfetmiştir. Bu bir tesadüf olmasa gerekir. Zira günümüzde de hapishane denince ilk akla gelen şeylerden biri disiplin, disiplin denince de askeriyedir.

18. yüzyılın sonlarına doğru artık asker evvelinde bir nevi kildir, elbette şekilsiz bir kil;

bedendir, kuşkusuz işlevsiz. Bedene nüfuz eden disiplinin akabinde, basit köylüden disiplinli/itaatkâr, böylece şekilli ve işe yarar bir asker zuhur edecektir.496 “Muhteşem”

bir nizam! “Muhteşem makine beden” ve üstündeki o yazı: “Acımasız da olsa yasa yasadır.”

147 yani halk için okunacak bir kitap, izlenecek ders olma niteliğini de haiz değildi, yani gereken işaretleri veremezdi. Bu sebeple ceza ıslahatının ilk etabında hapishane eleştirilmiş, sadece özgürlükten mahrum bırakmayla neticelenen suçlar için veyahut daha evvel sıkça peydah olduğu gibi başkaca cezaların çekilmesine destek usul olarak devreye girmiştir. Ancak bu çok uzun sürmeyecek ve kısa bir müddetin akabinde hapsetme, cezalandırmanın esas biçimi halini alacaktır.497

Muktedirin cezalandırma sahasına dair projeleri ne Benthamların panoptikonu ne de Colquhoun’un İngiliz polis teşkilatıyla sınırlı değildir ve hapishanedeki “aylak”lığı da önlemek için çeşitli arayışlar olacaktır. Bentham’ın panoptikonuna göre çok daha az yaratıcı ve karmaşık nitelikte olsa da mühendis William Cubitt’in tasarımı bir müddet hayata geçirilmiş söz konusu projelerden biridir.

Cubitt, 1818 yılında Bury st. Edmunds’taki Suffolk Hapishanesi’ni ziyaret ettiği sırada, hapishane kapısının yanında boş boş dolanan, bir başka deyişle “avarelik” yapan bir mahpus görür ve bu “avarelik”ten fena halde rahatsız olur. Yerel bir sulh yargıcının da talebiyle bu mühim sorunu çözmeye teşebbüs eder. Çözüm olarak başkaca şekillerde antik çağlardan beri mevcudiyetini sürdüren ayak değirmenlerinin yeni versiyonu tasarlanır. 1821 yılında Surrey Islahevi, yani bugünkü Brixton Hapishanesi’nde ayak değirmeni dönmeye başlamıştır. Bir müddet sonra hiçbir hizmetten kaçınmayan yetkililer araya bariyerler koyarak, hem dönen hem de mahpusları birbirinden tecrit eden bir teçhizat inşa etmişlerdir. Bu “cezalandırma” pratiği benzer mantıktaki çevirme kolu uygulamasıyla devam etmiştir. Söz konusu pratik çok uzun müddet devam etmemiştir ancak “suçlu”nun kapatılması gibi, kapatıldığı mekânda çalıştırılması da gayet hoşa gitmiştir. Zaten ayak değirmeni ya da çevirme kolu da işgücünü lüzumsuz yere harcaması ve üretkenliği öldürmesi sebebiyle ortadan kalkmıştır.498 Bir başka deyişle mahpuslara

497 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 114, 115.

498 ROTH, s. 210- 212.

148 bedenen ve zihnen yaptıkları için değil akli bir icraat olarak görülmediği, lüzumlu gelir ve “ıslah” sağlamaya ehil olmadığı için bu tatbikler tarih sahnesinden silinmiştir.

Nitekim daha işlevsel kılınmış, aklileşmiş halleriyle değirmen/çark mahpuslarca ve zorla döndürülmeye devam etmiştir.

19. yüzyıl bu döndürmenin zirveye çıktığı zamanlardır. 19. yüzyıla doğru kapatılma mekânları iş gücü dışındakilerin baskı altına alındığı yerler olmaktan çıkarak, dönemin emek gücü ihtiyacının karşılanması için dönüşüme uğrayacak ve işçi sınıfını kapatmak ana akım tutum haline gelecektir. Misal bu dönemde Fransa’da 40 bin genç kadın hapishane- atölyelerde çalışmaktadır.499 Bu çerçevede hapishanenin ana cezalandırma olarak tecessüm edişi önceki ıslahattan oldukça farklı bir mantığı haizdir.

Hapishanede 19. yüzyılda “ıslah edici çalışma”yla ceza birbirine bağlanmaktadır ki esas mevzu yeni bir “çalışma etiği” dayatmaktır.500 Burada hapsetmeyle Kalvinist düşünce arasındaki bağ aşikârdır; “o dönemki iş gücü kıtlığı ve arayışı ile Kalvinist ideolojide çalışmanın yaşam hedefi olarak konması, yoksulları dilencileri çalıştırma için yollarını hapishaneden geçirme zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir.”501

Burada tek hedef mahpuslara ürettirmek ve böylece iş gücü sağlamak değildir.

Bireylerin itaatkâr kılınmasıyla “sanayi alışkanlıkları” arası bağlantıdan bahsetmiştik. Bu cihetle mahpusun üretmesi demek aynı zamanda “ıslah”ı için faydalı görülmüş, “ıslah”

edilen bireyin artık faydalı birey olacağı varsayılmıştır. Bir şekilde çalışma mecburiyetine dışarda riayet etmeyip, suç işlemek suretiyle hapse düşenler için “evrensel bir çalışma pedagojisi” üzerine yoğunlaşılmıştır. Bu öyle bir pedagojidir ki cezanın ne kadar süreceği tam olarak bu bağlam üzerinden şekillenmelidir. Mesela çok kısa müddetli bir cezalandırma pratiğinin “ıslah”a ehil olduğu tartışmalıyken, ömür boyu süren ceza da

499 FOUCAULT, “Cezaevine Kapatılma Hakkında”, s. 138; KESKİN, " Büyük Kapatılma", s. 11, 12, 13, 14.

500 Alev ÖZKAZANÇ, Neo-liberal Tezhürler: Vatandaşlık, Suç, Eğitim, Dipnot Yay., Ankara, 2011, s. 105.

501 ERGÜDEN, s. 68.

149

“ıslah” olma gayretini manasız kılacaktır. Bu sebeple “ıslah” ihtimali ve bu ihtimalin hayata geçmesi halinde oluşan insanın ekonomik işlevselliği ceza müddetini belirlemede mühim bir unsurdur.502

Aylaklıkla verilen mücadele, misal bir hırsızı itaatkâr bir işçiye dönüştürmek için kilit rol oynayabilir ve verilen ücret tamamen “ahlakî”dir ve mahpusa iyi alışkanlıklar kazandırmak için teşvik vasıtasıdır. Nihayetinde çalışmaya uyum, gösterilen performans mahpusun ıslah sürecindeki ilerlemesinin nicel olarak ifade edilmesine de fayda sağlayacaktır. Hatta buna İngilizler bir de tecriti eklemişlerdir. Böylece hem mahpusların bir arada olmasından doğabilecek sakıncalara mani olunacak, hem de ıslah için daha elverişli bir ortam yaratılacaktır. İddia odur ki tek başına kalan mahkûm kendi içindeki

“iyi”nin sesini daha etkili şekilde duyacaktır. Bir taşla iki kuş vurulacak; bir kuş ekonomik, diğeri ahlakî/dinî niteliği haizdir.503

Foucault 1840- 45 arası söz konusu pedagojiyle ilgili başka bir cephede harlanan bir tartışmadan bahsetmiştir. O dönemde çıkan işçi gazetelerinde, kampanyalarda serbest emeğin aldığı ücretin düşürülmesi için cezai emeğin kullanıldığı iddia edilmiştir.

Hükümetse buna mütemadiyen aynı cevabı verir: Cezai emeğin sınırlı yapısı sebebiyledir ki ekonomiye hatırı sayılır bir etkisi olamaz. Kaldı ki esas hedef ekonomiye doğrudan bir etkiden ziyade mahpusların dağınıklığına, avareliğine savaş açmak, mahpusları hiyerarşi ve gözetim yoluyla dize getirmek, bu bahisle zamanı işgal etmek, bedeni ve zihni –hayal gücüne varana dek- kuşatmaktı. Mecburi çalışmanın iddiaya göre tek esası budur. Yani ceza olarak çalışma bir ekonomik üretim teçhizatı/atölye olmaktan ziyade “insan”

üretmeye odaklanmış bir iktidar tesis makinesidir.504

502 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 121, 122.

503 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 123, 243.

504 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 241- 243.

150 Daha sonra mahpusların çalıştırıldığı ya da işçi sınıfının bir kısmının hapishaneye ( diğer kısmının fabrikaya) kapatıldığı bu sistemin çok da mantıklı olmadığı, krizlere dayanıksız ve siyasi olarak riskli bir mekanizma olduğu kanısına varılmıştır. Akabinde hapsetme kurumu salt ceza infaz mekanizmasına dönüşmüştür. Tabii ki burjuvazi işçi sınıfını kapatmayı başkaca şekillerde sürdürecektir.505 Neticede selefleri gibi hapishanenin esas cezalandırma tarzı olarak tecessümü iktisadi aklileştirmenin bir cüzüdür.506

Evet, hapishaneye giden yol aynı zamanda kapatılma tesislerinin genellemeci hali –en azından bina bakımından- nihayete ermiştir ve hapishane sadece “suçlu”lara tahsis edilmiştir. Peki, bu hapishaneyle “çalışma” buyruğu arası ilişkinin de nihayete ermesi manasına mı gelecektir? Soruyu daha genel çerçevede soracak olursak; iktisadi aklileştirme hapishaneden elini eteğini çekecek midir/bu mümkün müdür?

Hapsetme mıntıkasında serbest emek gücü piyasası talebiyle birlikte ekonomik kaygıların –doğrudan- payı azalmış, ıslah etme düşüncesi öne geçmiştir. Ancak bu ekonomik ilişkilerle, sermayenin ihtiyaçlarıyla cezalandırma, özelde de hapsetme pratiği arasındaki bağın koptuğu manasına gelmeyecektir. Kaldı ki Foucault’nun bahsettiği 19.

yüzyılda yaşanan değişiklik de zaten endüstrideki gelişmelerle alakalıdır. 507

Tekrar altını çizmek gerekirse “anormal” olan, nizama aykırı olandır. Mevzubahis olan nizam, esas olarak kapitalizme işaret etmektedir. Hapishane disipliner tesislerden biri olarak “normalizasyon” çalışmasına, bu bahisle -içinde doğrudan kâr getiren bir üretim yapılsın ya da yapılmasın- kapitalizme hizmet etmektedir. Bu nedenle – panoptikon bahsinde belirtildiği gibi- hapsetme bağlamındaki ekonomik kaygılarla, iktidarı derinleştirme, tahakkümü sürdürme hedefi kol kola ilerlemektedir. Beden aynı

505 FOUCAULT, “Cezaevine Kapatılma Hakkında”, s. 138, 139; ERGÜDEN, s. 69.

506 ERGÜDEN, s. 68.

507 Kaldı ki günümüzde mahpuslukla işçiliğin/hapishanelerle fabrikaların tekrardan hemhal olduğunu görmek mümkündür. Bu mevzuyu çalışmanın üçüncü bölümünde tartışacağımız için şimdilik geçiyoruz.

151 zamanda “görev icra eden”dir. “Görev icra eden” yani itaat eden bedenin gücü emek gücüne, bu güç de üretime dönüşür.Hülasa kapitalist sistem itaatkâr bedenler ister, eni sonu beden üretmiyorsa neye yarar?Endüstriyel toplumun genel normlarına göre mekanize olmuş bireyler” üretmeye katkı sunduğu sürece bireyleri hapsetmenin ekonomik değeri yok olmayacaktır.508

Sürekli daha fazla kâr etme üzerine inşa edilmiş kapitalizm “anomaliden”

hoşlanmadığı gibi insanların çalışmaya, üretim aygıtına tamamen bağlanması için mekanizmaların oluşturulduğu bir sisteme tekabül etmektedir. Bu öyle bir bağlanma olmalıdır ki adeta çalışmaya yönelim insanın “tabiatı”ndan fışkırmalıdır. Bu öyle bir bağlantı olmalıdır ki “insan” zamanı, bedeni, yaşamı çalışmaya vakfedilmiş “insan”

niteliğine bürünmelidir. Foucault’ya göre mikro iktidarlar, disipliner tesisler bu açıdan kapitalist sistem için son derece işlevseldir. Zira bu aşırı kâr sağlayacak “insan” tabii ki Lauret’nin hastası A. gibi bir “anormal”, “deli” olamaz, ancak aynı Lauret’nin aynı hastası A. gibi –sözüm ona- tedavi/ıslah olmuş biri olabilir.509

Biyoiktidar ve onun bir ayağı olan disiplinci tahakküm bu bahisle kapitalist sistemin olmazsa olmazıdır. Zira bu tahakküm modelinde bireylerin sadece belli bir zamanlarını üretim aygıtına vakfetmeleri asla kâfi gelmeyecek, zamanın külliyen faydalı kılınması talep edilecektir. Zamanın ve haliyle bedenin faydalı olmasının esas olduğu bu iktidar ekonomisinde hiçbir şey avare ve boşa olmamalıdır. Bir başka deyişle istisnasız her şey mevzubahis olan iş için seferber edilmelidir. Zaman da -buradan hareketle- ölçülmekte, ücretlendirilmekte, en kaliteli hale getirilmeye çalışılmakta, lakin bunun ötesine geçip iktidarın denetimiyle kol kola bedene nüfuz etmektedir. Bu öyle bir nüfuzdur ki boş boş durmamak kâfi gelmez, zamanın yoğunlaşması için azami gayret

508 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 25, 26, 142; ayrıca bkz. SAYGILI, Kutsal Canavar Devlet, s.118.

509 FOUCAULT, “Hakikat ve Hukuksal Biçimler”, s. 253, 254.

152 gösterilmelidir.510 Bu bahisle bedenler külliyen gözetime ve tahakküme konu olmalıdır ki ıslah etme teşebbüsü muvaffak olabilsin. Mesela bir fabrika işçisinin çalışma sırasındaki itinası tatmin etmez, “cinsel ahlaksızlığ”a düşüp düşmediği de patronun gündemindedir.

Tahakküm kuran artık bireyin bir bütün varoluşuna yakın alaka gösterecektir. Zira murad edilen bedeni iş gücü haline getirecek tarzda – lazım gelirse yeni baştan- şekillendirmektir.511

Foucault “ceza sisteminin” “bireylerin hayatına derinlemesine nüfuz eden ve üretim aygıtıyla ilişkilerini ilgilendiren bir iktidar sistemi”512 olduğunu belirtmiştir.

Haliyle cezalandırmanın şimdiki yaygın ve modern biçimi olan hapishane hem içerisindeki hem dışındaki bireylerin “üretim aygıtıyla” olan ilişkisinden azade düşünülemez. Hapsetmenin maksadı herkesi, en çok da hapishane dışındaki bireyleri üretim aygıtının içinde – hep daha fazla/verimli- kullanılabilir bir işgücü haline getirmektir. Madem disiplinin yaygınlaştığı noktada faydalı birey imali açığa çıkmaktadır513 o halde hapishane gibi kuşatıcı bir tesis doğrudan ya da dolaylı olarak kâr getirecektir.

Beden ancak bu şekilde ehlileştirilebiliyorsa makbul ve makuldür. Bunu Prospero’dan duymuştuk. Caliban çalıştığı/Prospero için ürettiği takdirde, beden de kapitalizme ve onun disiplin anlayışına uyumlaşmış bir hâl aldığı, otomatize olduğu, kendisine bir çeki düzen verilebildiği sürece var olabilir hatta lüzumludur, yani olmalıdır.

Peki, ehlileşmeyen tarafıyla beden ne ifade edecektir? Elbette Elias’ın da izah ettiği medenileşme sürecinde terk edilen, edilmesi mecburi tutulan, tehlikeli, pislik (dışkı) taşıyan ve bu yüzden tiksindirici, iğrenç, korkutucu bu yüzden yok edilmesi, yok

510 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 151- 154.

511 FOUCAULT, “Hakikat ve Hukuksal Biçimler”, s. 248- 250; ayrıca bkz. FOUCAULT, “Hapishanler ve Hapishane İsyanları”, s. 126.

512 FOUCAULT, “ Hapishaneler ve Hapishane İsyanları”, s. 125.

513 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 211.

153 olmuyorsa gözlem altına alınması gereken bir varlıktır. Beden bu veçhesiyle “hayvan”dır ve tüm kötülüklerin anasıdır. Federici modern çağın başlangıcından/modern cadı avlarından itibaren aklileşemeyen her şeyin suç olduğunu, bu sırada ve bu bahisle de bedenin bir nevi öldüğünü ifade etmiştir.514

“Kapital”de ne demişti Marx:

“Sermaye vampir gibi ancak canlı emeği emerek hayatta kalan ve ne kadar fazla canlı emek emerse o kadar uzun yaşayan ölü emektir.”515