• Sonuç bulunamadı

A. İDDİA: ISLAH

2. Makine- Beden

137 ve ruh davranışın kaynakları olarak şimdi cezai müdahale için tasarlanan unsuru vücuda getirirler. Bu cezai müdahale bir temsiller sanatından ziyade üzerinde çalışılmış bir bireysel manipülasyona dayanmak zorundadır. […] Kullanılan enstrümanlara gelince, bunlar artık pekiştirilmiş ve tedavülde olan temsil blokları değil, cebir tarzları, tatbik ve tekrar edilen baskı şemalarıdır. Pratikler, göstergeler değil: zaman tablosu, mecburi hareketler, muntazam faaliyetler, bir başına meditasyon, beraber çalışma, sükut, itina, saygı ve iyi alışkanlıklar.”465

138 yazmıştır.468 Ancak başka zaman ve yerlerde bedene kazınanın bambaşka olduğu pek çok durumla karşılaşmak mümkündür. İnsanların bedenine kazınan muhtevası itibariyle farklı olsa da nihayetinde ifade şudur: “Dura lex sed lex” yani “acımasız da olsa yasa yasadır”

ve bu acımasızlığın akıldan çıkmaması için her dönemde ve her toplumda değişik yollara başvurulmuştur.469

Kafka’nın “Ceza Kolonisinde” hikâyesi “farklı bir alet,”470 diye başlamıştır. Bunu söyleyen subay hikâyenin geçtiği ceza kolonisindeki idam cezalarının infaz edildiği söz konusu aleti öve öve anlatmaya devam eder. Bu alet öyle işlevseldir ki birkaç ufak tefek işlemin akabinde kendisi –arıza vermediği sürece- aralıksız çalışır. Alttaki “yatak”, üstteki “nakkaş” ve ortadaki “tırmık”tan oluşan bu alette asıl yargının uygulanması

“tırmığın” işi. Zira mahkûmun bedenine çiğnediği emir her ne ise tırmık vasıtasıyla yazılır ve böylece mahkûmun bedeninde verilen hüküm görülebilir hale gelir. Mahkûma da ekstra bir izahat yapmaya gerek kalmaz. Zaten mahkûmun ceza hükmünden haberi bile yoktur. Nihayetinde aynı zamanda koloni yargıcı olan subayın dediği üzere “suç hiçbir zaman şüpheye yer bırakmaz”.471 Biz subaya –naçizane- katkı sunalım “suç hiçbir zaman şüpheye yer bırakmaz” ve “hüküm/ceza her daim bedene işlenmeli/damgalanmalı”.

Clastres Martchenko’nun “Tanıklıklarım” kitabındaki tanıklıklarına atıf yapmak suretiyle Kafka’nın fiksiyonunun nasıl hakiki bir vakaya dönüştüğünü anlatır. Önce tanığa sonra yoruma müracaat edelim:

“Sonunda dövmeler görünmeye başladı.

Önce adi suçluyken, sonra ‘siyasi’ olan iki kişi tanıdım; takma adları Musa ve Mazay’dı. Alınlarına ve yanaklarına ‘Komunist: Cellat; ‘Komunistler halkın kanını

468 CLASTRES, s. 161, 71, 172.

469 CLASTRES, s. 163.

470 Franz KAFKA, “Ceza Kolonisinde”, Ceza Kolonisinde ve Diğer Öyküler (Çev. Gülperi SERT), Türkiye İş Bankası Yay., İstanul, 2019, s. 115.

471 KAFKA, “Ceza Kolonisinde”, s. 117- 121.

139 emerler’ sözleri kazınmıştı. Daha sonraları yüzlerine benzer özdeyişlerin kazındığı birçok mahkûm gördüm. Daha çok da alınlarında, büyük harflerle ‘KRUŞÇEV’İN KÖLELERİ; SBKP’NİN KÖLESİ’ yazıyordu.”472

Clastres bu anlatıda, Kafka’nın hikâyesinde görebileceğimiz yasa, yazı ve beden arasındaki ittifakın vuku bulduğunu belirtmiştir. Bu emsalde ve SSCB toplama kamplarında bedene suçu kazıma işini makinalar icra ederken, Mordavya ceza sömürgelerinde bizzat “suçlu”nun kendi eli münasip vasıta olarak seçilmiştir. Bir başka ifadeyle bu ikinci emsalde kişinin kendisi vücuduna yasayı ve böylece cezayı yazan makina konumuna “düşürülmüş” ya da “yükseltilmiş”tir. Burada mühim olan noktalardan biri suçlunun bizzat kendisinin bir “yasa yazma makinasına” tahvil edilmesidir.473

Erken modern dönemde bahsi geçen kazıma/yazma işleminin daha çok bedensel eza çektirme şeklinde tatbik edildiğini belirtmiştik ki bu cezalandırma şeklinde, hele kalabalık önünde vuku buluyorsa yasanın mücrimin bedeninde ve bedeniyle cümle âleme okunuşu gayet vazıhtır. Beden burada bir hizmetkârdır: Mahkûmiyeti ve bu mahkûmiyetin menşei olan suçun hakikatini taşıyan ve bu şekilde herkesin gözünün içine sokan bir hizmetkâr.474

Evet, bedensel ezanın önde olduğu cezalandırma biçimi miadını doldurmuştur.

Peki, bu bedenin hizmetkârlığına son vermiş midir? Cezanın ve bu bahisle “ıslah”ın mahpusun “ruh”una yönelmesi demek “beden”in artık hedef olmaktan külliyen çıkması mı demektir? Yasanın acımasızlığının “beden”e kazınması nihayete mi ermiştir? Bu sorulara verilecek cevap “hayır”dır. Zira bedensel eza tamamen son bulmamış sadece geri plana düşmüştür ve daha da mühimi beden, yasanın acımasızlığının taşıyıcısı ve bu yüzden nihayetinde cezanın mekânı olmaya devam etmiş ancak bu taşıma işleminin tarzı

472 Martchenko, Mon temoignage (Çev. François Olivier), Seuil Yay., Paris, 1971, akt. CLASTRES, s.

165.

473 CLASTRES, s. 165.

474 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 43.

140 değişmiştir. Beden hâlihazırda bir hizmetkâr olmaya devam etmektedir. En azından murad edilen böyle olmasıdır.

Söz konusu tarz değişikliğini Foucault şöyle ifade etmektedir:

“Bedenin toplumsal denetiminin tarihi yazılsaydı, 18. Yüzyıl dâhil, [19.yüzyıla]

kadar geçen sürede bireylerin bedeninin esas olarak eziyet ve cezaların kaydolduğu yüzey olduğu gösterilebilirdi; beden eziyet edilmek ve cezalandırılmak için yapılmıştır. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren ortaya çıkan kontrol mercilerinde beden tamamen farklı bir anlam edinir; artık eziyet edilmesi gereken bir şey değil, oluşturulması, ıslah edilmesi, düzeltilmesi gereken şeydir, yetenek kazanması, bazı nitelikler edinmesi, çalışabilir beden olma niteliğini kazanması gereken şeydir.”475

Bu murad ve gayret biyoiktidarın menşeiyle alakalıdır. Kendisini yaşam üzerinde kuran biyoiktidarın bir suretini teşkil eden disiplinci iktidarın bedenlere itaat ettirmeye ve bu itaatkâr bedenlerden azami kuvveti çekip çıkarmaya ve bu kuvveti ekonomik üretime sevk etmeye yönelik politikası, “insan bedeninin anatomo-politikası”dır. Kaldı ki 19.

yüzyıl itibariyle husule gelecek olan ve Foucault’ya göre biyoiktidarın diğer tarafından bakınca görülebilecek “nüfusun biyopolitiği”, yani nüfus düzenlemesi de bir nevi beden üzerinde çalışmayı gerektirir. Nitekim kapitalizmin ihtiyacı olan beden sevkiyatı ve nüfus vakalarının ekonomik süreçlere uygun olarak idare edilmesinin müsebbibi beden üzerindeki söz konusu biyoiktidar çalışmasıdır.476 “İlksel birikim” ve akabindeki gelişmelerle beraber bedene iktidarın kazınmasının böylece yeni şekli zuhur etmiştir.

b. Hapishanenin “Evet”i

“Özgür” emek gücünü oluşturan insanlar bir süreliğine de olsa emek gücünün sahibi olur, ancak o müddet geçince bunu patrona sunacaktır. Eskiden sahibi olduğu şeylerin –mesela toprağının- yerine geçen emeğini artık bir nevi mülk ve/veya meta gibi muhafaza etmek durumundadır ve işte tam bu noktada beden bir nesne derekesine düşürülür; kişi/kişilik bedenden ayrılır, özdeşleşilemez bir varlık niteliğine bürünür.

475 FOUCAULT, “Hakikat ve Hukuksal Biçimler”, s. 249.

476 Michel FOUCAULT, Cinselliğin Tarihi (Çev. Hülya Uğur TANRIÖVER), Ayrıntı Yay., İstanbul, 2007, s. 101, 102; KESKİN, “Özne ve İktidar”, s. 16.

141 Haliyle kapitalist modernitede beden kıymetsizleştirilen, yok sayılan bir şeye dönüşmemiş, nesneleştirilmiş/şeyleştirilmiştir. Nihayetinde üreten odur. Evet, beden

“tembel bir hayvan”ı temsil etme riskini barındırır ve fakat emek gücünü de içinde taşır, yani bir nevi iş makinası ve bilimsel analiz nesnesidir. Eski kutsallığı, mistik tarafı, anatomi gibi disiplinler sayesinde yitip giderken, alçaltılan, parçalanan beden, kontrol altına alınmaya çalışılacak, felsefe ve tıbbın esas mevzusu olacaktır. Kartezyen bireyin bedeni mevzu olduğu müddetçe zaten ortada bir sorun yoktur.477

Bu cihetle beden nesneleştirilmeye çalışılan, ancak vazgeçilmez olandır. Tıpkı Caliban gibi, tıpkı cadılar gibi, tıpkı suçlular ve/veya mahpuslar gibi. Bedensel azap çektirmenin cezalandırmanın esas tarzı olması nihayete erse de (biyo-) iktidar ilişkileri tarafından kuşatılmış beden doğrudan politik mıntıkadadır, hatta bizatihi politik mıntıkanın kendisidir. İktidar bedene illaki damgasını vurmakta, bedeni misyonları ve merasimleri icra etmeye, işaretler yaymaya mecbur bırakmakta, haliyle –ekonomik işlevselliğe göre- bedene yatırım yapmakta ve bedeni terbiye etmektedir.478 Disiplinci iktidarın “yasa sistemi”ndeki “hayır”ın yerine “evet”i ikame etme sebebi budur. Bu

“evet” hiç özgürlükçü sayılmaz, davranışları kanıksatmak için söylenmektedir zira.

Haliyle iki farklı iktidar tekniğinden bahsediyor olsak da hedef bakımından müştereklik mevzubahistir. Hedef bellidir: “Öznelerin kendi başlarına buyruk olmasını engellemek, onları belli kalıplara sokmak, belli şekilde davranmalarını ve düşünmelerini sağlamaktır.

[…] İki iktidar türü de ‘anomaliden’ hoşlanmaz.”479

Haliyle disiplinci iktidarın bedeni filhakîka panoptisizmin sirayet ettiği bedenden başkası değildir. Murad edilen öyle bir ehlileşme ve akabinde standartlaşmadır ki beden burada sadece nesne değil, aynı zamanda enstrüman olacaktır. Neticede “[d]isiplin

477 FEDERICI, Caliban ve Cadı, s. 194, 197- 200.

478 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 25.

479 GAMBETTİ, “Foucault’dan Agamben’e Olağanüstü Halin Sıradanlığına Dair Bir Yanıt Denemesi”, s.

29.

142 bireyleri ‘inşa etmektedir’; o bireyleri hem pratiğinin nesneleri hem de enstrümanları olarak addeden iktidarın spesifik tekniğidir.”480 Disiplin mekanizmasının içerisine alınmış kişinin bizzat kendisi bir işbirlikçi niteliğindedir, bir başka ifadeyle kişi kendisi artık bir mikro- devlettir. Disiplinin dışarıdan dayatılmasına hiç de lüzum yoktur.

Kapitalist modernitenin bir gereği olarak içerden gelmektedir.481 Yani herkes kendi kendisinin müfettişidir ve bireyler öyle bir hale ge(tiri)lmelidir ki bizzat kendisi kendisini iktidarın gözünden görebilsin.482 Tıpkı panoptikonda kapatılmış mahpus gibi.

Elbette disiplin altına alınmakta olan birey, sıkı bir emir- komuta zinciri içerisinde olacaktır ve fakat bu zincir, talimat alana sirayet etmiş olmalıdır. Bu emir öyle bir emir olacaktır ki izaha asla lüzum kalmayacaktır. Komuta tekniğiyle itaat ahlakının birleştiği bu ilişki biçiminde işaretler emrin derhal cevap bulması için kâfi gelmelidir. Bir başka ifadeyle evvela kodlar ve mecburi cevaplar tespit edilmiş olmalıdır. Gerisi sadece ve sadece işaret vermeye bakar; mesela zil çalınır ya da işaret olmanın ötesine geçemeyen – mesela “sayım!” gibi- bir kelime söylenir.483

Cezalandırma mülahaza ve pratiği de bu minvalde bir dönüşüm geçirmiştir. Eza çektirici değil, ıslah edici ceza; eza çekme korkusu salmak için tezahür ettirilen temsiller değil, bedenlere temas- temas etmeden temas- mevzubahistir ve bu temasın umulan neticesi bedensel azap değil, “itaatkâr ve yararlı beden” imalidir.484 Bu çerçevede hapishane –ve zorla çalıştırma gibi tüm diğer modern cezalandırma biçimleri- fiziki cezalardır, yani bedeni doğrudan etkilemişlerdir. Fakat hapsetmede bedenle kurulan ilişki bambaşkadır: “Artık beden bir enstrüman ya da vasıta işlevi görür: biri eğer onu kapatmak ya da işler hale getirmek için ona müdahele ediyorsa şayet, bu hem bir hak

480 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 170.

481 FEDERICI, Caliban ve Cadı, s. 214, 215, 217.

482 ÇOBAN, “Özne ve İktidar İlişkisinin Sorgulanması”, s. 539.

483 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 166.

484 AGTAŞ, s. 235.

143 hem de mülkiyet olarak addedilen bireysel bir özgürlükten mahrum etmek içindir. Bu cezalandırma tarzına göre beden bir kısıtlamalar ve mahrumiyetler, mecburiyetler ve yasaklamalar sistemine sıkıştırılmıştır. Fiziki ızdırap/bizzat bedenin ızdırabı, artık cezalandırmanın kurucu unsuru değildir. Ceza katlanılmaz hisler sanatı olmaktan askıya alınmış haklar ekonomisi olmaya evrilmiştir.”485

Bu doğrultuda beden üzerinde inşa edilecek ve sürdürülecek tahakkümü kurmanın en iyi yollarından biri faaliyetleri programlamaktır ve bu, gözetleme tekniğiyle beraber geliştirilmiştir. Gözetleyene göre “normal” davranmak bir yandan bölünmüş zamansal sınırlara uygun davranmaktır. Bu nedenlerle tahakküm merkezlerinde ve illaki hapishanede zamanın iyi kullanımı için her faaliyet evvelinde belirlenmiş bir zamansal program çerçevesinde pratik edilmek zorundadır.486

“Islah” yani “tamirat” ve “tadilat”, “nesne niteliğini haiz olma”, “çalışabilir şey”,

“bir şeyin çalıştırılması ya da çalışır duruma getirilmesi”, “programlama”… Bütün bu ifadelerin bizi götürdüğü “şey” ister istemez “makine”dir. Zaten Elias “uygarlaşma”

denilenin esasen “otomatizm” olduğunu belirtmişti. Federici’ye göre de kapitalizmin ilk makinesi buhar makinesi falan değil, “makineleşmiş insan bedeni”dir487 ve Foucault disiplinsel iktidarın bedeni bir makine olarak ele aldığını ifade etmiştir488. Descartes’ın kartezyen bireyine dahiliyeti mümkün olmayanlar ya da bu şekilde görülenlerin makine olarak algılanması ya da makineleştirilmeye çalışılması işin bir yanıyken diğer yanı genel manada makineleştirmedir. Bir başka deyişle “makinenin toplumsal bir davranış modeli haline gelmeye başla[ması]”489 modern öznelleştirmenin önde gelen maksadıdır. Bu

485 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 11; ayrıca bkz. ERGÜDEN, s. 109.

486 ÇOBAN, “Özne ve İktidar İlişkisinin Sorgulanması”, s. 551.

487 FEDERICI, Caliban ve Cadı, s. 212.

488 FOUCAULT, Cinselliğin Tarihi, s. 102.

489 FEDERICI, Caliban ve Cadı, s. 209.

144 yüzden olsa gerek Chaplin “Modern Times”da karakterlerin makinenin çarklarının arasına sıkışmış ve robotlaşmış/otomatikleşmiş vaziyetlerini, sıkça karşımıza çıkarmıştır.

İşte bu sebeplerle bastırma, yasaklama, “hayır” hapishanede kâfi değildir ve bedenin makineleşmesi bireysel kimliğin gelişimini de içermektedir. Birtakım yeni ve işlevsel kabiliyetler geliştirmek için bir uğraş verilmektedir. Buna yeni baştan bireysel kimlik inşası da demek mümkündür.490 Bu inşaat işinin başka bir binayı yıkacağını tahmin etmek elbette zor değildir.

Bu iş için hapishane elbette biçilmiş kaftandır. Hapishane fiziksel düzlemde, haliyle fiziksel ve maddi cebir içeren ve fakat yine de fiziksel olmayan, yani bedene dokunmadan dokunan bir pratiğin mıntıkasıdır. İtaatkâr beden muradı, siyasi iktidarın kişilerin sadece ideolojilerine değil, bedenlerine de işlemesi olarak siyasi bir beden teknolojisini açığa çıkarmaktadır ve hapishaneler bu teknolojinin temel alındığı en önde gelen müessesedir.491 “Hapishanenin [‘evet’ diyen, yasaklamayan ve fakat programlayan] otoriter yapısı, […]kişinin kendi bedeni üzerindeki egemenliğini yok etmektir.”492 “Oz”daki Augustus’un da dediği gibi, birtakım “insanlar” kimliğine dair pek çok şeyden kopartılıp, kendi “tür”ünden diğerleriyle aynı yere konulmakta ve bu kişilerin bütün hayatı “ıslah” adı altında, bir rutin içinde ve yoğun, daimi bir gözetim ve teftiş altında planlanmakta, nihayetinde bedenlere alışkanlıkların kazınması için gayret gösterilmektedir.

Dizinin hem dâhili hem harici sesi Augustus şunu söyler:

“Kimi mahkûmlar yüzleşebileceğimiz en kötü şeyin şiddet olduğunu söylerler.

Bence büyük bir esnemedir. Sıkıcı tek düze günleri nasıl geçirebilirsiniz? Hayatımıza anlam ve düzen katması gereken bu rutinlerimiz vardır. Ama arkamdan şişlenmek rutinden daha az korkutucudur çünkü rutin, rutin sizi öldürür.”493

490 FEDERICI, Caliban ve Cadı, s. 218.

491 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 26, 118.

492 ERGÜDEN, s. 18.

493 Başka bir hapishane dizisi olan, İspanya’daki kadın mahpusların hayatını anlatan “Vis a Vis” de de çingene bir mahpus olan Saray bir röportaj sırasında şunu söyler:

145 Augustus’a hak vermemek elde değil, zira rutin makineleşmedir ve makine haline ge(tiri)len “insan”dan geriye olsa olsa üzerinde “Dura lex sed lex” sloganı kazılı duran bir beden, daha doğrusu makine-beden kalacaktır. Kuşkusuz bazen o da kalmayabilir. Bu mevzuya geleceğiz.

Modern kullanımıyla hapishane hiçbir zaman tek fonksiyonlu olmamış, bir yandan cezalandırırken diğer yandan tadilat gayreti içinde olmuştur. Bu bahisle hem bir ceza hem de bir tadilat olan hapsetmede ahlaksızlığı hedef tahtasına oturtan ıslah teknikleri olmazsa olmazdır. Haliyle hapishanede “kişiyi kapattık, tamam o zaman”

demek gibi bir vaziyet söz konusu olmamıştır. Aksine hapsetme tamamen ve daimi olarak kuşatan, okul gibi belli bir konuya has benzerlerine göre, en kuvvetli, en yoğun teçhizat olmalıdır. Bu yüzden kapatmakla sınırlı kalamaz, “ıslah” edilecek birey tüm yönleriyle sarılıp sarmalanmalı, bireyin günlük hâl ve tavırlarından, haleti- i ruhiyesine, fiziksel durumuna kadar her şey üzerinde bir disiplinsel kuvvet teşkil edilmelidir.494 Esas hedef bireyleri “normalleştirmek”se şayet disiplinci iktidar ve onun cezası bireyleri birbiriyle mukayese etmekte, farklılaştırmakta, hiyerarşize edip, homojenleştirmekte ve dışlamaktadır.495

“Modern Times” filmi işleyen bir saat görüntüsüyle açılmaktadır. Saat mütemadiyen işlemektedir ve sonra üzerinde şöyle bir ifade okunacaktır:

“ ‘Modern Zamanlar’. Endüstri ve özel teşebbüsün hikâyesi- mutlu olmak için mücadele veren insanlık.”

Ardından bir “koyun” sürüsünün yürürkenki kısa görüntüsü, oradan bir grup işçinin işe giderkenki görüntüsüne geçiş… Derken fabrikadayız; bir nevi panoptikonda.

“Hep aynı günü yaşadıkları filmi seyrettin mi? Tanrım, adı neydi? [Hatırlamaya çalışarak dizini döver.

Hatırlayamaz ve devam eder.] Burada da bir kez seyrettik. Burada olan da o. Hep aynı gün yaşanıyor.”

Vis a Vis, Yönetmen: Jesús COLMENAR- Sandra GALLEGO, Senaryo: Daniel ÉCİJA- Álex PINA- Esther Martínez LOBATO- Iván ESCOBAR, Oyuncular: Alba FLORES- Maggie CIVANTOS- Berta VAZQUEZ - Najwa NIMRI, İspanya, 2015- 2019.

494 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 233- 236.

495 FOUCAULT, Discipline and Punish, s. 183, 184.

146

“Mutlu olmak için mücadele veren insanlık” vurgusundan “koyun sürüsü”ne…

Mutlu olmak için canla başla mücadele veren “insan”lık, panoptikonda yaşayan

“insan”lık ve “koyun” sürüsü… “Koyun” filmde ve günlük hayattaki kullanımında daha çok sürünün bir parçası olmasıyla andığımız bir “hayvan”dır. Yani sürünün diğer üyeleri ne yaparsa onu yapan yani “norm(al)”e ayak uyduran, her manada evcilleş(tiril)miş ve de tektipleş(tiril)miş bir canlıdır. Adeta her bir sürü üyesi bir makine, hatta tek bir makinenin aynı hedefe odaklı, aynı düğmeyle çalışan çarkları gibidir. Muhteşem bir nizam!

Muhteşem nizam deyince kuşkusuz akla nizamiyeler gelmektedir. Bu elbette başlı başına bir çalışma konusudur, aynı akıl hastaneleri gibi. Lakin sadece şunu belirtmek yerinde olacaktır: Foucault cezalandırmanın tarihinden bahsettiği kitabının mühim bir kısmını askerî disiplini, özelde de 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen askerî disiplini izah etmeye vakfetmiştir. Bu bir tesadüf olmasa gerekir. Zira günümüzde de hapishane denince ilk akla gelen şeylerden biri disiplin, disiplin denince de askeriyedir.

18. yüzyılın sonlarına doğru artık asker evvelinde bir nevi kildir, elbette şekilsiz bir kil;

bedendir, kuşkusuz işlevsiz. Bedene nüfuz eden disiplinin akabinde, basit köylüden disiplinli/itaatkâr, böylece şekilli ve işe yarar bir asker zuhur edecektir.496 “Muhteşem”

bir nizam! “Muhteşem makine beden” ve üstündeki o yazı: “Acımasız da olsa yasa yasadır.”