• Sonuç bulunamadı

B. ŞİDDET EDİMİ OLARAK CEZA HUKUKU VE ÖZNESİ

3. Cuma ya da Caliban

71 bir şeyden, yapılan bir kötülüğe karşılık vermekten bahsedilebilir. “Ortada bir tahakküm ilişkisi yoksa cezalandırma da yoktur: Kural basit, eşitinizi cezalandıramazsınız.”249 Ya da “[b]ir barbar ancak eşitine dokunur.”250

72 hukuku” sorusunu sormak gerekmektedir ve cevap: Robinson’un/Prospero’nun ve O’nların haleflerinin aşkın, soyut, genel ve bu bahisle tekillikleri içerisine alamayan, Kafkaesk hukuku, yani bildiğimiz hukuk.

Öteki “başka” değil de “farklı”, bu bahisle “insan dışı” olarak ele alındığında,

“iyi”/“masum”, “medeni” olanlar, mesela Prosperolar, Robinsonlar, muadilleri, benzerleri içlerindeki “kötü”, “suçlu”, “barbar”ı, yani “öteki”yi, bir kötülük, suç ve barbarlık olarak işaretleyip akabinde, “öteki”ne, “farklı” olana, “insan dışı” olana yansıtmaktadırlar. Nihayetinde “daha az insan” olana bakılarak, diğerleri “ne kadar da çok insan” olduğunu görme imkânı elde etmektedir. Ancak o tekinsiz, korkunç bir aşırılığa işaret eden öteki, yani “Tanrı ya da şeytan, barbar ya da yabancı, psikanalizde ölüm dürtüsü ya da Gerçek” insan ruhunda gizlenmektedir. Bir başka ifadeyle “insan”

olmak “insanlık dışı” olanla mümkündür.254 Ancak özne oluş bu “insanlık dışı” olanın unutulması, Freud gibi belirtilecek olursa bastırılmasıyla tecelli etmiştir. “Öteki insanlar ve toplumlardan esas ayrım, modern ulus devletin temelinde yatan kırılma tam olarak temsil edilemez ya da yönetilemez, fakat toplumsal bir hastalık ya da kişisel bir illet olarak geride tutulur. Tarif edilemez öteki, yabancı düşmanlığı ya da ırkçılık, nefret ve ayrımcılık olarak geri döner ve siyasetle kontrol edilemez olur. Siyaset, geçmiş adaletsizlikleri hâlihazırdaki marazları unutma, ölçüsüz iktidar tehdidini belleğe ve mite ya da hayali bütünlüğün kutsanışına dönüştürerek kurumların meşruiyetine ilişkin soruları yasaklamaya çabalayan saygın bir strateji; bir ‘unutma siyaseti’ olur.”255

Agamben bu “unutma” ve/veya “dışlama” siyasetini başka bir veçheden ele alarak, Antik Yunan’a, ev- şehir hayatı/zoe- bios/çıplak hayat- siyasal mevcudiyet ayrımına ve bu anlamda Aristoteles’in “iyi hayat” dediği mefhuma dayandığını ifade etmiştir. Logos

254 DOUZINAS, “İnsancıllığın Bin Bir Yüzü”, s. 68- 70; ayrıca bkz. Rabia SAĞLAM, “Adalet Bozumuna Kışkırtıcı Bir Giriş”, Costas DOUZINAS, Hukuk, Adalet ve İnsan Hakları- Eleştirel Bir Yaklaşım (Çev. Rabia SAĞLAM- Kasım AKBAŞ), NotaBene Yay., İstanbul, 2016, s. 131.

255 DOUZINAS, “İnsancıllığın Bin Bir Yüzü”, s. 70.

73 sahibi varlık bu sahip olduğu şeyin vasıtasıyla çıplak hayatını, sesini bastırmış, yani dışlamış ve konuşan/siyasal bir varlığa dönüşmüştür. Böylece zoenin şehirden içlenerek dışlanmasıyla şehrin ve siyasal hayatın kendisi zuhur edebilmiştir.256

Tam bu noktada evvelce bahsedilmeyen bir tiyatro ya da mesel kahramanı olan Ariel’den bahsetmek icap etmektedir ki bu bir peridir, Prospero’nun sadık kulu olan bir peri. Ariel ve Caliban, peri ve şeytani belki bir nevi birbirinin zıddı iki karakteri temsil eder görünmektedir257, zira Ariel tüm hünerleriyle ve bizzat kendi muradıyla Prospero’nun sadık kulu olmuş gibidir.258 Ancak ilerleyen bölümlerde anlaşılır ki bir nevi hapislik yaşayan, borçla/tahahhütle/suçlulukla, haliyle cezayla donatılmış, “habis mahlûk”tan başka bir şey değildir. Prospero artık azad edilmeyi, Prospero’dan verdiği sözü tutmasını isteyen Ariel’e şöyle cevap verir: “Seni nasıl azaplardan kurtardığımı/Unuttun mu yoksa?”259

Prospero adanın muktediri olarak misyonunu yerine getirmekte ve kuluna bir hatırlatma yapmakta, Prospero arzu ettiği sürece ebediyen sürecek borcunu hatırlatmaktadır. Bunu gerçekleştiriken de Ariel’e bir zamanlar O’nu bir çam ağacının içerisine hapseden Caliban’ın annesi, cadı Sycorax’ı, yani Ariel’in Prospero gelmeden evvelki geçmişini meşum bir hayalet olarak işaret etmektedir. Kaldı ki Prospero’ya kalırsa kendisinin adaya ayak basması demek insan suretinde bir varlığın adaya teşrifi manasına gelmektetir. Evveliyse vahşiliklerin, acıların, korkunun hâkim olduğu dönemdir.260 Bundan yıllar evvel yazılmış olan bu oyunun içinde bulunduğumuz döneme ve mıntıkaya dair bir şeyler söylemediğini iddia etmek mümkün değildir. Zira muktedir daimi olarak “Seni nasıl azaplardan kurtardığımı/Unuttun mu yoksa?” diye bize

256 AGAMBEN, Kutsal İnsan, s. 16- 17.

257 AYHAN, s. 66.

258 SHAKESPEARE, s. 113/189- 195.

259 SHAKESPEARE, s. 119/250- 251.

260 SHAKESPEARE, s. 119, 121/250- 283.

74 seslenmekte ve hatırlatmaktadır. Bu sırada aynı Prospero gibi kendisinden evvelini, namevcudiyetini, sınırı, sınırdakileri bize işaret etmektedir. Ariel gibi sadık bir kul olabilelim diye olsa gerek.

Böylece Derrida’nın Aziz Paul’a ve bu bahisle Romalılara Mektup’una gönderme yaparak değindiği yasa ve ihlal/suç, iç ve dış, muktedir, homo sacer261 ve başa dönersek zoe bios arası ilişkiye tekrar gelmiş olunmaktadır. Romalılara Mektup bize şöyle seslenmektedir:

“Eskiden yasanın dışında canlıydım, emir geldiğinde günah canlandı ve ben öldüm ...”262

Kast edilen dışlama, içleyerek dışlamadır, zira yasasızlık ya da “istisna” alanında tamamen dışarıya çıkarmak, itmek değil, dışarıda bekletmek ya da terk etmek mevzubahistir. Bu mıntıkadaki, yani yasadışı/yasaklı olan kişi eşikte hukuk tarafından terk edilmekte ve bu bahisle tehdit edilmekte olandır. O dışarıdaki, istisnai mıntıkada bekletildiği için bir sınırdan ve sınırın bu tarafındakilerden bahsedilebilmekte, yani

“normal olmayan”, topluma ait olmayan olduğu için “normal olan” mevcuda gelebilmektedir.263 Agamben’in çizdiği bu tablo, ister istemez bizi tam Kafka’nın yasası, kapısı, bekçisiyle ve elbette eşikte umursanmaz ve umarsız bir şekilde terk edilmiş olan köylüye geri götürmektedir. Nitekim Agamben de –yer yer Derrida’ya atıfla- bu hikâyeye dair bir okuma icra etmiş ve kapının açık oluşuna odaklanmıştır. Köylü içeriye kapı açık olduğu için girememektedir- açık kapıyı açamaz, zaten içeride olduğunuz/içlenerek dışlandığınız yerde içeriye giremezsiniz. Haliyle hikâyedeki hukuk geçersizliğiyle, yani kendi kendini askıya alınışıyla geçerli olurken, köylünün buna

261 “Homo sacer” müphem, karmaşık zira sınırda bir karakter temsil ettiği için tanımlamak bir hayli zordur.

Kısaca “kutsal insan” dense de buradaki “kutsal”ın arka sureti “lanetli”dir. Bu mefhum eski bir Roma hukuku geleneğinden gelmektedir. Bu geleneğe göre bir suçtan dolayı halk tarafından yargılanan kimse artık murdar olur, yani ıskartaya çıkar ve bu yüzden kurban edilemez. Ancak aynı kişinin öldürülmesi cinayet niteliğinde addedilmez; öldüren kişi bu bahisle yargılamadan kurtulabilir. AGAMBEN, Kutsal İnsan, s. 17, 89, 90, 93, 99.

262 DERRIDA, Edebiyat Edimleri, s. 236.

263 AGAMBEN, Kutsal İnsan, s. 28, 33, 66.

75 paralel içlenerek dışlanan, eşikte terk edilen, yani bir nevi homo sacer olduğunu söylemek mümkündür.264

“İnsan” mefhumunun menşei homo barbarustan üstün olanları ayırmak maksatlı zuhur eden homo humanusa dayanmaktaydı. Bir de yine Roma’dan, bu kez ceza hukukundan, bir cezalandırma biçiminin (eğer öyle bir muhataplıktan bahsetmek mümkünse) muhatabı olarak geldiği iddia edilen başka bir mefhum, homo sacer söz konusudur. Homo saceri hukuk kişisi tartışmasında atlamak neredeyse imkânsızdır, zira o katli vacip ve fakat kurban edilemeyen ve (katli vacip olduğundan) dünyevi, (kurban edilemeyen olduğundan) ilahi hukukun dışında, daha doğrusu eşiğinde durmaktadır.

Homo sacer bir nevi yasağın/yasanın muğlaklığıyla, kutsal olanın muğlaklığının bitiştiği noktaya tekabül etmektedir, zira yasanın içleyerek dışladığı bu figür, lanetli olduğu kadar da kutsaldır. Bu muammalı hâl nedeniyledir ki Agamben homo sacerin ne insan ne hayvan olana işaret ettiğini, ne vahşi tabiatta ne siyasal şehirde mevcut olduğunu, hep bir eşikte durduğunu ifade etmiştir. Bu sebeple bu figür bir nevi “kurt- başlı”dır.265 Kurt- başlı ya da eşkıya tarihsel bir evveli ya da hukukun dışını değil tam olarak şimdiyi ve sınırı çizen, hukuku inşa eden şeyi ifade etmektedir. “Bu herkesin herkese karşı olduğu bir savaştan çok, herkesin herkes için bir homo sacer olduğu ve çıplak hayat olduğu ve dolayısıyla da, herkesin wargus, gerit çaput lupinum (kurt başlı insan) olduğu bir durumdur.”266

Achille Mbembe sömürge plantasyonlarındaki kölelerden “gölge figür” ve

“yaşayan ölü” olarak bahsetmekte ve bize vazıh bir homo sacer tarifi arz etmektedir. Bu insanların yuvaları, siyasal statüleri ve hakları namevcuttur ve köle, her şeyiyle efendinindir; efendi gerekirse öldürür. Buradaki hukukun askıya alınışının bir tarafında ticarilik vasfı vardır; efendinin köle üzerindeki iktidarı ticari bir veçheden zuhur etmiştir.

264 AGAMBEN, Kutsal İnsan, s. 66. Ayrıca bahsi geçen hikâyeyle “Mesih’in dönüşü” arasındaki analoji için bkz. AGAMBEN, Kutsal İnsan, s. 73- 75.

265 AGAMBEN, Kutsal İnsan, s. 90, 92, 96, 99, 130.

266 AGAMBEN, Kutsal İnsan, s. 131.

76 Diğer taraftansa sömürge demek modern Avrupalı için “bitimsiz bir savaş” manasına gelmiştir. Nihayetinde sömürgeciler için hiçbir müşterek hasletlerinin olmadığı, “hayvani yaşam süren”, külliyen yabancı bu insanları köleleştirmekte hiçbir beis söz konusu olmayacaktır.267

Haliyle bu mıntıkada Robinson’u öldürmek ya da Prospero’ya işkence yapmak suçtur kuşkusuz, zira onlar hak sahibi, hukuk özneleridir. Peki ya Cuma’yı öldürmek, Caliban’a işkence yapmak suç mudur? Cevap belli. Bu karakterler gayet öldürülebilir,

“bir köpek gibi”268, “dışkısını gizlemeye gerek görmeyen bir köpek”269 gibi.