• Sonuç bulunamadı

B. ŞİDDET EDİMİ OLARAK CEZA HUKUKU VE ÖZNESİ

2. Robinson ya da Prospero

Hukuk özneliğinin bahsi geçen paradoksunun bizi ulaştırdığı yer ister istemez eşit ve bununla alakalı olarak evrensel “insan” ve onun aynı nitelikleri haiz haklarına dair yapılacak bir soruşturmadır. Menşei Romalılarca homo humanusla homo barbarusu birbirinden ayırt etmek maksadıyla alakalı olan “insan” 18. yüzyıldan beri mutlak değeri haiz, merkezî bir mefhum olarak ele alınmıştır. Hukuk öznesi olma imkânı ve iddiası da bu “insan(lık)”tan neşet eder oldu ve olmakta. Oysa gösteren ebedi olamaz, aksine olumsaldır, zira hiçlikten gelmekte, yoktan neşet etmektedir.235 Lacan her şeyden menkul bir “insan…dır/insan vardır” denebileceğine dair faraziyeyi soruşturmaya açarken, bunun ancak yüklemden koparılmayla mümkün olduğunu belirtmiştir. Varlık hakkında yüklemden koparmaksızın söylemde bulunabilenin tek yolu “hiçbir yüklemin yeterli olmadığı açmazlı dolambaçlar ve mantıksal olanaksızlığın kanıtlamaları” 236dır.

Douzinas’a göre, insan, nitekim insanın tabiatı ve haysiyeti katı ontolojik mefhumlardır ve fakat otomatik ya da zorunlu olarak bir “mana”ya, bir gösterilene

233 DERRIDA, Edebiyat Edimleri, s. 218, 220.

234 DERRIDA, Edebiyat Edimleri, s. 218, 220.

235 LACAN, Yine/Hâlâ, s. 49, 50, 52.

236 LACAN, Yine/Hâlâ, s. 17. Devamında Lacan semineri şöyle bitirmiştir: “Varlığın, mutlak olarak koyutlanan bir varlığın, ne olduğuna gelince, cinsiyetli varlık jouissance’la iligili olduğu ölçüde, cinsiyetli varlık formülünün çatlamasından, kırılmasından, kesintiye uğramasından başka bir şey değildir.”

LACAN, Yine/Hâlâ, s. 17.

68 tekabül etmez, aksine namütenahi sayıda gösterenle ilişkilendirilebilirler. Haliyle “insan”

olan ve “insanlığ”a kabul edilmeyenler tarihsel olarak değişiklik arz etmektedir.237 Aşkın bir iradeden, namütenahi bir tabiat fikrinden yola çıkan “insan” fikrinin bu çerçevede kabulü mümkün değildir. “İnsan”, “insan haysiyeti”, “hak”; bunların bir gösteren olarak içinde bulunulan hâl ve şeraite göre merkezinin değişmesi kaçınılmazdır. Boşluk ya da bir kurgu olarak addedilebilecek insan tabiatının bu hasleti nedeniyledir ki bu mefhumdan neşet eden haklar listesi sıkça değişikliğe maruz kalmıştır. Zira neyin insan tabiatı(na uygun) olduğu ve/veya olmadığı sorusu ancak faraziyelerle cevaplanabilmiş ve kendi üzerine kapanmıştır. Bu sırada toplumsal hakikat, hakiki hayat akıp gitmiş, evrensel hukuk ve hak nosyonu bu akıp gidene tam olarak ayak uyduramamıştır.238

Haklar her ne kadar metinsel ve retorik düzlemde, herkes için eşit şekilde varmış gibi görünse de hakların deklare edilişiyle, muhtevası, yani performatif ilan boyutuyla, betimleyici veçhe arasında bir yarılma zuhur etmektedir. Bu yarılma ya da içsel gerilim performatif bir edim olan hak ilanının eşitleme, toplama ve bölme işlemine tekabül etmesinden kaynaklanmaktadır. “Evrensel haklar” mefhumunun “evrenselliği” herkesi değil, ilke ve istisna arasındaki, hakkı olanla olmayan, yani hukuk öznesi olanla olmayan arasındaki karşıtlığı kapsar. Bu eşitlik ve uzlaşmayla değil, karşıtlık ve ayrımcılıkla malul

“evrensel hukuk” mıntıkasında bir tarafta hem hukuka tabi olan hem de ona bir şekilde etki edebilenler, diğer tarafta tabi olduğu hukukun öznesi olup olmadığı muallakta olanlar vardır.239 Bir de Judith Butler’a atıfla belirtilecek olursa bir tarafta insan olanlar diğer tarafta insan olmaya çalışanlar vardır.240

237 DOUZINAS, “İnsancıllığın Bin Bir Yüzü”, s. 28, 29, 32; ayrıca bkz. Kasım AKBAŞ, “Kışkırtıcı Bir İnsan Hakları Analizine Giriş”, Costas DOUZINAS, Hukuk, Adalet ve İnsan Hakları- Eleştirel Bir Yaklaşım (Çev. Rabia SAĞLAM- Kasım AKBAŞ), NotaBene Yay., İstanbul, 2016, s. 23.

Gösterenin, gösterilenle ilişkisine dair tartışma için bkz. LACAN, Yine/Hâlâ, s. 37, 38, 42.

238 AKAL, Hukuk Nedir?, s. 166.

239 DOUZINAS, İnsan Haklarının Sonu, s. 112.

240 Judith BUTLER, Kırılgan Hayat: Yasın ve Şiddetin Gücü (Çev. Başak ERTÜR), Metis Yay., İstanbul, 2018, s. 157.

69 Burada tabii hukukçu düşünceyle, pozitivizmin farklı şekilde mevzuya yaklaştığı iddia edilebilir ve bilhassa ilkine dayanarak “evrensel ve eşit insan”dan ve böylece

“evrensel ve eşit hukuk öznesi”nden bahsedilebilir. Ancak –tekrar altını çizmek gerekirse- modern hukuk tabii hukuk ve pozitif hukukun birbirine karışmış/melez hale gelmiş birleşiminden müteşekkildir ve modern anlamda haklar anlayışı buraya dayanmaktadır. Tabii hukuk mantığının atıf verdiği insan tabiatı ve eşitliği mefhumunun değişmez bir Hakikat olarak sunulduğunu belirtmek icap etmektedir.241

Douzinas psikanaliz hukuk ilişkisini tartışırken birbiriyle ilişkili, bir noktada ayrı, iki özneleşme sürecinden bahsetmektedir. Bir tarafta konuşan varlık olarak, yani dille inşa edilmiş özne, diğer tarafta hukuki özne vardır ve bu ikincisi bir hukuki mıntıkaya doğmayı ve pozitif hukuka bir tabiyeti şart koşmaktadır; şayet şart yerine gelmezse hukuki anlamla buluşmak imkânsızdır.242 Her şeyden evvel hak öznesi olmakla herhangi bir ulus devlete kayıtlı olmak arası zaruri bağlar mevcuttur. Selefinden farklı olarak modern tabii hukukçulukta, pozitif hukuk tarafından kayıt altına alınamayan hukuk kişisi değildir.243 Akabinde başka kaydedilmeler/varsayılmalar ya da aksine yok sayılmalar gündeme gelmekte ve insan ve/veya hukuk öznesi olmaya dair hâl ve şart bunlara göre değişiklik arz etmektedir.

Douzinas, Marx ve Edmund Burke’ye atıfla diyor ki: “[Hakların öznesi y]a gerçek olamayacak kadar çok soyuttur ya da evrensel olamayacak kadar somut.”244 Biraz daha açılacak olursa, soyut insan ya da modern önzenin mümkün olduğunca az “insan” olduğu, maddi niteliklerden, farklılıklardan yoksunlaştırılmak suretiyle, türsel bir varlık olarak evrensel insanda toparlanmış olduğu –başkaca ifadelerle- belirtilmişti. Soyundurulurken giyindirilen bu “evrensel insan”, aynı zamanda fazlasıyla “insan”dır. Hukuki özne burada

241 AKAL, Hukuk Nedir?, s. 163, 168.

242 DOUZINAS, İnsan Haklarının Sonu, s. 345.

243 AKBAŞ, s. 23; AKAL, Hukuk Nedir?, s. 190.

244 DOUZINAS, İnsan Haklarının Sonu, s. 119.

70 olsa olsa bir karikatürdür; sahici insanın aynı anda hem eksiklikle/boşlukla, hem de fazlalıkla/aşırılıkla malül bir karikatürüdür. Temel, asgari ve daimi bir müşterekten bahsedilse de ırk, ten rengi, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, sınıf gibi faktörler işin içine girmekte ve birilerinin diğerleri üzerindeki üstünlüğünü, yani hâkimiyetini kaçınılmaz kılmaktadır. Modern dönemin güç ilişkilerinden neşet eden hukukun öznesi olmanın, yani bugünlerde “insan” olmanın ölçüsü “Batılı beyaz orta sınıf erkek”i işaret etmektedir. Bu son derece tabiidir, zira “kimin hukuku” sorusunun, yani hâkimiyet ilişkilerinin üzerine gidildiği takdirde, kimin ziyadesiyle “insan” olduğu ve böylece kimin hukuk kişisi olduğu da tartışılabilecektir.245 Modernizmin “insan tabiatı” dediği bir taraftan bomboştur ya da aksine tıka- basa doldurulmuştur, “beyaz burjuva erkek” olarak, hak öznesi olarak.

Bu grubun dışındakiler/fazlasıyla “insan” ol(a)mayanlarsa, olmama halinin derecesine göre hak özneliğinden ve böylece eşitlikten, yani evrensellikten mahrum bırakılır. Hukuk öznesi olarak ilan edilmeyenlerin, hakiki insanların tarafına hukuk kuralları hitap etmez.246 “Hukukun adaleti” eşitlikçi bir mefhum üzerinden hareket edildiği iddiasını içerse de “daima yapılanmış bir eşitlik fikrine, müesses nizamın içerisinde yaptırım yoluyla takviye edilmiş bir eşitleyici fonksiyona göndermede bulunur”247. Nizam- intizam ve iktidar birbirine sıkıca bağlıdır, zira müeeses nizam, eşitsiz güç ilişkilerinin pay edilmesi ve böylece belli kimselerin diğerlerine karşı meşru bir otoriteyle donatılmasıdır. Elbette bu hâkimiyetin en önemli ayaklarından biri cezalandırma yetkisi olarak zuhur etmektedir.248 Kaldı ki hâkimiyetin olmadığı yerde, mesela tarafların şeklen de olsa eşit olduğu şahsi öç gibi durumlarda cezalandırma dışında

245 DOUZINAS, İnsan Haklarının Sonu, s. 188, 211, 262; DOUZINAS, “İnsancıllığın Bin Bir Yüzü”, s. 30; AKAL, Hukuk Nedir?, s. 192.

246 DOUZINAS, İnsan Haklarının Sonu, s. 259.

247 AGTAŞ, s. 69.

248 AKAL, İktidarın Üç Yüzü, s. 50.

71 bir şeyden, yapılan bir kötülüğe karşılık vermekten bahsedilebilir. “Ortada bir tahakküm ilişkisi yoksa cezalandırma da yoktur: Kural basit, eşitinizi cezalandıramazsınız.”249 Ya da “[b]ir barbar ancak eşitine dokunur.”250