• Sonuç bulunamadı

C. ŞİDDET TEKELİ VE CEZALANDIRMANIN TARİHSELLİĞİ

2. Kilise Yerine Dünyevi İktidar

40 böyle muamele edilmiştir. Başkarakteri olduğu romanın anlattığı tarihlerde bir deli/mücrim olarak damgalanan ve cezalandırılmaya çalışılan gezgin şövalyemiz, günümüzde yaşasaydı bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesini ya da hapishaneyi kendine mekân edinmek zorunda kalması olasıdır.

41 yayıldı ve hususiyle orta sınıf, şehir locaları Luther’in görüşlerini ve Protestanlığı benimsedi.134 Kilisenin öncülüğünde gelişen Karşı Reform Hareketi’ne ve Engizisyon -İspanya, Avusturya ve Almanya’nın 5. Charles yönetiminde birleşmesiyle ve Papa’nın 1542’de İtalya’da yeniden kurmak istemesiyle- Avrupa çapında müessir olmasına rağmen reform, hususi olarak Alçak Ülkeler’de sürmüştür. Zira bu mıntıkada coğrafi koşulların etkisiyle tüccarlar ve zanaatkârlar muvaffak olmuş ve 1609’da dünyanın ilk burjuva cumhuriyeti olara “Hollanda Birleşik Eyaletleri” tarih sahnesine çıkmıştır.135

Hollanda’yla birlikte Britanya’nın geldiği nokta tüm dünyada düşünsel manada etki yarattı. Karşı Reform Hareketlerinin bazı ülkelerde bir müddet galebe çalmış olsa da değişmez dini dogmaların yerine ampirik ve akli metot gündeme geldi. Gerek fen bilimlerinde gerekse iktidar tartışmalarına bu yöntemler sirayet etti ve “ilahi yönetim” ya da “ilahtan alınan yetkiyle yönetim” anlayışı tartışmaya açıldı.136 Nihayetinde “modern devlet” tabirini görünce ilk akla gelen dünyevileşme, bir başka ifadeyle laikleşme oldu.

Zira Orta Çağ skolastik düşüncesinden farklı olarak burada Tanrı’nın değil, dünyevi iktidarın hâkimiyetinden bahsedilmektedir. Lakin söz konusu olanın mutlak bir kopuş ya da ret ve bu anlamda ikame olmadığını görmek gerekir.

Tek devlet, tek egemen mülahazasının tecessümünün evveli tek tanrılı inanç anlayışının zuhur etmesidir. Bu manada, “[t]ek tanrılı Orta Çağ Hristiyan düşüncesi, bağrında, laik modern devlet düşüncesinin tohumlarını taşıdığı gibi, laik modern devlet düşüncesi de derinde Orta Çağ Hristiyan düşüncesinin silinmeyecek izlerini taşır.

İnsanların devleti ya da Bir’i düşünebilmesi için tek tanrı inancının belirmesi

134 FAULKNER, s. 136, 137. Ayrıca hemen belirtmek gerekir ki; Doksan Beş Tezi’ni 1517’de Wittenberg Kilise’sinin kapısına asan Luther’le, prenslerle yargıçlardansa köylülerin ölmesini tercih eden Luther aynı kişidir. Halkın, yoksul kesimlerin reform hareketiyle soyluların reform hareketi birbirinden kopmuştur.

Bkz. FAULKNER, s. 138.

135 FAULKNER, s. 140- 145.

136 FAULKNER, s. 167.

42 gerekiyordu.”137 Her ne kadar arkaik tanrıların itaat talebiyle, günümüzde dayatılan itaat talebi bir noktada örtüşse de “İlyada”dan alıntılanan dizelerin de açık ettiği üzere, panteist inançların dayandığı anlayışta tanrılar sınırsız yetkili değildir, zira birbirlerine göre hareket etmek zorunda kaldıkları hallere sıkça tesadüf edilmektedir. Oysa tek tanrılı dönemde belirleyici olan artık tek bir iradedir ve haliyle bu yanılmaz tek iradenin kendisiyle bir hesaplaşmaya girmesi, kendini bir hata bağlamında düzeltmesi lüzumsuz olacaktır.138

Dinî iktidar anlayışının gerilemesiyle yerine dünyevi iktidar ikame edilse de, her yerde, her şey için her şeye kadir muktedir anlayışı, bu anlamda “kutsal”lığın meşrulaştırıcı referansı bağlamında tebdilden bahsedilemez. Bir başka ifadeyle “kutsal”

“kutsal”la çarpışmıştır ve galebe çalan dünyevi “kutsal Leviathan” olmuştur.139 Modern devletle beraber kilisenin yerine tek yetkili hükümdar, tanrısal birliğin yerine siyasi birlik, Tanrı-kul ilişkisinin yerine Hükümdar- yönetilen ilişkisi ikame edilmiştir. Machiavelli’de bariz olarak görebileceğimiz hükümdarın mutlak gücü mülahazası altmış üç yıl sonra Jean Bodin’in sihriyle müstesna egemenlik kuramıyla bir arada bizi modern devlet mefhumuna ulaştıracaktır. Bu aynı zamanda “ulus devlet”e giden yolun taşlarının döşenmesine tekabül etmektedir, kralın yerine Rousseau ulus devleti koyacak, ancak

“şiddet tekeli” bağlamında değişen bir şey olmayacaktır. Haliyle modern devletin esas alamet-i farikası “Bir” olması, yani seleflerinin aksine tekçilik üzerine inşa edilmiş

137 AKAL, İktidarın Üç Yüzü, s.40.

138 AKAL, Hukuk Nedir?, s. 95.

139 SANCAR, “Devlet Aklı” Kıskacında Hukuk Devleti, s. 19.

Buna ek olarak Marx ve Engels “Alman İdeolojisi”nde Alman felsefesine yönelttikleri eleştiriler bağlamında bundan bahsetmektedirler. Onlara göre, bu felsefi tartışmalarda kat edilen ilerleme pek de elle tutulur değildir, zira bu tartışmalar sırasında dinin egmeneliği peşinen kabul edilmiş, dini kültlerin yerine çeşitli biçimlerde karşımıza çıkan – hukuk, devlet vb.- bir egemenlik kültü çıkarılmıştır. Bkz. MARX- ENGELS, Alman İdeolojisi, s. 29.

43 olmasıdır ve bu anlamda ne “Kutsal Yasa” ne dünyevi iktidarlar bağlamında birden fazla ya da bölünmüş iktidar odaklarından bahsedilebilir.140

Egemen devlet demek bölünmüş güç odaklarının berhava edilip, gücün tekele alınmasının yanı sıra yasa ve onun icrasının da tek-ele alınması manasına gelir.141 Haliyle modern devlet “Bir” olması hasebiyle yasanın ve o yasanın icraatının da tek elde toplandığı devlet olma niteliğini haizdir. Bu niteliğin kuramsal veçheden en çok göze çarptığı düşünür Hobbes olsa gerek. Hobbes’a göre insanlar doğuştan eşittir ve bedensel olarak en zayıf kişi olsa bile kişi, bir şekilde çıkıp daha güçlü, hatta en güçlü olanı yok edebilir. Eşit güçlere sahip kişilerin aynı anda aynı şeyi arzu etmeleri bir çatışmaya sebep olabilir. Haliyle eşitlikten güvensizlik, bundan da savaş hali neşet etmektedir ve savaşın birtakım bedelleri söz konusudur: Şiddetli ölüm korkusu ve tehlikesi.142 Bu Hobbes’a göre elbette devletsiz halde vuku bulabilir. Düşünürün bizzat kendi ifadeleriyle belirtecek olunursa:

“Devlet olmadıkça, herkes herkese karşı daima savaş halindedir. Buradan şu açıkça görülür ki, insanlar hepsini birden korku altında tutacak genel bir güç olmadan yaşadıkları vakit, savaş denilen o durumun içindedirler; ve bu savaş herkesin herkese karşı savaşıdır.”143

Bu noktada karşımıza tekrar taahhüt, yani sözleşme düşüncesi çıkmaktadır.

Oradan da “zorlayıcı güce” yani, Leviathan’a ve Leviathan’ın elindeki kılıca varabiliriz.

Hobbes’un “ölümlü Tanrı”144sının misyonu insanları ceza tehdidiyle korku içerisinde tutmak, ahitlerini ifa etmeye/tabii kanunlara itaate zorlamak ve böylece toplumu tabii savaş halinden kurtarmaktır. Hobbes’a göre bu devletsiz gerçekleşemez, zira tabii

140 AKAL, İktidarın Üç Yüzü, s. 16, 17, 51, 52, 79.

141 AKAL, İktidarın Üç Yüzü, s.71

142 HOBBES, s. 91, 92.

143 HOBBES, s. 101; ayrıca bkz. SANCAR, “Şiddet Tekeli ve Demokratik Hukuk Devleti”, s. 27- 28.

144 HOBBES, s. 136.

44 kanunlarla, tabii duygularımız arasında bir antagonizma mevcuttur.145 Bu çerçevede Hobbes’un devlet/egemenlik düşüncesi “tabii hâl- medeni hâl” arası çatışma üzerine inşa edilmiştir ve devletin misyonu medeni hâli, yani intizamı, huzur ve emniyeti tedarik etmek ve bunu da icap ederse cebren icra etmektir.146 İcap ederse cebren icra etmek, yani şiddet uygulmaktır.147