• Sonuç bulunamadı

Ebru Basa

Ankara Tabip Odası

Herkese, bütün katılımcılara merhaba. Bu oturumda değerli hocamız Kayıhan Pala biz- lere “Sağlık insan gücü planlaması nasıl yapılıyor? Nasıl yapılmalı?”yı anlatacak.

Kayıhan Pala

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD

Öncelikle bu kongrenin ısrarla sürdürülmesinde emeği geçen bütün dostlara teşek- kür etmek isterim. Sizlerle böyle bir konuyu paylaşmak benim için çok önemli. Ben- den bu kongrede sağlık – insan gücü planlamasının mevcutta nasıl yapıldığını ama aslında nasıl yapılması gerektiğine ilişkin bir sunum yapmam istenmişti. Ben de bu isteğe bağlı olarak biraz teknik ama sonuçta sorularla biraz daha zenginleştirebilece- ğimiz bir sunum yapmaya çalışacağım.

Kuşkusuz ki bu sunumu özellikle yaşadığımız ortamdan bağımsız konuşmamız mümkün olmayacak. İki hafta kadar önce buraya çok yakın bir mekânda hayatı- nı yitiren tüm barış savunucularının önünde saygı ile eğiliyorum. Onları anmadan geçmek olmazdı. Ne yazık ki bir yandan onları anarken, bir yandan Gezi olayları sonrasında yalnızca sağlık hizmeti ürettikleri için dün akşam bir mahkeme tarafın- dan ceza alan meslektaşlarımızın varlığı ile hayat devam ediyor.

Onları da buradan alkışlıyorum. Bir hekimin hayat nasıl devam ederse etsin, nasıl hekimlik yapılmasına ilişkin yeni bir örnek sundular. Bir yandan iki hafta önce ha- yatlarını kaybeden bir sürü insan varken bir yandan da yaralananların hastaneler- de genel sağlık sigortası kapsamında olmadıkları için kendilerine yüklü faturaların çıkartıldığı ve bununla nasıl mücadele edeceklerini de bilmedikleri bir ortamı da paylaşıyoruz. Dolayısıyla sağlık alanında mücadele etmemiz, baş etmemiz gereken,

sağlık hizmetlerine erişim başta olmak üzere epeyce sıkıntılı konular var. Ama ben Gamze Hoca’nın konuşmasından çok etkilendim. Kendisine de bir kez daha teşek- kür ederim. Özellikle bitirirken söylediği mesele çok önemli. Umutsuzluğu değil de, umudu nasıl yeşertebileceğimizi konuşmaya özen göstermeye çalışacağım. Ne kadar başarabilirsem...

Değerli arkadaşlar, sağlık - insan gücü bir süreç. Ben burada yalnızca planlama bö- lümünden ve ağırlık olarak hekim sayısı üzerinden bir sunum yapacağım. Bunun temel nedeni bizzat sağlık bakanın da sağlık-insan gücü planlaması dendiğinde hep hekim sayısı üzerinden tartışmayı açmasıdır. Zamanımız olsa sağlık-insan gücünü bir ekip ruhu bileşenleriyle birlikte daha kapsamlı konuşabiliriz. Ama asıl vurgula- mak istediğim, sağlık-insan gücünü konuşurken, bunları birbirinden bağımsız bir yaklaşımla ele almamak gerektiği. Yani planlamayı konuşuyorsak, bunun yetiştiril- meyle doğrudan bir bağlantısı var. Yetiştirilmeyi konuşuyorsak bunun istihdam ile doğrudan bir bağlantısı var. Eğer biz bu bağlantıları arka planda görmezden gelip, büyük fotoğrafı umursamazsak, az evvelki sunumda Gamze Hoca’nın söylediği sav- rulma ile sermayenin baskın çıktığı, emeğin değersizleştirildiği bir dönemselliğe de ister istemez bir kapı açmış oluruz. Dolayısıyla kafamızın arka planında bu sürecin yer almasında fayda var.

İkinci bir nokta şu, biz eğer sağlık insan gücü planlamasından söz ediyorsak bunu sağlık sisteminden bağımsız tartışamayız. Eğer yetiştirilmeden söz ediyorsak bunu eğitim sisteminden bağımsız tartışamayız. Yeri geldiğinde yine belki söylerim ama şunu örnek vereyim, bir önceki sağlık bakanıyla 3-4 defa bir araya gelme şansımız olmuştu. Aynı panellerde konuşmacı olmuştuk. Aynı ortamlarda bulunduk. Bir ön- ceki bakan bizlerle karşı karşıya gelmekten şimdiki bakan kadar fazla çekinmiyordu. Orada kendisine söylediğim bir şeyi söyleyeyim: Eğer Küba’daki sağlık sistemini ge- tirmeyi düşünüyorsanız o zaman sağlık insan gücü planlamasını buna göre tartışa- biliriz. Ama siz sağlıkta dönüşüm programını savunuyorsunuz. Bu programa göre öne sürdüğünüz rakamlar gerçekçi değil. Burada bu parantezi kapatıyorum. Niye gerçekçi olmadığını sunum sırasında kendisine verdiğim rakamlarla tekrar sizlerle paylaşacağım.

Şimdi ilk soru şu: Sağlık – insan gücü planlaması nasıl yapılıyor? Bakın bunu şu an- daki sağlıkta dönüşüm programının ikinci bakanından öğreniyoruz. Bakanlığın web sayfasında yazıyor. 20.000 uzman hekim açığımız var. 10 bin pratisyen hekim açığı- mız var. Önümüzdeki 5-10 yıl arasında en temel uzman ve hekim açığımız alımın- da olacak. Peki, bu rakamları nereden bulmuş sayın Bakan? Bunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var. Sayın Bakanın bu açıklamayı yaptığı sırada Bakanlık diyor ki, ‘Türkiye’de 130 bin hekim var’. Bakan da diyor ki, ‘bizim 30 bin hekime daha ihti- yacımız var’. Yani Bakanın önümüzdeki 5-10 yıl için telaffuz ettiği hekim sayısı 160 bin. Fakat bakan, kendi bakanlığı tarafından yayınlanmış sağlık-insan gücü vizyonu diye tanımlanan belgeden haberdar değil. Çünkü o belgede Sağlık Bakanlığı diyor ki, Türkiye’de 2023 yılında ihtiyaç duyulan hekim sayısı 200.062.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

39

Şimdi, yeni Bakan 160.000’e bunu birden bire indirmiş görünüyor. Ama neye göre in- dirdiğini bilmiyoruz. Çünkü konuştuğumuz şey, birazdan örneklerini vereceğim, nüfus başına düşen hekim, nüfus başına düşen hemşire, nüfus başına düşen eczacı ve diğer sağlık alanları. Tek parametre üzerinden tanımlanmaya çalışılıyor. Parametrenin arka- sında da talep bazlı sağlık sisteminin emeği değersizleştirecek kar maksimizasyonunu arttıracak sağlık-insan gücü politikaları izliyor.

Neden böyle söylüyoruz? Bakın, bu ve bundan sonraki slaytı da ben bundan önce- ki sağlık bakanına aynen göstermiştim. Şimdi, Bakan diyordu ki, ‘Türkiye’nin en az 200 bin hekime gereksinimi var’, 2023 yılından söz ediyor. Peki, mevcut savunulan sağlıkta dönüşüm programına göre, bu hekimler nerede istihdam edilecek? Neden? Sağlık dönüşüm programının örgütlenme ilkelerine bakalım. Kanuna göre 3500-4000 kişiye bir aile hekimi düşecek. Onu bir kenara bırakıyorum, diyor ki Bakanlık: “Biz 2023 yılında bunu aile hekimi sayısı başına 2000 kişiye indireceğiz.” Türkiye’nin nü- fus projeksiyonları 2023’te 83 milyon insanın ülkemizde yaşayacağını öngörüyor. Bu durumda bizim ihtiyacımız olan aile hekimi sayısı 41.500.

Yine sağlıkta dönüşüm programına göre sevk sistemine geçilmesi zorunlu. Genel sağlık sigortası kanunuyla bunu birleştirirsek okuyun lütfen. Şu anda geçilememesi- nin tek gerekçesi de yine bizzat Bakan, aile hekimi sayısının artması olarak açıklıyor. Çünkü 4000 kişinin düştüğü bir aile hekimliği sisteminde sevk sistemini sürdürmek mümkün değil. Biliyorsunuz 2 defa denediler. İkisinde de birinci haftada vazgeçtiler. Ama eğer aile hekimi başına 2000 kişiye düşürecek bir sistemi kurarsak, o zaman sevk sistemine geçeceğiz. Zaten genel sağlık sigortası ve SGK da bize bunu zorunlu hale getiriyor diyorlar. Demek ki 2023’te sevk sistemine geçme iddiaları var.

Peki, sevk sistemine geçildiğindeki yaklaşım nasıl olacak? Yine bizzat Sağlık Bakanlı- ğı’nın iddiası, hastalananların yüzde 80’i Aile Sağlığı Merkezleri’nde tedavi edilecek. O zaman Türkiye’de hastalananların yalnızca yüzde 20’sinin Aile Sağlığı Merkezleri dışındaki bir yere gitmesinin öngörüldüğünü söyleyebiliriz. Yine Bakanlığının iddia- sı hekime başvuru sayısının 8 civarında sabitleneceği. Ki bunun gerçekçi olmadığını önümüzdeki günlerde hep beraber göreceğiz.

O zaman ayrıntılarla kafanızı yormayayım. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu uzman he- kim sayısı, 1. Basamak dışında değişik hesaplamalara göre 30 bin ile 60 bin arasında değişiyor. Biz 60 bin varsayalım. 60 bin uzmana ihtiyacı olan 2023’te Sağlıkta Dönü- şüm Programı’na göre 41.500 de aile hekimine ihtiyacı var. Aşağı yukarı 100.000 ci- varında bir hekimden söz edebiliriz. Siz diyorsunuz ki bizim 200.000 hekime ihtiya- cımız var. Geri kalan 100.000’e ne yapacaksınız? Bu soruyu sorduğumda Bakan bana dedi ki, “hocam, bildiğiniz gibi değil o işler.” Tamam kabul ettim. Bildiğimiz gibi değil. 15-20 yıldır bu işlerle uğraşıyoruz ama bizim bildiğimiz gibi değil. Kabul ettim. Ama sizin bildiğiniz nedir? Onu açıklayın.

miz mümkün. Bu konuda Türkiye’de yapılmış birkaç çalışma var. Benim değer buldu- ğum çalışmalardan ikisini bugün sizlerle çok kısa paylaşacağım.

Bir tanesi, buradaki çalışma. 2007 ve 2008’deki çalışma. Buradaki değerli arkadaşları- mız bir sistematikle 2015 yılındaki uzman hekim ihtiyacının 66.000 civarında oldu- ğunu gösteriyorlar. Dolayısıyla 60.000 rakamı da gerçekçi bir temele dayanıyor. Bunu da vurgulamak isterim.

Kuşkusuz ki istihdam umurlarında değil. Gamze hocam çok ayrıntılı anlattı. Ayrıntı- sına girmeyeyim ama artık eksik, iğreti, esnek çalışma biçimlerinin dayatıldığı ve biz- zat bakın Sağlık Bakanlığı istihdamı içerisinde hizmet alımıyla istihdamın korkunç bir boyuta ulaştığı dönemselliği yaşıyoruz.

Şu anda benim çalıştığım tıp fakültesinde radyoloji hizmetlerinin bir bölümü, taşeron radyoloji uzmanları tarafından veriliyor. Başka fakültelerde patoloji, ameliyathane, bi- yokimya hizmetlerinin taşeron firmalardan alınmasına için girişimler olduğunu biliyo- rum. Muhtemelen salondaki bazı arkadaşlarımız bunun örneklerini de verebilirler. Dolayısıyla, temel nokta bu sorunun yanıtında, nüfus başına düşen sayı temel alı- nıyor. Burada da talep bazlı bir yaklaşım söz konusu; gereksinim bazlı değil. Çünkü gereksinim ve talep birbirinden farklı şeylerdir. Bazen talep gereksinimi yansıtır ama bazen, özellikle ticarileştirilmiş sağlık sistemlerinde talep, arzın talep yaratması ne- deniyle aslında gereksinim duyulmayan alanları da karşımıza getiriyor olabilir. Ve bu nüfus başına düşen sayı temel alındığı için Sağlık Bakanlığı’nın hemen bütün istatis- tiklerinde 100.000 kişiye düşen personel sayısı üzerinden bir değerlendirme yapılır. Bu da 2014’teki son rakamlar. İşte toplam hekim, 100bin kişi başına düşen 175 civa- rında. Diş hekimi 30, eczacı 35, hemşire ve ebe de 251 olarak bildiriliyor.

Kıyaslamalar hep 100 bin kişi başına düşen sayılar üzerinden. Bakın burada top- lam hekim sayısı orta-üst geliri ülkelerinden fazla. Dünyadan fazla. Ama üst gelir grubundan düşük. Burada tabii bir şeye vurgu yapmak isterim. Türkiye en düşükle- rinden birisi. Fakat pointer olmadığı için gösteremiyorum, kusura bakmayın. İngil- tere’ye bakın. Sağdan dördüncü olan. United Kingdom diye görülen ve Almanya’ya bakın. Şimdi İngiltere bugün hiçbir şekilde hekim sayısını Almanya düzeyine çıkar- makla alakalı bir yaklaşıma sahip değil. Çünkü sağlık sisteminden bağımsız bir plan- lama süreci geçerli değil.

Bizde durum nasıl? 2002 yılında 138 olan 100 bin kişiye düşen hekim sayısı, 2014’te 175’e ulaşmış. Bu bir dünya rekoru. Bu kadar kısa sürede bu kadar yükseklik dünya rekoru. Şimdi 2000 yılında 50 tıp fakültesi vardı. Şimdi kaç tıp fakültesi var? Bilen var mı? Birkaç hafta önce 86 idi. Şimdi kaç olduğunu bilmiyoruz.

Bakın 92 diyenler var. Evet, tabelası var, kurulmuş, ama lisans eğitimi vermeyenlerle 92’ye çıktığımızı anlıyoruz. Fakat tekrar ediyorum bakın, bu sayı 10 yıl önce 50 idi.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

41

Bir ülke düşünün tıp fakültesi sayısını 15 yılda 2’ye katlıyor. Sanırım bu çağlar bo- yunca aşılamayacak bir rekor.

Tabii yetiştirilme konumuz değil. Ona giremeyeceğim. Ama hiç uzağa gitmeyin. Ben Bursa’da yaşıyorum. Balıkesir Tıp Fakültesi; 19 ana bilim dalı hiç yok, 9 ana bilim da- lında tek öğretim üyesi var. Buradan hekimler geçen yıl mezun oldular. Ve başka tıp fakültelerinin durumu da bundan daha iyi durumda değil.

Diş hekimi sayısına bakalım. Bu sefer orta-üst gelir grubundan daha az diş hekimi sayımız var. Dünyadan biraz fazla. Ama diş hekimi sayısını çok hızlı arttırmakla ala- kalı bir yaklaşımımız yok. Neden? Çünkü diş hekimlerinin bugün sağlık sermayesine kazandırabilecekleri rakamlar, hekimler kadar üst sıralarda değil. Yarın onların da sermayenin kar maksimizasyonlarına katkıları yükseltilebilecek mekanizmalar üreti- lirse, kuşkumuz olmasın oradan da daha pik değerler karşımıza çıkabilir.

Eczacı sayısına bakalım. Dünya ortalamasından düşüğüz. Orta-üst gelir grubu ülke- lerden biraz daha fazlayız. Orada da ciddi bir artış öngörmüyoruz. Çünkü eczacı sa- yısının artışı yerine, eczacı şirketlerinin kar maksimizasyonuna aracılık etmesi plan- lanıyor ülkemizde. İnsan gücü planlamasındaki dinamiği böyle okumak gerekir. Hemşire ve ebe sayısına bakalım. Bütün gruplarla kıyasladığımızda gerçekten en az sayıda arkadaşımızın bulunduğu bir durumdan söz etmek mümkün. Başlangıçta Sa- adet hocam da çok güzel bir konuşma ile bunu bizimle paylaştı. Yani şöyle düşünün, 600 yataklı bir hastanenin yataklarının hiçbiri özellikli bir yatak değilse en az 400 tane hemşiresinin olması lazım. Biz 1500 yataklı ve yoğun bakımı bütün yataklarının %10’un üzerinde olan özellikli bir sürü bölümü bulunan yerlerde 400-500 hemşi- reyle iş üretmeye çalışıyoruz. Bunun hemşire dostlarımızın yıpranması, tükenmişli- ği ve yaşadığı sıkıntılar yanında hastaların da hizmete erişmesinin önünde de büyük engeller oluşturduğunu söylemek lazım. Ama hükümet ne yapıyor? Bu sorunu biraz daha hafifletebilmek için. Tırnak içerisinde söylüyorum çok akılcı bir yol bulmuş du- rumda, refakatçilerden yararlanıyor. Hizmetin kalitesini, gerçek anlamda sağlık hiz- metinin kalitesi olarak bile algılanmayan bir sistemde bunu tartışma imkanımız yok. Bizde hizmetin kalitesi neyle ölçülüyor? Sağlık Bakanlığı tek parametre ile ölçüyor. Tek parametre. Hasta ve hasta yakınlarının memnuniyeti. Dünyada böyle bir para- metre yok. Bir tek şey söyleyeyim size. Örneğin, kalp krizi geçirdikten sonra acile başvuran hastalardan 30 gün içerisinde hayatta kalma oranı, bütün OECD ülkelerin- de en kötü durumda olan 3 ülkeden biridir Türkiye. Biz eğer hayatın yeniden üreti- mini tartışacaksak, gerçek anlamda hizmetin kalitesini ölçebileceğimiz kavramları da gündeme getirmemiz gerekir.

Burada hemşire ve ebe sayısında artışla ilgili ciddi yaklaşım var. Çünkü sağlık hizme- tinin kar maksimizasyonunda çok önemli bir işlev üstleniyorlar. Ama yetiştirmeye girmeyeceğim dememe rağmen, bunu sizle paylaşmak zorundayım. Bu kadar yüksek

artış şöyle sağlanıyor: düşünün lisans düzeyinde eğitim veren hemşirelik okullarında bir öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı. Şu anda bu sayının resmi rakamlara göre 66 olduğu söyleniyor ki, buradan iyi bir eğitim çıkarmanın herhalde mümkün olmayacağını hepimizin kabul etmesi gerekir. Benim konum değil ve zamanımız yok ve bunun yanında lisans eğitimi almayanlar, hemşire yardımcılığı gibi bu kâr mak- simizasyonu sağlık bilim alanının dışına taşıyan uygulamaları da tartışmamız gerekir. Sonuçta Sağlık Bakanlığı, nüfus başına görevlendirme parametresini kendisinin de açıkladığı bu grafikte olduğu gibi tedavi hizmetleri üzerine odaklamış durumda. Ye- tiştirdiği elemanları hastanelerde ikinci ve üçüncü basamak tedavi edici hizmet üre- tecek, dolayısıyla kar maksimizasyonunu daha yükseğe çıkartacak bir yaklaşımla ele alıyor. Birinci basamak, koruyucu hekimlik, ekip anlayışı gibi yaklaşımların burada karşımızda olmadığını rahatlıkla söylemek gerekir.

Peki, nasıl yapmak lazım bu işi? Bu konuda bilimsel yayınlar var. Yapılmış araştırma- lar var. Kabaca nasıl yapılması gerektiğine işaret ediyor bunlar. Burada Dünya Sağlık Örgütü diyor ki, sağlık-insan gücü planlamasını yaparken, açıklayacağınız rakamı helikopterle en üste getirerek sakın dile getirmeyin. Bundan önce yapmanız gereken 10 adım. Bu 10 adımı özellikle tarafların katılımıyla adım adım çıkarak bakın. Sanki Türkiye’de son yıllarda hükümetlerin neler yapacağını öngörmüşler gibi bu karikatü- rü çizmişler. Çünkü bizdeki 200.000 rakamını, hekimler için konuşuyorum, tama- men helikopterle en üste getirilip verilmiş bir rakamdır.

Peki, ne yapmak lazım? Her şeyden önce demografik verileri gözönüne almak lazım. Bizim sağlık bakanımız örnek veriyor, diyor ki “Almanya’da şu kadar hekim var, Tür- kiye’de bu kadar.” Doğru. Peki, Almanya’daki nüfusun demografik özellikleri ile Tür- kiye’deki nüfusun demografik özellikleri benzer mi? Birazdan göstereceğim... Benzer değil. Ekonomik veriler... Siz bir sistemi kurgularken o sistemin uygulanacağı ülke- nin ekonomisinden bağımsız kurgulamaya başladığınız anda o sistemin uygulanma- sı mümkün olmaz. Dolayısıyla, kişi başına düşen gelirin paylaşım ilişkilerine kadar her kavramı gündeme getirmeniz gerekir. Ben bugün dünyanın her yerinde yapılan ameliyatları, Türkiye’de yapıyorum diye övündüğünüz ülkemiz koşullarında, Anka- ra Katliamı’nda yaralanan değerli dostlarımız 26.000 TL parayı ödeyemedikleri için sağlık hizmetlerine erişememek tehlikesiyle karşı karşıya. Dolayısıyla bundan kopuk değerlendirmek mümkün değil.

Toplumun sağlık durumu ve sağlık gereksinimi çok önemli. Özellikle sağlık gereksi- nimi noktasının bu işin profesyonelleri tarafından, farkında olunmayan gereksinim, talebe dönüşmeyen gereksinim, karşılanamayan gereksinim gibi parametreler üzerin- den de mutlaka değerlendirilmesi gerekir.

Sağlık hizmetlerinin kullanımı çok önemli. Bugün dünyanın en sağlıklı toplumu olarak adlandırılan ülkelerden birisi İsveç’tir. İsveç’te insanlar yılda 2,8 kez hekime giderler. Japonya’da tam tersidir. Çok fazla giderler. Dolayısıyla her iki toplumu da,

24-25 EKİM 2015, ANKARA

43

doğumda beklenen yaşam süreleri benzer olmalarına rağmen, benzer parametreler üzerinden değerlendirmek doğru değil.

Bir başka önemli mesele sağlık – insan gücünün durumudur. Bu durumu bu süreç- teki planlama, yetiştirilme ve istihdam üzerinden kapsamlı olarak değerlendirmek gerekir. Bunlar içerisinde en önemlisi sağlık sisteminin özellikleridir. Sağlık sistemi- niniz finansmanını nereden alacak? Örgütlenmesini nasıl yapacak? Kim hizmet su- nacak? Coğrafi kurumlar ve uzmanlık grupları arasındaki dağılımlar nasıl olacak? Bu soruların yanıtlarını vermeden planlamayı yapmanız doğru olmaz.

Ve nihayetinde eğitim. Eğitim eğer, profesyonellere bir bilgi, beceri, yetkinlik kazan- dırma süreciyse bunu bu sürecin geçerliliği üzerinden tartışmak gerekir. Üzülerek söylüyorum ki, ben tıp fakültesinde öğretim üyesiyim. Ama bugün Türkiye’de artık Türkiye’nin herhangi bir yerinde başıma trafik kazası gelse, bana müdahale edecek hekimin “yahu sen nereden mezun oldun?” diye sorabileceğimiz günler yaşıyoruz. Bunlar utanç verici şeyler. Ama gerçekler.

Yani şimdi örnek vermeyeyim ama bir dönem bir hastanede yöneticilik yaptım. Yeni mezun gelen bazı meslek grubundaki arkadaşlarımızın diplomasında yazan yetkinliklerle ilgili hemen hemen hiç deneyimlerinin olmadığını üzülerek gördüm. Şöyle örnek vereyim, bir ebelik okulu mezunu arkadaşımız, hiç doğum yaptırma- dan ebe unvanını alarak hastanemizde çalışmaya başlıyor. Bunlar inanılması zor gerçekler.

Şimdi, demiştik ki ülkelerin demografik yapıları farklı. Ve giderek artıyor. Ayrıntıya girmeyelim. Şurada iki ülkeye bakalım. En üstteki gri ülke Almanya. En alttaki kır- mızı olan da Türkiye. Almanya’da nüfusun yüzde 20’nden fazlası 65 yaşının üstünde. Her 5 kişiden 1’i yaşlı. Bizde bu oran henüz 7.7. Yaşlıların daha fazla sağlık hizmeti ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bir tek demografik olarak bile bu farklılığı eğer siz göz önüne almazsanız yapacağınız hesaplamalar hata yapmanız söz konusu olabilir.

Bakın burada, kişi başına hekime başvuru sayıları görünüyor. Türkiye 8.2. OECD ül- kelerinin ortalaması 6.7. Pek çok ülke, İngilteresi’nden Almanyası’na. Almanya’yı kat- mayalım. İngiltere, Danimarka, Norveç gibi 5-6 civarında seyrediyor. Finlandiya’ya bakın. Finlandiya yıl 2,7 kez hekime giden Finlandiyalılar ya da 2,8 kez hekime giden İsveçliler sağlıksız mı?

Peki, ne oldu da Türkiye, 10 yıl içerisinde yılda 3’ten 9’a doğru seyreden bir hekime baş- vuru salgınıyla karşı karşıya? İşte bunların tamamı talep bazlı politikaların günümüzdeki yansımalarıdır. Dolayısıyla ülkedeki sağlık sisteminden bağımsız olarak sağlık insan gücü planlaması yapılamaz. Koruma mı, tedavi mi ön planda bunu bilmemiz gerekir. Birinci basamak ne kadar etkin olacak, sevk sistemi olacak mı? Yataklı tedavi kurumları ne ola- cak? Uzman – pratisyen hekim dengesi yine gözetmemiz gereken kavramlar.

Değerli dostlar, bakın, birinci basamak dediğimiz zaman şuradaki bütün profesyo- nellerin çalıştığı bir ekip çalışmasını anlatır. Türkiye’de birinci basamak dediğimiz za-