• Sonuç bulunamadı

Alp Ergör

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Büyük zamanımı, gerçekten günlük yaşamımın da akademi içindeki yaşamının da önemli bölümünü sağlık çalışanlarının sağlığı konusu alıyor. Benim yapacağım şey şu: Çok hızla, “bu ülkede üniversiteler düzeyinde sağlık çalışanının sağlığı nasıl bir tarihsel süreçten geçti?” ondan söz edeceğim. Başka bir şeye değinmeyeceğim. Temel kavram- lardan bir iki slaytla söz ettikten sonra bu ülke açısından önemli adımların üstünden geçeceğim. Arkasından da bizim üniversite örneğiyle toparlayacağım. Çok gördük, en altta, örneğin diğer isimleri hep biliyoruz Kamil Furtun›un hemen yanında Doktor Grete Rask›ın fotoğrafı var. Grete Rask pek çoğunuz için pek çok şey ifade etmeyebilir. 1978 yılında sağlıklı bir cerrah. 4 ay içinde hızlı kilo kaybı, tam bir tükenme, çok ağır ve kontrol edilemeyen enfeksiyonlarla Kongo’dan ülkesine dönen Belçikalı bir kadın cerrah, . Pnömosistis karini enfeksiyon tanısı konuyor. Yıl 1978. Vücudunda özellikle siyah yaygın lekeler var. Giderek artıyor lekeler ve zaten birkaç gün içinde de ölüm ger- çekleşiyor. Post mortem çalışmada o lekelerin kaposi sarkomu olduğu anlaşılıyor. Yıl 1978 daha Galileo ve Fransızların savaştığı bir durum yok. Bir cerrah büyük olasılıkla Afrika’daki cerrahi müdahaleler sırasında karşılaştı. Hemen onun yanında Eboladan ölen insanlar ve sağlık çalışanları görüyorsunuz. Fatalite yüzde 59. Kâbus. Bu işe hiç hazırlanmamışız. Slaytta tam ortadaki güleç yüzlü Doktor Khahn 1995 yılında ikinci ebola salgınından ‘neden bu kadar zarar gördük’ makalesini yazan sıra dışı bir hekim. Ülkesinde Ebola ile savaşta kahraman ilan edildi. 2 ay sonra eboladan öldü. Slayttaki diğer meslektaşlarımızı ve çalışma arkadaşlarımızı zaten tanıyoruz. Bizimle ilk soru- nu Ramazzini tanımlıyor. Ramazzini mesleğimizin (iş/işçi sağlığı) babası. 1700 yılında. Hekimlerden söz etmiyor. Cerrahlardan söz ediyor. Cerrahlar ne kadar kendilerini he- kim sanıyorlar bilemiyorum ama ebelerden ve hemşirelerden söz ediyor, çok da ilginç saptamaları vardır. Dünden bu yana çok altı çizildi, biz yalnızca onlardan bahsetmiyo- ruz tabi. Az önce Şadiye Hanım çok iyi ifade etti, taşeron işçiyi de kapsama alınması gerektiği YÖK’ün kendi raporunda bile var. YÖK-Sağlık Bakanlığı ortak raporuna göre sağlık çalışanı sayısı 730 bine çıkmış. 750 binlik bir sayıdan bahsediyoruz, şoföründen başhekimine kadar giden...

Bu tablo 1978 birinci Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi’yle başlayıp beşinci Sağlık Çalışanının Sağlığı Kongresi’ne kadar gelen sağlık çalışanları ile ilgili süreci özetler. Bu yalnızca bir öznel özettir. Bu özette, kendi eğilimimin yanı sıra, bu alanda uğraşan bir akademisyen ve uygulayıcı olarak gözlemlerimi, saptamalarımı da yerleştirerek (sağlık çalışanının sağlığı ile ilgili kurumsallaşma sürecini) etkileye etmenleri ortaya koymaya çalıştım. Bugün üniversitelerde ve kamuda bu işi tartışmamızın temel nedenlerinden biri 6331. Beğenelim beğenmeyelim. 4857 değil. O bir felaket. Ama 6331’den önce geciktiğimiz, geç algıladığımız başka bir şey. Bir önemi var o yüzden vurguluyorum. Hangi düzen- leme bizim açımızdan önemliydi? Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 155 ve 161 sayılı sözleşmelerini 2004 yılında imzaladık. 6331’in özünü oluşturur bu sözleşmeler. Bir yıl içinde ulusallaşması gerekliydi. Bakın tek parti iktidarı olmasına karşın, 2004’ten 2012 yılına kadar ancak ulusallaştırdı (bu 2 sözleşme) 6331 sayılı Yasayla. Arada da esnek ça- lışmanın manifestosu sayılabilecek, belki benim bilebildiğim en sıkı (terimi bağışlayın ama) esnekleşme metnidir 4857. 4857 çıktıktan sonra üzerine ne yerleştirmeye çalışır- sanız çalışın bir ayak boşta kalıyor elbette. Ama önemli bir gelişme. 6331 özellikle üni- versiteler ya da kamu sağlık sektörü açısından ne yaptı, ne değiştirdi? Şadiye Hanım’dan az önce dinledik. İş Yasası kapsamındaki özel sektör iyi kötü alışıktı ve hazırdı buna (6331 sayılı Yasaya); biz (kamu) ise hiç alışmadığımız bir kavramla karşılaştık: “işçi-iş- veren ilişkisi”. Artık bir anabilim dalının öğretim üyesi, araştırma görevlisi, hemşire, laboratuvar teknisyeni ya da taşeron işçi başhekimin, rektörün, dekanın çalışanı haline geldi. Bu alışmadığımız bir şey. Bir diğer alışmadığımız şer koruma. Hem korunma hakkımızı istemek, hem de kendimizi korumakla ilgili bir takım argümanlar ya da ön- lemler dizisi. Bunlar bize çok tanıdık şeyler değildi. Enfeksiyon Kontrol Komiteleri’nin çabalarını bir yana bırakıyorum. En çok da bilinen etmenlere hazırdık. Bilinmeyen etmenler konusunda (çok da) hazırlıklı değildik. Bu alanda son derece yetkin bir en- feksiyoncu ve epidemolog arkadaşımın: ‘Eğer Ebola bizi vursaydı fatalitemizin Liber- ya’dan daha az olacağını düşünmüyorum’ diyordu. Ben de aynı kanıdayım. Sorun sağlık çalışanlarının yeterliliğiyle ilgili değil. Sağlık sisteminin sağlık çalışanlarını ‘bilinmeyen’ tehlikelerden korunma konusundaki yeterliliğinden söz ediyorum. Bunu biraz daha ya- lın aktarmaya çalışacağım

1978 Kongresinin içinde -Düzenleme Kurulu üyelerinden biri de masada oturuyor, büyük onur duyuyorum sevgili Şadiye Çetintaş ile aynı panelde bulunmaktan sağlık çalışanlarının sağlığı çok özel bir longitudinal alan olmamakla birlikte kongrenin içeri- ğinde yer alıyor. TTB işyeri hekimliği eğitimleri önemli bir diğer adım. Doğrudan doğ- ruya sağlık işkoluna yönelmemekle birlikte sağlık işkolunda da çalışacak insan gücü yetiştirmesi bağlamında bir katkısı olmuştur. Sonra ATO ve TTB’de ve özel sektörde bir hareketlilik başladı 1993-1996 arasında. İlk raporlama ortaya çıktı ve benim hatırladı- ğım kadarıyla bu kayıtlı değil. Benim müfettiş olarak çalıştığım dönemden hatırladığım bir öznel anı. 1993 yılında sağlık işkolunda özel sektörde ilk işçi sağlığı ve güvenliği ya da iş sağlığı ve güvenliği birimini Bayındır Hastanesi kurdu. Bir işyeri hekimi ve bir hemşire atadılar. Uzun bir sürede tek olarak devam etti. Arkasından Koç Vakfı Ameri- kan Hastanesi farklı bir yaklaşımla ortaya çıktı ve uzun bir süre, açık ara bu bağlamda- ki hizmetler açısından birinciliği götürdü. Bu dönemde henüz üniversitelerde bir şey

24-25 EKİM 2015, ANKARA

151

olmadığını görüyoruz. Üniversitelerde ilk hareketlilik 2. Ulusal Sağlık Çalışanı Kongre- si’nden sonra geldi. Bu kongrenin katımcıları arasında yer alan arkadaşlar ‘Biz üniver- sitelerde de bir şey yapmalıyız. Yalnızca üniversite hastanelerinde değil!’ dediler. Şunu da eklemek gerekli: üniversite bağlamında Dokuz Eylül denince şoven davrandığımı düşünmeyin, ilk hareketlilik 2000 yılında Dokuz Eylül’de başladı bir TÜBİTAK projesi olarak. Arkasından ilk örgütlenmeyi Zonguldak Karaelmas Üniversitesi oluşturdu. Fa- kat Zonguldak Karaelmas Üniversitesi “bir türlü dışarıya mı hizmet versin? İçeriye mi hizmet versin?” sorularına yanıt veremediği için o süreci yürütemedi.

Biraz kısaltalım. İlk kıpırdanmalar dedik. İlk kıpırdanmaları Bursa toplantısıyla görü- yoruz 2004 yılında. Biraz da buna değineceğim. Tam ILO sözleşmelerinin imzalandığı sırada bu alanda çalışan akademisyenler bir araya geldiler ve üniversitelerde ne yapa- biliriz konusunu tartıştılar. Tamamen sivil bir toplantıydı. Herkes kendi parasıyla gitti. Küçük bir birimde toplanıldı ve tartışıldı. Arkasından çok önemli, sağlık çalışanının sağlığı örgütlenmesi ve ağı oluşumu geldi. Bunun da etkisiyle üniversite hastanelerin- de sağlık çalışanının sağlığı örgütlenmesiyle ilgili ilk girişim Gazi Üniversitesi’nin ev sahipliğinde Halk Sağlığı Uzmanları Derneği tarafından gerçekleştirildi. İkinci çalıştay Akdeniz Üniversitesi ev sahipliğinde Adrasan’da yapılmış, üçüncü çalıştay Pamukka- le Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilmiştir. Bu arada hastaneleri içermeyen daha geniş bağlamda üniversitelere yönelen Hacettepe Üniversitesi İş Sağlığı Araştırma Merkezi’nin de çalışmaları var. Bunları zaten biliyoruz.

Bu (slayt) 2004 yılındaki ilk toplantıya ilişkin. Bursa Uludağ Üniversitesinden sevgili Kayıhan Pala, örgütçülüğüyle ‘ben ev sahipliği yaparım’ dedi; içlerinde hekim olmayan- ların da yer aldığı 8 akademisyen katıldı bu toplantıya. Bakın ne tartışılmış? Üniversite çatısı altındaki herkes tek bir merkezi eşgüdümünle sağlık ve güvenlik hizmetine ulaş- malı, birimlerde örgütlenme yapılmalı, dışarıdan hizmet alımı (daha etimiz budumuz ne? Denebilecek bir durumdayken) olabildiğince reddedilmeli… Geleceğe yönelik bir takım planlar yapılmış. SES, Eğitim-Sen ve benzeri örgütlenmelerin Sema Burgaz gibi akademisyenlerin davet edilmesi öngörülmüş. Bir sonraki toplantı denmiş. Sekretarya- sı bendeydi ama bu hiç olmadı bu arada, ancak bu yalnızca benden kaynaklanmıyordu. Daha sonsa HASUDER çalıştayları geliyor bu bağlamda. İlk çalıştay Gazi’de, 11 kurum ve 27 katılımcıyla gerçekleşiyor. Bakın orada neleri konuşmuşuz? Neden sağlık çalı- şanlarının sağlığı? Neden şimdi? Niye biz bunu yapıyoruz? Deneyim paylaşımı yapıldı. Bu işi kuran üniversiteler bir araya geldiler. İstihdam sorunları ve finansman özellik- le tartışıldı. Halk sağlığı ana bilim dallarının bu işle ilişkisi ele alındı. Ben de bir halk sağlığı bilim dalını temsil ediyorum ama bu işin tek başına halk sağlığı ana bilim dalları tarafından yürütülemeyeceğini düşünüyorum. Sonra Antalya Çalıştayı ve 6331 çık- tı karşımıza. Güzel. Artık bir şeyler yapabiliriz. Antalya’da biraz daha dar kapsamlı bir çalışma yapıldı. Bakın (slaytta görüyoruz) yine aynı şeyler ele alındı; yine örgütlenme modeli tartışmışız, yine finansman tartışmışız, yine alt işveren sorunu gündemimizde yer almış. Model çalışmaları yapıldığını görüyoruz. .Üniversite hastanelerinin yapısının dışında kalan hastanelere ve sağlık hizmeti sunumuna yönelen bütün alanlara eğilen, dokunan, Sağlık Bakanlığı›nın hizmet örgütleriyle de eklemlenecek bir model oluştu-

ralım denmiş (Biraz iddialı bir model). İş sağlığı ve güvenliği kapsamının alt işverenleri de içermesine vurgu yapılmış. Bu toplantıdan 2 yıl sonra Denizli›de yine aynı kapsam- da bir çalıştay gerçekleştirildi. HASUDER›in moderasyonunda ama Denizli (Pamuk- kale Üniversitesi Hastanesi) ekibinin gerçekleştirdiği bir çalıştay. Bu en geniş katılımlı toplantılardan biriydi, Farklı kurumlardan 77 kişi katıldı. Sürveyans sistemi iş kazala- rı ve iş sağlığı güvenliği eğitimleri özellikle tartışıldı burada. hasuder.org sayfasındaki çalışma grupları sekmesi altında yer alan “iş sağlığı çalışma grubu” sekmesinden söz konusu toplantıların belgelerine ve çalıştayların raporlarına ulaşılabilir.

Daha sonra Ege Üniversitesi’nin bir çalıştayı Ve Dokuz Eylül’de yapılan 2 küçük top- lantı var. 2014 yılında Hacettepe’de HİSAM, çağrısıyla ”neler yaptık?” başlığını tar- tışmak için 70 üniversiteden200’ün üzerinde katılımcının bir araya geldiği bir çalıştay yapıldı. Bu çalıştayada 16 üniversite çağrılı olarak kısa sunumlarla ürettiklerini pay- laştılar. Üniversitelerde iş sağlığı ve güvenliği bağlamında tam bir kaos yaşandığını, hiç kimsenin ne yapacağını bilmediğini öğrendik. Herkes birbirinden bir şeyler öğrenme gayretindeydi. Bu çalıştaydan sonra Yaşar Üniversitesi, Ege, Dokuz Eylül Üniversitele- rinin ekipleri ortak bir çağrı yaparak bir platform oluşturdular. HASUDER üzerinden yapılan örgütlenmeler, sağlık çalışanlarının sağlığı platformu yanı sıra İzmir Üniversi- teleri İş Sağlığı ve Güvenliği Platformu diye bir platform da kurulmuş oldu. Bu plat- form toplantılarına Trakya’dan, Mersin’den ve Eskişehir’den katılımlar oldu. Platformda yalnızca kamu değil, vakıf üniversiteleri de var. Bu platform toplantılarında bakın neler tartışılmış: “Birimlerin işlevi ne olacak?” Hizmet kapsamı bene olacak? “Etik sorun- lar...” Bu sorunu açmakta yarar görüyorum. Örneğin meslek hastalığı tanısı koyuyor- sunuz, hastane yönetimi bu insanı işten çıkartmaya çalışıyor. Dokuz Eylül Üniversitesi hastanesi İş ve Meslek Hastalıkları polikliniğinde son 1 yıl içinde 411 meslek hastalığı tanısı konmuş. Bu tanıların hiçbiri henüz SGK tarafından onanmadı. Bu insanların ne- redeyse yüzde 36’sı işlerini kaybetti. Bizim koyduğumuz tanı yüzünden. Bu bir rezalet- tir. Biz şimdi gerçekten birimi kapatalım mı kapatmayalım mı diye düşünüyoruz. Alın size etik sorun. Bir diğer etik açmaz örneğini yine hastanemizden verebilirim: “1000 yataklı hastane, eksi 180 hemşire açığıyla çalışıyoruz. Bu ne demek biliyor musunuz? Bir hemşire arkadaşımızın artı 100 gün alacağı var. Bunun ne demek olduğunu hemşire arkadaşlarımız bilecektir. Para karşılığı zaten alınamıyor,. İzin? Ayşe izin alırsa Ayla ve Birsel fazla çalışacak. 2 hastaya, iki yatağa 1 hemşirenin görevli olması gereken birimle 20 yatağa tek hemşireyle bakıldığı olabiliyor bu ülkede. ”

Bizim birimden söz edeyim. Bizim birim 2000 yılında bir hareketlilik yaşadı, sonra 2006 yılında işverenin, yani başhekimin ‘böyle bir şey kurmayı istiyormuşsunuz, niye kurmuyorsunuz?’ sorusunu yöneltmesi üzerine kuruldu. Yansıda görüyorsunuz orada 3 hemşire var. Bir ekip çalışması... O ekip buraya (yeni yansı) evirildi. Yine işyeri hem- şiremiz var. Sekreterimiz var. Bunun bir ekip çalışması olduğunu bir kez daha vurgu- lamak gerekli. Eğer sekreter olmasa bu iş yürütülemez. Akademisyenlerin bu ekibe katkısı yönetsel sorumluluğu üstlenmek. Dokuz Eylül Üniversite Hastanesinde sürecin yönetimini sevgili çalışma arkadaşım Prof.Dr. Yücel Demiral yürütüyor. İki işyeri heki- mimiz var. Temizlik elemanımız Adalet Hanım olmazsa biz bu işi yürütemeyiz. Adalet

24-25 EKİM 2015, ANKARA

153

Hanım’ın sorunsuz çalışabilmesi bizim sorumluluğumuzda. Bu birimi kurarken ne gibi sorunlar yaşadık? 2000 yılında bir proje veriyoruz. Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) ve TÜBİTAK’a verdiğimiz proje var. 2000 ile 2006 arası son derece yakın arkadaş ol- mamıza karşın yönetimi ikna edemiyoruz. Sonra bir başka yönetici geliyor, ‘kursanıza şöyle bir şey’ diyor. 2006 yılında bir birim kuruyoruz. 2008’de bir başka ekip geliyor, üniversite yönetimi değişiyor. Bize zaman ayırıyorlar, brifing veriyoruz. O brifing so- nunda hastane başhekimi ‘tamam’ diyor. ‘Ben de emekten yanayım, çok güzel devam edin’ diyor. ‘İsterseniz yöneticileri değiştirebilirsiniz’ diyoruz. Hayır diyor devam edi- yoruz. Çalışan sağlığı biriminden sorumlu veteriner başhekim yardımcısından 6 ay randevu randevu alınamıyor. 6 ay sonunda önce Yücel, ondan sonra ekibin kalanı istifa ediyor. Birim tam kapatılıyor. Sonra yeniden bir başhekim yardımcısı geliyor tekrar ‘siz bu birimi kurun’ diyor. Kuruyoruz yeniden. Bu birim önce 15 metrekarelik bir odada çalışıyor. Şimdi derli toplu bir alanda çalışıyoruz. İSİG kurulunun oluşumu neredeyse 1,5 yılımızı alıyor. Ve Türkiye’de ilk defa biz bütün sendikaları yasal düzenlemeye kar- şın temsile yetkili sendikanın dışında diğerlerinin de gözlemci olarak kurulun içinde yer almasını sağlayacak bir düzenleme oluşturuyoruz.

Az önce Şadiye Hanım da çok açıkça söyledi, elimizde Radyasyon Güvenlik Kurulla- rı, Enfeksiyon Kontrol Kurulları gibi yapılar var. Ancak, Enfeksiyon Kontrol Kurulla- rının asıl işinin nozokomiyal sorunlar olduğunu düşünmek gerekli. Ancak bu yapılar 1980’lerin sonundan 2012’ye kadar sağlık çalışanlarının bağışıklanması ile sınırlı olmak üzere çok şeyi üstlendiler. Ancak artık çalışanların sağlığı ve güvenliğini bu yapıların üzerinden almak gerekli. Ayrıca o kurulların uğraşmaları gereken hastane enfeksiyon- ları gibi son derece önemli sorunlar var. Ancak sağlık çalışanlarının sağlığı ve güvenliği alanındaki yapılanmaların bu kurullarla birlikte, eşgüdüm içinde çalışması gerekir. Söz konusu kurullarla ilgili yapı ve durum her üniversitede her sağlık biriminde birbirin- den farklı özellikler taşıyır. Uludağ Üniversitesi, Pamukkale, Dokuz Eylül, Ege Üniver- siteleri hepimiz birbirinden farklıyız. İlkelerde birleşmemiz gerekiyor. Mutlaka alt işve- reni kapsama almamız gerekiyor. Hizmet alımından uzak durmamız gerekiyor. Üniver- site hastaneleri kendi insan gücüyle kendi çalışanlarına sağlık hizmeti verebilirler. Bu son slaytım. ICOH, Uluslararası İş Sağlığı Birliği’dir. ICOH’un dokuzuncusu Brezil- ya’da, Sao Paulo’da gerçekleştirilen sağlık çalışanlarının sağlığı kongreleri var, bunlar- dan 10’uncusu da gelecek yıl İzmir’de yapılacak. Türk katılımcılara ayrı bir ücret politi- kası yürütülecek (aramızda kalsın).

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIK