• Sonuç bulunamadı

Filiz Ak

TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu

Herhangi bir slayt gösterimim olmayacak. Sadece, kadın sağlık çalışanlarına yönelik şiddete ilişkin, hem kendi hem de T.T.B. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu’nun gö- rüşlerini yansıtan, bir sözel sunum hazırladım.

Ben Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı’nda uzman dok- tor olarak çalışıyorum. Tıp fakültesi öğrencilerine, bölümümüze staja gelen öğrencilere “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Sağlığı dersi” anlatıyorum. Bunun içinde de kadınlara yönelik şiddeti anlatıyorum. Derse, öğrencilerime ‘kadın olmak ne anlama gelmektedir’ diye sorarak başlıyorum. Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet arasındaki farkları anlatıyorum. Toplumsal cinsiyet; doğduğumuz andan itibaren içinde olduğumuz bu yapının, kreş, okul, ilkokul, ortaokul, lise, kamusal alan gibi kurumların hepsinin ürettiği, bize dayatı- lan rollerle biçimlenen cinsiyetimiz, biyolojik olmayan cinsiyetimiz. Toplumsal cinsiyet rollerimizle birlikte ortaya çıkan da, toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Bununla ilgili Türki- ye’nin de altına imza attığı çok sayıda uluslararası belge var, toplumsal cinsiyet eşitlili- ğini sağlamak adına. Bu cinsiyet rollerinin farklı sonucunda ortaya çıkan da, cinsiyet- çilik/seksizm adlı kavram. Bu, bir tutum. Kadınların ikinci cinsiyet olarak algılanması, aşağılanması, ayrımcılığa maruz kalması... ‘Bir şey beceremez, erkekler kadar güçlü değildir, daha zayıftır, duygusaldır’ gibi erkek ve kadın karşıtlığına dayanan kavramlar oluşturan, farklı alt bileşenleri olan bir tutum cinsiyetçilik. Cinsiyetçiliği her alanda gö- rüyoruz. Ders kitaplarında bununla ilgili incelemeler yapan sosyal bilimciler var. Rek- lamların dilinde, edebiyatta -benim de bir tane tezim vardı, ilginizi çekerse bir gün ay- rıca da sunarım, romanda cinsiyetçilik üzerine- her alanda cinsiyetçilikle ilgili dilimize işleyen çok fazla önerme var. Bunu modernizmin akıl/duygu karşıtlığının pekiştirdiği de söylenmektedir. Karşıtlıklarda kadın duygusaldır, erkek akıllıdır gibi. Post-moder- nizmin de feminist kuramın da buna yönelik kimi zaman buluşan eleştirileri vardır. Şimdi neden bu girişle başladım? Salt kadın oldukları için kadınlar bu cinsiyetçi tu- tumdan dolayı ayrımcılığa uğruyorlar. Dünyanın pek çok yerinde kadınlar seks kölesi

olarak çalıştırılıyorlar. Cinsel yolla bulaşan hastalıklara maruz kalıyorlar. Depresyon kadınlar arasında daha çok görülüyor; ama bunda sadece hormonlar ya da endojen etmenler rol oynamıyor. Kadınların geleneksel aile içi rolleri de, bebek bakımı, yaşlı bakımı, ev içindeki sorumluluklar ve annelik rolü gibi durumlar var. Mutlaka feminist psikiyatrinin de bu konuda ayrıca farklı farklı yaklaşımları vardır. Kadınlardaki depres- yonda bunların etkisi olmadığı söylenebilir mi?

Şöyle bir baktığımız zaman biz kadın hekimler, kadın sağlık çalışanları şiddetin nere- sinde duruyoruz? Bir kere kadınlar olarak, kadın olduğumuzdan dolayı toplumdaki bu dayatılan rollerin içinde var olmaya çalışıyoruz. Benim bir kadın hekim olarak üniver- site mezunu olmam, tıp fakültesini bitirmiş olmam benim gibi pek çok meslektaşımın iyi okulları bitirmiş olması ve pek çok alanda, kamusal alanda aktivist olmamız ya da akademide çalışıyor olmamız bir kere bizi geleneksel rollerden izole etmiyor. Hepimiz bu rollerin içinde farklı yerlerde farklı biçimlerde çatışmalar yaşıyoruz. Bunu her şey- den önce aile içinde yaşıyoruz. Aile sözcüğünün etimolojisine bakalım. Ben bunu ilk kez Fransız sosyalist feminist Christine Delpy’nin kitabından öğrenmiştim yıllar önce. Delphy’nin patriarkal kapitalizmin çözümlemesini yaptığı kitabında familia sözcüğü- nün etimolojisini anlatılıyordu. Familia, yani aile sözcüğü aslında aile babasının iktida- rına tabi kılınmış toprak, köle, kadın ve çocuklar topluluğu anlamına geliyordu. Baktı- ğımız zaman eşitsizlik zaten ailede ve bu rollerde başlıyor. Etimolojik olarak, bir üretim birimi olan aile bireyin evlilik yoluyla kendisiyle akraba olmuş veya kendisine bağ- lanmış olanları sömürmesi üzerine temellenmiş bir yapı. İşte kadın hekimler ve kadın çalışanlar bir kere buradaki ayrımcılığın içinde kendileri var olmaya çalışıp kamusal alandaki sorumluluklarını yürütürken, elbette sözel, psikolojik, ekonomik ve fiziksel şiddete maruz kalıyorlar. Üniversiteli olmak ya da olmamak bunu değiştirmiyor. Ama bir yandan bize dayatılan bütün bu rollere rağmen kamusal alanda var olup çalışmaya başlıyoruz kadın çalışanlar, kadın hekimler olarak.

Şiddetle ilgili çalışmaları ben de taradım, gözden geçirdim. Son veriler olduğu için benden önceki sunumların hepsi çok değerli. Baktığımız zaman şiddete uğrayanlara; en çok birinci basamakta çalışanlar, acilde çalışanların şiddete uğradığını söylüyor ra- kamlar. Bazı çalışmalar da ‘erkek sağlık çalışanları daha fazla maruz kaldı’ diyor küçük, yerel yapılan çalışmalarda. En değerli çalışmalardan biri Isparta Burdur Tabip Odası›- nın yürüttüğü bir araştırma. Bakınca görülüyor ki; pratisyen hekimler en çok şiddete uğrayanlar. Evet, en çok acilde çalışanlar şiddete uğruyor; ama en çok da kadın sağlık çalışanları, kadın hekimler ve en çok da hemşireler… Kadın emeğinin fazla olması ne- deniyle sağlık alanında, tabii ki hemşirelerin maruz kaldığı şiddet, baktığımız zaman evet, fazla gözüküyor. Kadın sağlık çalışanlarına yönelik cinsiyetçi şiddete bakarken sadece hasta yakınlarının, hastaların uyguladığı şiddete bakmamak gerektiğini düşünü- yorum; çünkü cinsiyetçilik toplumun her alanında, üniversitelerde, eğitimde, hastane- lerde, meslektaşlar arasında da olan bir şey.

Anımsayalım TTB Kadın Hekimlik Kolu’nun kuruluş süreçlerini. Neden bu kol ku- ruldu, neden böyle bir gereksinim doğdu? Kadın sorunlarıyla uğraşan farklı illerdeki

24-25 EKİM 2015, ANKARA

121

kadın hekimler; tabip odalarının bünyesindeki çalışma gruplarını daha örgütlü bir yapı halinde birleştirmek ve güçlendirmek istediler. TTB Merkez Konseyi’ne başvurdular ve yine olağanüstü kurullardan birinde alınan kararla bu kol kurulmuş oldu. İlk talepler- den biri neydi? Yönetimleri belirlerken var olan cinsiyetçilikle mücadele etmek için TTB ve tabip odalarındaki yönetimlerde kadın kotasının yer alması, her iki cinsiyetin de yönetimlerdeki yapılarda odalarda ve merkez konseyinde, yüzde 40’tan az olmaya- cak şekilde temsil edilmesi kabul edildi. Yıllardır bu kota öyle bir yerleşti ki, ne güzel benimsendi kimi erkek meslektaşlarımız tarafından. Ben anımsıyorum TTB’nin aile hekimleri kolu ilk kurulduğunda Ankara’da ilk toplantıyı yaptığımız zaman çok farklı yerlerden aile hekimleri gelmişti. Farklı aile hekimliği derneklerinin temsilcilerinin de yer aldığı toplantıda yürütme kurulu oluşturulurken, tabii ki herkes kendi temsil ettiği yapının orada söz sahibi olmasını istiyordu. İstanbul Tabip Odası’ndan erkek hekim arkadaşlarımız hemen ‘ama bizim kadın kotamız var’ dedi. Artık öyle bir yerleşti ki bu konu, biz artık bunun için mücadele vermiyoruz Bu kota biliniyor ve uygulanıyor. Ben de ‘evet, bir de güneydoğu kotamız var’ dedim. Aile hekimliği kolunun yürütme kuru- lunu oluştururken gayet güzel, dengeli bir kurul oluşturduk.

Şiddet deyince önce kendi içimize bakmamız gerekiyor. Biz kadın sağlığı ve kadın hekimliği kolu olarak kadınlara yönelik şiddetle ilgili olarak Türkiye›deki tüm kadın örgütleriyle, demokratik kitle örgütleriyle, sivil toplum olarak adlandırılan bir takım örgütlerle iletişim halindeyiz. Bir aradayız. Her zaman aktif olarak ya da bir takım ça- lışmalarda, sempozyumlarda, çalıştaylarda bir aradayız. Bir şeyler üretiyoruz. Bunu- la uğraşıyoruz; ama kendimize dönüp bakalım. Kendi alanımıza bakalım. Hekimlere, kadın hekimlere ve kadın sağlık çalışanlarına yönelik şiddet… Evet, dışarıdan gelen şiddet var. Birkaç yıl önce bir kadın meslektaşımız; nöbetçi hekimken, kaymakamın bir hastayı evinde görme konusunda bir emir vermeye kalkışmasına, tek başına çalış- tığını ve işyerini terk edemeyeceğini söylemiş, ardından da bu emri yerine getirmiyor diye kaymakam tarafından darp edilmişti. Yargı ve meslek örgütümüz, arkadaşımızın yanındaydı. Ama yargı her zaman şiddete uğrayanların yanında mı? Türkiye’deki bütün kadına yönelik şiddet olgularında yargı sistemine, ceza verenlere baktığımızda yargı- nın da erkek olduğunu görüyoruz. Erkekler psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle şiddet uygulamıyorlar. Patriarkanın erkekliğe atfedilen değerler yüzünden kendilerinde bu hakkı görüyorlar. Bu nedenle biz feministler erkek egemen yargı, erkek yargı, erkek dil vb nitelemeleri kullanıyoruz. Erillik üzerine yapılan bir sürü çalışma var. Dünyanın pek çok ülkesinde yayımlanan makaleler var bu konuyla ilgili. Erkekliğe atfedilen değer- ler yöneticilikle birleşince, hele devletin kurumlarındaki bir takım insanlarla birleşin- ce daha kötü bir duruma dönüşüyor. Daha baskın, bir hal alıyor. Bir başka değerli bir kadın meslektaşımız da çalıştığı hastanenin başhekimi tarafından yine darp edilmişti. Şiddete uğramıştı. Hasta yakınlarının şikâyetlerine bakalım. Hastaların hekimlerine yönelik şiddetine bakalım. Evet, çok fazla. Ama bir süre önce kaybettiğimiz doktor ar- kadaşımız, meslektaşımız Melike’nin durumunu düşünüyorum. Onunla ilgili basında çıkan yazıları taradığım zaman, şöyle bir şey gözüme çarptı. Meslektaşımız, bir hasta yakınının şikâyeti üzerine kendisini odasına çağıran başhekimin ondan savunma iste- mesi sonrasında intihar etmişti. Basında yer alan ifadelerde hasta yakını şöyle diyordu;

‘o gün nöbette bir kadın hekim yoktu ve benim şikâyetim bir kadın hekime değildi’. Ee, neden başhekim onu çağırıyor, neden ondan savunma istiyor? Acaba başhekimler, yö- neticiler, kadın sağlık çalışanlarına çok daha kolay baskı uyguladıkları için olabilir mi? Daha kolay sindirebilecekleri için mi?

Kendi alanıma bakıyorum, benim disiplinimdeki asistan arkadaşlarımdan biri, bizim bölüm adına yürütülen bir çalışmayı gerçekleştirmek için başka bir üniversitenin başka bir bölümüne anket formlarını götürdüğü sırada öğretim üyelerinden biriyle bir diya- log yaşıyor. Geldikten sonra diyaloğu bana anlatıyor. ‘Hocam böyle böyle oldu. Be- nimle niye böyle konuştu. Şaka mı yaptı’ diyor, ‘Başkalarıyla öyle mi konuşuyor?’ diye soruyorum. ‘Hayır, erkek asistanlarla öyle konuşmuyor.’ Taciz ilk aklınıza geldiği gibi anlamıyla cinsel ya da sözel hakaret şeklinde olmuyor. Kadın asistanlar; kendilerinden daha kıdemli bir uzman, başasistan ya da öğretim üyesi tarafından, taciz olarak tanım- lanabilecek yaklaşımlara maruz bırakılabiliyor, eziliyor, manipüle edilmek istenebiliyor. Farklı meslek gruplarında yapılsa çalışmalar mutlaka bununla ilgili çok fazla veri top- lanacaktır. TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu olarak düzenlediğimiz ikinci kongremizde ‘eril tıbbı’ eleştirmiştik ve bir takım atölyeler düzenlemiştik. Atölyelerden bir tanesi cerrahlarla ilgili atölyeydi. Kadın cerrah olmak, erkek cerrah olmak... Kadın cerrahların yaşadıkları sorunlar… Bir başka atölyede de, hemşirelerin yaşadığı sorun- ları konuşmuştuk. Evet, hemşireler de, kendilerini ekibin başı olarak tanımlayan he- kimler tarafından farklı şekillerde şiddete maruz bırakılıyorlar, sözel ve cinsel şiddete. Bazen bunu konuşmuyorlar, dile getirmiyorlar, ifade etmiyorlar ya da onun bir şekilde taciz ve şiddet olduğunun farkında değiller. Çünkü çok babacan tavırla yaklaşan bö- lümdeki doktorlar hemşirelerden çok kolay çay isteyebiliyorlar. Sanki onun göreviymiş gibi. Görev tanımı dışında çok farklı şeyler istiyorlar. Şefkat bekliyorlar. Hemşirelikle özdeşleştirilmiş pek çok kalıp ve önyargı üzerinden hemşirelere ayrımcılık uyguluyor- lar.

Bir başka durum da, kadın çalışanlar arasındaki hiyerarşik yapı. Sağlık alanında ve di- ğer alanlarda, kamuda ya da özel sektörde, kadın yöneticiler ve yanlarında çalışan diğer kadın çalışanlar arasındaki ilişki. Bazı kadınların yönetici olunca yanlarında çalışan kadınlara zulmettikleri söyleniyor. Daha fazla baskı uyguladıkları... Buna ‘Kraliçe Arı Sendromu’ deniyor. Kadınların erkek iş yaşamındaki bu zorlu mücadeleleri üzerine belli konumlara gelmeleri, yönetici olmaları sonucu zamanla cinsiyet körlüğü gelişiyor bu kadın yöneticilerde. Başarıyı yüceltme gereksinimi, kıskançlık, hemcinslerin tehdit olarak algılanması gibi. Bunlar, bu sendromun özellikleri olarak tanımlanıyor. Zamanla da çevrelerinde başka kadın istemedikleri fark ediliyor. Deniyor ki; kadınlar, kadınlara eziyet ediyor. Ama aslında baktığımız zaman kadınlar, kadınlara eziyet etmiyor. Burada haksız bir eleştiride bulunmamak gerekiyor. Aslında kadınlara eziyet eden bu patriar- kal yapı yani erkek egemen sistem. Bu sistem, kadınlara yönetici olarak var olabilme- leri için erkeklik rolü dayatıyor. Kraliçe Arı Sendromu geçiren kadınlar, zamanla erkek davranış kalıplarını benimsemeye başlıyorlar ve erkeklerle benzer tepkiler göstermeye başlıyorlar; çünkü başka türlü var olamıyorlar. Katıldığım toplantılarda ve etkinliklerde

24-25 EKİM 2015, ANKARA

123

pek çok değerli kadın akademisyen ‘hiç ayrımcılığa uğramadık ki, erkek arkadaşları- mız ne yapıyorsa biz de onu yapıyorduk’ diyorlar. Ama şunun farkında değiller. Femi- nist eleştirinin ya da kadın çalışmalarıyla ilgili pek çok yazının altını çizdiği bir nokta, aslında bizler kadın kimliğimizle var olduğumuz için ayrımcılığa uğramıyoruz değil, erkek gibi davranıyoruz ve cinsiyet körü oluyoruz bazı şeyleri görmezden geliyoruz. Ev içindeki geleneksel roller sürüyor. O rollerle ilgili çatışmadığımız, sustuğumuz zaman ya da çalıştığımız işyerlerinde kadın olmanın, kadın kimliğinin getirdiği bir takım fark- lı duruşları sergileyip çatışmaya girmediğimiz, eleştirel olmadığımız zaman elbette bir sıkıntı yaşamıyoruz. Hele bir söz söylemeye başlayalım, o zaman, çatışmayı yaşadığı- mız zaman çok farklı olduğunu görme şansımız olacak.

Cinsiyetçilikle ilgili Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 1. 2. 3. sınıf öğrencilerine uyguladığım bir çalışma vardı, çok uzun bir zaman önce. Cinsiyetçilik dediğimiz kav- ram evet bir tutum, kalıpyargı. Irkçılık gibi, homofobi gibi… Bu tutumların birlikte olduğunu gösteren çalışmalar da var. Cinsiyetçilik dediğimiz kavram alt bileşenlerden oluşuyor. Öğrencilere de uyguladım. Sonuçlardan kısa bir özet yapmak istiyorum. Cin- siyetçilikle ilgili bir ölçek uyguladım. İki araştırmacının geliştirdiği bir ölçek. Türkiye’de de geçerlilik güvenilirlik çalışması yapılmış. Onu kullanmıştım. Cinsiyetçilik sadece düşmanca ifadelerin, tutumların olması değildir. İki alt boyutu var. Düşmanca cinsiyet- çilik dediğimiz bir boyutu var, bir de korumacı cinsiyetçilik olarak adlandırılan boyutu var. Bir tanesi; kadını aşağılıyor, ikinci cinsiyet olarak görüyor. Erkeğe göre zayıf, ona bağımlı olarak algılıyor, düşük düzeyde görüyor. Ama korumacı cinsiyetçilik de kadını yüceltir gibi görünürken aslında yine ayrımcılık yapıyor ve aşağılıyor. ‘Kadınlar kut- saldır’ denir ya, ‘kadınlar ne kadar naiftir, ne kadar zariftir, kadını korumamız gerek’… Böyle yüceltiyor gibi görünen ifadelerin hepsi de cinsiyetçilik. Bunun altını çizmek is- tedim. Kadını erkeğin korumasına gereksinim duyan güçsüz yaratıklar olarak gören bir ayrımcılık aslında. Böyle kibarlık adına, kadınları yüceltmek adına yapılan yaklaşımla- ra da eleştirel bakmamız gerekiyor. Bunun da cinsiyetçilik olduğunu bilmemiz gere- kiyor. Çalışma sonucunda tıp fakültesi öğrencilerinde de farklı puanlarda cinsiyetçilik olduğu ortaya çıkıyor. Kadınlarla erkekleri karşılaştırdığımızda, erkeklerde cinsiyetçi- lik puanının daha yüksek olduğunu görüyoruz. Neden olan etmenlere baktım. Anne- leri eğitim almış, yüksekokul, üniversite bitirmiş olan, çalışan erkeklerde yani anneleri kendi ayaklarının üzerinde durabilen erkeklerde cinsiyetçiliğin puanı daha da düşüyor. Daha azalıyor. Demek ki cinsiyetçilikle ilgili bir şeylerin değişmesi için şansımız var. Bunlardan bir tanesi eğitim. Kadınların eğitimi, kadınlara yüklenen rollerinin değiş- mesi…

Ben ‘Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Sağlığı’ başlıklı bir ders, içinde de cinsiyetçilik ve kadına yönelik şiddet konularını anlatıyorum. Pek çok öğretim üyesinin de bu konu- larda ders anlatması iyi oluyor diye düşünüyorum. Kadın çalışanlara yönelik şiddeti, cinsiyetçilik üzerinden anlatmak istedim. Şiddete ilişkin rakamları, hastaların, hasta yakınlarının uyguladığı şiddeti biliyoruz; ama bu şiddeti doğuran etmenlerin kendi içi- mizdeki, mesleğimizdeki ve sağlık alanındaki, hiyerarşik yapıdaki boyutlarını konuş- muyoruz. Şiddeti besleyen sağlıkta dönüşümden, kapitalizmde, neo-liberalizmden söz

ediyoruz ama patriarkal kapitalizm çözümlemesi yapmıyoruz. Patriarkanın ve kapita- lizmin birlikte çözümlenmesi gerekiyor.

Biz kadınlar, kadın sağlık çalışanları ne yapalım? Kadınlar olarak ve kadın sağlık ça- lışanları olarak evet farkındalığımızı artırmamız gerekiyor. Daha güçlü olmamız, ör- gütlenmemiz gerekiyor. Kadın hekimler, kadın sağlık çalışanları olarak sendikalarda da meslek örgütlerimizde de daha güçlü olmamız gerekiyor. Ben kendi adıma feminist mücadeleyi önemsiyorum. Bir feministim. Ve feminist mücadelenin kadınların özgür- lüğü olduğunu düşünüyorum.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

125

ŞİDDETTE KRİZ YÖNETİMİ VE