• Sonuç bulunamadı

Sözlükte “rızık isteme, çalışma ve kazanma” gibi anlamlara gelen kesb,408 aslında toplamak manasına olup, daha sonra ise ‘emek ve gayret sarf ederek rızık talep etmek’ manası daha yaygın hale gelmiştir. Bu anlamıyla kesb, iktisab ile aynı manayı ifade etmektedir. Ancak kesb gayret ve zahmet çekmeksizin kazanmak iken, iktisab emek çekerek çalışma ve akıl yürütmeyle kazanmak anlamına gelir.409 Terim olarak kesb, tıpkı malın ve rızkın kazanılması gibi insanın faydalı olanı kazanmayı istemesi demektir. İnsan kesb ile menfaati celb etmekte, sonra da onu kazanmak için çaba sarf etmektedir. Kendisi ve başkası için hayırlı ve faydalı olan şeyi kazanma anlamına gelen kesb, iktisab kavramından daha geneldir. Çünkü iktisab sadece kendisi için faydalı olarak gördüğü şeyi kazanmak demektir. Bunun içindir ki her kesb aynı zamanda bir iktisab iken, her iktisab bir kesb değildir.410

406 Karsî el-Hanefî, Davud b. Muhammed, Şerhu’l Kasideti’n-Nuniyye, Matbaatü’l-Münir, İstanbul 1297h., s. 35-36.

407 İmam-ı Azam Ebu Hanife, el-Fıkhu’l-Ekber (Haz. Ali Nar, Akaid Risaleleri),Beyan Yay., İstanbul 1998, s. 2(Arapça), s. 69(Türkçe).

408 İbn Manzur, Lisanu’l Arab, I/716.

409 Asım Efendi, Kamusu’l-Muhit Tercümesi, (Haz. Mustafa Koç-Eyyüp Tanrıverdi), TYEKB Yay., İstanbul 2013, I/641-642.

410 Ragıb el-İsfehânî, el-Müfredat, II/555; Asım Efendi, Kamusu’l-Muhit Tercümesi, I/642.

Ragıb el-İsfehânî kesb ve iktisab kavramlarını açıklarken kanaatimizce bu kavramların yer aldığı Kur’an ayetlerini delil göstermiştir. Çünkü “Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyilerinden harcayın…”411 ayetinde geçen kesb kavramı kişinin kendisi ve ailesi için kazandığı manasına gelmektedir. “Erkeklerin de kazandıklarında nasipleri vardır, kadınların da kazandıklarından nasipleri vardır”412 ayetinde de kişinin sadece kendisi için olan kazanımlarından bahsedilir. Bu nedenle ayette iktisab terimi kullanılmıştır. Kesbin iyiliğe, iktisabın da kötülüğe izafe edilmesi “Herkesin kazandığı (kesb) iyilik kendine, kazandığı (iktisab) kötülük kendinedir”413 ayetine dayanmaktadır.

Bu ayetten mülhem olarak kesb uhrevi kazanımlarla, iktisab ise dünyevi kazanımların seçimiyle ilgili bir anlam ifade etmektedir. Bunların sonucunda insanın faydalı olanı yapması ve başkası için de faydalı olanı istemesi kesb, sadece kendisi için faydalı olarak gördüğü şeyi kazanması da iktisab olarak tanımlanmaktadır.414

Kelâm literatüründe kesb teorileri, insan fiillerinin yaratılışı ve meydana gelişi konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasıyla gündeme gelmiştir. İslam düşüncesinde kesb teorisini anlayabilmek için bu kavrama eşlik eden cebr ve kader anlayışlarını irdelemek gerekir. Bunlar ise insanın meydana getirdiği fiillerinde bir tesirinin bulunup bulunmadığını kabul etmeye matuftur. Kelâmî kaynaklar islam fırkalarının üç farklı anlayışa sahip olduğunu vurgular.

Birinci görüş kuldan gerçek manada fiilleri tamamen ortadan kaldırıp, sadece Allah’a nispet eden ve “Halis Cebriyye” olarak isimlendirilen görüştür. Buna göre

Üçüncü görüş ise kul için hâdis bir kudret olup bu hâdis kudretin fiilin meydana gelmesinde etkili olduğunu kabul eden bir anlayıştır ki bu cebr değil “kesb” olarak

Dinin, dolayısıyla da kelâmın ve din felsefesinin en zor problemlerinden birinin insan hürriyeti meselesi olduğunda şüphe yoktur.416 İbn Rüşd (ö. 595/1198)’ün ifadesine göre bu zorluk, nakli delillerin birbirine tearuz edebilecek karakter arz etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu zıtlık aynı zamanda akli önermelerde de kendini göstermektedir.417 Dolayısıyla İslam düşünürleri bu problemi halletme babında kesin bir düşünce etrafında toplanamadığı için aralarında asırlarca devam eden uzun tartışmalar meydana gelmiştir. Sonuçta birbirine zıt dört anlayışın ortaya çıktığını söyleyen Seyyid Bey, bunları şöyle sıralar:

1. Cebr-i mutlak: Cebriyye, 2. Cebr-i mutavassıt: Eş’ârîyye, 3. Tefviz-i mutavassıt: Mâturîdîyye, 4. Tefviz-i mutlak: Mu’teziledir.418

Cebriyye’ya göre, kulların fiillerinde Allah’ın kudreti müessirdir ve aslen fiillerin işlenmesinde onun irade ve kudreti bulunmadığı gibi, insanın bir tesiri ve kesbi de yoktur. Dolayısıyla insanın fiili cansızların fiili gibidir.419 Kulun kesbi veya fiilleri olarak isimlendirilen şeyin, dildeki kullanımda ancak bir genişletme ve mecaz yolu ile gerçekleştiğini, ihtiyari ve iradî hareketlerin titreme ve sallanma mesabesinde olduğu anlayışı Cehm b. Safvan’a nispet edilse de420 onun dışında Cehm’e tabi olup bu görüşü benimseyen başka şahıslara rastlanmamaktadır. Cehm b. Safvan’ın Kur’an’ın yaratıldığına dair inancı dolayısıyla özellikle Ahmed b. Hanbel tarafından şiddetle eleştirildiği ve bu nedenle “el-Red ale’l-Cehmiyye” adı altında birçok eser yazıldığı bilinmektedir.421

Günümüzde taraftar bulamayan ve insandan irade ve kesbi tamamen soyutlayan böyle bir görüşün, İslam toplumu içerisinde orta yolu temsil eden anlayışın Sünni akide tarafından gerçekleştirilmesi, Eş’ârî’nin kesb anlayışının orta cebr şeklinde

416 Aslan, Abdulgaffar, “İbn Rüşd’e Göre İnsan Hürriyeti”, İslami Araştırmalar Dergisi, 15/4, s. 486, ss.

485-495, Ankara 2002.

417 İbn Rüşd, Faslu’l-Makal (İbn Rüşd’ün Felsefesi), (Ter. Nevzad Ayasbeyoğlu), TTK Basımevi, Ankara 1955, s. 122.

418 Seyyid Bey, Usul-i Fıkıh Dersleri, Kader mad., İstanbul 1338h., s. 126; Karadeniz, Osman, “Seyyid Bey'in Kaza-Kader'e Bakışı”, Türk Hukuk ve Siyaset Adamı Seyyit Bey Sempozyumu, s. 119, ss. 115-131, İİFV Yay., İzmir 1999.

419 Tehanevî, Keşşaf, II/1244.

420 Cüveynî, Kitabu’l-İrşad, s. 180.

421 Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 183.

isimlendirilmek suretiyle insan fiilleri bağlamında Eş’ârî’yi kurtarma çabası olarak değerlendirilebilir. Fakat sonraki dönemlerde Eş’ârî’nin, insanın kendi fiillerinde bir tesiri olmadığını, bilakis onların Allah’ın kudretinin etkisi altında olduğunu söylediği ve bunun da cebr anlayışından başka bir şey olmadığı belirtilmektedir.422

Düşünce tarihimizde insanların işlemiş oldukları fiillerin tamamen kendileri tarafından kazanıldığı görüşünü dile getirenlerin, Emevi yönetiminin kendi icraatlarını tamamen Allah Teâlâ’nın belirlediği iddiasına karşın, tefviz-i Mutlak olarak isimlendirilen anlayışın ilk temsilcileri olan Ma’bed el-Cüheni ve Gaylan ed-Dımeşki olduğu bilinmektedir. Mu’tezile de bir makdura iki kudretin etkisi söz konusu olduğu takdirde fiillerinde mecbur olacağını, bu nedenle insanın meydana getirdiği fiillerde müstakil bir kudrete sahip olduğu zaman sorumlu tutulabileceğini iddia etmek suretiyle tüm kazanımlarını kendine özgü kılmaktadır.

Mu’tezile öncelikle “kesb” kavramının etimolojik yapısını irdeleyerek konuya girmektedir. Onlar, Arapların kendisiyle fayda sağlanan veya onunla zarar giderilen eylemleri kesb olarak isimlendirmelerine atıfta bulunarak kesbin, kendisi ile fayda elde edilen veya zararı ortadan kaldıran fiil anlamına geldiğine işaret etmektedirler. Bu nedenle zanaatlerin “mekasib”, bu zanaatlari kendisine meslek edinen ve icra edenlerin ise “kasib” olarak nitelendirmelerini örnek olarak göstermektedirler.423

Mu’tezile insanın kasib olduğunu şöyle açıklamaktadır:

a. Allah zatıyla kadirdir. Zatıyla kadir olan varlığın, kudretinin kapsamına ve kesbin kudreti dâhiline giren şeylerin tamamına kadir olması gerekir. Ona güç yetirip yaptığında ise müktesib olarak isimlendirilmektedir. Şayet kesb makul olsaydı, Allah’ı ‘müktesib’ diye isimlendirmemiz gerekirdi. Bilinen şey ise bunun zıddıdır.

b. Fiillerimiz diğer nitelik ve vecihlerine bağlı olarak Allah’a aittir. Fiilin yönlerinden biri de kesbtir. Bu yönden ise insana nispet edilmesi gerekir.

Bunda da bizim tercihimiz bulunmaktadır. Allah’ın müktesib olması imkânsızdır. Çünkü kesb yaratılmış hâdis olan bir kudretle meydana gelmektedir. Bu da fiillerin hâdis bir kudretle meydana geldiğini gösterir.

Kudretin ispatı da insanın kadir olmasını gerekli kılar ki, bu da onun fail

422 Semerkandi, es-Saha’ifü’l-İlahiyye, s. 384.

423 Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, II/110-114.

olmasına bağlıdır. Neticede bunların hepsi fiil ve kudretin kesbde etkili olmasını ve insanın hakiki manada fail olmasını ortaya çıkarmaktadır.424

Ehl-i Sünnete göre kesb bir yaratma değildir. Ama kesbin ne olduğu ve hangi manaya geldiği yani mahiyeti tam olarak açıklanamamaktadır.425 Kulun yaratma kudretini ortadan kaldırmak ve onun kendi fiilini meydana getirdiğini ispat etmek için kullanılan kesbin mahiyeti, insanın mecbur olmadığı ve fiili bununla meydana getirdiği, kendisinde var olan kudretle makdura güç yetirebildiği ve nihayetinde de fiili meydana getirmeyi sağladığı şey olarak tanımlanmaktadır.426

Eş’ârî kesbin diğer fiiller gibi bir fiil olduğunu ve Allah’ın bir fiili yarattıktan sonra onu kesbedecek olan insanda kesb eylemini de yarattığını söylemektedir. Kulun kesbiyle kastedilenin ise onun fiile mahal olmaktan başka fiilin varlığında hiçbir tesiri ve katkısı bulunmaksızın fiilin onun kudreti ve iradesiyle birlikte olmasıdır.427 Kesbin yaratılmış olduğunu Eş’ârî şu şekilde delillendirmiştir. “Kesbin Allah tarafından yaratılmaması, onun sadece fiili yaratmasını ve yarattığı o hareketle müteharrik olmasını gerektirmektedir.” Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse kesb fiili Allah tarafından yaratılmadığı zaman insan muktesib olmayacak, bunun neticesinde Allah sadece insanın fiilini yaratacak ve bunun akabinde gerçekleşen bütün iyi ve kötü fiiller bir neden sonuç ilişkisi içinde Allah’a izafe edilecektir.428

Eş’ârîlere göre kesb, takdir edilmiş bir fiille kulun kudret ve iradesine taalluk eden bir terimdir. Kulların fiilleri Allah’ın kudretiyle meydana gelmiştir. Ancak onların kudretini herhangi bir fiile sarf etmelerinde Allah’ın bir tesiri yoktur. Allah, fiilleri işlerken insanı yalnız bırakmıştır. Çünkü insanda irade ve ihtiyar vardır. Kulların fiilleri Allah için mahlûk, ibda’ ve ihdastır. İnsan için ise meksub ve Allah’ın irade ve kudretiyle yarattığı bir kesbtir.429 Çünkü yaratma yönü tek bir hüküm olup cevher ve araza göre değişmesi de mümkün değildir. Eğer yaratılmış kudret yaratma esnasında etkin olsaydı, her yaratılan şeyin ortaya çıkmasında etkin olur, hatta renkler, tatlar ve kokular gibi şeyler yanında cevher ve cisimleri bile yaratabilirdi. Bu da yaratılmış kudretle gökyüzünün yeryüzüne düşmesini mümkün hale getirirdi. Hâlbuki Allah,

424 Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, II/110-114.

425 Nesefî, Tevhidin Esasları, s. 104.

426 Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, II/242.

427 Eş’ârî, Lüma, s. 89-90; Seyyid Şerif Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf, III/244.

428 Eş’ârî, Lüma, s. 89; Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf, III/248.

429 İmamü’l Harameyn el-Cüveynî, el-Akidetü’n-Nizamiyye, MÜİFV Yay., İstanbul 1974, s. 46-48;

Tehanevî, Keşşaf, II/1243.

yaratılmış kudretin sonunda yahut altında veya beraberinde kul isteyip yöneldiği zaman sünnetini devreye sokarak fiilini gerçekleştirir. İşte bu, kulun bu fiili kesbi yani yapması olarak isimlendirilmektedir.430

Buna göre kulun kesbi vardır ve insan taat ve masiyet türünden olan fiillerini kesb etmektedir. Ancak kulların fiilleri gibi kesbleri de Allah tarafından yaratılmıştır.

Bu durumda icat ve oluşturma şeklinde fiilin yaratılması Allah’tan, kudreti altında ortaya çıktığı için kesb de kuldandır. Eş’ârî’nin kesb tarifi yaratmaya göre yapılmaktadır. Kulların fiilleri bir taraftan Allah’ın yaratması ile meydana gelirken, diğer taraftan insanlar tarafından kesb edilmektedir. Allah hareketi yaratır, fakat yarattığı bu hareketle hareket halinde olan ve müteharrik vasfıyla nitelenmesi gereken kendisi değildir. Aynı şekilde Allah zulmü yaratır, fakat zalim olarak adlandırılan insandır. Kesb ancak fiili olduğu şekliyle meydana getiren faile delalet eder. Kasib, kendinde yaratılmış olan bir kudrete sahip olduğu için kesbeder. Demek oluyor ki insan herhangi bir zorlamaya maruz kalmadan fiilini kesb ettiği için kendi fiilini yaratması söz konusu değildir. İnsanın kendisi hâdis bir kudretle fiili meydana getirdiği için onun müktesibi olurken, hakikatte onu yaratan ve fail olarak nitelendirilen Allah’tır.431

Eş’ârî aynı zamanda kesb için gerekli olan gücün de Allah tarafından yaratılmış bir kudret olduğu inancındadır. Dolayısıyla insanın Allah’ın etkisi altında O’nun istemediğini yapması (kesb), istemediği eylemlerin onun eylemi şeklinde tezahür etmesinin imkânsız olması nedeniyle caiz değildir. Eğer Allah’ın bilmediği bir şey onun fiili olursa, bu onun eksikliğinin kanıtı olur. Bu, bilmediği bir şeyin bir insanda meydana gelmesi durumunda da geçerlidir.432 Bu durumda Allah’a müktesib denilemeyeceği gibi kula da yaratıcı denilemez.433

Eş’ârî, insanın fiilinde Allah’ın kudreti etkili olmakla beraber, onun fiilleri meydana getirmesi esnasında bir etkisinin olmadığını, çünkü insanın fiili meydana getirme esnasında kesbinin olduğunu iddia etmektedir.434 Ancak Eş’ârînin kesb anlayışı, insanın seçme hürriyeti olmadığına ve fiillerini cebr altında yapmak zorunda olduğuna işaret etmektedir. Bu durumda, onlar açısından, “fiilin gerçekleştirilmesi sürecinde

430 Şehristânî, Milel ve Nihal, s. 93.

431 Eş’ârî, Lüma, s. 88-89, 93-94; Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf, III/244-248; Yazıcıoğlu, Maturidi ve Nesefî’ye göre İnsan Hürriyeti Kavramı, s. 52.

432 Eş’ârî, el-İbane an Usuli’d-Diyane, s. 70.

433 Eş’ârî, Lüma, s. 89.

434 Tehanevî, Keşşaf, II/1244; Emrullah Yüksel, Sistematik Kelam, s. 84.

insana ait olan nedir” sorusunun cevabı yoktur. Bu yüzden Eş’arîler, Mu’tezile tarafından Cebr-i Mutevassıt/Orta Ölçekli Cebriyye olarak nitelendirilmişlerdir.435

Razi (ö. 666/1268), her ne kadar insanın kendi işlerini var edeceğini inkâr etse de, ihtiyari fiilleri yapan olduğunu ve onları kazandığını kabul etmektedir. O insanın kendi fiillerinin kasibi olduğuna dair deliller getirdikten sonra, kazanmayı (kesb) iki şekilde açıklamaktadır:

a. Allah Teâlâ insan taata azmettiği zaman da, isyana azmettiği zaman da onları yaratarak kanununu (âdetini) yürütür. İşte bu esasa göre insan var eden (mucid) değilken var eden gibi olur. İnsana verilen bu kadar imkân, emir ve yasaklardan sorumlu olması için yeterli kabul edilmektedir.

b. İşin kendisi her ne kadar Allah Teâlâ’nın kudreti ile oluyorsa da itaat ve isyan olması o kudrette hâsıl olan birer nitelik olup bu da insanın kudreti ile meydana gelmektedir. Sonuçta bir fiile iki kudretin etki edebileceğine ve insanın bu fiilleri meydana getirmesine kesb (kazanma) adı verilmektedir.436

Mâturîdî, kesb ve halk kelimelerini beraberce mütalaa ederek bu terime açıklık getirmeye çalışmıştır. Nasslarda yer alan ve kullara nispet edilen fiiller aynı zamanda Allah’a da nispet edilmektedir. Bu durum ise fiilin nispet ediliş yönünün farklı olmasını gerektirir. Yaratma (halk) açısından ve hakiki manada Allah’a ait olan bu ihtiyari fiiller kesb açısından ve hakikat manasında kullara aittir. Bu da bir fiilin Allah’a nispetiyle onun yaratıcı olduğunu, kula nispetiyle ise kesbden başka bir şey olmadığını ifade eder.437

Mâturîdî, Mu’tezile’nin kulların fiilleri konusunda kula kesb kudreti izafe ettiğini, ancak fiile tesir bağlamında insanın kudretinin daha önemli ve etkin bir konuma getirildiğini, aynı zamanda onların tenzihi anlayışlarına uygun olarak Allah’tan kötülüğü men etmek maksadıyla Allah’ın sadece hayrı yarattığını ve akabinde fiilin hem yaratılması hem de kesb edilmesi yönünden sadece insana nispet edilmesi gerektiğini ihtiva eden bu düşüncelerini eleştirmektedir. Çünkü böyle bir düşünce birtakım problemleri beraberinde getirmektedir. Allah’ın sadece iyiliği yaratması söz konusu olduğu takdirde onun kullar için en iyi olanı yaratmak zorunda olması, kulların fiilleri

435 Kadı Abdülcebbar, Muğnî, VIII/164-165.

436 Razi, Muhammed b. Ömer, Kelam’a Giriş (el-Muhassal), (Çev: Hüseyin Atay), Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1978, s. 189-195.

437 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 290-291.

de hem yaratma hem de kesb yönüyle kendilerine ait olduğu takdirde insanın ilahlık konumuna yükseltilmesi gerekir. Bu da naslar açısından kabul edilmesi imkânsız bir durumdur. Kullara ait fiillerin nitelikleri ne olursa olsun o fiilleri yaratmak, onları var edeni o sıfatlarla vasıflandırmayı gerekli kılmaz. Nitekim “Allah her şeyin yaratıcısı ve gözeticisidir”438 buyrulmaktadır.439